soru etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
soru etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Kasım 2013 Perşembe

Neden ozon tabakasını, ozon gazıyla dolduramıyoruz?

'Neden ozon tabakasını, ozon gazıyla dolduramıyoruz?'

Antarktika üzerindeki ozon deliğinin kapladığı alan, ABD’nin yüzölçümünden daha büyüktür ve buranın tekrar doldurulması için on milyonlarca ton ozon gerekir. Bu miktarda ozonun nakliyesinin maliyeti bile astronomik olur.

Mikroplara da mikrop bulaşır mı?

 Mikroplara da mikrop bulaşır mı?
Evet. 
Mikroplara da bulaşan daha küçük mikroplar bulunuyor.



Sakız sonsuza dek midede kalır mı?

Hayır. 
Sakız, yutulduğunda sindirilemez 
ancak en geç üç gün içinde vücuttan atılır.

27 Ağustos 2013 Salı

Neden üçyüz seneden beri hiçbir buluşun ve keşfin üstünde hiçbir Müslüman’ın imzası yok?..

 Neden?.. Neden?.. Neden?

23 Ağustos 2013…Sormalıyız kendimize: Neden İsrail denen birkaç milyonluk korsan bir devlet, bir buçuk milyar Müslüman’ı susta durduruyor?..

Neden üçyüz seneden beri hiçbir buluşun ve keşfin üstünde hiçbir Müslüman’ın imzası yok?..

Neden dünya milletlerinin önderi ve örneği iken, en geri sıralara düştük?..
İslam dünyası neden istikrarsız, neden iç savaşların kıskacında bocalıyor?..
Neden İslam dünyasını çapaçul diktatörler yönetiyor, demokrasi denemeleri daima hüsranla sonuçlanıyor?..

Neden bütün tepkimiz, tepki duyduğumuz milletlerin ürettiği mamul maddelere ambargo koymaktan ibaret kalıyor da ondan iyisini üretme çabasına girmiyoruz?..

Neden dünya çapında karikatüristimiz, ressamımız, gazetecimiz, siyasetçimiz, bilim adamımız

yok?..

Neden Peygamber Efendimiz’e karikatürle hakaret eden karikatüristin karşısına karikatürle, romanla hakaret edenin karşısına romanla, resme resimle, şiire şiirle, filme filmle karşı koyamıyoruz da bağırıp çığırarak cevap vermeye çalışıyoruz?

Hikâye malum: 1409’larda Bursa’ya gelen İranlı bir âlimin, Efendimiz hakkında küçültücü ifadeler kullanması üzerine Süleyman Çelebi kaleme sarılmış ve “Vesiletü’n Necat” [bildiğimiz mevlid] isimli muhteşem eserini yazmıştı…

Ne ambargo, ne galeyan: Fikre karşı fikir, kaleme karşı kalem, kelama karşı kelam! Bu yöntem o kadar etkili oldu ki, atılan tüm iftiraları sildi süpürdü. Bugün o iftiraların esamisi dahi okunmazken, Mevlid hâlâ gürül gürül okunuyor…

Bu konular üzerine kafa yorabilir, kabiliyetimiz ölçüsünde görevler üstlenebiliriz…
“Müslüman birey” olarak, Müslümanları “kurun-u vusta”da (ortaçağ) tevkif eden (durduran) engelleri kendi çapımızda aşmanın formüllerini üretmeyi deneyebiliriz…
En azından böyle tasalarımızın olması gerekiyor…

Aksi taktirde “Müslüman dindar”lar “kemiyet” (sayıca) olarak artarken, “keyfiyet” (nitelik) olarak azalmaya devam edecekler.

Her biri müstesna kürsülerden yıllar boyu cemaate seslenen hocalarımızın bu gibi konulardan hemen hemen hiç bahsetmemeleri ne kadar acı! Hocalarımız İslâm Dini’nin sadece ibadet boyutuyla ilgili vaazlar veriyorlar, “tefekkür” ummanımızdan beslenip bunları halkla paylaşan yok gibi…

Sonuç olarak toplumumuza “İslâmın beş şartı” ile sınırlı bir din algısı yerleşmeye başladı. İslâmî hayatın parçaları olan kelime-i şahadet, namaz, oruç, hac, zekât gibi farzlar, “İyi Müslüman” olmak için yeterli sayılıyor. Bir birimize namazı-orucu anlatıyoruz da, İslâmın “ilim-irfan” ve “tefekkür” boyutunu yeniden nasıl inşa edeceğimiz konusunda bir gayret göstermiyoruz.

Oysa namazı, orucu, haccı, zekâtı idrak için bile ilme, irfana ve tefekküre (derin algı ve analize) ihtiyacımız var.

Zaten Kur’an bizi görmeye, idrak etmeye ve düşünmeye dâvet ediyor; hatta zorluyor…


Al-Jazari kaldirac gercek tarih deposu



Yeni Akit 
Yavuz Bahadıroğlu