muctehid etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
muctehid etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Kasım 2013 Pazartesi

Sahabe-i Kiram´ı Ancak Hayırla Anarız

Sahabe-i Kiram


  Resûl-i Ekrem (sav)'e bey'at ederek; bütün yeryüzü müstekbirlerine karşı cihad eden Sahabe-i Kirâm'ı ancak hayırla anarız. Bilindiği gibi sahâbe: "Hz. Muhammed (sav)'e mü'min olarak mülâki olan, sohbetinde bulunan ve daha sonra mü'min olarak ölen şahıslara verilen isimdir." İmam-ı Muhammed (rha) "Emirlerle birlikte cihad"ı izah ederken: "Sahâbe-i Kiram hakkında hayırlı sözlerden başkasının söylenmemesi hususunda Resûl-i Ekrem (sav)'den meşhur bir hadîs-i şerifin mevcud olduğunu kaydettikten sonra: "Ashabım hakkında Allahû Teâla (cc)'dan korkun!.. Onları hedef edinmeyin. Kim onları severse, muhakkak beni de sevmiş olur ve kim onlara eziyet ederse, Alettahkik bana da eziyet etmiştir" hadîs-i şerifini zikrediyor. Hanefî fûkahasından Molla Hüsrev: "Selef-i salihin'e açıkça küfreden kimsenin de şahidliği kabul edilmez. Selef-i Salihin; sahâbe-i kirâm ve müctehid ulemâdır.
Allahû Teâla (cc) hepsinden razı olsun. Çünkü bu işler (Selef-i Sâlihine dil uzatmak) o kimsenin aklının ve haysiyetinin kusurunu gösterir. Bundan kaçınmayan kimse yalandan da kaçınmaz" hükmünü beyan ediyor. Sonuç olarak; Ehl-i Sünnet olan mü'minler sahâbe-i kirâm'ı daima hayırla anarlar. Onlar arasındaki ihtilafları bahâne ederek kat'iyyen hukuklarına dil uzatmazlar. Ehl-i Bid'at ise; sahâbe-i kirâm'ın arasındaki ihtilafları bahane ederek, ileri geri sözler sarfetmekten kaçınmaz. 


Sahabe-i Kiram´ı Ancak Hayırla Anarız
www.tarihimiz.info


10 Ekim 2013 Perşembe

Eshâb-ı Kirâm Hangi Mezhebde idi?

Eshâb-ı Kirâm Hangi Mezhebde idi?


Ehli sünnet dışı bozuk fırkalar ve onların kitâblarını okuyanlar, “Mezhebler ikinci asırda meydâna çıktı. Eshâb ve Tâbi’in, hangi mezhebde idi? Mezheplere lüzum yok. Arapça bilen herkes Kur’an-ı kerimi okuyup buna göre amel edebilir. Arapça bilmeyen de mealinden okuyup öğrenir ” gibi sözlerle işin aslını bilmeyen cahilleri etki altına alarak kafalarını karıştırmak istiyorlar. Mezhebin ne olduğunu bilen bunlara güler geçer. Bunların art niyyetli olduklarını anlar. 

Mezheb imâmı demek, Kur’ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîflerde açıkca bildirilmiş olan din bilgilerini, Eshâb-ı kirâmdan işiterek toplıyan, kitâba geçiren büyük âlim demekdir.
Açıkca bildirilmemiş olan bilgileri de, açık bildirilmiş olanlara benzeterek meydâna çıkarmışdır. “Hadîka” kitâbında diyor ki; “Bilinen dört imâm zamanında, başka mezheb imâmları da vardı. Bunların da mezhebleri vardı. Fakat, bunların mezheblerinde olanlar azala azala bugün hiç kalmadı”. 

Eshâb-ı kirâmın herbiri müctehid idi. Hepsi de, derin âlim, mezheb imâmı idi. Herbiri kendi mezhebinde idi. Hepsi de, mezheb imâmlarımızdan dahâ üstün, dahâ çok bilgili idi. Mezhebleri dahâ doğru, dahâ kıymetli idi. Fakat, bunların kitâbları olmadığı için, mezhebleri unutuldu. Dört mezhebden başkasına uymak imkânı kalmadı. 

Eshâb-ı kirâm hangi mezhebde idi demek, alay kumandanı, hangi bölüktendir? Yâhud, fizik öğretmeni, okulun hangi sınıfı öğrencisidir demeğe benzemektedir. 

Kur’ân-ı kerîmi ve hadîs-i şerîfleri anlamak için arabî bilmek lâzım ise de, yalnız arabî bilmek kâfî değildir. Kâfî olsaydı, Beyrutdaki arab hıristiyanların herbirinin, birer İslâm âlimi olması lâzım gelirdi. Çünkü onların içinde Mısırdaki dinde reformculardan daha kuvvetli arabîsi olanlar, arab lisânının mütehassısları, “Müncid” isimli meşhur arapça lügat kitâbları yazanlar var. Bunların hiçbiri, Kur’ân-ı kerîmi anlıyamamış, îmân etmek şerefine bile kavuşamamıştır. 

Kur’ân-ı kerîm, Eshâb-ı kirâma hitâb ediyor. Onların nûrlu kalblerine ve selîm akllarına hitâb ediyor. Kureyş lisânı ile davet ediyor. Eshâb-ı kirâm, Resûlullahın sohbetinde yetiştikleri ve bütün ümmetin üstünde kemâl sâhibi oldukları hâlde, Kur’ân-ı kerîmi anlayışları ayrı ayrı oldu. Anlıyamadıkları yerler de oldu. O büyükler böyle âciz kalınca, bizim gibi, argo dili ile arabî anlıyanların hâli nice olur? 

http://gercektarihdeposu.blogspot.com
Eshâb-ı Kirâm Hangi Mezhebde idihttp://gercektarihdeposu.blogspot.com


2 Ekim 2013 Çarşamba

Fıkhın Kurucusu İmâm-ı Azam Ebû Hanîfe'dir

Bir müctehidin çıkardığı ahkâmın hepsine “Mezheb” denir.

Ehl-i sünnetin reîsi, fıkhın kurucusu, imâm-ı a’zam Ebû Hanîfedir . Bütün dünyâda tatbîk olunan ahkâm-ı islâmiyyenin dörtde üçü, onundur. Kalan dörtte birinde de, ortaktır. İslâmiyette ev sâhibi, âile reîsi odur. Bütün diğer müctehidler, onun çocuklarıdır. 

Bir müctehidin çıkardığı ahkâmın hepsine “Mezheb” denir. Ehl-i sünnetin yüzlerce mezhebinden, bugün dört imâmın mezhebi kitâblara geçmiş olup, diğerleri kısmen unutulmuşdur. 

Bu dört imâmın, Ebû Hanîfe, Mâlik bin Enes Esbahî, Muhammed Şâfi’î, Ahmed bin Hanbel’dir. Müctehid olmıyanların bütün hareketlerinde ve ibâdetlerinde, bu dört mezhebden birinde bulunması lâzımdır. Demek ki, Peygamberimizin yolu, Kur’ân-ı kerîm ile ve hadîs-i şerîfler ile, ya’nî sünnet ile ve müctehidlerin ictihâdları ile gösterilen yoldur. 

Dîn-i islâm, nakil yolu ile bizlere gelmişdir. Nakilde, edille-i şerriyedir. Bunun dışındaki deliller geçerli değildir. Mesela, tesavvuf büyüklerinin kalblerine gelen ilhâmlar, keşfler, ahkâm-ı islâmiyye için sened ve vesîka olamaz. Keşflerin, ilhâmların doğru olup olmadığı, islâmiyyete uygun olup olmamaları ile anlaşılır. 


Tesavvufun, vilâyetin yüksek tabakalarında bulunan Evliyâ da, ilmi olmıyan, aşağı derecelerdeki Müslümanlar gibi, bir müctehide tâbi’ olmak mecbûriyyetindedir. Bistâmî, Cüneyd, Celâleddîn-i Rûmî ve Muhyiddîn-i Arabî hazretleri gibi Evliyâ, herkes gibi, bir mezhebe tâbi’ olarak yükselmişlerdir. 

Ahkâm-ı islâmiyyeye yapışmak, bir ağaç dikmek gibidir. Evliyâya hâsıl olan ilimler, ma’rifetler, keşfler, tecellîler, aşk-ı ilâhî ve muhabbet-i zâtiyye, bu ağacın meyveleri gibidir. Evet, ağaç dikmekden maksad, meyve elde etmektir. Fakat, meyve kazanmak için, ağaç dikmek şarttır. Ya’nî, îmân olmazsa ve ahkâm-ı islâmiyye yapılmazsa, tesavvuf ve evliyâlık hâsıl olamaz. Böyle iddi’âda bulunanlar, zındıkdır, dinsizdir. Böyle kimselerden, arslandan kaçmakdan dahâ çok kaçmalıdır. Arslan, insanın yalnız canını alır. Bunlar ise, dînini ve îmânını alır. 

İmâm-ı Mâlik hazretleri, “Fıkh öğrenmeyip, tesavvuf ile uğraşan, dinden çıkar, zındık olur. Fıkh öğrenip tesavvufdan haberi olmıyan bid’at sâhibi, ya’nî sapık olur. Her ikisini edinen, hakîkate varır” buyurdu. Tesavvuf büyüklerinin hepsi bir fıkh âliminin mezhebinde idi. Mesela, Abdülkâdir-i Geylânî, hanbelî idi. İmâm-ı Rabbânî hanefî idi. 


Vefatı
Talebelerinin derlediği, “Fıkhu’l-Ekber”, “El-Fıkhül-Ebsat”, “El-Âlim ve’l-Müteallim”, “Er-Risâle” ve “El-Vasıyye” adlı eserleri de bırakan İmam-ı Âzam Ebu Hanife hazretleri, hicri 150 (m.767) yılında Bağdat’ta vefat etti.
Vefatıyla ilgili bilgiler ihtilaflıdır. Halife Mansur’un kadılık teklifini kabul etmeyince kırbaçlandığı ve hapse atıldığı kaynaklarda geçmektedir. Bazı kaynaklarda hapisteyken gördüğü işkence sonucu güçsüz düştüğü ve vefat ettiği bildirilmektedir. İmam-ı Âzam’ın hapisten çıktıktan sonra zehirlenerek öldürüldüğü hakkında da rivayetler vardır.
Vefat haberi, duyulduğu her yerde büyük üzüntü ve gözyaşıyla karşılandı. Cenazesini Bağdat kadısı Hasan b. Ammare yıkadı. Yıkamayı bitirince şöyle dedi: “Allah Tealâ sana rahmet eylesin. Otuz senedir gündüzleri oruç bozmadın. Kırk sene gece sırtını yatağa koyup uyumadın. En fakihimiz sendin. İçimizde en çok ibadet edenimiz sendin. En iyi sıfatları kendinde toplayan sendin!”
Cenazesinin kaldırılacağı sırada Bağdat halkı oraya toplanıp büyük kalabalık oldu. Bu sebeple ikindiye kadar altı defa cenaze namazı kılındı. Sonuncusunu oğlu Hammad kıldırmıştır. Bağdat’ta Hayzeran kabristanında toprağa verildi. İnsanlar günlerce kabrinin başında toplanıp ona dua ettiler.
Büyük hadis alimlerden Şu’be’ye vefat haberi ulaşınca, “İlim ışığı söndü, ebediyen onun gibisini bulamazlar.” dedi. İslâm alimleri, “Yüz elli yılında dünyanın ziyneti gider.” hadis-i şerifinin de İmam Âzam’a işaret ettiğini bildirmişlerdir.
Selçuklu Sultanı Melikşah’ın vezirlerinden Ebu Sa’d Harezmî, İmam-ı Âzam hazretlerinin kabri üzerine mükemmel bir türbe ve çevresinde bir medrese yaptırdı. Daha sonra Osmanlı padişahları bu türbeyi defalarca tamir ettirdi. Allah Tealâ ona rahmet, bizi de şefaatine mazhar eylesin. 

İlim Minnet Altında Kalmasın
İmam-ı Âzam rh.a. geçimini ticaret yaparak sağlardı. Onun dürüstlüğü, cömertliği, emanete riayeti ve takvası ticarî muamelelerinde de daima kendini göstermiştir. Halk ticarette onu Hz. Ebu Bekir efendimize benzetirlerdi. Hafs b. Abdurrahman’la ortaklık eder, yıllık kazancının dört bin dirhemden fazlasını fakirlere dağıtır, alimlerin, muhaddislerin ve talebelerinin bütün ihtiyaçlarını karşılar ve tevazu ile şöyle buyururdu:
“Bunları ihtiyacınız olan yerde kullanın ve Allah’a şükredin. Çünkü bunlar gerçek anlamda benim değil, sizin nasibiniz olarak Allah Tealâ’nın ihsan ve kereminden benim aracılığımla size gönderdiğidir.”
Böylece ilim ehlini başkalarına minnet ettirmez, rahat çalışmalarını temin ederdi. Kendi evine de bol harcar, bir o kadar da yoksullara sadaka verirdi. Zenginlere de hediyeler verirdi. Her cuma günü anne ve babasının hayrına yirmi altın dağıtırdı. Müşterisi fakir olursa malı aldığı fiyata verir veya hediye ederdi.

Cömert Alıcı
İmam-ı Âzam rh.a. bir malı alırken de satarken de kul hakkına büyük özen gösterirdi. Birisi ona satmak ürere bir elbise getirdi. İmam fiyatını sordu. O da yüz akçe istediğini söyleyince, İmam-ı Âzam rh.a. “Bunun değeri yüz akçeden daha fazla.” dedi. Satan kişi yüzer yüzer arttırarak dört yüz akçeye kadar çıktı. İmam “Olmaz, daha fazla eder!” diyerek bu işten anlayan bir tüccar çağırdı. Fiyatı tayin ettirdi ve o elbiseyi beş yüz akçeye satın aldı.

Anne Emredince
İmam-ı Âzam rh.a. hazretleri, oğlu Hammad’la beraber teravih için Ömer b. Zer’in mescidine giderlerdi. Bu mescit yaklaşık 6 km. mesafede idi. Bir defasında İmam-ı Âzam’ın annesi bir meseleyi öğrenmek istedi ve oğluna dedi ki, “Git bu meseleyi Ömer b. Zer’e sor!” İmam-ı Âzam hazretleri gidip meseleyi Ömer b. Zer’e sordu. Ömer, “Sen bu meseleyi benden daha iyi bilirsin..” deyince İmam-ı Âzam “Ben annemin emrine muhalefet etmem.” dedi. Ömer b. Zer, “Bu meselenin cevabı nedir?” diye sordu. İmam-ı Âzam meselenin cevabını söyleyince, Ömer b. Zer de, “Öyle ise git, annene böyle söylediğimi bildir.” dedi.
 İmam-ı Âzam hazretlerinin kabri http://gercektarihdeposu.blogspot.com