padisahlarimiz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
padisahlarimiz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Kasım 2013 Çarşamba

Sultân Bayezid-î Velî Han - Gazi

ÖMRÜNDE BİR TEK SÜNNET BİLE KAÇIRMAYAN PADİŞAHIN ÖYKÜSÜ!!!

Birinci bölüözet: Sultân Bayezid-î Velî Han - Gazi

19 Mayıs 1481- 25 Nisan 1512

ÖMRÜNDE BİR TEK SÜNNET BİLE KAÇIRMAYAN PADİŞAHIN ÖYKÜSÜ!!!
''Bu çalışmaları sırasında birgün, ustalardan birinin duvarı gâyet sür’atle örüp yükseltmesi dikkatini çekti. Alâkayla bakınca, şâirin:
“Ehl-i dil birbirini bilmemek insâf değil” ifâdesi vechile, O’nun Hızır (aleyhisselâm) olduğunu anladı.
Hemen yanına varıp O’nu yakaladı ve elini sıkı sıkıya tuttuktan sonra:


“– Her namaz vaktinde bu câmîye uğrayacağına söz vermezsen, şimdi bağırır ve Hızır’ı yakaladığımı cümle âleme îlân ederim!..” dedi''


Sultan Bâyezîd Han, kendi adıyla anılan bu meşhûr câmi-i şerîfin (Beyazıt Camii) inşâatında, sık sık gelip bizzat bedenen de çalışırdı. Bu çalışmaları sırasında birgün, ustalardan birinin duvarı gâyet sür’atle örüp yükseltmesi dikkatini çekti. Alâkayla bakınca, şâirin:

“Ehl-i dil birbirini bilmemek insâf değil” ifâdesi vechile, O’nun Hızır -aleyhisselâm- olduğunu anladı.

Hemen yanına varıp O’nu yakaladı ve elini sıkı sıkıya tuttuktan sonra:



“– Her namaz vaktinde bu câmîye uğrayacağına söz vermezsen, şimdi bağırır ve Hızır’ı yakaladığımı cümle âleme îlân ederim!..” dedi.

Hızır -aleyhisselâm-, özür beyân etti, işlerinin çokluğunu ileri sürerek, böyle bir külfetten afv edilmesini diledi. Fakat Velî Bâyezîd, her namaz vaktinde uğramak iddiâsını, günde bir defâ uğramak şeklinde hafifleştirdiyse de, Hızır -aleyhisselâm-, buna da râzı olmadı. Nihâyet, haftada bir kere uğramak şeklindeki talebini kabul etmesi üzerine Bâyezîd-i Velî, Hızır -aleyhisselâm-’ı serbest bıraktı.

Bu menkıbe dolayısıyladır ki, asırlardan beri Bâyezîd Câmi-i Şerîfi’ne Hızır -aleyhisselâm-’ın haftada bir defâ uğradığına inanılır. Hattâ bu husustaki tevâtüre göre de, Hızır -aleyhisselâm-, her uğrayışında namazını kırmızı kuşaklı minârenin civârında kılarmış.

İbâdete bir cum’a günü açılan câmîde, ilk namazı II. Bâyezîd Han kıldırmıştır. Bu hâdiseyi de Evliyâ Çelebi şöyle anlatır:

“Câmînin yapısı tamam oldukta, bir cum’a günü büyük bir merâsimle ibâdete açıldı. Bâyezîd-i Velî buyurdular ki:

«–Her kim, ömründe ikindi ve yatsı namazlarının ilk sünnetini hiç terketmemiş ise, şu mübârek vakitte o imâm olsun!.»

Deryâ misâli cemâat içinden bir kişi çıkmayınca, Bâyezîd Han mecbûr kalarak:

“–Elhamdülillâh! Savaşta ve barışta biz bu sünnetleri terk etmedik!..” dedi ve kendisi imâm olup namazı kıldırdı.


II. Mehmet ve Gülbahar Hatun’un oğlu;
Oğlu I. Selim lehine tahttan feragât etti;
26 Mayıs 1512'de Dimetoka yakınlarında öldü.



Sultân Bayezid-î Velî Han - Gazi

19 Mayıs 1481- 25 Nisan 1512


ikinci Bölüm detaylı bilgi Sultan II. Bâyezîd Han-I Velî  (1448-1512)


Sekizinci Osmanlı pâdişâhıdır.
Küçük yaştan itibaren büyük bir ihtimamla yetiştirilmiş, henüz yedi yaşında iken Hadım Ali Paşa’nın nezâretinde Amasya vâliliğine tâyin edilmiştir. Böylece üstün bir devlet adamı olarak yetiştirilmesi sağlanmıştır.
II. Bâyezîd Han, üstün bir devlet adamı olduğu gibi, aynı zamanda san’atkâr bir mizaç ve şahsiyete de sahipti. Bestekâr, şâir ve hattat olarak da temâyüz etmiştir.
O, Osmanlı sultanlarının en âlimlerinden biridir. Zîrâ şehzâdeliğinde, sadece fennî ilimleri tahsîl etmekle iktifâ etmemiş, mânen de büyük zâtların üstün terbiyeleriyle yetişip olgunlaşmıştır.Ebu’s-Suûd Efendi’nin babası Muhyiddîn-i İskilibî gibi devrin birçok evliyâsının teveccühlerini kazanmış, onların tasarruf, himmet ve duâlarını almıştı. Birçok hayır müessesesi kurarak, asıl tahtını, ahlâk, fazîlet ve adâlet dolu idâresiyle halkının gönlüne kurmuştu. Bu yüzden kendisine “velî” sıfatı verilerek “Bâyezîd-i Velî” diye anılagelmiştir.
O’nu bu makâma, yâni zâhirî ve bâtınî sultanlığa yücelten ihlâs ve takvâsıydı. Nitekim çıktığı seferlerde elbise ve papuçlarına sıçrayan tozları toplattırırdı. Bunların vefâtından sonra yanaklarının altına konmasını vasıyet etmiş, böylece Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-’in hadîs-i şerîfindeki müjdeye1 nâil olmak istemiştir.
Şiirlerini, “Adlî” mahlası ile yazardı. O’nun gönül derinliğini ve mârifetullâha olan iştiyâkını ifâde eden şiirlerinden iki beyti şu şekildedir:
Hudâyâ, hudâlık sanayaraşır,
Nitekim gedâlık bana yaraşır..
Çü sensin penâhı, cihân halkının,
Kamûdan sanailticâ yaraşır…”
“Ey Allâh’ım, sanailâhlık lâyık olduğu gibi, bana da (senin yolunda ve huzûrunda) kölelik lâyıktır.”
“Zîrâ  bütün cihan halkının sığınağı olan (Mevlâ) sensin.. (Bu sebeple) bütün yaratılmışlara, ancak sana sığınmak yaraşır.”
Bâyezîd-i Velî, 1481 yılında pâdişâh olduktan sonra, saltanatının ilk 14 yılını kardeşi Cem Sultan ile uğraşmakla geçirdi. Bu durum da, hıristiyanlık âlemine karşı belli ölçüde âtıl davranmasını îcâb ettirdi. Cem Sultan, Bâyezîd Han’a:
“–Ülkemizi ikiye bölelim, yarısında sen hükümdar ol, yarısında ben olayım!.” diye teklif etti.
Bâyezîd-i Velî ise:
“–Kardeşim, vatan ümmetin malıdır. Devlet gücünü kaybeder. Neticede güçsüz beyliklere döneriz. Bu büyük bir vebâl olur. Gövdem ikiye bölünür, ümmet toprağı bölünmez!.” diyerek bu teklifi reddetti.
Sırf bu tavır bile, Bâyezîd-i Velî’nin dirâyeti, ileri görüşlülüğü kadar, O’nun ne derece İslâm dâvâsının istikbâli endişeleriyle dolu idealist bir şahsiyet olduğunu göstermektedir.
Yaptığı teklîfe red cevabı alan Cem Sultan, -birçok büyük meziyetlerine rağmen- idârî mes’elelerdeki dirâyetsizliği sebebiyle ağabeyi II. Bâyezîd Han ile neticesiz kalan uzun mücâdelelere girişti. Ağabeyinin hikmet dolu nasîhatlerine ve mâkûl teklîflerine râzı olmadı. Bunu sitemkâr bir şiirle de ona bildirdi:
Sen bister-i gülde yatasın şevk ile handân;
Ben kül döşenem külhân-ı mihnette, sebeb ne?..
“Sen, gül gibi döşeklerde huzur içinde sürûr ve şevk ile yatarken, benim sıkıntı külhanında yanarak kül döşenmemin sebebi nedir?” 
Kâmil ve muttakî bir kimse olan II. Bâyezîd de, kardeşinin ihtiras dolu bu suâline, ona ilâhî takdîri hatırlatıcı ve yanlış hareketten îkâz edici manzum bir mukâbelede bulundu:
Çün rûz-ı ezel kısmet olunmuş bize devlet,
Takdîre rızâ vermeyesün böyle sebeb ne?.
Hâccü’l-Harameyn’im deyüben dâvâ kılursun;
Yâ saltanat-ı dünyevîye bunca taleb ne?..
“Ey kardeşim! Devlet, bize ezelde nasîb kılınmışken senin takdîre rızâ göstermemenin sebebi nedir? Sen iki mübârek belde olan Mekke-i Mükerreme ve Medîne-i Münevvere’nin hacısıyım diye iftihâr ediyorsun, fakat şu dünyâ saltanatına olan ihtirasın nedir?..”
Bundan sonra Cem Sultan, şövalyelerin üstâd-ı âzamı Pierre d’Aubusson’un nâzik bir dille dâvetine aldanarak Rodos’a gitti. Karşılıklı imzâlanan anlaşmaya göre Cem, istediği zaman adadan ayrılabilecekti. Lâkin Rodos şövalyeleri, sözlerinde durmadılar ve O’na bir nevî esir muâmelesi yaptılar.
Cem Sultan’ın bu suretle Rodos şövalyelerine sığınması, kendisinin ve ümmetin bağrına saplanan bir hançer gibi büyük bir hatâ ve tâlihsizlik oldu. Batı fütûhâtına engel teşkil etti. Hattâ, Roma’nın fethine zemin hazırlayacak olan Otranto Kalesi elden çıktı.
Cem Sultan’ı nazikçe elde eden şövalyeler, bir müddet sonra onu köle satar gibi belli bir meblağ karşılığında Papalığa devrettiler. Papalık da, Cem’i haçlı seferlerinde kullanmak hevesine kapıldı. Bâyezîd Han ise, bu takdirde hıristiyanlarla mücâdeleye girişeceği tehdidi ile tehlikeyi güç belâ atlatabildi. Bu uğurda, Papalığa devlet hazînesinden yüklü paralar ödemek mecbûriyetinde kaldı.
Bu durumda, Cem’i kullanmak sureti ile Osmanlılar’a karşı bir haçlı seferi açamayacağını anlayan Papa İnnocent-VIII, O’na hıristiyanlık teklifinde bulundu.
Bu teklif, Cem Sultan’a çok ağır geldi. Mahzûn oldu. Papa’ya:
“–Değil Osmanlı saltanatını, bütün dünyâyı verseniz dînimi değiştirmem!..” dedi.
Zîrâ ne olursa olsun Cem Sultan, dînini her şeyin üzerinde tutmaktaydı. Allâh ve Rasûlü’ne olan muhabbeti sonsuzdu. Onun hac ibâdetini yaptıktan sonra yazdığı şu beyti, bu hakîkati açıkça ifâde eder:
Kâbetullâh’a varup bir kez tavâf eylediğin,
Bin Karaman, Bin Acem, bin memleket-i Osmân’dur..
“Ey gönül! (Sultan olamadım diye üzülme!) Senin Allâh’ın beyti olan Kâbe’ye varıp bir kez tavâf etmen, bin Karaman, bin Acem ve bin Osmanlı memleketine bedeldir…”
Diğer yandan haçlılar tarafından İslâmiyet aleyhine kullanılmak istendiğini anladığı zaman Cem Sultan’ın Cenâb-ı Hakk’a yaptığı niyâz, ondaki dînî kemâli göstermeye kâfîdir. O, İslâmiyet aleyhinde kullanılma ihtimâlinden bile tir tir titriyor ve Rabbine şöyle yalvarıyordu:
“Yâ Rabb! Kâfirler eğermüslümanlığa zarar vermek için beni âlet etmek istiyorlarsa, bu kulunu daha fazla yaşatma! Rûhumu bir an önce dergâh-ı izzetine al!..”
Onun bu duâsı müstecâb oldu ki otuzaltı yaşında Napoli’de vefât etti. Vefât ederken yanındakilere şu vasıyeti yaptı:
“Benim ölüm haberimi mutlak bir surette her tarafa duyurun! Bunu mutlakâ yapın ki, kâfirlerin müslümanlar üzerinde benim vesîlemle oynamak istedikleri oyunlar nihâyet bulsun! Bundan sonra ağabeyim Sultan Bâyezîd’e varın. Ricâ eyleyin ki, ne kadar zor olursa olsun benim cesedimi vatana aldırsın.. Kâfir bir memlekette gömülmeyi istemiyorum. Şimdiye kadar ne oldu ise oldu. Sakın bu ricâmı reddetmesin!. Lutfedip bütün borçlarımı ödesin.. Borçlu olarak huzûr-i ilâhî’ye gitmek istemiyorum. Âilemi, çocuklarımı ve bana hizmet edenleri afvetsin. Hallerine göre memnûn etsin..”
Ağabeyi Bâyezîd Han da bu vasıyeti yerine getirdi.
Cem’in vefâtından sonra Sultan Bâyezîd Han, hâricî siyâsetini daha hür bir zemine oturtmak imkânına kavuştu. Ayrıca, ülke içerisinde de büyük bir îmâr hamlesine girişti. İstanbul’un yedi tepesinden biri üzerine oturtulan o muhteşem Bâyezîd Câmii’ni, mîmâr Kemâleddîn’e inşâ ettirdi. Bu câmînin temeli, 1501 senesinde atılmış, külliyesi ile beraber beş senede tamamlanmıştır.
Evliyâ Çelebi, Seyâhat-nâme’sinde Bâyezîd Câmîi hakkında pek çok mâlumat kaydeder. Şöyle ki:
“Mîmârbaşı, kıble husûsunda tereddüd edince, Sultan Bâyezîd Han:
«–Şu anda ayağıma bas!.» der.
Mîmârbaşı, ayağını basınca, Kâbe-i Muazzama’yı karşısında görür. Sultan Bâyezîd-i Velî’nin ayaklarına kapanır. Böylece kıblenin istikâmetini belirlemiş olur.”
Câmî-i şerîf’in inşâsı sırasında yaşanan başka bir tablo:
Câmî-i şerîfin inşâatında çalışan usta ve işçilerin gündeliklerinin kaçar akçe olduğu tesbit edilmişti. Bunlar hergün küplere konarak bir köşeye bırakılır, herkes de küpten kendi payına düşeni alırdı. Ancak hergün küpteki akçelerde bir yevmiyelik fazlalık çıkmaktaydı. Bunun üzerine kimin kendi payını alıp almadığı araştırıldı ve nihâyet gâyet fakir bir işçinin bu işi yaptığı öğrenildi. Meğer adamcağız akşam olunca bir yolunu bulup akçesini almadan inşâattan ayrılıyormuş. Kendisine bunu niçin yaptığını sordular.
Fakîr işçi, sırrının ortaya çıkmasından mahcup bir şekilde:
“–Benim malım-mülküm yok! Bu sebeple şu fânî dünyâda murâd ettiğim gibi maddî bir hayır yapamadığım için dâimâ mahzûnum. Hiç olmazsa bu câmînin inşâatında para almadan çalışayım da gönlümü ferâhlatıcı bir hayır işlemiş olayım diye düşündüm…” dedi.
Bu gönlü zengin fakire dediler ki:
“–Efendi burası pâdişâh hayrâtıdır. Bunun için çalıştığını alacaksın. Sen burada bedenen çalış, fakat hakkını da al ve dilediğin yere ver!..”
Sultan Bâyezîd Han, kendi adıyla anılan bu meşhûr câmi-i şerîfin inşâatında, sık sık gelip bizzat bedenen de çalışırdı. Bu çalışmaları sırasında birgün, ustalardan birinin duvarı gâyet sür’atle örüp yükseltmesi dikkatini çekti. Alâkayla bakınca, şâirin:
“Ehl-i dil birbirini bilmemek insâf değil” ifâdesi vechile, O’nun Hızır -aleyhisselâm- olduğunu anladı.
Hemen yanına varıp O’nu yakaladı ve elini sıkı sıkıya tuttuktan sonra:
“–Her namaz vaktinde bu câmîye uğrayacağına söz vermezsen, şimdi bağırır ve Hızır’ı yakaladığımı cümle âleme îlân ederim!..” dedi.
Hızır -aleyhisselâm-, özür beyân etti, işlerinin çokluğunu ileri sürerek, böyle bir külfetten afv edilmesini diledi. Fakat Velî Bâyezîd, her namaz vaktinde uğramak iddiâsını, günde bir defa uğramak şeklinde hafifleştirdiyse de, Hızır -aleyhisselâm-, buna da râzı olmadı. Nihâyet, haftada bir kere uğramak şeklindeki talebini kabul etmesi üzerine Bâyezîd-i Velî, Hızır -aleyhisselâm-’ı serbest bıraktı.
Bu menkıbe dolayısıyladır ki, asırlardan beri Bâyezîd Câmi-i Şerîfi’ne Hızır -aleyhisselâm-’ın haftada bir defa uğradığına inanılır. Hattâ bu husustaki tevâtüre göre de, Hızır -aleyhisselâm-, her uğrayışında namazını kırmızı kuşaklı minârenin civârında kılarmış.
İbâdete bir cum’a günü açılan câmîde, ilk namazı II. Bâyezîd Han kıldırmıştır. Bu hâdiseyi de Evliyâ Çelebi şöyle anlatır:
“Câmînin yapısı tamam oldukta, bir cum’a günü büyük bir merâsimle ibâdete açıldı. Bâyezîd-i Velî buyurdular ki:
«–Her kim, ömründe ikindi ve yatsı namazlarının ilk sünnetini hiç terketmemiş ise, şu mübârek vakitte o imâm olsun!.»
Deryâ misâli cemâat içinden bir kişi çıkmayınca, Bâyezîd Han mecbûr kalarak:
“–Elhamdülillâh! Savaşta ve barışta biz bu sünnetleri terk etmedik!..” dedi ve kendisi imâm olup namazı kıldırdı.
Böylece II. Bâyezîd Han, bu târihî zühd ve takvâ sahnesini mecbûren sergilemiş oldu.
Bâyezîd-i Velî’nin böyle halk arasında yaygın menkıbeleri çoktur. Onlardan birini daha arzedelim:
Bâyezîd-i Velî’nin genç kerîmelerinden biri, Şeyh Ebu’l-Vefâ Hazretleri’ne mensubdu. Sık sık O’nun ziyâretine giderdi. Bu keyfiyet, dedikoduyu mûcib olmuş bulunmalıdır ki, Bâyezîd-i Velî, kızını îkâz ile şeyhini ziyârete gitmekten menetti. Sultan Efendi (Babadan hânedâna mensub hanımlar, bu suretle anılırlar), babasından son bir ziyâret için müsâade kopardı. Duruma hâl lisanı ile vâkıf olan Şeyh Ebu’l-Vefâ Hazretleri, kendisine, babasına verilmek üzere bir hediye takdîm etti. Bu bir enfiye kutusuydu. Velî Bâyezîd, enfiye tiryâkisi olduğundan Şeyh Ebu’l-Vefâ Hazretleri, kerîmesi ile Velî Bâyezîd’e tercîhan bu hediyyeyi göndermişti.
Bâyezîd-i Velî, şeyhin selâm ve duâlarıyla takdîm edilen bu kutuyu açtığında hayrette kaldı! Zîrâ, bu kutuda enfiye yoktu. Bir tutam pamuk üzerine konulmuş kor hâlinde bir ateş parçası vardı. Şeyh Ebu’l-Vefâ Hazretleri, Sultan Bâyezîd’in ciddiye aldığı dedikodulara bu suretle cevap vermiş oluyordu. Ve bunun, dünyevî muhabbetten değil, ilâhî muhabbetten bir pırıltı olduğunu göstermek istiyordu.
Şu hâdise sebebiyledir ki, Bâyezîd-i Velî, Şeyh Ebu’l-Vefâ Hazretleri’ni ziyâret arzusuna kapıldı. Babası Fâtih’te olduğu gibi müteaddid talebi kabul görmeyince, sultanlık damarı kabarmış olmalı ki, birgün âniden, sessiz ve sadâsız bir şekilde erkânı ile tekkenin yolunu tuttu. Kalabalık saray arabalarıyla tekkeye yaklaştıkları sırada, dervişler, koşuşarak bu ziyâretten Şeyh Ebu’l-Vefâ Hazretleri’ni haberdar ettiler. O:
“–Olamaz!. Böyle bir şey mümkün değildir!.” dediği halde dervişler:
“–İşte geldi!. Geliyor!..” diye yaklaşan pâdişâhtan ısrarla haber verince, Şeyh Ebu’l-Vefâ Hazretleri, sedirde kıbleye müteveccihen uzandı ve kelime-i şehâdet getirdi…
Sultan, Şeyh Ebu’l-Vefâ Hazretleri’nin bulunduğu mekâna girdiğinde, O, rûhunu çoktan teslîm etmişti. Çünkü daha önce de;
“–Bu dünyâda görüşmemiz mukadder değildir!” diyerek, vâkî olan Sultan’ın görüşme taleblerini geri çevirmiş bulunuyordu.
II. Bâyezîd’in Edebali’si olan kıymetli devlet adamlarından Hacı Mesih Paşa, zaman zaman Hünkâr’a karşı sert îkâzlarda bulunurdu. Vezirlerin yaptığı gayr-i İslâmî hâlleri pâdişâha anlatır, bu gibi hatâların ıslâhının bir mecbûriyet olduğunu, aksi halde ferdî takvâsının, kendisini cehennem azâbından kurtarmaya kâfî gelmeyeceğini öğütlerdi.
II. Bâyezîd Han da, bu nasîhatleri can kulağıyla dinlerdi. Bir dîvân toplantısında üzerindeki ağır mes’ûliyetin idrâkiyle vezirlerini şöyle îkâz etmişti:
“–Paşalar! Elimin altında bulunan ahâlînin bütün hallerinin yarın kıyâmet gününde benden sorulacağı muhakkaktır. İşitiyorum ki benim kapımda birtakım gayr-i İslâmî usûller îcâd etmişsiniz! Bilir misiniz  ki böyle yapmakla bana âhırette yatacak yer komuyorsunuz! Rûz-i mahşerde ben nasıl hesap vereceğim? Âgâh olun ve sakın ola rızâ-yı ilâhîye mugâyir bir fiilde bulunmayın!..”
II. Bâyezîd-i Velî’nin, vakfiyye, külliye, şifâhâne ve hayrât hizmetlerinin yanında İslâmî ilimlere ve kültüre verdiği ehemmiyet de çok büyüktür. O’nun devri, Osmanlı kültür ve medeniyetinin temellerinin atıldığı bir zamandır. Meşhur İtalyan mîmâr ve ressam Leonardo de Vinci, II. Bâyezîd’e mektup yazıp İstanbul’daki câmî ve diğer eserlerin plân ve projelerini bizzat yapmayı teklif edince, bu mektub Kubbealtı vezirleri arasında sevinç uyandırmıştı. Derin ve ince bir tasavvufî anlayışa sahip olan II. Bâyezîd Han ise, bu teklifi reddederek şöyle dedi:
“–Şâyet bunu kabul edersek, ülkemizde üslûb ve rûh itibarıyle kilise mîmârîsinin mukallidi bir mîmârî hâkim olur, kendi İslâmî mîmârîmiz inkişâf edemez ve şahsiyet kazanamaz!.”
İşte bu görüş, akıllı, firâsetli ve gönül ehli bir müslümanın ufkunu ifâde eder. Zîrâ, II. Bâyezîd’in ardından İslâm toprakları nasıl yirmidörtmilyon kilometrekareye ulaştıysa, aynı şekilde İslâm san’atı da zirveye tırmanmıştır. Bu anlayış sayesinde İslâm’ın rûhu, hendeseye nakşedilmiş, değerini kıyâmete kadar koruyabilecek Süleymaniye ve benzeri âbideler silsilesi vücûd bulmuştur.
Târihte; ilmi, tâkvâsı, merhameti, vakarı ve hilmi ile meşhûr olan Bâyezîd-i Velî, ulemâ ve evliyâya çok hürmet gösterirdi. O’nun bu istikâmette kullandığı husûsî bir bütçesi vardı. Bununla ilim ve irfân erbâbını eser vermeye teşvîk ederdi. Sultan’ın bu himâyesi, İstanbul’u bir ulemâ meşheri hâline getirdi.
Sultan Fâtih devrinde başlamış olan ilmî çalışmalar, Bâyezîd-i Velî’nin ince anlayış ve zekâsı ile inkişâf etmiş, diğer İslâm memleketlerindeki âlim ve âriflerle de alâkadar olunmuştu.
Herat’ta bulunan Molla Câmî Hazretleri ile Buhâra’daki Nakşibendî dergâhının şeyhi ve müridlerine şahsî mülkünden maaş bağlamıştır.
Hâce Ubeydullâh Ahrâr Hazretleri’nin oğlu Hâce Abdülhâdî’yi İstanbul’a dâvet etmiş ve çok ikrâmda bulunmuştur.
Şeyhülislâm Kemâl Paşazâde, Sultan Bâyezîd Han’ın zâhirî ve bâtınî büyüklüğünü ifâde ederken:
“Adâlet ve insâfın koruyucusu idi. Dâhiyâne siyâseti neticesinde memleket mâmûr bir hâle gelmişti. Âşikâr kerâmetleri zuhûr etmişti. Vakarlı hâl ve davranışları ile düşmanları hor ve hakîr olmuştu.” demektedir.
II. Bâyezîd, Osmanlı sultanlarının en büyüklerinden biri olduğu halde, değeri  lâyıkı ile takdîr edilememiş bir şahsiyettir!.
Bunun sebebi, -yukarıda îzâh edildiği üzere- kardeşi “Cem Sultan”a karşı, O’nun hazin âkıbeti dolayısıyla duyulan umûmî bir acıma hissidir!
Bir diğer sebep de, babası Fâtih Sultan Mehmed Han gibi uzun asırlar boyunca nâdiren zuhûr eden devâsâ bir şahsiyetten sonra hükümdar olmasıdır… O’ndan, babasının açtığı fütûhât yolunda yürüyerek “Batı Roma”nın başlanmış olan fethini ikmâl etmesi bekleniyordu. Ancak, başta “Sultan Cem” vak’ası olmak üzere, alevî menşe’li “Şahkulu” isyânı gibi vak’alar, bu umûmî arzuyu gerçekleştirmesine imkân bırakmamıştır. Böyle olmasaydı, O’nun da babası Fâtih Sultan Mehmed Han ve oğlu Yavuz Sultan Selîm Han gibi fütûhâtçı olacağı muhakkaktı. Nitekim bütün bu gayr-i müsâid şartlara rağmen, O’nun zamanında parlak zaferler de kazanılmıştır. Bunlardan biri olan “Abdina”
(Kırbova) zaferi, dâsitânî bir muzafferiyettir.
Değerli bir akıncı kumandanı olan şâir Yakup Paşa, Sultan’ın emriyle İstirya içlerine akınlar yapmış geri dönüyordu. Ellerinde birçok ganîmet ve esir bulunmaktaydı. Akıncılar, Kırbova önlerine geldiklerinde büyük bir düşman ordusu ile karşılaştılar. Askerlerinin yorgunluk ve azlıklarına rağmen Yakup Paşa, harbe mecbûr kalarak kendilerinden sayıca kat kat üstün düşman ordusuyla âdetâ bir meydan muhârebesi yaptı ve Allâh’ın yardımıyla şiddetli bir taarruz neticesinde düşmanı tamamen perîşân etti. O gün sekiz bin seçme akıncıyla yaklaşık altı bin düşman askeri öldürülmüş, yirmibeşbin kadarı da esir alınmıştır.
Akıncıların bu zaferi, târihte ender rastlanan hâdiselerdendir. Zîrâ yaptığı akınlarla yorulmuş olan, aynı zamanda elinde birçok ganîmet ve esir bulunan küçük bir kuvvetin, kendisiyle kıyas edilemeyecek çapta bir ordu ile muhârebeyi göze alması, kimsenin hayâl bile edemeyeceği kadar yüce, maddî ve mânevî bir yiğitliktir. Bu zaferde büyük payı olan akıncı kumandanı şâir Yakup Paşa, muhârebenin neticesini sultana şu şiirle bildirmiştir:
Buluştuk düşmanla çün Kırbovâ’da;
Nidâ erişti kim «Kır bû ovâ’da!»
Hakk’ın emriyle itdim bir gazâ kim;
Murâd Han itdi ancak Kôsovâ’da..
Aceb mi bu zafer, çün gayb erenler;
Muâvindir bize arz u semâda..
Kılam ednâ kulumu voyvoda ben,
Hudâ fırsat virirse Belgrâd’a.
Benüm Bosna Beyi Dervîş Ya’kûb;
Hudâ avniyle irdüm bu cihâda.
Makâm ide bana cennet-i Adn’i;
Umarım ol Gânî dâru’l-bekâda..
Bu şiir, o şanlı Osmanlı akıncısının gönül dünyâsını ne güzel aksettirmektedir. Burada Yakup Paşa, paşalıktan ziyâde dervişlik ve Allâh’a kulluğuyla müftehirdir. Bu da, o dönem Osmanlı askerlerinin sahip bulunduğu fütûhât aşkı, gazâ ve cihâd rûhunu besleyen asıl kökün mâneviyat ve mârifetullâh olduğunu gösterir.
II. Bâyezîd Han devrinde Endülüs müslümanlarına elden gelen yardımın yapılmasından da geri kalınmamıştır. O târihte, henüz bütün Avrupa donanmalarıyla başedebilecek dirâyette bir donanmamız olmadığı halde, yüzbinlerce müslüman, hıristiyanların fecî katliamlarından kurtarılarak, Afrika’ya taşınmış, İspanya sâhilleri şiddetli bombardımanla devamlı tâciz edilerek, Endülüs’ün kaybı felâketine karşı misilleme yapılmıştır.
Çok daha önceden birbirleriyle nefsânî sebepler yüzünden boğuşarak beylikler hâline gelmiş ve aralarındaki kardeş kavgasında defâatle -maalesef- hıristiyanları yardıma çağırmış olan Endülüs müslümanlarına, yapılabilecek başka bir yardım düşünülemezdi. Çünkü onlar, Kur’ân rûhuna zıd olarak bölünüp parçalanmış ve birbirlerine karşı hıristiyanları dost edinmenin hazin bir neticesine dûçâr olmuşlardı. Aşağıdaki hâdise ne kadar ibretlidir:
Son Gırnata hükümdarı olan Ebû Abdullâh, düşmanlara teslîm ettiği memleketinden annesiyle birlikte uzaklaşırken Padul tepesinde durarak son kez Gırnata’ya bakmış, alevler içinde yanan bu inci gibi İslâm yurdunu ve İslâm san’atının hârikası olan el-Hamrâ sarayını seyrederken gayr-i ihtiyârı iç çekerek hıçkırıklarla ağlamaya başlamıştı. Onun bu hâli üzerine annesi de, çatık kaşlarla şu târihî cevabı vermişti:
“–Ağla ey gâfil, ağla! Erkekler gibi muhâfaza edemediğin şu mübârek yurdun için şimdi kadınlar gibi ağla!..”
Şu hâdise münâsebetiyle bu târihten sonra o tepe «Arab’ın son âhı» ya da «Arab’ın âh tepesi» mânâsında bir isimle yâd edilir olmuştur.
Bugüne kadar Osmanlı’yı, Endülüs müslümanlarının felâketine karşı seyirci kalmakla itham edenler, ya bu târihî gerçekleri lâyıkıyla takdîr edemeyenler, ya da kasıtlı olan kimselerdir. Çünkü karadan Almanya ve Fransa’yı aşarak İspanya’ya ulaşılamayacağı gibi, denizden de koca İspanya kıt’asına karşı, ancak düşmanı tâciz hareketleri yapılabilirdi ki, Osmanlı bunu yapmıştır.
Cem vak’ası dolayısıyla hıristiyanlık âlemini tahrîk etmemeye a’zamî bir surette dikkat göstermeye mecbûr kalan Sultan II. Bâyezîd Han’ın 31 yıllık saltanat devresinde; “Şahkulu”isyanının bastırılması, büyük deniz savaşlarından “Sapienza” zaferi, İnebahtı’nın fethi,Koron, Modan ve Navarin kalelerinin alınması gibi zaferlerin de kazanıldığı dikkate alınırsa, O’nun devrinin sanıldığı gibi askerî bakımdan da pek sönük geçmemiş olduğu anlaşılır.
İslâm Vahdetini Te’sîs Eden Eşsiz ve Çilekeş

 ÖMRÜNDE BİR TEK SÜNNET BİLE KAÇIRMAYAN PADİŞAHIN ÖYKÜSÜ!!!
www.tarihimiz.info


11 Ekim 2013 Cuma

Osmanlı İmparatorluğu'na uzun yıllar hükmetmiş padişahların mezarları nerede?

Osmanlı İmparatorluğu'na  padişahların'na Çok  şey borçluyuz.

Osman Gazi

Osmanlı Devleti'nin kurucusu olan Osman Gazi, 1258'de, Sögüt'te doğdu. Babası Ertugrul Gazi, Annesi Hayme Hatun'dur. Osman Gazi, 1326'da Bursa'da Nikris (goutte) hastalığından öldü. Kabri Bursa'da Osman Gâzi Türbesi'ndedir.

Orhangazi

Osmanlı sultanlarının ikincisi. 1281 yılında Söğüt'te doğdu. Babası Osmanlı Devleti ve hânedânının kurucusu Osman Gâzi, annesi Ömer Bey'in kızı Mal Hâtundur 1359 yılında felç geçirerek ölmüştür. Kabri Bursa'da Osman Gâzi Türbesi'ndedir.

I. Murat

Osmanlı sultanlarının üçüncüsü Sultan Birinci Murad, 1326'da, Bursa'da doğdu. Babası Orhan Gazi, annesi Bizans tekfurlarından Yar Hisar Tekfuru'nun kızı olan Nilüfer Hatun'dur (Holofira). 1382 yılından itibaren "Murad Hüdavendigâr" diye anılan Sultan Birinci Murad, Birinci Kosova Savaşı'ndan sonra savaş alanını gezerken,

Sırp Asilzâdesi Milos Obraviç (Sırp Kralı Lazar'ın damadı) tarafından hançerlenerek 1389 yılında şehit oldu. Savaş meydanlarında şehid olan tek Osmanlı padişahı Birinci Murad'dır. Kabri Bursa Çekirge de Murâd-ı Hüdâvedigâr Türbesi'ndedir.

Yıldırım Beyazıt

Osmanlı sultanlarının dördüncüsü Yıldırım Bayezid 1360 yılında Edirne'de doğdu. Babası Murad Hüdavendigâr, annesi Gülçiçek Hatundur. Yıldırım Bayezid Timur'la yaptığı 1402 yılındaki Ankara Savaşı'nda yenildi ve esir düştü. 13 yıl süren saltanatı sonunda esaretinin başlamasından 7 ay 12 gün sonra zehir içerek intihar etti. Kabri Bursa Bâyezîd Hân Türbesindedir.

Çelebi Mehmet

Osmanlı sultanlarının beşincisi Sultan Çelebi Mehmed, 1389 yılında Edirne'de doğdu. Babası Yıldırım Bayezid, annesi de Germiyanogulları'ndan Devlet Hatun'dur. Fetret Devri'nden sonra Anadolu'daki beylikleri tekrar bir araya toplamayı başaran Sultan Çelebi Mehmed'e Osmanlı Devleti'nin ikinci kurucusu gözüyle de bakılabilir. Sultan Çelebi Mehmed 26 Mayıs 1421 de Edirne'de yüksek tansiyon yüzünden beyin kanaması geçirdi ve vefat etti. Ölüm haberi gizlendi. Osmanlı Padişahları arasında ölümü gizlenen ilk Padişah o oldu. Cenazesi Bursa'ya getirilerek Yeşil Türbe'ye defnedildi.

Sultan II. Murad

Osmanlı sultanlarının altıncısı Sultan İkinci Murad 1402 yılında doğdu. Babası Çelebi Mehmed, annesi Dulkadirogullari'ndan Süli Bey'in kızı Emine Hatun'dur. Şiddetli bir baş ağrısı sebebiyle yatağa düştü ve üç gün sonra 3 Şubat 1451'de öldü. Ölüm sebebi beyin kanaması veya beyindeki bir timördür. Kabri Bursa Muradiye'dedir.

Fatih Sultan Mehmet

Osmanlı sultanlarının yedincisi Fatih Sultan Mehmed, 29 Mart 1432'de, Edirne'de doğdu. Babası Sultan İkinci Murad, annesi Humâ Hatun'dur. 20 yaşında Osmanlı Padişahı olan Sultan İkinci Mehmed, İstanbul'u fethedip 1100 yıllık Dogu Roma İmparatorlugu'nu ortadan kaldırarak Fatih ünvanını aldı. Fatih Sultan Mehmed, nikris hastalığından dolayı 3 Mayıs 1481 günü, Maltepe'de vefat etti ve Fatih Camii'nin yanındaki Fatih Türbesi'ne defnedildi.

Sultan II.Beyazıt

Osmanlı sultanlarının sekizincisi Sultan İkinci Bayezid, 3 Aralik 1448'de, Dimetoka'da doğdu. Babası Fatih Sultan Mehmed, annesi Mükrime Hatun adında bir Türk kızıdır. 24 Nisan 1512'de Padişahlıktan ayrılmak zorunda kalan Sultan İkinci Bayezid, bir ay kadar daha yaşadıktan sonra zehirlendi ve 26 Mayıs 1512'de vefat etti. Kabri İstanbul Bâyezîd Camiî Bahçesindeki Türbesindedir.

I.Selim

Osmanlı sultanlarının dokuzuncusu Yavuz Sultan Selim, 10 Ekim 1470'de doğdu. Babası Sultan İkinci Bayezid, annesi Gülbahar Hatun'dur. Yaptığı Mısır seferiyle halifelik unvanını payitahta getiren Yavuz Sultan Selim 22 Eylül 1520'de, "Aslan Pençesi" denilen bir çıban yüzünden henüz elli yaşında iken vefat etti. Kabri İstanbul Sultan Selim Camiî Bahçesindedir.

Kanuni Sultan Süleyman

Osmanlı sultanlarının onuncusu Kanûnî Sultan Süleyman, 27 Nisan 1495 Pazartesi günü, Trabzon'da doğdu. Babası Yavuz Sultan Selim, annesi Hafsa Hatun'dur. Kendisine "Kanûnî" denmesi, yeni kanunlar icad etmesinden degil, mevcut kanunlari yazdırtıp çok sıkı bir şekilde tatbik etmesinden dolayıdır. Büyük bir devlet adamı olan Kanûnî Sultan Süleyman aynı zamanda ünlü bir şairdi,Muhibbi mahlasıyla şiirler yazmıştır. 1566'da Sigetvar kuşatmasının son günü 6/7 Eylül gecesi beyin kanamasından ölmüştür. Kabri İstanbul Süleymaniye Câmiî Bahçesindedir.

II. Selim

Osmanlı sultanlarının onbirincisi Sultan İkinci Selim, 28 Mayıs 1524'de, İstanbul'da doğdu. Babası Kanûnî Sultan Süleyman, annesi Hürrem Sultan'dır. Sekiz yıl Padişahlık yaptıktan sonra göğüs boşluğunda meydana gelen kanama yüzünden 15 Aralık 1574 günü vefat etti. Ayasofya'ya defnedildi. Sultan İkinci Selim İstanbul'da ölen ilk Osmanlı Padişahıdır.

III. Murat

Osmanlı sultanlarının onikincisi Sultan Üçüncü Murad, 4 Temmuz 1546 günü, Manisa'nın Bozdağ yaylasında dünyaya geldi. Babası, Sultan İkinci Selim, annesi Afife Nur Banu Sultan'dur. 17 Ocak 1595'te prostat kanserinden öldü. Kabri İstanbul Ayasofya Camiî yanında Sultan Selim Türbesindedir.

III. Mehmed

Osmanlı sultanlarının on üçüncüsü Sultan Üçüncü Mehmed, 26 Mayıs 1566'da, Manisa'da doğdu. Babası Sultan Üçüncü Murad, annesi Safiye Sultan'dır. Bir gün saraya dönerken yolda karşılaştığı bir meczub, "56 gün sonra gelecek kazadan kurtulamazsın. Gafil olma padişahım" demişti. Bu olay Üçüncü Mehmed'i derinden etkiledi. Padişah yemeden, içmeden kesildi ve 22 Aralık 1603'te kalp krizi geçirerek öldü. Kabri İstanbul Ayasofya Camiî Bahçesindedir.

I. Ahmet

Osmanlı sultanlarının on dördüncüsü Sultan Birinci Ahmed, 18 Nisan 1590 günü, Manisa'da doğdu. Babası Sultan Üçüncü Mehmed, annesi Handan Sultan'dır. Sultan Birinci Ahmed, yakalandigi tifüs hastaligindan kurtulamayarak 21 Kasim'ı 22 Kasım'a bağlayan gece 1617 yılında yirmi sekiz yaşında vefat etti. Kabri İstanbul Sultan Ahmed Camiî yanındadır.

I. Mustafa

Osmanlı sultanlarının on beşincisi Sultan Birinci Mustafa, 1592 yılında, Manisa'da doğdu. Babası Sultan Üçüncü Mehmed, annesi Handan Sultan'dır. Sultan Birinci Mustafa tahttan indirildikten on altı yıl sonra, 20 Ocak 1639 günü sinir hastalığından Topkapı Sarayında vefat etti. Kabri İstanbul Ayasofya Camiî Türbesi'ndedir.

II. Osman

Osmanlı sultanlarının on altıncısı Sultan Genç Osman, 3 Kasım 1604 tarihinde, İstanbul'da dünyaya geldi. Babası Birinci Ahmed, annesi Mahfirûz Haseki Sultandır. Tarihte eşine az rastlanır bir şekilde tahtan indirilerek, Yedikule zindanlarında boğularak şehit edilen Sultan
Genç Osman, babası Sultan Birinci Ahmed'in Sultanahmed Camii'nin yanındaki türbesine defnedildi.

IV. Murat

Osmanlı sultanlarının on yedincisi Sultan Dördüncü Murad, 26 Temmuz 1612 tarihinde, İstanbul'da doğdu. Babası Sultan Birinci Ahmed, annesi Mahpeyker Kösem Sultan'dır. 8 Şubat 1640 gecesi sirozdan ölmüştür. Kabri İstanbul Birinci Ahmed Hân Türbesi'ndedir.

I. İbrahim

Osmanlı sultanlarının on sekizincisi Sultan Birinci İbrahim, 5 Kasım 1615 tarihinde, İstanbul'da doğdu. Babası Sultan Birinci Ahmed, annesi Mahpeyker Kösem Sultan'dır. 18 Ağustos 1648'de boğdurttularak öldürülmüştür. Kabri İstanbul Ayasofya Camiî Bahçesindedir.

IV. Mehmet

Osmanlı sultanlarının on dokuzuncusu Sultan Dördüncü Mehmed, 2 Ocak 1642'de, İstanbul'da doğdu. Babası Sultan Birinci İbrahim, annesi Rus asıllı Turhan Hatice Sultan'dır. 1687'de tahttan indirildikten sonra dört yıl hapis hayata yaşadı. Yakalandığı zatürrenin ilerlemesi sonucu 6 Aralık 1693'de Edirne'de vefat etti. Cenazesi İstanbul'a gönderildi ve Yeni Cami'deki türbesine, annesi Turhan Sultan'ın yanına defnedildi.

II. Süleyman

Osmanlı sultanlarının yirmincisi Sultan İkinci Süleyman, 15 Nisan 1642'de, İstanbul'da doğdu. Babası Sultan Birinci İbrahim, annesi Saliha Dilaşub Sultan'dır. Sultan İkinci Süleyman, dört yıl gibi kısa bir süre padişahlık yaptı. Bunun son iki yılını yatak hastası olarak geçirdi. Gün geçtikçe zayıflıyordu. 22 Haziran 1691 günü,böbrek yetmezliğinden Edirne'de vefat etti. Cenazesi İstanbul'a getirilerek Süleymaniye Camii yanında Kanûnî Sultan Süleyman türbesine gömüldü.

II. Ahmet

Osmanlı sultanlarının yirmi birincisi Sultan İkinci Ahmed, 25 Şubat 1643 günü, İstanbul'da doğdu. Babası Sultan Birinci İbrahim, annesi Hatice Muazzez Sultan'dır. Üç yıl yedi ay ondört gün saltanat sürdükten sonra, yakalandığı Siroz hastalığından kurtulamayarak 6 Şubat 1695 günü Edirne'de vefat etti. Cenazesi İstanbul'a getirilerek Kanûnî Sultan Süleyman Türbesine defnedildi.

II. Mustafa

Osmanlı sultanlarının yirmi ikincisi Sultan İkinci Mustafa, 6 Şubat 1664 günü, İstanbul'da dünyaya geldi. Babası Sultan Dördüncü Mehmed, annesi Emetullah Rabia Gülnuş Sultan'dır. Annesi Girit asıllıdır. 1703'te bir isyan sonucu tahttan indirildi Bu olayın üzüntüsünü üzerinden atamadan 29 Aralık 1703'te prostat kanserinden öldü. Kabri İstanbul Turhan Vâlide Sultan Türbesi'ndedir.

III. Ahmet

Osmanlı sultanlarının yirmi üçüncüsü Sultan Üçüncü Ahmed, 30 Aralık 1673 günü doğdu. Babası Sultan Dördüncü Mehmed, annesi Emetullah Rabia Gülnuş Sultan'dır. Meşhur Lale Dönemi'nin padişahı olan Üçüncü Ahmed, 1730'da Patrona isyanı sonucu tahttan indirildi. Yıllarca Topkapı Sarayı'nda hapis hayatı yaşadıktan sonra, şeker hastalığının vücudunda meydana getirdiği tahribatın sonucunda 24 Haziran 1736'da öldü. Kabri İstanbul Yeni Camide Turhan Vâlide Sultan Türbesindedir.

I. Mahmut

Osmanlı sultanlarının yirmi dördüncüsü Sultan Birinci Mahmud, 2 Ağustos 1696 günü, İstanbul'da doğdu. Babası Sultan İkinci Mustafa, annesi Saliha Valide Sultan'dır. Hayatının son iki yılını hasta geçiren Sultan Birinci Mahmud, 13 Aralık 1754 tarihinde bir Cuma namazı dönüşünde saraya dönerken attan düşüp, beyin kanaması geçirip vefat etti. Sultan İkinci Mustafa'nın Yeni Cami'deki türbesine defnedildi.

III. Osman

Osmanlı sultanlarının yirmi beşincisi Sultan Üçüncü Osman, 2 Ocak 1699 günü, İstanbul'da doğdu. Babası Sultan İkinci Mustafa, annesi Şehsuvar Valide Sultan'dır. Şehsuvar Valide Sultan Rus asıllıdır. 30 Ekim 1757'de vücudunda çıkan bir çıbanın verdiği hastalıkla vefat etti. Cenazesi, Yeni Cami'de Sultan Birinci Mahmud'un yanına defnedildi.

III. Mustafa

Osmanlı sultanlarının yirmi altıncısı Sultan Üçüncü Mustafa, 28 Ocak 1717 günü, İstanbul'da dünyaya geldi. Babası Sultan Üçüncü Ahmed, annesi Mihrişah Sultan'dır. Sultan Üçüncü Mustafa şair bir padişahtı. Cihangir mahlasıyla yazdığı şiirleri çok meşhurdur. Rus Savaşı sırasında üzüntüsünden hastalandı ve kalp yetmezliğinden dolayı 21 Ocak 1774 günü vefat etti. Kabri İstanbul Turhan Vâlide Sultan Türbesindedir.

I. Abdülhamit

Osmanlı sultanlarının yirmi yedincisi Sultan Birinci Abdülhamid, 20 Mart 1725 tarihinde, İstanbul'da doğdu. Babası Üçüncü Ahmed, annesi Rabia Şermi Sultandır. Dindarlığı ve iyiliği sebebiyle halkın "velî" olarak gördüğü Sultan Birinci Abdülhamid, 1787-1791 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında, Anapa Kalesi'nin Rusların eline geçtiği haberi üzerine beyin kanaması geçirdi ve bir süre sonra 7 Nisan 1789'da öldü. Cenazesi Bahçekapı'da kendi yaptırdığı türbesine defnedildi.

III. Selim

Osmanlı sultanlarının yirmi sekizincisi Sultan Üçüncü Selim, 24 Aralık 1761 tarihinde, İstanbul'da doğdu. Babası Sultan Üçüncü Mustafa, annesi Mihrişah Sultan'dır. Annesi Gürcü asıllıdır. Alemdar Mustafa Paşa Olayı sırasında yeni padişahın adamları tarafından, 28 Temmuz 1808 tarihinde öldürüldü. Cenazesi, Lâleli Camii avlusunda babası Sultan Üçüncü Mustafa'nın yanına defnedildi.

IV. Mustafa

Osmanlı sultanlarının yirmi dokuzuncusu Sultan Dördüncü Mustafa, 8 Eylül 1779 günü, İstanbul'da doğdu. Babası Sultan Birinci Abdülhamid, annesi Nüketseza Kadın Sultan'dır. Tahta geçen II. Mahmud, Yeniçerilerin onu tekrar tahta geçirmek istemesinden endişe duyarak kardeşi IV. Mustafa'yı 17 Kasım 1808 tarihinde boğdurttu. Kabri İstanbul Sirkeci Birinci Abdulhamid Han Türbesindedir.

II. Mahmut

Osmanlı sultanlarının otuzuncusu İkinci Mahmud, 20 Temmuz 1785 tarihinde, İstanbul'da doğdu. Babası Sultan Birinci Abdülhamid, annesi Nakşidil Valide Sultan'dır. Adalet işlerine gereken önemi verdi, yeni kanun ve tüzükler hazırlattı ve bu sebeple kendisine "Adlî" ünvanı verildi. Verem hastası olan II.Mahmut 1 Temmuz 1839 günü, dinlenmek için gittiği kardeşi Esma Sultan'ın Çamlıca'daki köşkünde,vefat etti. Büyük bir cenaze töreni ile halkın gözyaşları arasında Divan Yolu'ndaki türbesine defnedildi.

Abdülmecit

Osmanlı sultanlarının otuz birincisi Sultan Abdülmecid, 25 Nisan 1823 günü doğdu. Babası Sultan İkinci Mahmud, annesi Bezm-i Âlem Valide Sultan'dır. 25 Haziran 1861 tarihinde, 39 yaşında iken İstanbul'da veremden dolayı vefat eden Sultan Abdülmecid, Yavuz Sultan Selim'in türbesi yanındaki mezarına defnedildi.

Abdülaziz

Osmanlı sultanlarının otuz ikincisi 8 Şubat 1830 tarihinde İstanbul'da doğdu. Babası Sultan İkinci Mahmud, annesi Pertevniyal Valide Sultan'dır. Tahttan indirildikten birkaç gün sonra 4 Haziran 1876'da Feriye Sarayı'nda bilekleri kesilmiş bir halde bulunan padişahın tahtan indirilmenin üzüntüsü ile intihar ettiği söylenir. Ancak öldürülmüş olma ihtimali daha kuvvetlidir. Kabri İstanbul Çemberlitaş Sultan II. Mahmud Hân Türbesindedir.

V. Murat

Osmanlı sultanlarının otuz üçüncüsü Sultan Beşinci Murad 21 Eylül 1840 tarihinde İstanbul'da doğdu. Babası Sultan Abdülmecid, annesi Şevk-Efza Kadın Efendi'dir. Annesi Çerkezdir. 93 gün ile tahtta en kısa süre duran Osmanlı padişahıdır. Müzmin şeker hastası idi. Bu hastalığın vücudunda meydana getirdiği tahribatın neticesinde 29 Ağustos 1904'de öldü. ve annesi Şevk-Efza Kadın Efendi'nin Yeni Cami'deki türbesine defnedildi.

II. Abdülhamit

Osmanlı sultanlarının otuz dördüncüsü Sultan İkinci Abdülhamid, 21 Eylül 1842 tarihinde İstanbul'da doğdu. Babası Sultan Abdülmecid, annesi Tir-i Müjgan Kadın Efendi'dir. "Kızıl Sultan mı, Ulu Hakan mı" diye Osmanlı tarihinin en çok tartışılan padişahı olan İkinci Abdülhamid, 10 Şubat 1918'de Beylerbeyi Sarayı'nda 76 yaşındayken yakalandığı zatürrenin ilerlemesi sonucu veremden öldü. Kabri İstanbul Çemberlitaş Sultan II. Mahmud Hân Türbesindedir.

Mehmed Reşad

Osmanlı sultanlarının otuz beşincisi Sultan Mehmed Reşad 2 Kasım 1844 tarihinde İstanbul'da doğdu. Babası Sultan Abdülmecid, annesi Gülcemal Kadın Efendi'dir. Müzmin şeker hastası idi Şekerin vücudunda yaptığı tahribat sonucunda 3 temmuz 1918'de öldü. Kabri İstanbul Eyyüb Sultan Reşâd Hân Türbesindedir.

Vahdettin

Sultan Mehmed Vahdeddin otuz altıncı ve son Osmanlı padişahıdır. Babası Sultan Abdülmecid, annesi Gülistu Kadın Efendi'dir. Son Osmanlı padişahı olan Vahdettin San- Remo'da 16 MAYIS 1926'da kalp krizinden öldü. Kabri Şamda Selim Camiî Kabristanındadır.

Aktüel/habervaktim


http://gercektarihdeposu.blogspot.com
Osmanlı İmparatorluğu'na uzun yıllar hükmetmiş padişahlar
http://gercektarihdeposu.blogspot.com