koc etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
koc etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Ekim 2013 Pazartesi

Osmanlı'da Kurban Bayramı


KURBAN BAYRAMINDA SARAY’DA YAPILAN MERASİMLER VE BAYRAM ALAYI

Padişahların bayramın birinci günü sabah namazını Peygamber Efendimizin (s.a.v) Hırkasının bulunduğu Topkapı Sarayının Hırka-i Saadet Dairesinde kılmaları adet idi. Burada Darüssaade Ağası ile Silahdar Ağa ve diğer Padişah yakınları ile ilk bayramlaşmasını yaptıktan sonra saltanat elbisesini giyer ve Saray İmamları ile Hekimbaşı da hünkarın bayramını orada tebrik ederlerdi. Padişahın hazırlanması esnasında Hazine Kethüdası ile diğer Saray Ağaları hünkâr tahtını getirip gerekli süslemelerini yaptıktan sonra Babüssaade önüne koyarlardı. Bu sırada Ayasofya Camiinde sabah namazını kılmış olan ve teşrifata katılacak kimseler Kubbealtı civarında toplanmış olurlardı. Merasim vaktinin geldiği, Silahdar Ağa vasıtasıyla hünkâra bildirilince Padişah bulunduğu yerden kalkıp önce arz odasına gelir biraz orada dinlenirdi. O sırada merasimin sonuna kadar kesmemek üzere mehter takımı çalmaya başlardı. Daha sonra hünkâr, Arz Odasından çıkıp tahtına oturur, bu arada Nakib ül Eşraf Efendi bir dua ile bayram merasimini açardı. Bu esnada Enderun Çavuşlarının “Aleyke avnullah” (Allahın yardımı seninle olsun), “Maşallah” bağırışları duyurulurdu. Buna alkış denilirdi. Yeniçeri ileri gelenleri ve erleri ise
kendilerine ayrılan yerlerde ocaklarının nizam tertiplerine göre hürmetkâr dururlardı. Merasim tertibatı bu suretle tamamlandıktan sonra Kapıcıbaşı ve bütün saray mensupları Mir-i Alem’den başlayarak tebrik merasimini yerine getirirlerdi. Bundan sonra verilen müsaade üzerine Sadrazam, önünde gümüş asası ile yürüyen Çavuşbaşı ile Kapıcılar Kethüdası refakatinde ve Sadrazama giydirilecek kürkü elinde taşıyan iki nefer Kapıcı Ayanı koltuğuna girdiği halde Padişahın huzuruna getirilirdi. Sadrazam Padişahın tam karşısına geldiği zaman diz çöküp el etek öper ve bundan sonra kalkıp tahtın sağ tarafında azametle duran Kızlar Ağasının önünde yerini alırdı. Sadrazamın huzura çıkışı sırasında da alay heyeti tarafından “Aleyke avnullah” (Allahın yardımı seninle olsun) tarzında alkış tutulurdu. Bundan sonra diğer Vezirler de Sadrazamın yaptığı merasimi “Aleyke avnullah” sesleri arasında tekrar ederlerdi. Vezirler merasimden çıktıktan sonra sıra ulema sınıfına gelirdi. İki baş kapıcı gümüş asalarını takarak Şeyhülislam Efendiyi Padişah huzuruna “Aleyke avnullah” sesleri arasında getirirlerdi. Sonra diğer Ulema ve Müderrisler huzura çıkar ve ardından teşrifat memurlarının gösterdikleri yerde dururlardı. Kanun gereğince Padişah da Sadrazam, Şeyhülislam ve Vezirlere ayağa kalkmak mecburiyetinde idi. Vükela ve devlet büyüklerine mahsus olan bu merasimden sonra Sipahi ve Silahtar ve Dört Bölük Ağaları ocakları halkı ile beraber tebrike katılıp giderlerdi. Bayram tebrikleri bu suretle geçtikten sonra bayram namazına gitmek üzere üstünü değiştirirdi.

Kurban bayramlarında Padişah için bayramın birinci günü sabahı, hünkârın merasimden saraya dönüşü sırasında arabadan (daha önceleri ise attan) inişinden sonra merasim ile 7 kurban kesilirdi. Padişahın binek taşına inmesini takiben orada bulunan hazine kethüdası ilerleyerek yanında getirdiği süslü kitabeli kurban duasını hünkâra gösterdikten sonra bir memura verip okutur, daha sonra Kethüda Bey sanatkârların yaptığı gümüşlü kadife mahfazalı üç süslü bıçak getirerek Padişaha gösterir ve hünkâr bu bıçaklardan birini alarak kurbanların kesilmesine memur edilen kimseye uzatırdı. Kurbanın kesiliş anında orada bulunmayan Padişah dairesine geçer ve bu esnada kurbanlar kesilip dağıtımı yapılırdı.

Osmanlı Padişahlarının bayram namazlarını kılmak için saraydan camiye gidiş ve dönüşleri sırasında yapılan merasime ise Bayram Alayı denilirdi. Gidilecek camiyi bayramdan önce Padişahın kendisi belirler ve bu genellikle Ayasofya veya Sultan Ahmed Camilerinden biri olurdu. Bayram sabahı Sadrazam ve Vezirler Ortakapı içine serilen halılara oturarak Padişahın haremden çıkmasını beklerlerdi. Padişah, gelip önceden özenle süslenmiş ata binince Kapıcıbaşılar, Çavuşbaşı, Mir-i alem, Çavuşlar ve Rikab-ı Hümayun Solakları dışındaki devlet ileri gelenleri de atlarına binerek Padişaha refaket ederlerdi. Bayram alayında yaya ve atlı olarak, Saray Hocaları, Kapıcıbaşı Ağaları, Defter Emini, Defterdarlar, Nişancı, Sadrazam Kethüdası, Vezirler, Yeniçeri Bölük Çorbacıları, Sadrazam, Kapıcılar Kethüdası, Mirahur Ağalar, Hasekiler, Peykler, Solaklar, Çuhadarlar, Silahtarağa, Başçuhadar, Darüssaade Ağası, Babüssaade Ağaları, Hazinedar Ağa ve Has Odalı Ağalar sıralanırlardı. Padişah Ortakapı’dan çıkınca Has fırın tarafındaki duvarın önünde dizilmiş olan çavuşlar alkışa başlarlar, Padişah da onları selamlardı. Padişah daha camiye varmadan evvel Hazinedar Başı camiye gidip, Padişahın namaz kılacağı yeri hazırlar, seccadesini yere serer ve mahfeli hümayunda buhur yakardı. Padişah camiye varınca çizmeleri çıkarılarak papuç giyer. Sadrazam yaya olarak burada Padişahı karşılar ve koltuğuna girip seccadesine kadar götürür ve sonra dönerek camide kendi seccadesinin serildiği yere giderdi. Namaz bitince Yeniçeri Ağası Yeniçerileri alarak Bab-ı Humayun ile Ortakapı arasına dizer ve Padişahı karşılamak için hazırlanırdı. Alay aynı düzen içinde saraya dönerdi. Sadrazam dahil alaydakiler Padişahı Ortakapı’ya kadar uğurlarlar, böylece bayram alayı sona ererdi.

Bayram alayından sonra Padişah Has Oda önüne konulan tahtına oturur, Enderun halkının tebriğini kabul ederdi. Önce Saray Kethüdası önde olduğu halde kapı oğlanları sırasıyla gelip etek öperler, onları müteakip Hazine ve Kiler Kethüdalarıyla seferlilerin Çamaşırcı Başısı başta olarak bu odadaki İç Oğlanları tebrik ederlerdi. Bu suretle ikinci Enderun tebriki bittikten sonra Padişah bu defa da has odadaki tahta oturur Musahib ve Nedimler gelip kendisini eğlendirilirlerken Kilerci Başının yemeğini yer ve helvahanede yapılan helvadan Sadrazam, Şeyhülislam ve Kazaskerlerle icap edenlere bohçalara bağlanmış tabaklarla helva yollardı.

Yemekten sonra Padişah Has Bahçeye iner, atıyla sahil kenarındaki Sultan Bayezid Köşküne gider orada kurulu olan tahtında İstanbul’da bulunan güreşçi zurbaz ve esnaf-ı hünerveranın gösterilerini seyrederdi.

15. yy’ dan itibaren şenlik düzeni belli bir protokol ve programa bağlanmıştır. Bayramlarda öğleden önce bayramlaşma, ikram, pişkeşlerin dağıtılması ve yemekle geçer, öğleden sonra da gösteriler yapılırdı. Büyük törenlerde geceleri de kandiller, mahyalar ve fişeklerle donanma düzenlenirdi. Öğleden sonraki gösterilerde çeşitli hünerler esnaf oyunları, dramatik oyunlar, sportif oyunlar yer alırdı.
http://gercektarihdeposu.blogspot.com

Sokaktan saraya Osmanlı'da Kurban Bayramı



 ZENGİNLER BAYRAMLARDA VERESİYE DEFTERİNİ  KAPATIRDI
Günümüzde 'Veresiye Defteri' olarak nitelendirilen ve Osmanlı Devleti'nin dünya medeniyetine kazandırdıkları arasında farklı bir yer taşıyan 'Zimem Defteri'ne de 'Zimem Defteri'ni bayramlarda alışveriş yapıldıktan sonra ödeme güçlüğü çekenlerin borçlarını toplumun zenginleri tarafından defterdeki belli sayfaların borçlarını miktarını bilmeden ödemeleri şeklinde açıkladı. Ödemeyi yapan kişilerin, haklarına razı bir şekilde o sayfalarda miktar neyse öderlerdi  "O dönemde bu durumu suiistimal edenler de çıkmış olabilir, ancak Osmanlı Devleti'nin temel dayanak noktasının adalet olması Osmanlı'nın uzun yaşamasını sağlamıştır." diye konuştu.
http://gercektarihdeposu.blogspot.com

Sokaktan saraya Osmanlı'da Kurban Bayramı


SARAYDAN BAYRAM TEMBİHNAMESİ
Osmanlı'da padişahın bayram öncesinde bir tembihname yayınlanır, köylere kadar iletilen bu belgenin bayram süresince ülkede yapılacak düzenlemeleri, güzellikleri, temizlikleri içerirdiğin

Bayram'dan önce konaklarda, evlerde ve saraylarda mutlaka bir temizlik başlardığı, "Her yerde bir temizlik başlıyor. Hatta bayramlarda toplum ahlakını bozmayacak şekilde nasıl hareket edileceğine ve görevlilerin bunu nasıl sağlayacağı yer alıyor bu tembihnamede. Her Osmanlı ailesinde evlerde bayram temizliği başlıyor. Dolaplardan yeni elbiseler çıkarılırdı. Bu nedenle bayrama toplu bir hazırlık ruhu yakalanırdı. Çeşmeler, sokaklar, konaklar elden geçiriliyor. Yani bu temizlik sadece haneye ait değil, çarşıya pazara da sirayet ediyor. Çarşıda pazarda satılan malların daha temiz olması söz konusu oluyordu.

http://gercektarihdeposu.blogspot.com

Sokaktan saraya Osmanlı'da Kurban Bayramı




http://gercektarihdeposu.blogspot.com

Osmanlı'da Kurban Bayramı



9 Eylül 2013 Pazartesi

KOÇ servetini merak etmediniz mi? BEKO (BE=Bernar , KO=Koç)


Koç ailesi Haim Nahum Bernar Nahum Vehbi Koç Yahudiler Beko ve diğer gizli gerçekler

“Vehbi Koc, Haim Nahum’un oğludur.
Haim Nahum, Osmanlı Bankasından caldığı paraları İsviçre’ye aktardı.
Haim Nahum çaldığı paraların yarısı oğlu Bernar Nahum’a diğer yarısını da diğer oğlu Vehbi Koç’a verdi.
Bernar Nahum ve Vehbi Koç ortaklasa BEKO’yu kurdular.

Vehbi Koç’un serveti, Osmanlı Parasıdır.”

*Kadir Mısıroğlu

Lozan görüşmelerine de delege olarak yeni rejim tarafından seçilen Haham Başı Haim Naum

Bediüzzaman Said Nursi’nin Emirdağ Lahikası’nda Bernar Haum’u anlatıyor ;

üstad

Gizli anlaşmanın entrikası Türklere dinlerini ve din temsilciliğini feda ettirmek şartıyla, sun’î istiklâl işinde gizli anlaşmanın müessiri, tek kelime ile, Yahudiliktir. Buna memur-u müşahhas kimse de, şimdi Mısır Hahambaşısı bulunan Hayim Naum’dur. Bu Hayim Naum, bu korkunç teşebbüse evvelâ Amerika’da Türkler lehinde bir seri konferans vermek ve emperyalizma şeflerine, Türkün maddesini serbest bırakmaları, buna mukabil ruhunu, tâ içinden ve kendi öz adamlarına yıktırmaları fikrini telkin etmek suretiyle başlamıştır. Yani, masonluk hasebiyle Kur’ân’ın ahkâmını kaldırmak, milleti dinsiz yapmak. Hayim Naum müthiş plânının zeminini Amerika’da hazırladıktan sonra İngiltere’ye geçmiş ve hâlis Yahudi olan Lord Gürzon ile temas ederek şu teklifte bulunmuştur:

“Siz Türkiye’nin mülkî tamamiyetini kabul ediniz. Onlara ben İslâmiyeti ve İslâmî temsilciliklerini ayaklar altında çiğnetmeyi taahhüt ediyorum.”

Aynı Hayim Naum Türk murahhaslar heyetine müşavir sıfatıyla sokulmanın da yolunu bulmuş, yani Mustafa Kemal ve İsmet’i kendine dost bulmuş. Onun için üçü birleşmiş. Ve artık arada santralın intizamla işlemesine hiçbir mâni kalmamıştır.

Hayim Naum o sırada Ankara’ya kadar da uzanarak plânın muvaffakiyeti için gereken en mühim ve merkezî şahıs nezdinde-yani Mustafa Kemal yanında-emin bulunduğu tesirinin derecesini ölçmek istemiştir. Öyle ki, bu tesir, mahut mevzuda Hayim Naum’dan daha heveskâr ve gayretli bir İslâmiyet düşmanına tesadüf etmekle muradına ermiş ve artık Türkü içinden vurmanın plânını gerçekleştirmek için her unsur tamamlanmıştır.

İşte bu ehemmiyetli vesika, tam tamına Risale-i Nur tercümanının kırk küsur sene evvel hadis-i şerifin ihbarına dair beyan ettiği hadiseyi tasdik ettiği gibi; ve Şeriat-ı Ahmediyeye ihanet eden o dehşetli şahsın mühim bir kuvveti Yahudi olduğu, Yahudi olan Lord Gürzon ile Hayim Naum o ihbarın hakikatını gösterdiklerini ve yirmi beş seneden beri Nurcuların imhasına keyfî kanunlarla dehşetli zulümlerin hikmetini tam gösteriyor.

Emirdağ Lahikası, s. 278

*

Rıza Nur Haim Nahum’u anlatıyor ;

Rıza Nur’un iddialarını, bizzat Naum’un hakkında övücü ifadelerle hayatını konu alan ve yazışmalarını aktaran eser doğrulanmaktadır. Bu iddialardan bir tanesi İttihat ve Terakkiye ait paralar ve belgelerin yurt dışına kaçırılması olayıdır. Eserde, Naum’un Sadrazam İzzet Paşa tarafından, İtilaf Devletleri ile bağlantı kurmakla görevlendirildikten sonra 25 Ekim 1918 tarihinde özel bir yata binip Romanya’nın Köstence Limanına doğru yola çıktığı belirtilmektedir. İşte bu sırada çok miktarda altın ve belgeler de kaçırılmıştır. Eserde, söz konusu paraların kaçırıldığını reddetmenin aksine, Naum tarafından değil de yakın çevresinde bulunan bir Yahudi banker tarafından İsviçre bankalarına transfer edildiği kaydedilmekte ve hırsızlık tescil edilmektedir. (Son Osmanlı Hahambaşısının Mektupları, s. 49)



Rauf Orbay Haim Nahum’un LOZAN fitnesini anlatıyor ;

Orbay, hatıralarında; “İsmet Paşa, anlaşıldığına göre, Lozan’da İngilizlerle bir nevi gizli ara buluculuk rolü oynayan, İstanbul’un Hahambaşısı Hayim Naum Efendinin telkinleriyle, ‘Hilafetin artık ne şekilde olursa olsun Türkiye’de devamına müsaade edilmeyip derhal atılması lüzumu’ fikrini tamamıyla benimsetmiş bulunuyordu.” (Lozan Zafer mi, Hezimet mi?, s. 276)

Abdurrahman Dilipak’dan:

“Koç ve Doğramacı ailesini yakın izlemeye almak gerek.. Vehbi Koç kimdir? Bakarsınız ipin ucu Bandırma vapuruna kadar gider.. Bernard Nahum da çok önemli bir isim ve tabii Haim Nahum Efendi de öyle.. Koç deyince bugün akla Mustafa Koç, Rahmi Koç gelse de, aslında Koç ailesinin asıl önemli isimleri Kıraçlar. İnan Kıraç da damat..!

Bu Hayim Nahum adı önemli.. Lozan’ın perde gerisindeki Siyonist o.. Türkiye’deki “Arap Düşmanı Kemalist Milliyetçilik”in sponsoru da O. Daha sonra gitti Nasır’a danışman oldu, Arap Yahudilerini örgütledi ve Türk düşmanı Arap milliyetçiliğinin liderliğini üslendi..!

Arap düşmanı Kemalist Türk milliyetçiliği fikrinin arkasında kimler vardı bakın bakalım. Kod adı Tekinalp olan Moiz Kohen ve daha sonra dinde reform bayraktarlığı yapan “Türk’ün Dini Kemalizmdir” diye kampanyalar yürüten Osman Nuri Çerman..

Mesela birçok ülkede Siyonistler, bizzat Anti-Siyonist hareketleri kendileri örgütlerler ve kontrol ederler.. Zaten Yahudileri göçe zorlayan soykırım meselesi de böyle bir şey değil mi idi? En azından biri bunu kullandı..

Baksanıza Lenin de Yahudi imiş. Hitler için de aynı şey söylenir.. Şimon Zwi oluyor Şemsi Efendi, Moiz Kohen oluyor Tekinalp! Türk Ocakları’nın kuruluşundaki en büyük maddi desteği kim sağlamıştı, hatırlayın: Lazaro Franco..!”

Halifeliğin kaldırılması gerektiğini M.Kemal’e Haim Naum telkin etti ve bunu başardı. Batı Mason Locaları ile M.Kemal rejimi arasında bağlantıları Beyoğlunda ki BENEBERİT MASON karargahı ile sağlayarak ülkede dine karşı topyekün tahribatı yöneten isimlerin başındaydı.



8 Ağustos 2013 Perşembe

Türkiye'nin Gizli Yahudi Zenginleri, Türkiye de sistemin mimarları, Tabiki Selaniklinin sayesinde


Yalan Yazan Tarih utansın 
  • Burla Biraderler, Türkiye'nin Gizli Yahudi Zenginleri, Türkiye de sistemin mimarları,

    Burla biraderler Monik hanım

    Burla adı, her ne kadar yabancı olduğumuz bir isimmiş gibi görünse de, aslında yaşamımızın tam da ortasındalar. Dinlediğimiz radyodan buzdolabına, otomobilden okuduğumuz gazeteye kadar herşeyin altında onların imzası var. İşte bir ailenin bilinmeyen öyküsü

    Monik Benerdate geçtiğimiz hafta hayata veda etti. Sosyete magazinini yakın takip edenlerin iyi bildiği bir isimdi. İstanbul'un hemen her önemli davetinde boy gösteren Monik Hanım, Burla Ailesi'nin kızıydı. Benerdate soyadı evlendikten sonra aldığı eşinin soyadıydı. (İlginç olan, Monik Hanım iki evlilik yapmıştı. İlk eşi Benerdate Ailesi'ndendi. İkinci eşi ise Ceri Benerdate'ydi. İkinci eşi ilk eşinin kuzeniydi.) Ama Monik hanımın asıl zenginliği kendi ailesi Burla'lardan geliyordu.
    Peki Burla'lar kimdi?

    Türkiye'nin sanayisinden medyasına kadar geniş bir yelpazede adlarından söz ettiren Burla Ailesi'nin tarihine bir uzanalım.

    ÖNCE LİVORNO, SONRA SELANİK
    Burla'lar İspanya'dan göç eden Musevi bir aileydi. Osmanlı İmparatorluğu'na sığınan binlerce seferad aile gibi onların da ilk durakları İtalya'nın Livorno kenti olmuş, ardından Selanik'e göç etmişlerdi. Selanik'te yerleştikleri yer ise bize tanıdık bir mahalleydi. Atatürk'ün de evinin bulunduğu Koca Kasım Paşa Mahallesi.

    Eli ve Daniel Burla kardeşler Selanik'te ticaretle uğraştılar. İstanbul'a göç ettiklerinde de yanlarında hem yüklü miktarda para hem de önemli bir ticari gelenek getirmişlerdi. İlk şirketlerini Galata'da açtılar. Yıl 1911.

    İthalat işleriyle uğraşıyorlardı. İthalat konusunda hemen hemen tekel gibiydiler. Ottaş'ı 1928 yılında kurdular. Ottaş Otomotiv ve Taşınmaz Mallar Sanayii. Bu aynı zamanda ülkemizin de ilk otomotiv şirketi oldu.

    Mustafa Kemal Atatürk'ün bindiği otomobillerin neredeyse tamamını (18 tane) Burla Biraderler ithal etmişti. Zaten Atatürk'le Selanik günlerinden tanışıyorlardı.

    Burla Biraderler deyip duruyoruz ama bu biraderler kimdi?
    Şirkette aktif olan iki kardeşti. Eli ve Daniel Burla! Şirket işlerine pek girmeyen bir başka kardeşleri daha vardı. Maya!

    (Maya Hanım Türkiye'deki şirkete pek karışmamıştı ama öyle bir aileye gelin gitti ki..! Burla Biraderlerin servetini birkaç kez katlayacak bu aile Grunberglerdi. Yani dünyaca ünlü Grundig markasına sahip olan aile)

    Daniel Burla'nın iki erkek çocuğu oldu. Fred Burla ve Lori Burla...!
    Fred Burla'nın tek kızı oldu. Monika! O da Türkiyeli bir Musevi olan Benerdate'lere gelin gitti. Türkiye'de kaldı, cemiyet hayatının sevilen bir ismi oldu.
    Lori Burla'nın çocukları ise yurtdışında kalmayı tercih ettiler.
    Eli Burla'nın ise iki kızı oldu. Sara (Bernsten) ve Nadya (Sonman)

    VEHBİ KOÇ'LA KESİŞEN YOL

    Burla Biraderler makine üretiminden tekstile ev eşyası ithalinden çelik saç ve döküm atölyesine kadar onlarca alanda faaliyet gösterdiler. Ama asıl büyük sansasyonel ithalatları radyo oldu. PYE marka etiketli radyoları hatırlayanlar olacaktır.

    Radyo ithalatı bir anda cirolarını fırlattı.
    En az radyo kadar ilgi gören bir başka ithal ürünleri ise buzdolabı oldu. Frigidaire marka buzdolaplarını Türkiye'ye getirdiler. Tel dolaplarda yiyecek içecek saklayan Türk insanı için vazgeçilmez bir ev eşyası olmuştu.

    Peki Koçlarla daha doğrusu Vehbi Koç'la yolları nerede kesişti.
    Vehbi Bey'in anılarına bakalım.

    '...Ampul fabrikasından sonra, ikinci endüstri şirketimiz Arçelik'tir. Bu şirketimizin kurulma hazırlığı 1953'te başlamakla birlikte, böyle bir üretime girme düşüncesi bende 1935 yıllarında gelişmişti. O yıllarda Ankara gittikçe büyüyor, benim işlerim de gelişiyordu. Bir yandan da İstanbul'dan sac dosya dolaplarını 1929'dan beri Erel firması olarak Lütfü Doruk ve ortakları yapıyordu.
    Lütfü Bey mali bakımdan sıkışık durumdaydı, işlerini geliştiremiyordu. Kendisine ortaklık teklif ettim. 'Sen beni yutarsın' diye kabul etmedi, bu isteğimden vazgeçtim.

    Lütfü Bey bir süre sonra, işi ortağına bırakıp Muğla'nın Köyceğiz'inde dalyan işletmeye başladı. Bu iş de birkaç yıl sürdükten sonra devam etmeme kararını aldı, İstanbul'a döndü. Erel şirketi Lütfü Bey'in Edip Bey adında bir arkadaşı tarafından yönetiliyordu.

    Lütfü Bey'le dostluğumu devam ettirdim, zaman zaman o Ankara'ya gelir, ben İstanbul'a giderdim.1953 yılında, bir gün aklıma gene bu mobilya işini yapmak için bir teklifte bulunmak geldi. Lütfü Bey de sıkışmış ve bunalmıştı, teklifimi kabul etti.

    İstanbul'da Burlalar da demir mobilya alıp satıyorlardı. Onların da imalata geçmek istediklerini duymuştum. Lütfü Bey'le bir fabrika kurmaya karar verdikten sonra, fabrikanın üretimini artırmak, maliyetleri düşürmek ve bir an önce kara geçmek için Burlalarla ortak olmaya karar verdik. Bu ortaklık 1954 yılında kuruldu. Gene aynı düşünceyle Devlet Malzeme Ofisi'yle 1956'da ortak olduk.

    Bir yandan bu demir mobilya işini sürdürürken buzdolabı yapmayı düşünmeye başladık. Memlekette yaşama seviyesi yükseliyor, piyasada buzdolabı ihtiyacı hızla artıyordu.

    Buzdolabı tamamıyla sac imalatıydı. Makinelerimiz de vardı. Ortaklar, aramızda konuştuk, başlamaya karar verdik. Avrupa ve Amerika'nın büyük firmalarına başvurduk. Türkiye'de tüketim çok küçük olduğu için hiç biri yanaşmadı. En sonunda İsrail'de 'Amcor' firması ile bir anlaşma yaparak buzdolabı yapımına ve onlardan kompresör almaya başladık. Başlangıçta hem buzdolabı hem demir mobilya yaptık.

    Buzdolabı işi geliştikçe Arçelik, ilk gayesi olan demir mobilya işini bıraktı, yavaş yavaş elektrikli ev aletleri endüstrisine geçti.

    Hayat Hikayem / Vehbi Koç 1973 3. Baskı

    VEHBİ BEY'İN TİCARİ ZEKASI
    Vehbi Bey'in yukarıdaki birkaç satırla geçiştirdiği olaylar aslında büyük bir şirket operasyonuydu. Açmak gerekirse...

    Önce zor durumdaki saç dolap üreticisi Lütfü Doruk'la ortak oluyor. Lütfü Bey başına geleceği seziyor ve 'Beni yutarsın' diyor ama çıkar yol bulamadığı için kabul ediyor. Vehbi Bey sac dolap piyasasına hakim oluyor ardından kurduğu şirkete Devlet Malzeme Ofisi'ni de ortak ediyor. Bütün devlet dairelerinin sac dolap ihtiyacı olduğunu düşündüğünüzde kazancı siz hesaplayın. Ama Vehbi Bey'in ticari zekası bununla da sınırlı kalmıyor. Burla Biraderleri de bir şekilde ikna edip buzdolabı imalatı amacıyla Arçelik'i kuruyor. Ve yıllar önce Lütfü Bey'in söylediği gibi Vehbi Bey zaman içinde Burlaları da yutuyor. Arçelik'te Burlaların ve vefat eden Monik Hanım'ın çok küçük hisseleri kaldı.

    Yani günün birinde KOÇ Grubu size ortaklık teklif ederse hemen sevinmeyin..!
    Şaka bir yana Burla Ailesi Koç ailesiyle hep birbirlerini sevdiler, saygı duydular. Hatta o kadar ki Lori Burla, bir röportajda örnek alacağınız şirket hangisidir sorusuna hiç düşünmeden 'Koç'lar' cevabını vermişti. Lori Burla başta olmak üzere bütün aile Vehbi Bey'e ve Koç Ailesi'ne hep hayranlık beslediler.
    Ama şunu kabul etmek gerekir ki Vehbi Bey, hep Burlaların izinden gitti. Onların hakim olduğu alanlara sızdı. Önce ortak oldu ardından tek söz sahibi... (Vehbi Bey'in Yahudilerle olan işbirliği ayrı bir inceleme konusudur. Ama şunu da eklememe izin verin lütfen. Şevket Kazan bana Tayyip Erdoğan'ın Vehbi Bey'in hayatını anlatan İmparator kitabını okuduktan ve Yahudi bağlantısını gördükten sonra çok değiştiğini ve önünün açıldığını söylemişti. Meraklısı için Erol Toy - İmparator)

    Otomotiv sektörü de Burlaların hakim olduğu bir alandı. Vehbi Bey ise Koç Otomotiv A.Ş. ile Ankara'da faaliyet gösteren nispeten küçük bir şirketti. Önce Burlaların Ankara temsilcisi Jan Nahum'u yanına transfer etti. Ardından yine ortaklık, Ford'un ithalatı ve Tofaş'ın kuruluşu...
    Hürriyet nasıl kuruldu?

    Burla Biraderler yaygın reklam mecralarının olmadığı zamanlarda çok sayıda gazete ilanı veriyorlardı. Yeni bir gazete kurmak için para arayan Sedat Simavi'ye de böyle destek oldular. Ayrıca gazetenin ham maddesi olan kağıdın ithalatını da yine Burla Biraderler yapıyordu. Sedat Simavi'ye yüklü miktarda borç verdiler. Hürriyet Gazetesi Burlaların verdiği parayla kuruldu. Sedat Simavi borcunu ilanla ödeyecekti. (Sabah'ın TMSF'den Çalık'a reklam karşılığı sayılabilecek koşullarla satılması garibinize gitmesin. Eskiden bunun örnekleri var.) Öyle de oldu. Ama Simavi'nin Bab-ı Ali de ki rakipleri Sedat Bey'in yeni bir gazete çıkartmasını istemedikleri için bilindik çamura başvurdular. Hürriyet Yahudi gazetesiydi, Yahudi sermayesiyle kurulmuştu. Hem İsrail'in kuruluşu ile Hürriyet'in ilk yayına başlaması neredeyse aynı günlerdeydi. (Simavi'nin Hürriyet serüveni için, İrem Barutçu'nun Bab-ı Ali Tanrıları - Simavi Ailesi kitabına bakabilirsiniz.)

    Evet, Burlaların hikayesi böyle...Hayata veda eden İstanbul cemiyet hayatının renkli ismi Monik Hanım'ın eğlence dünyasında yaşadıklarını magazinci arkadaşlara bırakmadan önce bir not ve bir de soru ekleyelim...

    Arçelik A.Ş. geçtiğimiz günlerde Grundig Türkiye'yi aktifi ve pasifiyle devraldı. Böylelikle Grundig de Koç Grubu'na dahil oldu. 1942 yılında azınlıklara yönelik çıkartılan Varlık Vergisi'nde Vehbi Koç, hangi azınlık mensubu aile için -sonradan evinde kiracı olan- Başbakan Şükrü Saracoğlu'na ricacı olmuştu?

    Gürkan Hacır
    Akşam Gazetesi
    18/04/2010