yavuz bahadiroglu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
yavuz bahadiroglu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
13 Ağustos 2013 Salı
Ayasofya, Hıristiyan Bizans tan çok Müslüman Türk ün eseridir.
Ayasofya bir Osmanlı mâbedidir
1453’te İstanbul’u fetheden Osmanlılar, şehri ve Ayasofya’yı harabe halde bulmuşlardı.
Muhteşem mozaiklerinin çoğu yağmalanmış, altın, gümüş gibi değerli madenler, bir zamanlar Bizans’ı kurtarmak için İstanbul’a gelen Haçlılar tarafından bölüşülmüştü. Kubbesinin tepesindeki altın haç bile çalınmıştı.
Müverrih Tursun Bey, görgü şahidi olarak, fethin Ayasofya’sını şöyle anlatıyor:
“Onun rahnesine (bozulan yerlerine) taş koyacak bir mimar kalmamış, mamur olarak sadece bir kubbesi kalmıştı. Padişah-ı Cihan bu binayı harab ve yebab (yıkık) görünce, ahır harap olmasun deyü tamirini ve bakımını emretti.
”
İşte bu yüzden Ayasofya, Hıristiyan Bizans’tan çok Müslüman Türk’ün eseridir. Bu gerçeği Paul Wittek gibi vicdanlı müsteşrikler bile vurgulama gereği duyuyor:
“Ayasofya’nın muhafazasını, asırlar görmüş yapının zamanın tahribatına karşı müdafaasını, sırf Türklerin sahip olduğu teknik maharete ve iktisadî kaynaklara borçlu olduğumuzu itiraf edelim.
”
Yanında bulunan bazı İtalyan ve Rumların rivayetine göre Fatih, cami haline dönüştürmek için mozaikleri sökmek isteyen mimarları durdurmuş, “Bu mozaik resimleri günaha sebep olmamaları için bir kireç tabakasıyla örtmekle yetininiz! Fevkâlâde olan bu kakmaları koparmayınız” demiştir.
1930’lu yıllarda Amerikan Bizans Ensititüsü tarafından Ayasofya mozaiklerini araştırmakla görevlendirilen Amerikalı Thomas Whittemore şöyle diyor:
“Bu mozaiklerin hiçbirinde insan tarafından tahribat ika edildiğine ait bir iz görülmemiştir. Hatta binanın her tarafındaki yüzlerce haç hiç bozulmadan kalmış olup binanın uzun müddet Türkler tarafından muhafaza edildiğine şehadet etmektedir
”.
Tursun Bey’e göre, Ayasofya’yı tepeden tırnağa gezen Fatih, “... Bu binay-ı hasisün tevabi ve levahikin harab u yebab görmüş” bunun üzerine Sadî’nin meşhur Farsça beytini mırıldanmıştır:
“
Perde-dârî mî küned der tâk-ı kisrâ ankebût;
Bûm-i nevbet mî zened der kal’a-ı Efrâsiyâb.”
(Örümcek Kisrâ’nın penceresinde perdedarlık yapıyor/ Baykuş Efrasiyab’ın kalesinde nöbet vuruyor).
Kısacası fetih tam vaktinde gerçekleşmiştir. Biraz daha gecikilseydi ortada Ayasofya’nın sadece harabesi kalacaktı. Fatih, Ayasofya’nın yok olmasını da engelleyen padişahtır. Dünya bu yüzden ona minnet duymalıdır.
Ayasofya, Fatih’in fetihten hemen sonra görmek istediği yerdir. Onca kiliseyi geçip diğerlerine nispetle uzak olmasına rağmen Ayasofya’ya gitmiş, dış avluda atından inmiştir (Avrupalı tarihçiler ısrarla Fatih’in at sırtında içeri girdiğini yazarlarsa da bu doğru değildir, çünkü Osmanlı geleneklerinde hangi inancın olursa olsun mâbede ve inananlara saygısızlık yoktur).
Fethin görgü şahitlerinden tarihçi Tursun Bey, “Hünkâr (Padişah) Ayasofya nam kiliseyi görmeye rağbet etti” diyor.
Müverrih Âlî ise, “Fatih’in hemen şehre girmesindeki isticali (acelesi) Ayasofya nam kenise-i azime-yi mâbed-i ehl-i İslam etmeğe mütehâlik” (Ayasofya’yı camie çevirmeye yönelik) olduğunu söylüyor.
Şu halde, “Ayasofya bir Osmanlı mâbedidir” demekte hiçbir mahzur yoktur.
Yavuz BAHADIROĞLU, 03 Haziran 2011 Cuma/ Yeni Akit
10 Ağustos 2013 Cumartesi
Osmanlı devlet sistemi. Gec de olsa ogreniyoruz
“mutlakıyet” değil, insanı merkez alan ve insana değer veren, bugünkü anlayışa yatkın demokratik bir yapıdır.
1. Osmanlı bir “Töre Devleti” kurmuştur. Başta Padişahlar olmak üzere, kanun-u kadim, özetle “töre”, herkesi bağlar. Hiç kimsenin kudret ve kuvveti “mutlak” değildir. Özellikle padişahlar denetim altındadırlar ve kanunlarla törelere uymak zorundadırlar.
2. Padişahlar savaş ve barış ilanı hakkından bile mahrumdurlar. Bunun için ulemanın onayını almak zorundadırlar. (Sultan Dördüncü Mehmed, Macaristan savaşını erteleyememiştir).
3. İsrafa ve sefahate meyleden padişahlar, ulema fetvasıyla halledilir. (Tahttan indirilir) Avrupa’daki gibi istibdat ve mutlakıyet yoktur, insanlık vardır.
4. Osmanlı Devleti, insan, hayvan ve bitkiye yönelik hizmetler üreten büyük bir hayır kurumuna dönüşmüştür. Padişahlar bu büyük hayır kurumunun garsonlarıdır!
5. Yükselme devrinde padişahların şeyhülislâmları görevden alma yetkileri yoktur, ama şeyhülislâmlar padişahları azletme yetkisine sahiptirler.
6. Osmanlı devlet sistemi, pek çok yabancı düşünürün tetkik ve tescilinden geçtiği üzere “mutlakıyet” değil, insanı merkez alan ve insana değer veren, bugünkü anlayışa yatkın demokratik bir yapıdır.
7. İnsanı merkez alan anlayışın kaynağı Kur’an’dır ve Kur’an hükümleri zulüm ve istibdat meyline karşı en büyük engeldir. Bu yüzden padişahlar ve yöneticiler zulmü bir yöntem olarak benimsememişler, bu yoldaki bazı münferit hareketleri ise şiddetle cezalandırmışlardır.
8. Her padişah, tahta çıkar çıkmaz, Kur’an’a ve töreye bağlı kalacağına yemin eder. Bu yemini Şeyhülislâmlık ve halk denetler.
9. Halkın iradesi padişahın nüfuz ve kudretinden üstündür. Bu yüzden padişahlar zaman zaman kıyafet değiştirip halkın içine karışmakta, talep ve değerlendirmeleri birinci elden almaya özen göstermektedirler.
10. Sultan Birinci Mahmud Devri Reis-ül-Küttablarından (Dışişleri Bakanı diyebiliriz) Emârzâde Hacı Mustafa Efendi, Fransız Sefiri Marquis Villeneuve’e söyledikleri meşhurdur: “Aslına bakarsanız, Osmanlı Devleti, adı henüz konmamış bir cumhuriyettir.”
11. Osmanlılarda en nüfuzlu insan padişah değil, Şeyhülislâmdır. Şeyhülislâmın herhangi bir kararına padişahın itiraz etmesi sözkonusu bile değildir. Padişahların isteğini reddeden pek çok Şeyhülislâm vardır.
12. Osmanlı Devleti’nde, bugünkü anlamda olmasa bile, yakın anlamda “kuvvetler ayrılığı prensibi” mevcuttur. Padişah, idari işlerde hükümete karışamaz, tahakküm edemez. Yalnızca tavsiyelerde bulunabilir.
13. Avrupa’da hiçbir insan hakkı yokken, Osmanlı’da padişahların ve diğer yöneticilerin, insan haklarına riayetleri diplomatik belgelerden anlaşılmaktadır. (Bu da zaten inanç temellidir: Çünkü insan haklarına riayetsizlik kul hakkını gözetmeme anlamına gelir).
14. Kendi yaptırdığı camiin dışında hiçbir padişahın adı hiçbir binaya, şehre, esere verilmemiştir. Bu gelenek cumhuriyetten sonra oluşmuştur.
15. Halk, padişahı açıktan açığa tenkit etmek, devlet ve hükümet adamlarını alaya almak hakkına sahiptir. Vaizler vaazlarında, halk hatipleri meydanlarda tenkit hakkını kullanırken zabıta müdahale etmez. Özgürce konuşurlar. Bunun sayılamayacak kadar örneği var.
16. Padişahlar yalnız Müslüman milletin değil, yönetimi altında bulunan gayrimüslim milletlerin de hakkını-hukukunu muhafazaya mecburdur.
17. Osmanlı Devleti’nde Müslüman olmayan insanların dinlerini özgürce yaşama hakları mevcuttur. Kimse onlara baskı yapamaz, kimse kem gözle bakamaz (Fatih’in “Amannâme”si), kimse onları aşağılayamaz ve asla kınayamaz.
Osmanlı ceddimizin halkına yaşattığı hak ve hürriyetleri bugün bile mumla arıyorsak, bu işte bir terslik var demektir.
KAYNAK;Yavuz BAHADIROĞLU - Osmanlı demokrasisinden,Türkiye Cumhuriyetine
2. Padişahlar savaş ve barış ilanı hakkından bile mahrumdurlar. Bunun için ulemanın onayını almak zorundadırlar. (Sultan Dördüncü Mehmed, Macaristan savaşını erteleyememiştir).
3. İsrafa ve sefahate meyleden padişahlar, ulema fetvasıyla halledilir. (Tahttan indirilir) Avrupa’daki gibi istibdat ve mutlakıyet yoktur, insanlık vardır.
4. Osmanlı Devleti, insan, hayvan ve bitkiye yönelik hizmetler üreten büyük bir hayır kurumuna dönüşmüştür. Padişahlar bu büyük hayır kurumunun garsonlarıdır!
5. Yükselme devrinde padişahların şeyhülislâmları görevden alma yetkileri yoktur, ama şeyhülislâmlar padişahları azletme yetkisine sahiptirler.
6. Osmanlı devlet sistemi, pek çok yabancı düşünürün tetkik ve tescilinden geçtiği üzere “mutlakıyet” değil, insanı merkez alan ve insana değer veren, bugünkü anlayışa yatkın demokratik bir yapıdır.
7. İnsanı merkez alan anlayışın kaynağı Kur’an’dır ve Kur’an hükümleri zulüm ve istibdat meyline karşı en büyük engeldir. Bu yüzden padişahlar ve yöneticiler zulmü bir yöntem olarak benimsememişler, bu yoldaki bazı münferit hareketleri ise şiddetle cezalandırmışlardır.
8. Her padişah, tahta çıkar çıkmaz, Kur’an’a ve töreye bağlı kalacağına yemin eder. Bu yemini Şeyhülislâmlık ve halk denetler.
9. Halkın iradesi padişahın nüfuz ve kudretinden üstündür. Bu yüzden padişahlar zaman zaman kıyafet değiştirip halkın içine karışmakta, talep ve değerlendirmeleri birinci elden almaya özen göstermektedirler.
10. Sultan Birinci Mahmud Devri Reis-ül-Küttablarından (Dışişleri Bakanı diyebiliriz) Emârzâde Hacı Mustafa Efendi, Fransız Sefiri Marquis Villeneuve’e söyledikleri meşhurdur: “Aslına bakarsanız, Osmanlı Devleti, adı henüz konmamış bir cumhuriyettir.”
11. Osmanlılarda en nüfuzlu insan padişah değil, Şeyhülislâmdır. Şeyhülislâmın herhangi bir kararına padişahın itiraz etmesi sözkonusu bile değildir. Padişahların isteğini reddeden pek çok Şeyhülislâm vardır.
12. Osmanlı Devleti’nde, bugünkü anlamda olmasa bile, yakın anlamda “kuvvetler ayrılığı prensibi” mevcuttur. Padişah, idari işlerde hükümete karışamaz, tahakküm edemez. Yalnızca tavsiyelerde bulunabilir.
13. Avrupa’da hiçbir insan hakkı yokken, Osmanlı’da padişahların ve diğer yöneticilerin, insan haklarına riayetleri diplomatik belgelerden anlaşılmaktadır. (Bu da zaten inanç temellidir: Çünkü insan haklarına riayetsizlik kul hakkını gözetmeme anlamına gelir).
14. Kendi yaptırdığı camiin dışında hiçbir padişahın adı hiçbir binaya, şehre, esere verilmemiştir. Bu gelenek cumhuriyetten sonra oluşmuştur.
15. Halk, padişahı açıktan açığa tenkit etmek, devlet ve hükümet adamlarını alaya almak hakkına sahiptir. Vaizler vaazlarında, halk hatipleri meydanlarda tenkit hakkını kullanırken zabıta müdahale etmez. Özgürce konuşurlar. Bunun sayılamayacak kadar örneği var.
16. Padişahlar yalnız Müslüman milletin değil, yönetimi altında bulunan gayrimüslim milletlerin de hakkını-hukukunu muhafazaya mecburdur.
17. Osmanlı Devleti’nde Müslüman olmayan insanların dinlerini özgürce yaşama hakları mevcuttur. Kimse onlara baskı yapamaz, kimse kem gözle bakamaz (Fatih’in “Amannâme”si), kimse onları aşağılayamaz ve asla kınayamaz.
Osmanlı ceddimizin halkına yaşattığı hak ve hürriyetleri bugün bile mumla arıyorsak, bu işte bir terslik var demektir.
KAYNAK;Yavuz BAHADIROĞLU - Osmanlı demokrasisinden,Türkiye Cumhuriyetine
![]() |
OSMANLI IMPARATORLUGU iki resim herseyi anlatiyor |
![]() |
11 Kasım 1914 – Osmanlı Devleti’nin İtilaf Devletleri’ne savaş ilanı |
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)