milli etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
milli etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Eylül 2013 Çarşamba

İngiliz Muhipler Cemiyeti’ne üye olan hocalar hain miydi?

Millî Mücadele’nin muvaffakiyetinecan ve gönülden çalışmışlar, kavlen ve fi’len bu uğurda ellerinden geleni yapmışlardır


Kemalist tarihçilerin yazdıklarına bakılırsa, din adamları, hocalar ve şeyhler vs. Kurtuluş Savaşı’nda Ingilizler’le bir olmuş ve vatanlarını satmışlardır (haşa)… Binaenaleyh, onlara göre (haşa) hepsi haindiler ve asılmaları gerekiyordu. Delilleri ise bazı din adamlarının “Ingiliz Muhipler Cemiyeti”ne girmeleriymiş. Fakat ne hikmetse o cemiyete niçin girdiklerini yaz(a)mıyorlar.

O halde işin aslını, Millî Istihbarat Teşkilâtı’nın (MİT) atası olan “Teşkilât-ı Mahsusa”nın son Başkanı Hüsamettin Ertürk’ün, “Iki Devrin Perde Arkası” adını taşıyan anılarından öğrenelim:



“Mütareke yıllarının isimsiz kahramanları içine başı sarıklı din adamlarını, imam ve müezzinlerini, kürsü vâizlerini, tekke mensuplarını, medrese hocalarını da ithal etmek mecburiyetindeyiz. Bunlar dini mefkûreler sevkiyle Millî Mücadele’nin muvaffakiyetinecan ve gönülden çalışmışlar, kavlen ve fi’len bu uğurda ellerinden geleni yapmışlardır. Bilhassa Mütareke Yılları’nın meş’um baykuşu telâkki edilmiş Papas Fro’nun çevirdiği fırıldakları pek güzel anlamış ve O’na, onun tatbik ettiği metodlarla cevap vermiş olan bu din adamlarını burada ölmüşler ise rahmetle, yaşıyorlar ise selâmetle anmak bizlere düşen bir vazifedir. Papas Fro, şayet bir “Ingiliz Muhibler Cemiyeti” kurulur ve bilhassa sarıklı din adamları buraya ithal edilirse, Ingiltere’yi kazanmak kabil olacağını ve imzalanacak muahedede Ingiltere’nin müzahereti sayesinde, şartların oldukça hafif kaleme alınacağını iddia etmiştir. Osmanlı Imparatorluğu’nun encam, Ingiliz mandası altında ve bütün Islâm âlemine hükmeden bir devlet olarak kalabileceğini anlatmıştı.

Bu maksadla kurulmuş olan Ingiliz Muhibler Cemiyeti’nin riyâsetine Said Molla getirilmiş, fakat perde arkasında en büyük rolü, Papas Fro almıştı. Papas çok cömert idi. Zira sarfettiği para, Ingiliz Entellicens Servisi’nin mestur tahsisatı idi. Topkapı, Şehremini fırkalarına her hafta bedava dağıtılan kurban etlerinin sayesinde Türk Milleti’ni midesiyle satın alacağını zanneden bu zavallı Papaz’ın döktüğü paranın, cebinden çıkmadığı malûmdu. Mahalle imamları, medrese ve tekke meşayihi (şeyhleri) bu bağışlarla Ingiliz Muhipler Cemiyeti’ne sokulmak isteniliyordu.

Fransızlara gelince, onlar da Mütâreke icabı işgal ettikleri Adana, Kilis, Antep ve Maraş’ta yerleşmek emelinde oldukları halde Istanbul halkını iğfal etmek maksadiyle “Fransız Muhipler Cemiyeti” kurmuşlar ve gizlice el altından Anadolu’ya gitmek istiyen zabitleri nakletmek üzere bir kruvazörün Istanbul limanında hazır bulunduğunu da etrafa yaymışlardı. Fakat Istanbul’un temiz ve vatanperver halkı, her iki muhipler cemiyetine de bir kıymet vermemiş, daha doğrusu millî hislerini her türlü dostlukların üstünde görmüştü.

Istanbul’daki mahallât imamları, müderrisler, kürsü şeyhleri, Tarikat-i Bektaşiye babaları ve muhtelif turuk-i ilmiyeye mensup kimseler, zâhiren (görünüşte) Ingiliz Muhipler Cemiyeti’ne intisap etmiş (girmiş), fakat el altından bu cemiyeti baltalamağa var kuvvetleriyle mesailerini sarfetmişlerdi.Bu Ingiliz Muhibler Cemiyeti’nde pek çok kimseler vardı ki, bunlar, gizli teşkilâtımıza, millî cepheye hizmet etmekte ve başta Papas Fro olmak üzere bütün hâinleri aldatmakta idiler.”[1]

Yukarıdaki sözler sıradan birine ait değil, Kurtuluş Savaşı’nda Anadolu’ya silah ve cephane kaçırılması faaliyetlerini organize eden, düşman karargahlarına,işbirlikçi gruplara ve yabancı misyona sızan M.M. Grubu’nun, yani Istihbarat Teşkilâtı’nın, kurucu başkanı Hüsamettin Ertürk’e aittir.

KAYNAK:

[1] Hüsamettin Ertürk’ün Hatıraları, Iki Devrin Perde Arkası, kaleme alan: Samih Nafiz Tansu, Sebil Yayınevi, Istanbul 1996, sayfa 470, 471.


1 Eylül 2013 Pazar

Sizi uyararak size iyilik ediyorum.

Devlete ve Cumhuriyete Karşı Değilim; Bozuk Düzene, Kirli Sisteme Karşıyım

SEKSEN yıldan beri Türkiye bu kadar serbestlik, hürriyet görmedi. Eskiden birçok konu ve mesele dile getirilemiyor, yazılamıyordu. Bir müddettir tabuların çoğu yıkıldı, serbestlik sınırları çok genişledi.
Şu anda sisteme karşı en büyük muhalefeti Taraf gazetesi ve Altan kardeşler yapıyor. Altan kardeşlerin dinle dindarlıkla ilgileri yok ama mücadelelerinde -onları destekliyorum, kendilerini tebrik ediyorum.
Aslında bu muhalefeti Müslümanların yapması gerekirdi. Bir kısmı yapmıyor, yapmak istemiyor; bir kısmı da gereken şekilde ve güçte yapamıyor.
İslâmî kesimde artık bir Ord. Prof. Ali Fuad Başgil yok, bir Üstad Necip Fazıl Kısakürek yok. Değerli kimseler var ama bu ikisinin yeri boş kalmıştır. Onlar ağır toptu.
Bendeniz bir Müslüman olarak devlet karşıtı, devlet düşmanı değilim. Muhalefetim devlete karşı değil; sistem mi dersiniz, düzen veya rejim mi dersiniz ona karşıdır.
Cumhuriyet ile de bir zorum yoktur. Ancak gerçek cumhuriyet istiyorum.
Sabataycı cumhuriyeti istemem, Ergenekon cumhuriyeti istemem, oligarşik cumhuriyet istemem.
Gerçek cumhuriyetin özellikleri nelerdir?

Birincisi: Müslüman halk çoğunluğuna karşı olmayacak, onun emrinde olacak, ona hizmet edecek.
İkincisi: Millî kimlik ve kültüre saygılı olacak, onların ayakta durması, güçlenmesi, yücelmesi için çalışacak.
Üçüncüsü: Âdil olacak.
Dördüncüsü: Bozuk düzenle, yanlış sistemle, miadı geçmiş resmî ideoloji ile özdeş olmayacak.
Beşincisi: Ana prensibi fazilet/erdem olacak.
Altıncısı: Temiz ve saydam olacak; kokuşma ve pisliğe bulaştırılmamış -olacak, bu konuda kendisini koruyacak, temiz kalacak.
Son aylardaki en büyük gelişme, artık ordunun başındaki zatların da açıkça ve cesaretle tenkit edilebilmesidir -. Eskiden bu kesinlikle yapılamıyordu.
Bugün ülkemizde halkın yarısına yakın kısmının oyları ile işbaşına geçmiş bir iktidar var ama muktedir ve şeffaf değil.
Ülkenin cumhurbaşkanı, başbakanı hanımlarını ve çocuklarını alıp da Ankara ve İstanbul orduevlerinde bir akşam yemeği yiyemiyorlar.
GATA askerî hastanesindeki bir hastayı ziyaret edemiyorlar.
Böyle iktidar olur mu? Bu, iktidar değil, adem-i iktidardır, iktidarsızlıktı -r.
Gerçek cumhuriyet için en büyük tehlike ve yaygın ve yoğun hale gelmiş kokuşma, yolsuzluklar ve pisliklerdir. Türkiye'miz maalesef bu bakımdan temiz bir ülke değildir. Uluslararası saydamlık raporunda (2008) ülkemizin notu, 10 üzerinden 4.1'dir, yani geçerli not alamamışız. Niçin? Çünkü ülkemiz bin türlü çetenin ve mafyanın vurgun, talan, soygun, çalıp çırpma, rantçılık, hortumculuk, malı götürme alanı haline gelmiştir.
Türkiye'nin uluslararası temizlik ve şeffaflık notu 10 üzerinden 7 ve daha fazla olmadıkça gerçek cumhuriyetin varlığından söz edilemez.
Ülkemizdeki pisliklerle mücadele edebilmek için birtakım zarurî şartlar vardır:
(1) Pislik adamlardan ve çetelerden daha cesur olmak.
(2) Son derece güçlü ve yüksek seviyede bilgi ve kültür sahibi olmak.
(3) Ahlâklı, faziletli olmak.
(4) Bilge olmak.
Maalesef sahte İslâmcıların bir kısmı, bozuk düzenin rantlarını yiyebilmek, haram kazançlarını alabilmek, necis kemiklerini yalayabilmek için İslâmî değerlere sırt çevirmişlerdir. -Bu hain kimseler Müslüman camianın yüz karalarıdır.
Müslümanların devlete ve cumhuriyete sahip çıkmaları, bozuk düzene ve sisteme karşı (yıkıcı olmamak şartıyla) en etkili ve amansız mücadeleyi vermeleri gerekir.
Kindar ve Kıskançmışım...
"Adam oturmuş, rahatı yerinde, sabahtan akşama kadar vaazi-nasihat eyliyor...müslü -mana, kafirden daha çok saldırıyor... içindeki kini ve kıskançlığı yaşlandıkça artıyor... artıkça batıyor, battıkça saçmalıyor... nefret aslında aciziyetinin açıklaması..."
Yukardaki satırlar bir vatandaşın"Mukaddes Emaneti Koruyalım"başlıklı yazıma karşı tepkisini dile getiriyor. Bendeniz bayram haftası diyorum, o sandal tahtası diyor.
Bendeniz"Ehl-i Kitab ile Müslümanlar arasında Âmentü konusunda ittifak yoktur"diyorum. O, benim için"Müslümana kâfirden çok saldırıyor... İçindeki kini ve kıskançlığı..." -diyor. Bakın bazı bozuk cemaatler Müslümanları ne hale getirmiştir. Ne akıl, ne iz'an, ne insaf, ne edep, ne mantık bırakmışlar beyinlerini yıkaya yıkaya.
Bir itirazın varsa, bir yanlışı düzeltmek istiyorsan bunu mantıklı ve terbiyeli şekilde yapsana.
Yazdıklarımın kin ve kıskançlıkla ne alakası var?
İslâm dini kumaş, birileri makas, keyflerine ve hevalarına göre kesip biçecekler ve kimse karışamayacak, kimse itiraz edemeyecek. Böyle şey olur mu?
Tenkitler, itirazlar nasıl çürütülür? İlim ile, bilgi ile, mantık ile... Sizde bunlar yok mudur?
Tekrar ediyorum:
* Teslis inancı ibrahimî değildir.
* Tevhid inancı ile Teslis inancını bir tutmak küfürdür.
* Müslümanlar BÜTÜN Peygamberlere iman ederler. Peygamberlerin en büyüğü olan Hâtemü'l-enbiya -Hazret-i Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellemi inkâr ve tekzib edenler (yalanlayanlar) -kâfirdir ve onlar asla ehl-i necat ve ehl-i Cennet değildir.
* Kur'ân'a iman etmeyenler kâfirdir.
* İslâm'ı hak din ve nizam olarak kabul etmeyenler kâfirdir.
* Rühbanları (din adamlarını, din büyüklerini) erbab (rabler) haline getirip putlaştıranlar kâfirdir.
*"Kızları Hz.Lût aleyhisselamı sarhoş ettiler ve kendini bilmez iken onunla yatıp gebe kaldılar"iftirasını kutsal metin olarak kabul edenler kâfirdir.
* Harbî ve saldırgan kâfirlerden para alanlar, onlarla işbirliği yapanlar haindir.
Şu dediklerine bakınız: Bir papaz, Peygamberimizin -peygamberliğini -kabul ediyormuş ama Müslüman olmuyor, yine Teslis inancına ve Kiliseye bağlı kalıyormuş. Bu papaza kâfir demek caiz değilmiş... Böyle söyleyenler hiç mantık okumadılar mı? Peygamberimizi kabul ediyorsa derhal Hıristiyanlığı bırakıp İslâm dinine girmesi gerekmez mi?Siz bu abuk sabuk beyanlarla kimi kandırdığınızı sanıyorsunuz? Siz herkesi kör, âlemi sersem mi sanıyorsunuz?
Peygamberimizi Peygamber olarak kabul ediyormuş ama Müslüman olmuyormuş... Sevsinler...
Bana konuyla hiç alâkası olmadığı halde, kindar da deseniz, kıskanç da deseniz, fitne ve fesatçı da deseniz, işin doğrusu benim yazdığım gibidir.
İslâm Allah katında tek hak, gerçek, makbul dindir. İslâm, hak din olmakta ortaklık kabul etmez.
Dinlerarası diyalog dine, imana, vicdana, sağduyuya, insafa, bilgeliği aykırıdır. Müslümanlara kurulmuş bir tuzaktır.
İmanını, dinini ebedî saadetini korumak isteyenler bu tuzağa düşmesinler.
Bendeniz kindar ve kıskanç değilim ama siz bu sapık inançlarla mürted olmak tehlikesi ile karşı karşıyasınız.
Sizi uyararak size iyilik ediyorum.

Mehmet -Şevket Eygi        Pazartesi, Ekim 27, 2008

24 Ağustos 2013 Cumartesi

Tarih konusunda şu Türkiyelilerin başına gelenler pişmiş tavuğun başına gelmemiştir !


Bizde Kaç Yakın Tarih Var?

Tarih öyle bir ilimdir ki, ona her şeyi söyletebilirsiniz. Tarih kadar manipülasyona, tahrife müsait başka bir ilim yoktur..

Milli kültürüne, milli kimliğine saygılı, insan haklarına bağlı ülkelerde tarih bizdeki kadar tahrife uğramamıştır.

Bizim yakın tarihimiz tabularla doludur.
1919-22 arasındaki Milli Mücadele tarihimizi ele alalım. Bir tarih değil, birkaç tarihtir:

(1) Resmi ideolojinin, vesayet rejiminin düzmece tarihi…
(2) Solcuların, Marksistlerin kendi tarihleri…
(3) Müslümanların, gerçek tarihe oldukça yaklaşan tarihleri…

Kültür fukarası toplumlar zenginleşince otoyollar, uçak meydanları, barajlar, limanlar, gökdelenler, beş yıldızlı oteller, süpermarketler,dev hapishane binaları, adliye binaları yapabilirler ama tarih yazamazlar.

Yakın tarihimizin mavallarını, martavallarını genellikle Sabataycılar ve Kriptolar fabrike etmiştir (üretmiştir)

Tarihimizde balığın tırmandığı kavak hikâyeleri bir değil, on değil, elli değildir, haddi hesabı yoktur !

Resmi tarih bir M. Kemal mitolojisi inşa etmiştir.
Halide Edip Adıvar “Türkiye’de Şark Garp ve Amerikan Tesirleri” adlı kitabında, bizde tarih ve lisana müdahalenin Stalin Rusyası’ndakinden ve Hitler Almanyası’ndakinden daha fazla olduğunu söyler.

Kütüphanemde Abdünnasır zamanında Mısır’da basılmış bir kitap var. Mısır’ı anlatıyor. Milattan önceki Firavun hanedanları, Romalılar, Müslümanların istilası, Fatımi Devleti, Eyyubiler, Memluklar…

Sıra 1517’ye geliyor, Osmanlılar’dan tek kelime ve cümleyle bahsedilmiyor. Birkaç asır atlıyor, Kavalalı Mehmed Ali Paşa’ya…

Diktatörlük rejimlerinin tarih anlayışı böyledir.
..

Türkiye’nin bilhassa yakın tarihini doğru şekilde kimler yazacaktır? Herhalde Kemalistler ve Marksistler değil.

Bu işi yapsa yapsa Müslümanlar yapabilir. Onların da kültürü yeterli değil.

Bizim yakın tarihimiz 1908 İkinci Meşrutiyet ile başlar. Jöntürkler’in, İttihatçılar’ın, Dönmeler’in, Masonlar’ın Meşrutiyeti.

1909 düzmece 31 Mart Hareketi. Tecrübesiz Jöntürkler’in Balkan Harbi’ni kaybetmeleri, Birinci Dünya Savaşı’na beyinsizce girişimiz, Milli Mücadele’de dönen dolaplar, nihayet Sultan Vahdeddin’in çarnâçar ülkeyi terk etmesi.

Yakın tarihimizin en mağdur, en büyük haksızlığına uğramış şahsiyeti Sultan Vahdeddin’dir. Resmi tarih onu vatan haini ilan etmiştir !

M. Kemal Paşa Samsun’a Sultan Vahdeddin’in iradesi ile onun yaveri sıfatıyla gönderilmiş veya gitmiştir.

O M. Kemal Paşa ki Padişah’ın kızı Sabiha Sultan’la evlenmek istemişti de Sultan ona varmamıştı..

Düzmece tarihimiz İstiklal Savaşı’nın bir İslami cihad hareketi olduğu gerçeğini ayaklar altına almıştır.

Gerçek tarih öğrenilemesin diye, alfabeyi ve lisanı değiştirdiler..

M. Kemal Paşa 1919’da Samsun’a çıktıktan sonra Padişah’a iki uzun telgraf çekmiştir. Telgrafların ilk cümlesi “Atebe-i Ulya-yı Hazret-i Hilafetpenahi’ye”dir. Sonundaki M. Kemal imzasının birinin üzerinde “Kulunuz” ötekinin üzerinde “Kulları” yazılıdır.

Yıl 2013. Bu iki telgraf namenin Latin harflerine çevrilmiş metinlerini lise bitirmiş Türkiyelilere veriniz, hiçbir şey anlayamayacaklardır.

Bir Fransız, bir İngiliz, bir İtalyan 1919’da kendi lisanıyla yazılmış bir metni kolayca okuyup anlayabiliyor ama Türkler anlayamıyor.

Tarih konusunda şu Türkiyelilerin başına gelenler pişmiş tavuğun başına gelmemiştir !

“Ve sonra kelimeler kutlu, mutlu, ulusal. / Mavalları bastırdı devrim isimli masal.”
(Pek yakın bir tarihte ünlü bir profesör televizyonda haykırdı, “Bizans bana Osmanlı’dan yeğdir” dedi. Bu zihniyete sahip insanlar tarih yazarlarsa gerisini siz düşününüz.)

MEHMET ŞEVKET EYGİ


9 Ağustos 2013 Cuma

Bayar ve Menderes'in, ellerine darbe fırsatı geçtiğinde

Menderes, kendi lehine yapılacak askerî darbeye onay vermemişti

Ne yalan söyleyeyim, hükümetin bu kadar yakın takibinde olduğunu bilmiyordum. Geçen pazar (21 Kasım) Menderes'in 16 generali birden görevden aldığını yazdım.

3 gün geçmeden İçişleri ve Milli Savunma bakanlarının 3 generali açığa aldıkları haberi düştü ajanslara. Doğrusu bu rastlaşmadan pek hoşlanmadım, zira benim "hükümetin tetikçisi" olduğumu düşünenlerin ekmeğine yağ sürülmüş oldu. Neyse ki, hiçbir siyasetçinin "Bizim Mustafa"sı olmadığımı bilenler biliyor.

En iyisi biz Voltaire'in Candide'i gibi "bahçemize bakalım", yani tarihin aynasına. Tarih, bakmasını bilene ışık tutmakta mahirdir çünkü.

27 Mayısçılara göre Türkiye'de A'dan Z'ye her şey bozuktu. Ve ihtilalcilerimizin alınlarında birer deha ışığı parlıyordu. Her işten anlıyorlardı, kalpleri vatana hizmet aşkıyla doluydu. Anayasa açıklandığında gördük ki, hepsi yalanmış. Baktık, kendilerini "tabii senatör", yani ömür boyu "milletvekili" konumuna layık görmüşlerdi.



Enkaz devralmışlardı, her şeyi tepeden tırnağa düzeltmeleri gerekiyordu. Türkçe ezanı, Türkçe Kur'an'ı geri getirmek için çırpındılar, sonra halktan ve Diyanet İşleri Başkanı'ndan destek bulamayınca vazgeçtiler. Ciddi ciddi İstiklal Marşı'nın sözlerini bile değiştirmek istediler. Kasım 1961'de Milli Eğitim Bakanlığı'nda kurulan Güzel Sanatlar Komisyonu'nda güftesini değiştirmek için bir oylama bile yapıldı. Güya Akif'in güftesi, marşa uymuyormuş.

Böylece iktidarı, emekliliği gelmiş Cemal Aga ile demokratlığıyla dünyaya nam salmış İsmet Paşa'ya devrettiler ve Türkiye'nin sorunlarını arapsaçına çevirip bıraktılar. Bir de kanlı miras daha bıraktılar: TSK'nın damarlarına darbecilik zehrini zerk ettiler ki, nesillerdir temizlemeye uğraşıyoruz.

Demokrat Parti, zorunlu 1950 müdahalesi hariç, orduyla uğraşmamak prensibini takip ediyor, ordu ise tersine, her fırsatta hükümeti sıkıştırıyordu. Celâl Bayar darbe karşısındaki tavırlarını şöyle netleştiriyordu:

"Ben ve Başvekil (Menderes), Atatürk ordusunu da, Atatürk ekolünden gelen muhalefet liderini (İnönü) de bir ordu darbesi içinde düşünmeye razı değildik. Toplumumuzun, ordu darbesi çağlarını geride bıraktığına, dünya yüzünde elde ettiğimiz siyasî seviyenin buna elverişli olmadığına inanıyorduk."

Türk ordusu sömürge ordusu mu idi ki, kendi hükümetine karşı darbe yapsın? Menderes'in düşüncesi buydu.

Bu konuda Bayar'ın ağzından aktarılmış çok özel bir not var, gazeteci Cüneyt Arcayürek'in bir kitabında. Onu okuyunca gerek Bayar'ın, gerekse Menderes'in, en sıkıntılı zamanlarında bile bir askerî müdahaleye razı olmadıklarını göreceksiniz.

Arcayürek'e göre Bayar'ın hiçbir zaman resmen açıklamayacağını sandığı değerli bir anısı vardı. 27 Mayıs'tan kısa bir süre önce sokak gösterileri gemi azıya almış, iktidarı sarsıyordu. Buna Harp Okulu öğrencilerinin sessiz yürüyüşü de eklenmişti.

İşte bu aşamada Çankaya Köşkü'nde Bayar başkanlığında düzenlenen toplantılarda kontrolden çıkmakta olan olaylara hal çareleri araştırılıyordu. Bir toplantıda zamanın Genelkurmay Başkanı Rüştü Erdelhun şaşırtıcı bir teklifte bulunmuştu. Bu teklif kabul edilmiş olsaydı, belki de, DP yeniden duruma hakim olabilir, bir süre sonra sivil hayat geri gelebilir, 27 Mayıs darbesi yaşanmaz ve mevcut darbeciler de bizzat ordu eliyle, emir-komuta zinciri içinde tasfiye edilirdi.

Peki neydi o teklif?

Hükümetle iyi geçindiği için suçlanan ve bu yüzden Yassıada'da idama mahkûm edilen Org. Erdelhun, geçici bir "askerî müdahale" önermişti. "Geçici olarak Başbakanlığı ben alırım. Orduyla birlikte bu 'pisliği' temizleriz, sonra gene sivil döneme geçeriz." demişti.

Başbakan Menderes önce bu öneriyi makul karşılamış, ancak bir süre sonra Arcayürek'in deyişiyle, "ulusal egemenlik görüşü ve inancı ağır basmış olmalı, öneriyi reddettiğini" bildirmişti.

Bu, nedense, üzerinde durulmamış çarpıcı ayrıntının Bayar'dan başka tanığı yok. Menderes anlatamazdı, Erdelhun da anlatmadı. Ancak bazı karineler, Erdelhun'un ordu içindeki darbeci yapılanmalardan fena halde rahatsız olduğunu, kendisinden izinsiz Harbiye öğrencilerinin sokağa dökülmesi üzerine harekete geçtiğini, darbeci ekibin de çoktandır diş biledikleri Paşa'nın üzerini çizdiklerini gösteriyor. Yani Erdelhun, orduya hakim olamamaktan muzdariptir ve mevcut kaynaşmaları bastırmak niyetindedir.

Yazmadan önce iki canlı kaynaktan teyid etmek istedim. Birisi, Bayar'ın kızı Dr. Nilüfer Gürsoy, diğeri Menderes'in oğlu Aydın Menderes. Dr. Gürsoy olayı doğrulamakla birlikte bir "teklif" değil de, bir "fikir" olarak tartışıldığı kanısında. Aydın Bey ise babasının o gün Çankaya'da Erdelhun'la ertesi gün Başbakanlık'ta buluşmak üzere sözleştiklerini ama Menderes'in kararını değiştirerek randevuya gitmediğini, böylece konunun kapandığını ifade etti. Nitekim Celâl Bayar da gazeteci Taylan Sorgun'a 1986'da konuyu anlatmış ve kayıtlara geçmişti. (Öte yandan Süleyman Yeşilyurt, Erdelhun'un milletvekili olmadığı için başbakan olamayacağını hatırlatıyor.)

Bu ayrıntı gibi görünen olay, Bayar ve Menderes'in, ellerine darbe fırsatı geçtiğinde bile "ulusal egemenliğe" olan inançlarından ötürü buna kalkışmadıklarını, her şeye rağmen "silahların gölgesine sığınmayı" inançlarına aykırı gördüklerini göstermesi bakımından çok önemlidir. Demokrasimiz adına bugün de canlı tutulması gereken damar budur zira.

Mustafa Armağan