sultanahmet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
sultanahmet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Ekim 2013 Pazar

İstanbuldaki En Eski Yapı

Önce bir hikaye ile basliyalim Dikilitaş 


Efsaneye göre At meydanı'nda bulunan Dikilitaş'ın dibinde bakırdan tılsımlı bir el varmış. Hangi tüccar İstanbul'a mal getirecek olsa doğrudan Dikilitaş'a gider, mala biçtiği değerin tutarını elin içine koyarmış. Bu bakır el malın gerçek değerini avucunu kapatarak bildirirmiş.

Günlerden bir gün, Anadolu'dan gelen bir tüccar satmak üzere yanında getirdiği bir atla birlikte Dikilitaş'a gelmiş ve atın bedelini söylemiş: "On bin akçe". Sonrasında bakır ele parayı saymaya başlamış. Ancak konulan para kırk akçeyi bulduğunda el kapanmış. At tüccarı bu duruma çok öfkelenmiş. "Kırk akçe ne demek ben bunu on bin akçeye bile vermem. Ben bu eli şöyle yapar böyle ederim diyerek öfkeyle sövüp saymış sonra da hırsını alamayıp bir vuruşta eli kırmış.Çevredeki kollukçular derhal adamı yakalayıp boynunu vurmuşlar. İki gün geçmeden de at ölmüş derisi de kırk akçeye satılmış.

Dikilitaş'ın Serüveni         
                                                       
İstanbul'un en eski yapısı olan Sultanahmet'teki Dikilitaş, Mısır hükümdarlarından 3. Thutmosis’in Asya’da kazandığı zaferlerin anısına M.Ö 1450 yılında diktirdiği taştır. Yıllarca Mısır’da kalan taş, önce bu bölgede kurulan yarı Hellen yarı Mısır bir devletin, daha sonra da şehirlerini süslemek için Mısır’da bulunan anıtları kullanan Romalıların eline geçer. I. Constantin de, yeniden kurduğu Constantinopolis’de yer alan Hipodrom’u süslemek için çeşitli anıtları buraya taşıttırır. Oğlu II. Constantin, taşı İstanbul’a götürülmek üzere İskenderiye’ye taşıtmak istemesine rağmen başarılı olamaz. Daha sonra, İmparator Julianus’un emriyle İskenderiyeliler bu taş için özel bir gemi yaparlar. Taşın İskenderiye’den ne zaman ve kim tarafından İstanbul’a getirildiği ve nasıl taşındığı bilinmiyor fakat Bizans İmparatoru 1. Theodosius tarafından 390 yılında, o zamanlar hipodrom olarak kullanılan Sultanahmet Meydanı'nda "Spina" denen duvarın üzerine dikildiği bilinmekte.


Dikilitaş, Bizans dönemi boyunca uzun yıllar Hipodrom’da meydana gelen çeşitli politik olaylara, araba yarışlarına, ayaklanma ve cinayetlere seyirci olur. Osmanlı döneminde de Hipodrom’da taş çevresinde birçok olay olur ve toprak yükselerek kaidenin alt kısmı gömülür. Mevcut hali orjinalinin üçte ikisi olduğu söylenen taşın şu anki uzunluğu 19.59 metredir. 1857’de Newton, kaidenin etrafında kazı yaparak yeniden açar. Bir zamanlar Dikilitaş’ın tepesinde bulunan ve dünyayı simgeleyen tunç küre ise 865 yılındaki bir depremde düşer, bir daha da yerine konulmaz. 

Dikilitaşın bir dili olsa da, konuşsa...


Kaidenin iki yanı Yunanca ve Latince kitabelerle, diğer iki yanıysa meydanda yapılan araba yarışlarının simgeleriyle dolu. Yüzlerce yıl öncesinden günümüze seslenen taşın üzerindeki kitabelerin birinde 30 günde, diğerinde ise 32 günde dikildiği yazıyor. 

Latince metin şöyle diyor: "Önceleri direnmiştim; fakat yüce efendime boyun eğmem ve onun tyran’lar üzerine kazandığı zaferin çelengini taşımam bana emredildi. Herşey Theodossius ile onun uzun sürecek sülâlesine itaat ediyor. Bana da böylece galip gelindi ve Proclus’un yönetimi altında üç defa on günde yükselmeğe mecbur edildim." 


Kuzeybatı yönündeki Yunanca yazıt ise daha kısadır: 
"Uzun süredir toprak üstünde bütün ağırlığı ile yatan dört yüzlü direği dikmek cüreti sadece İmparator Theodossius’a kısmet oldu. Bu işi başarmak için Proklos’u yardıma çağırdı ve böylece taş otuziki günde dikilebildi."

Dikilitaş'ın hiyogliflerindeyse Thutmosis’in zaferlerinden bahsedilir. Taşın tepesinde, dikdörtgen çerçeve içinde Firavun II. Thutmosis ve tanrı Amon-Ra'yı karşılıklı olarak elele görürüz. Bunun altında kutsal Horus yer alır. Esas yazıysa Horus’un altında başlar:
"Zengin, güçlü ve becerikli olan ve bu niteliklere de güneşin altın renklerini dünyaya saçan tanrı Amon sayesinde sahip bulunan, 18. soydan III. Thutmosis, Tanrı Amun’a şükran borcunu ödemek için, armağanını sunar. III. Thutmosis denizleri aşarak iki ırmak arasındaki memleketleri zaptetti. Saltanatının 30. yılında bu anıtı dikti." 

Taşın dört tarafında da Mısır tanrılarından Amon-Ra ve Horus anılır ve Thutmosis’in yüceliğinden bahsedilir. 


http://gercektarihdeposu.blogspot.com
Sultan Ahmet Dikilitas iSTANBUL
http://gercektarihdeposu.blogspot.com




11 Ekim 2013 Cuma

Ayasofya’yı müze, Sultanahmet’i kütüphane yapmaya karar verenler

Bunu yapanın Dininden Türklügünden süphe ederim

Ayasofya’yı müze, Sultanahmet’i kütüphane yapmaya karar verenler, Umur Bey Camii’ni ise vakıf malı olmasına rağman yıkıp üstüne İsmet İnönü’nün de katıldığı bir törenle Zafer Anıtı dikti.

Anadolu’da hangi köyün yanından geçseniz, mutlaka arşa yükselen bir minare görürsünüz. Kimi Söğüt’ün bağrındaki Osmanlı’nın ilk eseri Kuyulu Mescit gibi şirin, kimi Sivas Divriği Ulu Camii gibi heybetli… Farklılıkları ne olursa olsun, bu minarelerin hepsinin gölgesinde bir hikâye bekler bizi.
Afyon’daki tarihî Umur Bey Camii’nin de anlatacak çok şeyi olacaktı ama maalesef artık yok! Neden mi? 400 yıl boyunca minarelerinden Ezan-ı Muhammedî yükselen, müminlerin içinilebalep doldurduğu cami, Tek Parti devrinde vakıf malı olmasına rağmen yerle bir edildi de ondan.
Derin Tarih dergisinde yer alan araştırmaya göre; Ayasofya’yı müze, Sultanahmet’i kütüphane yapmaya karar veren irade, Umur Bey Camii’ne haritadan silinmeyi layık gördü. Sapasağlamken 1933 yılında yıktırıldı, 3 yıl sonra yerine Başbakan İsmet İnönü’nün de katıldığı ‘görkemli’ bir törenle Zafer Anıtı dikildi.

ORMAN SONSUZLUĞUNDA BİR CAMİ
Umur Bey’in anlattığına göre, 1396’da Haçlıların bozguna uğratıldığı Niğbolu

Muharebesi’nde Yıldırım Bayezid o tarihe kadar Osmanlı Ordusu’nda tatbik edilmemiş olanyeni bir taktikle zafer kazanmıştır.
Umur Bey, II. Murad zamanında 2 kardeşiyle beraber Germiyanoğlu II. Yakub Çelebi’ye elçi olarak gönderildikten sonra onunla birlikte bazen Afyonkarahisar’da, bazen de Kütahya’da ikamet etti. Yakub Bey’in, ölümünün ardından beyliğinin Osmanlılara verilmesini vasiyet etmesini sağlaması nedeniyle de beylerbeyi unvanına layık görüldü. Bu dönemde beylerbeyleri Ankara’da otururlardı. Umur Bey İstanbul’un fethine katıldıktan sonra hac ibadetini yerine getirdi, ardından da Afyon’a yerleşti ve burada çok değerli hayır tesisleri yaptırdı.


Afyon’a bıraktığı hayır kurumlarından biri de, hazin öyküsünden kısaca bahsettiğimiz, halk arasında Paşa Camii olarak da bilinen Umur Bey At Pazarı Camii’dir. Umur Bey Camii, Türklerin Anadolu’ya yerleşmelerinin ardından ahşap direkler ve tavanlar kullanarak yaptıkları camilerin en güzel örneklerindendi. Selçuklu tarzındaki cami, 1455 (H. 859) yılında inşa edildi. Sedat Hakkı Eldem Türk Mimari Eserleri adlı kitabında, Doğan Kuban ise 100 Soruda Türkiye Sanatı Tarihi (1970) adlı eserinde Umur Bey Camii’nin Afyonkarahisar’daki Ulu Cami ile birlikte direkli camiler arasında iç tezyinatıyla muhteşem bir havası olduğundan bahseder. “Adeta balta girmemiş bir orman açıklığı içinde bulunuyormuşsunuz etkisini ve zevkini verir” diye tasvir edilir.
Umur Bey, külliyenin ihtiyaçlarının karşılanması için 1455 tarihinde bir vakfiye düzenleyerek Afyon’un Dinar ve Çivril ilçesi yolu üzerindeki Sarıcapınar köyündeki mallarını, Golya’daki hanı ve bazı tarlalarını vakfetti. Afyon’dan başka Bursa, Edirne, Biga ve Bergama’da da o zamanın lise derecesinde olan medreseler yaptırdı. Birer yatılı okul olan bu yerlerin idaresi için birer han ve hamam yaptırarak gelirlerini vakıflara bağışladı. Halkın ibadetlerini yerine getirebilmesi için cami ve mescitler inşa ettirdi.
Bütün vakıflarını bir vakıfname düzenleyerek Bursa’daki Umur Bey Camii’nin son cemaat mahalli duvarına taşa yazılı ve 1460 (H. 865) tarihli olarak koydurdu. Ne yazık ki Umur Bey’in yaptırdığı Alaca Medrese, Alaca Hamam, Kervansaray ve Kapalı Çarşı bakımsızlıktan dolayı yıkıldı. Umur Bey Camii ise yıkıldığı 1933 yılına kadar gayet bakımlıydı. Hayratından sadece Bursa’daki camisi halen ibadete açıktır.


Sedat Hakkı Eldem ve Doğan Kuban’ın eserlerinde Umur Bey Camii’nin ahşap direklerin ve bunların üzerindeki başlıkların düzenli bir ölçü ile tavanı taşıyan kirişleri taşımaları, bunlardaki ağaç işçiliklerinin insan ruhuna verdiği huzur öyle güzel anlatılır ki, Zafer Anıtı’nı dikmek için yıkılan bu muhteşem caminin içinde dolaşır gibi olursunuz.
26 m x 23 m boyutlarında inşa edilen caminin iç tezyinatında 24 adet, 40 cm çapında ahşap direk üzerine kıble istikametinde 7 aralıklı nef oluşturacak şekilde 35 bölüm yapıldı. Klasik Ulu Cami tipindeki caminin 2 girişi bulunuyordu. Kıble arkasından girilen kısmında bir son cemaat yeri ile üzerinde bir mahfel teşkil ediyordu. İç duvarları beyaz badanalı olan camide hiçbir süsleme bulunmuyordu. Sadece duvarlarda yuvarlak motif içinde 4 halifenin isimleri bulunan basit süslemeli yazılar mevcuttu. Caminin yanı başında bir de medresesi vardı.
DİRENİŞİN ÖRGÜTLENME MERKEZİ
Umur Bey Camii merkezi bir konumda olması nedeniyle halkın toplanma mekânıydı. Cumhuriyet öncesi, devlet merkezinden sancağa gelen ve halka iletilmesi gereken emirler; ulema, meşâyih, hatibler, imamlar, mahalle muhtarları, esnaf kethüdaları ile halkın ileri gelenleri buraya çağrılarak öğle namazından sonra kendilerine duyurulur, onlar da temsil ettikleri grupları ve halkı haberdar ederlerdi. Özellikle cuma namazı çıkışlarında cami ve belediye binası önünde toplantılar tertiplenirdi.
Milli Mücadele yıllarında Afyonkarahisar Müftüsü olan Hüseyin Bayık’ın hatıralarında anlattığına göre İzmir’in işgalinde Turunçzade Yusuf Bey, Ethemzade, Hacı Hüseyin Efendi, Sivas Kongresi’ne katılan Akosmanzade Hacı Hüseyin Efendi ve oğlu Nebil Efendi ile birlikte toplanıp bir miting düzenleme kararı alırlar. Afyon’da bulunan İngiliz, Fransız ve İtalyan işgal kuvvetleri komutanlarına, hükümetlerine verilmek üzere ‘3 kıt’a protesto-name’ hazırlarlar.
Umur Bey Camii meydanında geniş katılımlı bir miting düzenlenir ve kararlaştırıldığı gibi protesto evrakı işgal kuvvetleri komutanlarına verilir. Böylelikle Umur Bey Camii adeta işgale karşı direnişin örgütlendiği bir kışla vazifesi görür.
BU NASIL KARAR?
Derken Cumhuriyet’in 10. yıldönümü gelir, çatar. Tarihler 1933’ü gösterdiğinde İstanbul’un kutlu askerlerinden Umur Bey’in yaptırdığı, birçok aydının yetiştiği ve Kurtuluş Savaşı’nda işgal ordularına direnişin mevzilendiği bir kışla vazifesi gören bu cami için yıkım kararı çıkarılır. Belediye Başkanı Hüseyin Haşim Tiryakioğlu’nun başkanlığında 18 Eylül 1933’te toplanan Belediye Encümen üyeleri, 1168 no’lu kararla cami ve medresenin yıkılmasına, taarruzun planlandığı mevkiye bir anıt dikilmesine ve yerine kentsel dönüşüm adına bir park yapılmasına karar verirler. Belediye 1,290 lira bedelle istimlak ederek Umur Bey Camii’ni yıkar.


Ancak istimlak kararında hazin bir not olarak aynen şu ifadeler yer alır:
“Büyük Zafer Abidesi mahalli için istimlak olunan yerler hakkında idarei hususiye müdüriyeti ile cam göz oğlu Kadir, Altıparmak oğlu kızı Şerife ve Evkafdan müdüriyetinin itiraznameleri birer birer okunduktan sonra gürüşüldü: Paşa Cami ile Kadri vakfına ait mahallerin bulundukları mevki ve miktari mesahaya muhamminlerce takdir edilen bedeller çok dön görüşülmüş; Bunlardan paşa camisine ‘1290’ ve kadi vakfine ait yerler içine ‘450’ liraki cam’an hey’eti umumiyesine ‘1650’ liraya iblağış…”
Vakıf malı olmasına rağmen Zafer Anıtı’nı dikmek için Afyonkarahisar’ın simgesi durumundaki Umur Bey Camii’nin yıkım kararı işte bu bozuk Türkçe ve sefil imla ile yazılmış sözlerle alındı. Caminin yıkımı sırasında bir kişinin düşerek öldüğü, halk arasında o devri yaşayanlardan aktarılır. Camiden arta kalan birkaç istalaktit başlık Afyonkarahisar İslam Eserleri Müzesi envanterinde kayıtlıdır. Umur Bey Camii ve çevresindeki evlerin istimlaki ile ortaya çıkan kereste ise yıkım kararını alan Afyonkarahisar Belediyesi tarafından kullanılır. Paşa Camii su mahzeni yol-kaldırım ve lağım inşaatı sebebiyle 10 liraya istimlak edilir. Su mahzeninden çıkan 177 taştan 68’i belediye merdivenine kurban edilir, bir tanesi de satılır.
İNÖNÜ DE ORADAYDI
Umur Bey Camii’nin yıkılmasının ardından Afyonkarahisar Valiliği, 1,290 liraya istimlak edilen caminin yerine 59,446 liraya Avusturyalı heykeltıraş H. Krippel’e Viyana’da bir Zafer Anıtı yaptırarak caminin yerinde hazırlanan kaideye yerleştirir. Anıt, kaide ve heykel olmak üzere 2 kısım halinde yapılır. Kaidenin üzerinde yaklaşık 4 metre yüksekliğinde bronz figür grubu yer alır. 2 erkek figüründen oluşan heykel bir kayanın üstünde betimlenmiştir. Her ikisi de çıplak olan figürlerden biri ayakta durur, diğeri onun ayaklarının dibinde yerde yatar.

KAYNAK: DERİN TARİH DERGİSİ


http://gercektarihdeposu.blogspot.com
TURK iSLAM
http://gercektarihdeposu.blogspot.com