evlilik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
evlilik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Kasım 2013 Cumartesi

Evlilik ALLAH (Celle Celâlühü) için olmalı

EVLİLİK ALLAH (Celle Celâlühü) İÇİN OLMALI VE ONA YAKLAŞTIRMALI 

Evlilik, insanı günahtan koruyan bir kalkandır. Evlilik, el ele verip doğruya koşmaktır. Evliliğe bu açıdan baktığınızda, izdivacın insanı Allah’a yaklaştırması gerektiği görülebilir. Delikanlı okulunu bitirdi ve işini kurdu. Artık evlenip çoluk çocuğa karışmak istiyor. Bunun için de düşünüyor ve soruyor: “Acaba kiminle ve nasıl biriyle evlensem?” Akıl verense çok oluyor: “Evleneceğin kişi şöyle şöyle olsun”. Ama anne ille de güzel gelin istiyor. Genç kızın da evlenme yaşı geliyor. O da düşünüyor. “Acaba evleneceğim kişide nasıl bir özellik arasam? Dini diyaneti önemli olmalı mı?” Bu anne de kızının bir zenginle evlenip rahat etmesini düşlüyor.. Genç kız da delikanlı da şaşkın. Çünkü eş, insanı saadetin beşiğine götürdüğü gibi; felaketin eşiğine de sürükleyebiliyor. Kur’an, eşleri tarif ederken, “Onlar sizin için günahtan koruyan bir elbise, siz de onlar için bir elbise hükmündesiniz.” buyuruyor. (Bakara 187) Özellikle de günümüzde bu ayetin daha dikkatli okunması gerekiyor. Çünkü her sokak başında bir ateş yanıyor. Her yerden binler günah insana saldırıyor. Her şey ağız birliği yapmış gibi insanı Allah’tan uzaklaştırıyor. Allah’a giden yollara barikatlar kurulmuş. Ahiret yurdunu gösteren işaretler ters çevrilmiş.
Sefih medeniyetin getirdiği cazibe ister istemez insanları o yoldan alıkoyar hale gelmiş. Herkes, akın akın “insanın ve bilhasa Müslüman’ın bir nevi cenneti olan aile sığınağından” çıkıp o yöne doğru koşuyor. Sığınaktan çıkan askerin üzerine yağan mermiler gibi günahlar aile fertlerinin üzerine yağıyor. Kişi evinde oturup TV’sini seyrederken, gazetesini okurken, hatta penceresinden sokağa bakarken bile müstehcenlik ateşi onu yakabiliyor. İşte bu arada eş denilen “elbise” o ateşe perde olmalı. Kişiyle ateş arasında set oluşturmalı. Eşinin üzerine gelen günahlara paratoner olup, onu Allah’a yaklaştırmalı.. Sadece dünya hayatı için giyilen bir elbise değil, kişiyi cennet bahçelerine uçurabilen paraşüt görevi yapmalı.. Çünkü, insan bu dünyaya sadece rahat yaşayıp, zevk ve lezzet peşinde koşmak için gönderilmemiştir. Onun esas gayesi kendisini buraya gönderen Cenab-ı Hakk’ı tanımak, bilmek ve ibadet etmektir. Dünya yolunda yürüyüp ahiret yurduna varmaktır. Evlilik de o yol arkadaşını seçmektir. Şayet yol arkadaşı Allah’a yakınsa kişi dünyada da ahirette de huzurlu olacaktır. Çünkü Cenab-ı Hak buyuruyor: “Erkek olsun, kadın olsun mü’min olarak güzel işler yapanlara dünyada temiz ve huzurlu bir hayat yaşatırız. Ahirette ise, onları, yaptıklarının daha güzeliyle mükâfatlandıracağız.”(Nahl 97) Asr-ı saadette yaşanan şu olay evliliğin insanı Allah’a yaklaştırması hususunda örnek olsa gerek. Peygamberimiz (sas), sahabeleriyle birlikte otururken fakir ve muhtaç olanlara vermenin öneminden bahsediyordu. Al-i İmran Suresi’nin 92. ayetini okudu: “Muhtaçlara ve fakirlere yardım ederken, malınızın kötüsünü değil de iyisini vermedikçe olgun bir imana kavuşamazsınız. İmanda en yüksek mertebeye çıkmak istiyorsanız, yoksullara malınızın en hoşunuza gidenini bağışlayınız.” Bu sözler orada bulunanlardan Ebu Talha’yı (r.a) can evinden vurdu. En değerli malını Medine’deki hurmalığını ve evini hemen oracıkta bağışladı. Evine gitti. Bahçenin dışında durdu. Eşi Rumeysa (ra) Ebu Talha’yı (r.a) görünce neden eve girmediğini sordu. Ebu Talha (r.a) evini ve bahçesini tasadduk ettiğini söyledi. Eşi: “Kendin için mi yoksa ikimiz için mi?” diye sorduğunda Ebu Talha (r.a) “ikimiz için” cevabını verince eşi Rumeysa: “Allah senden razı olsun Talha. Ben de aynı şeyleri düşünürdüm. Bekle geliyorum.” diyerek dönüp arkasına bile bakmadan evinden çıkıp gitti. (Buhari) Bizler de onları örnek almalıyız. Bunun için de evlilikleri nefsani duygulardan ziyade, uhrevi duygularla yapmalıyız. Eş seçerken bizleri dünyaya çağıranı değil Allah’a yaklaştıranı seçmeliyiz. Bizim evliliğimiz yani Müslüman’ın evliliği farklı olmalı. Müslüman aile, karanlık dünyalara ışık saçmalı… Sıkıntıda boğulanlara şefkat elini uzatmalı. Sevgiye hasret, mutluluğa hasret olanları sevginin ve mutluluğun yurduna iletmeli. Eşler el ele vermeli Derdimiz önce insanlığa hizmet olmalı. Bunun için eşler el ele vermeli. “Allah için ver” deyince vermeli. “Allah için yola çıkıyorum.” deyince uğurlamalı. Allah’a giden yolda hayat arkadaşına omuz vermeli. Tıpkı Peygamber kocasına Hira Dağı’na yemek taşıyan Hz. Hatice, İslâm için şehit olan Ammar ve Sümeyye, yalın ayak kızgın çöller üstünde yan yana hicret eden sahabe gibi… Böyle eşler için söz sultanı ne güzel söylüyor: “Bahtiyardır o adam ki, refika-i ebediyesini (ebedi arkadaşını) kaybetmemek için saliha (dindar) zevcesini taklit eder, o da salih olur. Hem bahtiyardır o kadın ki, kocasını mütedeyyin görür, ebedi dostunu ve arkadaşını kaybetmemek için o da tam mütedeyyin olur, saadet-i dünyeviyesi (dünya saadeti) içinde saadet-i uhreviyesini (ebedi saadetini) kazanır.”


http://gercektarihdeposu.blogspot.com
EVLİLİK ALLAH (Celle Celâlühü) İÇİN OLMALI VE ONA YAKLAŞTIRMALI 
http://gercektarihdeposu.blogspot.com



14 Eylül 2013 Cumartesi

MÜSLÜMAN KADIN VE ERKEKLERE ÖRNEK BİR DÜĞÜN


Hz.Fatıma'nın çeyizi Peygamberimiz'i ağlatmıştı.


Hz. Fatıma ile İslam Halifesi Hz. Ali’nin evlilik, düğün ve aile hayatının ümmete örnek olması için Efendimiz büyük gayret göstermişti. Zira bu örnek aile oluşurken, nikahından ev içi ve ev dışında yapacakları iş bölümüne kadar her şeyi Peygamberimiz planlamıştı. 

MÜSLÜMAN KADIN VE ERKEKLERE ÖRNEK BİR DÜĞÜN

Hz. Fatıma (ra); Peygamber Efendimizin (sav) risaletinin beşinci yılında, hicretten sekiz yıl önce, Mekke’de dünyaya geldi. Hz. Fatıma (ra), Peygamberimizin Mekke`deki tebliğ günlerinde küçücük bir çocuktu. Ancak, babasının karşılaştığı zorlukları bir büyük gibi algılıyordu. Annesi Hz. Hatice (ra)’nın vefatı onu derin üzüntülere sevk etmişti. Hz. Peygamber`in çocuklarının ardı ardına vefat etmesi, Hz. Fatıma ile arasındaki yakınlığı daha fazla arttırmıştı. Aradaki güçlü sevgi bağlarından dolayı Hz. Peygamber (sav); Hz. Fatıma’yı ‘Ümmü ebiha’ (babasının annesi) lakabıyla çağırmayı tercih ediyordu. Babası evden çıkarken; kimi zaman evin kapısında babasının dönüşünü bekler, kimi zaman da yüreği dayanmaz babasının ardından giderdi.

Bal şerbeti, hurma, gülsuyu

Hz. Ali ile evliliğinde düğün, çok sade bir merasimle yapıldı. Misafirlere bal şerbeti, hurma ve gülsuyu ikram edildi. Daha sonra nikâhları da Mescid’de kıyıldı. Mehir olarak Hz. Ali’den dört yüz dirhem gümüşü uygun gören Efendimiz (asm), onun zırhı ve atından başka bir şeyinin olmadığını öğrenince zırhını satmasını söyler.

Hz. Ali (ra) dört yüzseksen dirhem gümüşe zırhını satar ve bunun dört yüz dirhemi mehir olarak Hz. Fâtıma (ra)’ya verilir. Ancak Fâtıma (ra) bu mihri çok bulur; kendisine en güzel mihrin kıyamet günü İslâm ümmetinin Peygamber (asm)’in şefâatiyle affedilmesi olacağını söyler ve bu konuda dua eder. Ancak kendisi için ayrılan dört yüz dirhemi düğün masraflarına harcanmak üzere hibe eder.

Nikâh mescidde Peygamberimizin (asm) bir hutbesi ile ilân edilir. Hz. Ali (ra)’nin şartları kabul etmesi üzerine, sâde bir törenle nikâh kıyılır ve misafirlere bal şerbeti, hurma ve gül suyu ikram edilir. Hz. Fatıma (ra) babasından ayrılıp Hz. Peygamber (asm) mescidine bitişik, zemini toprak eve yerleşmişti. Peygamberimiz kızını evlendirmekle ondan kopmadı,her sabah onları namaza kaldırır, bir yolculuğa, sefere çıkacağı zaman en son vedâlaşacağı kişi Fâtıma olur; döndüğünde ise hanımlarından önce ona uğrardı. Efendimiz bu yeni yuvaya çok önem veriyor; ümmetin geleceğini bu yuvanın etkileyeceğini bilerek onları yönlendiriyor, eğitiyordu. Hz. Ali (ra) ve Hz. Fâtıma (ra) arasında işbölümünü bizzat kendisi yapmıştı.

Düğün günü tavsiyeleri

Efendimiz, düğün günü kızına şöyle nasihat etmişti: “Kızım! Evimizden çıkıp başka bir eve, ülfet etmediğin bir kimseye gidiyorsun. Sen kocana yer ol ki, o sana gök olsun! Sen ona hizmetçi ol ki, o sana köle olsun! Kocana yumuşak davran. Öfkeli hallerinde sessizce yanından kayboluver. Öfkesi geçinceye kadar ona görünme! Ağzını ve kulağını muhafaza et! Kocan sana fena söylerse, söylediklerini duyma ve sakın mukabelede bulunma! Daima senden güzel söz işitsin, güler yüz görsün! ”

Hiç bir ayrıcalık tanımadı

Bu yuvada katı kurallar yoktu; Hz. Ali (ra) ev işlerinde Hz. Fâtıma (ra)’ya yardımcı oluyordu; Hz. Fâtıma (ra) da Hz. Ali (ra)’ye. Fâtıma’nın ev işlerinde çok yıprandığını gören Hz. Ali, Peygamberimize (asm) gelerek bir hizmetçi verip veremeyeceğini sorduğunda Hz. Peygamber (asm), “Rabbinin farzını ifâ et; eşinin hizmetine bak” diyerek bunu geri çevirmişti.

Hz. Fatıma’nın Hz. Ali’den son isteği

PeygamberİMİZİN vefatından sonra bir daha yüzü gülmeyen Hz. Fatıma hastalanmıştı. Hastalığının ilerlemesiyle evine gelen misafirlerinden izin alır. Temiz elbiselerini giyinir, kokular sürünür. Ardından; vefat zamanının geldiğini, yıkandığını, yıkamalarına gerek kalmadığını, temiz elbiselerini giydiğini, kefene gerek kalmadığını söyleyip kendisini gece defnetmelerini ister. Hz. Ali (kv)`e “Ya Ali, bana kimsenin eli değmeden, götürüp Baki mezarlığına göm” der. HZ. Fatıma veat ettiğinde 24 yaşındadır.

Hz. Fatıma’nın (r.a) Çeyizi

- Yedi dirhem değerinde bir gömlek.

- Bir dirhem değerinde bir başörtüsü.

- Perde

- Hurma liflerinden yapılmış bir divan.

- Mısır pamuğundan yapılmış biri ipekli ve diğeri hurma lifinden olan iki döşek.

- Bir çifti ipekten diğeri çifti hurma lifinden yapılmış dört yastık.

- Tüm bedeni kaplamayan siyah bir kadife.

- Seyyar hasır.

- El değirmeni.

- Deriden yapılmış su kabı.

- Tahtadan bir süt kâsesi.

- Su için deriden bir kap.

- Yeşil renkli bir testi.

- Çeşitli testiler.

- İki gümüş bileklik.

- Bakır bir kap.

Peygamber Efendimiz (sav) bu eşyaları görünce şöyle dedi:
“Allah’ım! Kaplarının büyük kısmı çanak çömlekten ibaret olan bu kavme bereket ver.”
Düğün sonrası Efendimizin iş bölümüne göre, Hz. Fâtıma (ra) sadece evin iç işlerinden, Hz. Ali (ra) de dış işlerinden sorumlu olacaktı. Birbirlerine yardım da edeceklerdi.

Hazırlayan : Muharrem Çoşkun  /Star Gazetesi


http://gercektarihdeposu.blogspot.com

8 Eylül 2013 Pazar

Evlilik bu degil Bekar kardeslerim okuyalim

Evlenmek istiyorum


Evlenmek niyetiyle görüşmeye
gelmişlerdi.
Delikanlı, genç kızı, şöyle bir süzdü
ve sessizce düşündü:
"Güzel kız fena değil. Ama biraz
kendini beğenmiş.
Acaba bu hali devam eder mi? Ya
ederse?
O zaman bununla yaşanmaz.
Ben dayanamam ukala bir kadına,
kadın dediğin biraz uysal olmalı...
Neyse canım, hele bir evlenmeyi
kabul etsin.
Ben onu değiştirmeyi bilirim."

Genç kız da simasının ortasına sinsi
bir tebessüm kondurdu.


"Fena çocuk değil. İşi de yerinde.
Rahat bir hayat yaşarım.
Lâkin biraz 'dediğim dedik' gibi.
Acaba buna, sözümü dinletebilir
miyim?
Aman canım, düşündüğüm şeye bak.
Evlenelim de ben onu mum gibi
yapmasını bilirim."
Ve "değişim savaşı"nın imzaları
alkışlar arasında atılır.
Ayaklar birbirini ezmek için yarışır.
"Bal/ayının" tatlı meltemi yerini
yavaş yavaş kuzey rüzgârlarına
bırakır.

Genç adam, sabah işe gitmeden eşini
uyandırmaya çalışır:
"Ben hazırlanırken sen de kahvaltı
hazırlayabilir misin?"
Genç kadın uyumaya devam eder.
"Hayatım, geç kalıyorum haydi
uyan."
Genç kadın sağından soluna
dönerek,
"Sabahın bu saatinde de kalkılmaz
ki?
İşyerinde bir tostla çay alırsın." der.
"
Allah! Allah! Ben akşama kadar
çalışacağım,
sen bir kahvaltı hazırlamaya
zorlanıyorsun."
"Ama çok uykum var." "Benim de
uykum var ama kalkıp işe gitmek
zorundayım." Kadın istifini bozmaz,
kapıyı çarpıp çıkarken
"Can çıkmayınca huy değişmezmiş."
diye söylenerek işe gider genç adam.
Başka bir gün. "Hayatım, bugün
yemek yapamadım.
Dışarıya çıksak diyorum."
"Yine mi? Ama çok yorgunum, şöyle
evimde dinlenmek istiyorum.
Dışarıya hafta sonu gideriz."
"Annem haklıymış.
'Bu adamı değiştiremezsin' demişti
de inanmamıştım."

Kimse 'ben onu değiştiririm'
demesin
Birbirini değiştirme hayaliyle
kurulan bir aile tablosu bu.
Her iki taraf da "Acaba eşimi nasıl
mutlu ederim?" yerine
"Nasıl değiştiririm?" sevdasında.
Daha doğrusu "güç savaşında". Oysa
eşler güçlerini" değişim savaşı"nda
tüketmek yerine mutluluğu
yakalamak yolunda sarf etmeli.

Evlilik,
"Ben seni adam ederim" yerine "ben
seni mutlu ederim"
düşüncesi üzerine kurulmalıdır.
O zaman evin pencerelerinde
mutluluk meltemi eser. Saksılarında
huzur çiçekleri açar. Odalarında şen
kahkahalar çınlar. Eşler, birbirini
mutlu etmek için yarışır. Planlar,
"onu nasıl değiştiririm" yerine "onu
nasıl mutlu ederim" üzerine yapılır.
Mürebbiye gibi değil, psikolog gibi
davranılır. "Değişim savaşı" vererek
ne kendisini tüketir ne de eşini.

Aksi halde kadın "dırdırcı", erkek
"baskıcı" mutluluksa "toz-duman"
olur. Bu sebeple, evlenecek gençler,
ruhen uyum sağlayabilecekleri
kişileri seçmelidir. "Ben onu
değiştiririm" diye düşünerek
başlıyorlarsa, boşuna evlerini
dayayıp döşemesinler. Silahlarını
yağlasın, kelime mermilerini yığsın,
savaş yerlerini belirleyip
sığınaklarını hazırlasınlar. Gelin
arabasının arkasına da "Evleniyoruz
mutluyuz" yerine "Evleniyoruz
savaşa gidiyoruz" diye yazmayı
unutmasınlar.


evlilik gercek tarih deposu

23 Ağustos 2013 Cuma

O beni hiç üzmedi ben de onu üzmedim. (inananlara ozel)

GENÇ KALMANIN SIRRI

70, 80 ve 90 yaşlarında üç kardeş varmış. Üçü de, 60 yaşında üçüzler gibi görünüyormuş. 

70 yaşındakine genç kalmanın sırrını sormuşlar. O da, 80 yaşındaki abisine sorulmasını söylemiş. Benden on yaş büyük olduğu halde, benim gibi 60 yaşında görünüyor demiş. 80 yaşındakine gitmişler, o da 90 yaşındaki abisini göstermiş, benden büyük olduğu halde o da, 60 yaşında görünüyor, ondan sorun demiş. 

90 yaşındaki delikanlı ihtiyara sormaya gitmişler. Buyurun size açıklayayım demiş. Önce bir şeyler yiyelim, ondan sonra anlatırım demiş.

Yemekten sonra sofraya bir karpuz getirmesi için hanımına rica etmiş. Hanımı genç nine de, üst kattaki tavandan bir karpuz seçip getirmiş.



Delikanlı ihtiyar, karpuzu beğenmemiş, daha iyisini getir demiş. Kadın gidip yine bir karpuzla gelmiş.

Bizimki onu da beğenmemiş, tekrar başka bir karpuz getirmesini söylemiş. Nine yine bir karpuz getirmiş, ama onu da beğenmemiş.

Misafirlere, (Hanım iyisini bilemedi, gelin beraber seçelim karpuzu) demiş. Tavana varınca bakmışlar ki, tek karpuz var.

Genç ninenin hep aynı karpuzu getirdiğini anlamışlar.

Genç dede misafirlerine, (Şimdi genç kalmamın sırrını anladınız mı?) diye sormuş.

Onlar da anlamadık demişler.

Dede, (Karpuz tavanda bir tane değil miydi? Hanım beni mahcup etmemek için, her seferinde başka karpuz getiriyor gibi göründü. “Tavanda başka karpuz mu var, hepsi bir tane” demedi.

O beni hiç üzmedi ben de onu üzmedim. Aile içindeki hiçbir şeyi dışarıya, yani ne kendi ana babamıza ne de başkalarına kesinlikle yansıtmadık.

Yani birbirimizi, başkalarının önünde hiç zor duruma düşürmedik, mahcup etmedik. Böylece, ikimiz de genç kaldık) diyerek genç kalmanın sırrını açıklamış.
..

[ Faruqi ]