vakit etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
vakit etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

31 Ekim 2013 Perşembe

Nemâz Bahsi: Ezân-ı Muhammedî

Aşağıdaki yazı (Dürr-ül-muhtâr)dan ve bunun şerhı olan (İbni Âbidîn)den terceme edilmişdir:

İlmihâl kitâblarında bildirilmiş olan belli kelimeleri, akllı bir müslimânın belli şeklde okumasına, (Ezân-ı Muhammedî) denir. Ya'nî minâreye çıkıp, arabî kelimeleri ayakda okumak lâzımdır. Başka dillerde tercemelerini okumak, ma'nâsını anlasa bile ezân olmaz. Ezân, beş vakt nemâz vaktlerinin geldiğini bildirmek için okunur. Erkeklerin, mescidin dışında yüksek yere çıkıp okumaları müekked sünnetdir. Kadınların ezân ve ikâmet okumaları mekrûhdur. Kadınların seslerini erkeklere duyurmaları harâmdır. 

Müezzin efendinin, mescidin dışında yüksekde ve yüksek sesle okuyarak, komşulara duyurması lâzımdır. Fazla bağırması câiz değildir. Ekber derken son harfi cezm ederek durulur veyâ üstün okunarak vasl edilir. Ötre okumaz. Kelimelerin başına veyâ sonuna hareke, harf, med ekleyecek şeklde fazla tegannî ile okumak ve bunu dinlemek halâl olmaz. Salât ve felâh derken yüzünü sağa ve sola çevirmesi sünnetdir. Ayakları ve göğsü kıbleden ayırmaz. Yâhud minârede dönerek okur. İlk minâreyi hazret-i Mu'âviye yapdırmışdır. Resûlullahın mescidi üzerine yüksek birşey yapılmışdı. Bilâl-i Habeşî buraya çıkıp ezân okurdu. Resûlullah "sallallahü aleyhi ve sellem" Bilâle, parmaklarını kulaklarına koymasını emr eyledi.
Arada konuşursa tekrâr okuması lâzımdır. Birkaç kişinin birlikde okumaları câizdir. Bir kısmının okuduğunu diğerleri okumazsa sahîh olmaz. Ezânı oturarak okuması tahrîmen mekrûhdur. Müezzinin sâlih olması, ezânın sünnetlerini ve vaktlerini bilmesi, her gün devâmlı okuması, Allah rızâsı için ücretsiz okuması sünnetdir. Ücret ile okuması da câizdir. Âkil olmamış çocuğun ezânı sahîh olmaz. Çünki bunun sesi kuş ve âlet sesi gibidir. [Bunun için, ezânı, kameti ho-parlör ile okumak sahîh olmaz. Fâsıkın ezânına ve imâmın tekbîrlerini nakl etmesine güvenilmez. Bunun okuması mekrûh olur. Müezzinin, ezânı vaktinde okuduğunu, başkalarının da nemâzı vaktinde kıldığını bilmeleri şartdır. Vaktin geldiğinde şübhe ederek nemâza duran kimsenin vaktinde kılmış olduğu sonradan anlaşılsa bile, nemâzı sahîh olmaz. Kâfirin, fâsıkın hâzırlamış olduğu takvîme uyarak kılınan nemâz sahîh olmaz. Dâr-ül-harbde kullanılan takvîmin doğru olduğunu, sâlih ve âlim olduğuna güvendiği bir müslimândan sorup öğrenmek lâzımdır.] Sünnete uygun okunan çeşidli ezânlardan yalnız birincisini işitenlerin işitdiğini söylemeleri ve kendi mescidinin ezânı ise, cemâ'ate gitmeleri lâzımdır. Kur'ân-ı kerîm okuyanların da söylemeleri lâzımdır. Cenâze nemâzı kılanın, hâlâda, yimekde, mescidde olanın, din bilgisi öğretmekde ve öğrenmekde olanın, ezânı tekrâr etmeleri lâzım değildir. Arabî olmıyan ve fazla tegannî ile okunan ezân sünnete uygun değildir. Ezânı işitenin oturuyorsa kalkması, yürüyorsa durması müstehabdır. Yemîn bahsinde nezri anlatırken diyor ki, (Her beldede, her mahallede mescid yapmak, hükûmet üzerine vâcibdir. Beyt-ül-mâl parasından yapdırılır. Hükûmet yapdırmazsa, müslimânların yapdırmaları vâcib olur.) 

[Görülüyor ki islâmiyyete uyarak, her mahallede mescid yapılırsa, her mahallede ezân okunacak, herkes mahallesinin ezânını işitecekdir. Müezzinin çok bağırmasına, ho-parlör kullanmasına lüzûm kalmıyacakdır. Ho-parlör, ezânın sünnetlerinin terk edilmesine sebeb olan bir bid'atdir. Ezân okurken ve nemâz kılarken bu bid'ati kullanmak büyük günâhdır. Bu ibâdetlerin bozulmasına da sebeb olmakdadır. Bunun içindir ki, Diyânet işleri reîsliğinin müşâvere ve dînî eserleri inceleme heyetinin 1.12.1954 târîh ve 737 sayılı karârının onbeşinci maddesinde, (Ho-parlörün mihrâba konulması, sûret-i kat'iyyede memnû'dur. Şâyed imâmın tekbîr ve tesmî'i duyulamayacak derecede cemâ'at kesretli olursa, müezzinlerden biri veyâ dahâ uzakda diğeri de iblâğ vazîfesini görürler) denilmekdedir. Radyoda, teypde ve ho-parlörde okunan Kur'ân-ı kerîmin ve ezânın insan sesi olmadığını, bunları okuyan insanların seslerinin hâsıl etdikleri miknâtis ve elektrik tarafından meydâna getirilen çalgı sesleri olduklarını ve meydâna gelmelerine sebeb olan insan seslerinin kendileri değil iseler de, onlara çok benzedikleri için okuyanların sesleri zan edildiği (El-fıkh-u alel-mezâhib-ül-erbe'a)nın secde-i tilâvet bahsinde ve (Se'âdet-i Ebediyye) kitâbının (tegannî ve müzik) kısmında uzun bildirilmişdir. İslâmiyyetin emr etdiği (Ezân-ı Muhammedî), sâlih müslimânın sesine denir. Borudan çıkan ses ezân değildir. Asrımızın hakîkî din âlimlerinden Elmalılı Hamdi efendi "rahime-hullahü teâlâ", tefsîrinin üçüncü cildi, 2361. ci sahîfesinde diyor ki, (Görülüyor ki bu "istimâ' ve insât" emrleri kırâete terettüb etdirilmişdir. Kırâet ise bir lisân fi'l-i ihtiyârîsidir ki, âkıl ve nâtık bir insanın ağzından mehareci mahsûsaya i'timâd ile çıkan ve kasd-ü fehmine iktirân eden savtı ile yapılır. Ve nitekim, Cibrîlin fi'li bile kırâet değil bir ikra ya'nî kırâet etdirmekdir. Fi'l-i ilâhî de tenzîl ve halk-ı kırâetdir. Binâenaleyh gayr-ı âkılden ve cimâdâtdan sâdır olan savtlara kırâet denilemiyeceği gibi, sadâdan ya'nî savtın aksinden hâsıl olan fi'le de kırâet denilmez. Bunun içindir ki, fukahâ bir kırâetin aksinde hâsıl olan sadây-ı mün'akise kırâet ve tilâvet hükmü terettüb etmiyeceğini ve meselâ: Secde-i tilâvet lâzım gelmiyeceğini beyân etmişlerdir. Bir kitâbı sessiz mutâlea etmek kırâet etmek demek olmadığı gibi, çalan veyâ çınlayan mün'akis bir sadâyı dinlemek de bir kırâet dinlemek değil, bir çalma ve çınlama dinlemekdir. Şu hâlde, Kur'ân-ı kerîm okuyan bir kâriin sadâsını aks etdiren gramofondan veyâ radyodan gelen savt veyâ sadâ, bir kırâet değil, bir kırâetin aksi ve tayfıdır ve bunlara istimâ' ve insât emrinin hükmü terettüb etmez. Ya'nî dinlenmesi, susulması vâcib olan Kur'ân-ı kerîm, çalınan Kur'ân değil, kırâet olunan Kur'ândır. Ma'mâfih istimâi vâcib veyâ müstehab olmamakdan, istimâi gayr-ı câiz, adem-i istimâ'ı vâcib olmak lâzım gelir zan edilmemelidir. Zîrâ Kur'ânı çalmak, başka bir fi'il, çalınan Kur'ânı dinlemek de başka bir fi'ildir. Kur'ân-ı kerîmi çalmak, çalgılar miyânına koymak şayân-ı tecviz olmıyan bir fi'il olduğu zâhirdir. Nitekim Kur'ân-ı kerîm okumak bir kurbet olduğu hâlde, muhıll-i ta'zîm olan yerlerde okumak bir kabâhatdir. Fekat, okunmuş bulunursa, istimâı kabâhat değil, adem-i istimâı kabâhat olur. Meselâ, hamamda Kur'ân-ı kerîm kırâet eden günâha girer. Bununla berâber, okunduğu takdîrde, dinlememek de sevâb değildir. Bunun gibi, bir aks-i sadâ ile çınlayan, kezâlik bir gramofon veyâ radyoda çalınan bir Kur'ân-ı kerîm in'ıkâsını dinlemek bir vazîfe değildir diye dinlememek vazîfedir gibi de zan edilmemelidir. Zîrâ, bir kırâet değilse de, kırâete müşâbihdir. Çünki, kelâm-ı nefsîye dâldır. Binâenaleyh istimâı kırâet gibi, vâcib veyâ müstehab değilse de, lâ-ekal câizdir, evlâdır ve hattâ ona da hurmetsizlik etmek gayr-ı câizdir. Öyle bir hâl karşısında bulunan bir müslimân, lâyık olmıyan yere konmuş bir Kur'ân-ı kerîm sahîfesi karşısında bulunuyormuş gibidir ki, ona karşı lâübâlîlik etmemesi ve elinden geldiği kadar onu oradan alıp lâyık olduğu bir yere kaldırması vazîfe-i diyâneti iktizâsındandır.)] 

Fıkh ve fetvâ kitâblarının çoğunda, meselâ (Kâdihân)da diyor ki, (Ezân okumak sünnetdir. İslâm dîninin şi'ârından, alâmetlerinden olduğu için, bir şehrde, bir mahallede ezân terk edilirse, hükûmetin oradaki müslimânlara zorla okutması lâzımdır. Müezzinin Kıble cihetini ve nemâz vaktlerini bilmesi lâzımdır. Çünki, ezânı başından sonuna kadar Kıbleye karşı okumak sünnetdir. Ezân, nemâz vaktlerinin ve iftâr zemânının başladığını bildirmek için okunur. Bu vaktleri bilmiyenin ve fâsıkın okuması, fitne çıkmasına sebeb olur. Aklı olmıyan çocuğun, serhoşun, delinin, cünüb olanın ve kadının ezân okumaları mekrûhdur. Müezzinin tekrâr okuması lâzım olur. [Mevlid okumak, okutmak ve dinlemeğe gitmek çok sevâbdır. Fekat, kadının, mevlid, ezân okuyarak, şarkı söyliyerek, lüzûmundan fazla konuşarak, sesini yabancı erkeklere duyurması ve bunların dinlemeleri harâmdır. Kadın, yalnız kadınlara okumalı, sesini, teybe, radyoya, televizyona vermemelidir.] Oturarak, abdestsiz, şehrde hayvân üstünde okumak da mekrûh ise de, bunların ezânı iâde edilmez. Ezân minârede veyâ mescidin dışında okunur. Mescidin içinde okunmaz. Telhîn ile, ya'nî kelimeleri bozacak şeklde uzatarak tegannî yapmak mekrûhdur. Arabîden başka dil ile ezân okunmaz). (Hindiyye)de diyor ki, (Müezzinin, sesini tâkatinden fazla yükseltmesi mekrûhdur). (İbni Âbidîn) "rahime-hullahü teâlâ" diyor ki, (Ezânın uzaklardan işitilmesi için, müezzinin yüksek yere çıkıp okuması sünnetdir. Birkaç müezzinin, bir ezânı birlikde okumaları câizdir.) Âlimlerin bu yazılarından anlaşılıyor ki, ho-parlörle ezân, kâmet okumak ve nemâz kıldırmak bid'atdir. Bid'at işlemek büyük günâhdır. Hadîs-i şerîfde, (Bid'at işliyenin hiçbir ibâdeti kabûl olmaz!) buyuruldu. Ho-parlörün sesi, insanın sesine çok benziyor ise de, insan sesinin kendisi değildir. Miknâtisin hareket etdirdiği parçalardan hâsıl olan sesdir. Yüksek yere çıkıp ayakda duran insanın sesi değildir. Ho-parlörleri minârenin, çatının sağına, soluna, arka tarafına koyarak, sesin Kıbleye doğru çıkmaması da, ayrıca günâh olmakdadır. Sesin uzaklara ulaşmasına ve ho-parlörün tırmalayıcı, metalik sesine ihtiyâc da yokdur. Çünki, her mahallede mescid yapmak vâcibdir. Her mahallede ezân okunacak, her evden, mahallesinin ezânı işitilecekdir. Bundan başka, (Ezân-ı cavk) da câizdir. Birkaç müezzinin, bir ezânı birlikde okumalarına, (Ezân-ı cavk) denir. Hazîn olan insan sesleri uzaklardan işitilmekde, kalblere ve rûhlara te'sîr etmekde, îmânları tâzelemekdedir. [Müezzin ezânı ve imâm efendi kırâeti, câmi' civârında bulunan ve câmi'deki cemâ'ate işitdirecek kadar tabî'î sesleri ile okur. Uzaklardan işitilmesi için, kendilerini zorlamaları mekrûhdur. Ho-parlör kullanmağa lüzûm olmadığı buradan da anlaşılmakdadır.] Hulâsa, ho-parlör denilen borudan çıkan ses, ezân değildir. Müezzin efendinin ağzından çıkan ses, (Ezân-ı Muhammedî)dir. Büyük islâm âlimi Ebû Nuaym İsfehânînin (Hilyet-ül-Evliyâ) kitâbındaki hadîs-i şerîfde, (Çalgıdan çıkan ezân sesi, şeytân ezânıdır. Bunu okuyanlar, şeytânın müezzinleridir) buyuruldu. 

Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki, (Kıyâmet yaklaşınca, Kur'ân-ı kerîm mizmârdan okunur) ve (Bir zemân gelir ki, Kur'ân-ı kerîm mizmârlardan okunur. Allah için değil, keyf için okunur) ve (Kur'ân-ı kerîm okuyan çok kimseler vardır ki, Kur'ân-ı kerîm onlara la'net eder) ve (Bir zemân gelecekdir ki, müslimânların en sefîlleri, müezzinlerdir) ve (Bir zemân gelir ki, Kur'ân-ı kerîm mizmârlardan okunur. Allahü teâlâ bunlara la'net eder). Mizmâr, her nev'i çalgı, düdük demekdir. Ho-parlör de, mizmârdır. Müezzinlerin, bu hadîs-i şerîflerden korkmaları, ezânı, ho-parlör ile okumamaları lâzımdır. Ba'zı din câhilleri ho-parlörün fâideli olduğunu, sesi uzaklara götürdüğünü söyliyorlar. Peygamberimiz, (İbâdetleri benden ve eshâbımdan gördüğünüz gibi yapınız! İbâdetlerde değişiklik yapanlara (bid'at ehli) denir. Bid'at sâhibleri, muhakkak Cehenneme gidecekdir. Bunların hiçbir ibâdetleri kabûl olmaz) buyurdu. İbâdetlere fâideli şeyler ilâve ediyoruz demek doğru değildir. Böyle sözler, din düşmanlarının yalanlarıdır. Bir değişikliğin fâideli olup olmıyacağını yalnız İslâm âlimleri anlar. Bu derin âlimlere (Müctehîd) denir. Müctehîdler kendiliklerinden bir değişiklik yapmazlar. Bir ilâvenin, değişikliğin bid'at olup olmıyacağını anlarlar. Ezânı (Mizmâr) ile okumağa söz birliği ile bid'at denildi. İnsanları Allahü teâlânın rızâsına, sevgisine kavuşduran yol insanın kalbidir. Kalb, yaratılışında temiz bir ayna gibidir. İbâdetler, kalbin temizliğini, cilâsını artdırır. Bid'atlar, günâhlar kalbi karartır. Muhabbet yolu ile gelen feyzleri, nûrları alamaz olur. Sâlihler bu hâli anlar, üzülür. Günâh işlemek istemezler. İbâdetlerin çok olmasını isterler. Her gün beş kerre nemâz kılınması yerine, dahâ çok kılmak isterler. Günâh işlemek nefse tatlı, fâideli gelir. Bütün bid'atler, günâhlar, Allahü teâlânın düşmanı olan nefsi besler, kuvvetlendirir. Ho-parlör ile ezân okumak böyledir. Abdüllah-ı Dehlevînin halîfelerinden Rauf Ahmed, (Dürr-ül me'ârif) önsözünde diyor ki, (Kur'ân-ı kerîmi ve diğer vazîfeleri (Mizmâr) çalgı âleti ile okumak harâmdır). Ezânı ho-parlör ile okumak böyledir. 

Şâfi'î (El-mukaddimet-ül-hadremiyye) ve (Envâr) kitâblarında diyor ki, (Câmi'in hâricinde olanın câmideki imâma uymasının şâfi'î mezhebinde sahîh olması için, imâmı görmesi ve sesini işitmesi ve son safdan takrîben üçyüz zrâ' (300 x 0,42 = 126 metre) uzak olmaması lâzımdır). Televizyonda görülen ve sesi işitilen uzakdaki imâma uyarak kılınan nemâz, hanefî mezhebinde de, şâfi'î mezhebinde de sahîh değildir. Selef-i sâlihîn zemânında, ibâdetlerde bulunmayan şeyleri, sonradan ibâdetlere karışdırmak (Bid'at) işlemek olur. Ezâna ve nemâza, radyo, televizyon ve ho-parlör karışdırmak bid'atini işliyenlerin Cehenneme gidecekleri, Nisâ sûresinin yüzondördüncü âyetinden de anlaşılmakdadır. Ho-parlörden, radyodan işitilen ses, ezânın kendisi değildir, benzeridir. Aynada, kâğıdda görülen de, insana tam benziyor ise de, kendisi değil, benzeridir.] 

Kaynak: Miftâh-ul Cennet - Muhammed bin Kutbüddîn-i İznîkî

http://gercektarihdeposu.blogspot.com
Nemâz Bahsi: Ezân-ı Muhammedî

http://gercektarihdeposu.blogspot.com



Ezanın  Türkçe okunuşu ve anlamı


Allahü Ekber (4 kez söylenir)

Allah en yücedir.

Eşhedü enla ilahe illallah (2 kez söylenir)

Ben şahitlik ederim ki Allah’tan başka ilah yoktur.

Eşhedü enne Muhammeder-resülullah (2 kez söylenir)

Ben şahitlik ederim ki Hz. Muhammed Allah’ın elçisidir.

Hayye alas-salâh (2 kez söylenir)

Haydi namaza…!

Hayye alal-felâh (2 kez söylenir)

Haydi kurtuluşa…!

Essalatü hayrün minen nevm (yalnızca sabah ezanında 2 kez söylenir)

Namaz uykudan daha hayırlıdır.

Allahü Ekber (2 kez söylenir)

Allah en yücedir.

Lâ ilahe illallah (1 kez söylenir)

Allah’tan başka ilah yoktur. 


EZAN DUASI

Allahumme Rabbe hazihi'd-da'veti't-tamme. Vesselatil kâimeti ati Muhammedenil vesilete vel fazilete ved-dereceter-refîah. Vebashu makamen Mahmudenillezi veadteh. İnneke lâ tühlifü'l-mîâd

Anlamı

Ey şu tam da'vetin ve vakti gelen namazın sahibi olan Rabbim! Muhammed aleyhisselâma şefâat vesîlesini ve üstünlüğünü ver. Ve onu kendisine va'detdiğin makam-ı mahmûd'a ulaştır"

18 Ağustos 2013 Pazar

Niçin mâtem tutmuyoruz tutamiyoruz

Kardeşlerimiz şehid edilirken, yaralanırken, sivil halka ateş açılırken niçin iştahlarımız kapanmıyor, gözlerimiz yaşarmıyor?

Niçin mâtem tutmuyoruz?

MISIR’DA korkunç zulümler, kıyımlar oluyor. Mısır kardeş bir ülke… Mısır kan ağlarken Türkiye’de vur patlasın çal oynasın eğlenceler devam ediyor.
Kahire’de masum insanların kanları akıyor oluk oluk. Binlerce yaralı inliyor. Kadınlar, çocuklar öldürülüyor…
Mısır’da Firavun hortladı, firavunluk hortladı.
Kan, göz yaşı, feryat var orada.
Kardeş Türkiye’ye böyle bir durumda eğlenmek yakışır mı? Komşu yanıyor, biz rutin hayatımızı sürdürüyoruz.
Mısır’da olup bitenlere elbette Gizli Yahudiler ağlayacak değil. Çoğunluğu oluşturan Müslümanların ağlaması, feryat etmesi, dövünmesi gerekir.

Hâlâ ıvır zıvır magazin haberleri, deli saçması dedikodularla meşgulüz.
Şu medyamıza bakınız: Karpuz kanı sulandırır, tarçın şekeri düşürmüş… Filanca mankenin programda askısı kopmuş, göğsü görünmüş… Futbolcular, şarkıcılar, sevimli kedi yavruları, din baronları, rockçı imam, Gezici İslamcılar… Mısır kan ağlıyor, bizde cümbüşe devam.
Peygamberimiz (Salat ve selam olsun ona) ne buyuruyor: Doğudaki Müslümanın ayağına diken batsa, Batıdaki Müslüman onun acısını yüreğinde hisseder.
Vaktiyle Hindistan Müslümanları Osmanlı Hilafeti konusunda ne kadar çırpınmış, feryat etmişlerdi. Yazık… Bizde onlarınki kadar dinî hamiyet yok.
Mısır Müslümanları birleşmedikleri, tek bir Ümmet olamadıkları için bugünkü feci duruma düştüler. Biz ibret alıyor ve toparlanıyor muyuz?
Acımayana acınmazmış…
Bugün Mısır, sonbaharda Türkiye…
Müslümanları birleştirmek için çalışmayan keyfe mâ yeşa Hazerat-ı Muhteramat, siz nasıl hesap vereceksiniz?

Mehmet Şevket Eygi - Mâtem Bile Yapamıyoruz

Cuma, Ağustos 16, 2013








15 Ağustos 2013 Perşembe

Cuma mizin onemi CUMA duasi CUMA sunnetleri

Bismillahirrahmanirrahim

"Ey îmân edenler! Cum'a günü namaz için seslenildiği (ezan okunduğu) zaman, hemen Allah'ın zikrine koşun ve alış-verişi bırakın! Eğer bilirseniz bu sizin için çok hayırlıdır.

Nihâyet namaz bitince, artık yeryüzünde dağılın ve Allah'ın lütfundan (rızkınızı)arayın ve Allah'ı çok zikredin; tâ ki kurtuluşa eresiniz!

Böyle iken (bir kısmı), bir ticâret veya bir eğlence gördüklerinde, ona akın ettiler ve seni ayakta (hutbede) bıraktılar. De ki: “Allah'ın katında bulunan (mükâfât, dünyaya âid)eğlenceden de ticâretten de hayırlıdır. Çünki Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır.”"

(CUM'A SURESİ/9-10-11)




Cuma gününün 20 sünneti ve edebi vardır. Bunlar şunlardır:

  1. Cumayı Perşembeden karşılamalıdır. Meselâ; yeni ve temiz elbiseyi hazırlamalı, işleri bitirip Cumayı ibâdetle geçirmeye gayret etmeli. Cuma gecesi ehli ile gusül abdesti almalı. Her ikisine köle azat etmiş gibi sevap verilir.
  2. Cuma günü, Cuma namazı için gusül abdesti almalı. (Bu gusül hakkında, farz diyenler de vardır.)
  3. Başı tıraş etmeli. Sakalın bir tutamdan fazlasını ve tırnakları kesmeli ve beyaz giymeli.
  4. Cuma namazına mümkün olduğu kadar erken gitmeli.
  5. Ön safa geçmek için, cemâatin omuzlarından aşmamalı.
  6. Câmide namaz kılanın önünden geçmemeli.
  7. Erken gidip birinci safta yer almalı.
  8. İmam minbere çıktıktan sonra hiçbir şey söylememeli, ezanı da tekrar etmemeli.
  9. Namazdan sonra, Fâtiha, Kâfirûn, İhlâs, Felak ve Nâs sûrelerini 7 defa okumalı.
  10. İkindiye kadar câmide kalıp, ibâdet etmeli.
  11. Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarından anlatan âlimlerin dersinde bulunmalı.
  12. Cuma günü duânın kabul olduğu vakti aramalı, bunun için hep ibâdet etmeli.
  13. Cuma günü çok salevât-ı şerîfe getirmeli.
  14. Kur’ân-ı kerîm ve Kehf sûresini okumalı.
  15. Az veya çok sadaka vermeli.
  16. Ana-babayı veya bunların ve sâlih Müslümanların ve evliyânın kabirlerini ziyaret etmeli.
  17. Ev halkının yemeklerini bol ve tatlı yapmalı.
  18. Çok namaz kılmalı, namaz borcu olanlar kazâ namazlarını kılmalı.
  19. Cuma gününü, ibâdetle geçirmeli.
  20. İkindiden sonra, seccade üzerinde elinden geldiği kadar; “Yâ Allah! Yâ Rahman! Yâ Rahîm! Yâ Kavî! Yâ Kâdir!” deyip, sonra duâ etmelidir.
İslâm Ahlâkı,  s. 488-490
http://gercektarihdeposu.blogspot.com






9 Ağustos 2013 Cuma

Hangisi komedi; generalin TBMM ye posta koyması mı, ceza yemesi mi?

Hangisi komedi; generalin TBMM’ye posta koyması mı, ceza yemesi mi?


Yeni Akit Yazarı Ali Karahasanoğlu "Hangisi komedi; generalin TBMM’ye posta koyması mı, ceza yemesi mi?" başlıklı yazısında İlker Başbuğ'un kızı Feride Başbuğ'a, önemli sorular yöneltiyor... İşte o yazı...

Hangisi komedi; generalin TBMM’ye posta koyması mı, ceza yemesi mi? 

Ergenekon davasında verilen cezalar içinde en fazla eleştiri alanı, eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un müebbet hapis cezası..

“Başbakan yıllarca bu müebbetlik adamla mı çalıştı” diyenden tutun..
“Genelkurmay Başkanı’na terör örgütü üyeliği suçlaması en büyük hukuksuzluktur” diyene kadar..
Bu minvalde, kızı Feride Başbuğ da, “Komedi değil, komediden de öte bir karar” diyerek yorumlamış, mahkumiyeti..
İnsan hafızası (biraz da iyi niyetimizden olsa), çabuk unutuyor, olumsuzlukları..
Kararlara itirazlardaki sertlikleri, acındırmaları, hatta “suçsuzluk” konusundaki meydan okumaları gördükçe, İlker Başbuğ örneği üzerinden, biraz geçmişi tarayayım dedim..
Orjinali yok sandıkları belge için “Kağıt parçası” yalanına girmeyeceğim.
“Boru bu, boru” konusuna hiç girmeyeceğim..
Vakit’in sürmanşetten verdiği, “Ağlama duvarındaki resmi” de hatırlatmayacağım..
“Komedi değil, komediden de öte bir karar” yorumu üzerine, “Acaba gerçekten Başbuğ’a bir haksızlık mı yapılıyor” tereddütü ile, arşivde yaptığım taramada bulduğum konuşmasını aktaracağım, İlker Başbuğ’un..
Bakalım mahkumiyet mi komedi imiş..
Yoksa Türkiye’nin yaşadıkları mı?
28 Şubat sürecini, 1999 seçimleri ile tasfiye etme ümidi, MHP’nin yan çizmesi ile boşa çıkmıştı..
Milyonlarca dindar insanın, başörtü ve İHL konusundaki mağduriyetinin giderilmesi ümidi, 3 Kasım 2002 seçimlerine ertelenmişti.
Nitekim, sandıktan çıkan neticeler, olumlu idi.. AK Parti tek başına % 34.5 oy ile iktidar olmuştu..
Vaadlerinin en başında, “üniversitelerde başörtü yasağının kaldırılması” ve “katsayı adaletsizliğinin sona erdirilmesi” vardı..
Bu yöndeki ilk girişimde, üniversitelerin tepesindeki rektör ünvanlı hokkabazların ayağa kalktığını görmüştük...
Tabii ki; onların ayağa kalkmaları, hiçbir anlam ifade etmezdi..
Taa ki, Genelkurmay 2. Başkanı açıklamasına kadar..
Kimdi o tarihteki 2. Başkan?
Ve ne demişti?
Önce kim olduğundan başlayalım..
Mahkumiyeti, “komedi” olarak tanımlanan komutanımız var ya..
İşte o; 2003 yılında, meslek liselerine uygulanan katsayı adaletsizliğinin ortadan kaldırılmasına itiraz eden komutan idi..
Hani kızı şimdi, mahkumiyet kararı için diyor ya, “Tam komedi” diye..
Bence de, Genelkurmay 2. Başkanı olan bir kişinin, TBMM’ye sevkedilen, üniversiteye girişte puan hesaplamasını yeniden düzenleyen kanuna itiraz etmesi, tam bir komedi..
Ne demiş, İlker Başbuğ, birlikte okuyalım: “Ulusal güvenlikle ilgili yaşamsal konularla karşı karşıya bulunan bir süreçte toplum içinde gerginlik yaratacak girişimlerin ülke çıkarlarına uygun olmadığını düşünüyoruz.”
Devam ediyor, orgeneral Başbuğ: “Diyanet İşleri Başkanlığı’nın din hizmetleri için yıllık tahmini kadro ihtiyacı 5 bin 500’dür. İmam hatip liselerinin 25 bin olan yıllık mezun sayısı neden arttırılmak isteniyor, anlamakta güçlük çekiyoruz.”
Haydi açıklayın Feride Hanım, babanızın sırtında üniforma varken yaptığı bu açıklama, bir komedi değil mi?
Konuşan CHP Genel Başkanı değil..
İşçi Partisi Genel Sekreteri değil..
Bir general.. Hem de, görevdeki bir general.
Ve tamamen siyasi nitelikteki bu sözleri sarfediyor..
Söyleyin, komedi değil de, nedir bu?
Dahası var, Başbuğ’un sözlerinin..
“Bütün ülkeyi ilgilendiren bu tür çalışmaların ilgili kurumlarla karşılıklı uzlaşı içinde yapılması önemlidir.. Ancak hazırlanan kanun tasarısının TBMM’ye sevk edilmiş olması, uzlaşı ümitlerinin azalmasına neden oldu. Kanun tasarısının anayasanın ilgili maddelerine uyumlu olduğu konusunda ciddi endişelerimiz vardır. Eğitim sisteminin temel sorunları varken beklentimiz, öncelikle temel sorunların bütün olarak ele alınıp çözümlenmesidir. Amaçları açık şekilde topluma anlatılmayan konuların neden öne çıkarıldığını anlamakta güçlük çekiyoruz” diye devam ediyor..
“Milli Eğitim Temel Kanunu’nun 32. maddesinin gerekçelerini, komisyon raporlarını incelerseniz, 32. madde ile getirilen değişiklikten güdülen temel amacın, ‘imam hatip lisesi mezunlarının kendi alanlarındaki yükseköğrenime devam edebilmesinin sağlanması’ olduğunu görürsünüz. Bu hususun değerlendirilmesini de takdirlerinize sunuyorum. Bu konuda temennimiz, aklıselimin galip gelmesidir” diyerek, tam anlamı ile rezalete tüy dikiyor!
Söyleyin akl-ı selim sahipleri..
Bir imtihana giren iki ayrı lise mezunundan, birisinin puanını 0,2 ile, diğerinin puanını 0,7 ile çarpmanın neresi akl-ı selim harekettir?
Ki, Başbuğ, bunu savunmuş?
Değiştirilmesini engellemiş..
Hem de 8 sene!
Şimdi bir daha söyleyin: “Bir askerin, hem de böylesi rezil bir haksızlığı savunması komedi değil de, ona verilen ceza mı komedi?”

Yeni Akit

Ali İhsan Karahasanoğlu