mustafa armagan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
mustafa armagan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Ağustos 2013 Cuma

Tarih kitapları bunları yazmaz. Tarih ezber üzerinden öğrenilmez ,okuyarak öğrenilir.

Yalan Yazan Tarih Utansın


İşte Lozan Antlaşması ,madde 128"Türk hükümeti"diyor,"Britanya imparatorluğu,fransa,ve italya hükümetlerine abideleri muhtevi olan arsaları ayrı ayrı ebediyyen terk etmeyi taahttüt eder."

Ne demek bu toprakları ebediyyen,yani sonsuza kadar,ingilizcesiyle söyleyelim "in perpetuity "ingiliz,e şuna buna vermek? Çanakkale'deki araziyi kıyamete kadar verdik demedikleri kalmıs bir..

Soruyorum:

Bizim şehitlerimizin de kanlarıyla sulanmıs bir toprak parcasını emperyalistlere sonsuza kadar bırakmayı taahhüt etmek de dahilmidir,Lozan zaferine?

|Mustafa Armağan.Korku Duvarını Yıkmak,sayfa 161,Timaş Yayınları



Yıllardır bizi düşmanlardan kurtardı diye anlatılan sahte kahramanlar,Lozan antlaşmasında kabul ettikleri,38 den 44,e kadar olan maddeler"Batının kafir kanunlarını alıp onunla yaşayacağız..Bugün toplum dinden uzak hale geldiyse bunun sorumlusu islam hukukunu kaldırıpta haçlı hukukunu getiren içimize sızan ingiliz uşaklarıdır.Müslümanım de ama gavur kanunu ile yaşamayı kabul et bu nasıl bir ahmaklıktır!

Haim Naum ismini duymuş muydunuz?Lozan da ismi resmi listelerde görünmeyen,Osmanlı yahudileri başhahamı olan bu zatı ismet paşa gayri resmi danışman olarak yanına almıştı,Peki nereden tanıyordu onu?Merak ettim bu ya, araştırdım ve Esther benbassa,nın hazırladığı ve Alabama üniversitesi,nin bastığı bir kltapta şu ilginç bilgiye ulaştım.Meğer ismet paşa harbiye,nin topçu sınıfında okurken Haim Nahum onun fransızca öğretmeniymis,Böylece Lozan,nın ikinci devresinde hoca ile talebenin el ele çözdüklerini görüyoruz..En sıkıntılı meseleleri,

Ne demiştik?Tarih şaşırmaktır, değil mi?Lozan bizi daha çok şaşırtacak,çok

|Mustafa Armağan,Küller Altında Yakın Tarih,sayı 4,sayfa 162-163.Timaş Yayınları.

(Resmi tarih kitaplarında bu yahudinin Lozan'da bizi temsil ettiği neden yazmaz?Çünki tarih kitaplarımızı bu yahudi zihniyeti hazırladı...!



Hani Lozan'da hangi taahhütlerde bulunduk? diye soran meraklı kardeslerimiz var ya,onlar gizli mizli seyler aramasın,Lozan antlaşmasının arkasına eklenen"Yargı yönetimine ilikşin bildiriyi bulup okusunlar.Altında İsmet inönü,Rıza Nur ve Hasan Saka'nın imzaları bulunan bu bildiride"TBMM hükümeti,görenekelerde ve uygarlıktaki gelismenin haklı göstereceği bütün reformları gerceklestirmek için arastırma ve incelere girismeğe hazırdır."Denilmekte ve söyle devam etmektedir..

Türk hükümeti,bes yıldan az olmamak üzere göreceği bir süre icinde hizmetinde derhal avrupalı hukuk danısmanlarını almak niyetindedir.|Mustafa Armağan,Korku Duvarını Yıkmak,sayfa 236,237.Timaş Yayınları..

(atatürk olmasaydı gavur olurdunuz diyen ahmaklar iyi okusunlar.O avrupalı proflar hazırladılar laik anayasayı,sonrada istedikleri konuma gelince cekip gitti bu yahudi ve hırıstiyan prof,lar..


Lozan da gercekten bağımsızlık aldıkmı?
Lozan,da neyi taahhüt etmişiz?

Hükümet en az bes yıl süreyle,derhal avrupalı hukuk danısmlarını hizmetine alacak,yalnız bunlar savaşa katılmamıs tarafsız ülkelerden secilecek ve milletler arası adalet divanının belirlediği bir listeden sadece secme hakkı bizde olacak,Bu danısmanlar Türk gib muamele görecekler,yani devlet memuru olacaklar maaslarını biz ödeyeceğiz.Bu isveçli,alman ve ispanyol adli danısmanlar istanbul ve izmir,de
Görev yapmıslar,Türk hukuk,ticaret ve ceza mahkemelerinin isleyisini izlemisler gerek gördüklerinde adalet bakanına rapor göndermıslerdir.1924,1930 yılları arasında ülkemizde kalıp bunlara aylık 60 bin frank para ödenmistir tıkır tıkır,dört kisi olan bu danısmalardan sadece faloche adında bir ispanyol diğerinin sauser-hall adlı bir isveçli oldugunu bılıyoruz.Bu konuda kafasında soru işareti kalan inanmayanlar için,Mustafa Armağan,Küller Altında Yakın Tarih kitap serisinin sayı,4,245,inci sayfasına baksınlar "danısmanlar"kararnamesi adında belge mevcut. Reisi cumhur mustafa kemal imzalı..

Tarih kitapları bunları yazmaz..O yüzden boy,boy ezberci papağanlar mevcut,atatürk olmasaydı vs vs,Tarih ezber üzerinden öğrenilmez ,okuyarak öğrenilir.




Mustafa Armagan



Mustafa Armagan

8 Ağustos 2013 Perşembe

Hahambaşı Abdülhamit in önünde diz çöktü


Hahambaşı Abdülhamit'in önünde diz çöktü

Zaman yazarı Mustafa Armağan, son günlerde özür meselesi yüzünden gerilen Türkiye-İsrail ilişkilerinin tarihsel boyutuna ilişkin çarpıcı bir yazı kaleme aldı. Armağan yazısında, Abdülhamid döneminde yahudi hahambaşının Sultan'ın önünde diz çökerek nasıl özür dilediğini anlattı.

İŞTE O YAZI;
Mavi Marmara katliamı için İsrail'den beklediğimiz özür, askerî krize dönüşürken, Türkiye'nin B ve C planlarını devreye sokacağını açıklaması ortalığı karıştırdı. Bundan böyle donanmamızın Doğu Akdeniz'de seyrüsefer halinde olacağı açıklaması da malum lobilerde "Türkiye'ye neler oluyor?" sorusunun kuyruğunu tutuşturmuş oldu.

URGANLARI TEKER TEKER KOPARIYOR
Türkiye'ye bir şey olduğu yok, uykudan uyanıyor sadece. Cüceler ülkesindeki Gulliver, uykudan uyandığında kendisini sımsıkı bağlamış bulunan urganları teker teker koparıyor, hepsi bu. Yarın öbür gün Ayasofya ve 12 Ada dosyalarının açılmayacağını kimse garanti edemez; buraya yazıyorum.

ABDÜLHAMİD'İN DİRAYETİ
Bu tarihî dönemeçte tarihimizle yüz yüze gelmemiz kaçınılmaz; daha doğrusu tarihimizle ve Sultan II. Abdülhamid'le. Abdülhamid Han'ın Yahudiler ile Siyonistleri nasıl hassas bir ölçüyle ayırt ettiğini ve teb'ası olan Yahudilerin haklarının korunmasına ne denli ihtimam gösterdiğini, öte yandan ülkesinin bir parçasını koparma planları yapan Siyonistlere karşı ne denli şiddetli davrandığını görmek için Yahudi tarihi uzmanı Avram Galante'nin "Abdülhamid ve Siyonizm" adlı makalesinden daha güvenilir bir kaynak bulunamaz. Henüz Türkçeye tercüme edilmemiş olan makalede Abdülhamid'in, çok güvendiği Hahambaşı Moşe Levi'yi alışık olunmadık bir şekilde azarlayıp tehdit ettiği ve ayağına kapandırıp özür dilettiği bizzat Levi'nin torunu Yeşua Eşkenazi'nin verdiği belge ve bilgilere dayanılarak anlatılmıştır. Bu hararetli günlerde Abdülhamid'in zekâ ve dirayetinden günümüze düşecek damlalara ne denli ihtiyacımız olduğunu görüyorsunuz.

Theodor Herzl Abdülhamid'le görüştüğü günlerde.

FİLİSTİN İÇİN YAHUDİ GÖÇÜNE İZİN
Siyonizm'in kurucusu Theodor Herzl, yanında Moşe Levi ile kapı kâhyası olduğu halde Sultan'ın huzurundadır. Herzl, Yahudilere gösterdiği ihtimamdan dolayı Sultan'a teşekkür eder ve bir meblağ karşılığında Filistin'e Yahudi göçüne izin vermesi ve Girit'e benzer bir özerklik tanıması teklifinde bulunma cüretini gösterir.

ABDÜLHAMİD'DEN ATRATEJİK YANIT
Abdülhamid'in cevabı son derece diplomatiktir: "Yahudilere güven duymuş olmam, teklifinizi reddetmeme mani değil." Ardından da topu ustaca bakanlar kuruluna atar. Böylece bir yandan Herzl'in niyet ve çapını ölçmek için zaman kazanırken, diğer yandan ilişkiyi kesmeksizin zamana yayma stratejisini izler. Tecrübesiz Herzl, bunun olumlu bir cevap olduğunu zannederek sevinecek ve yandaşlarına telgraf çekerek 'bu iş oldu' mesajı gönderecektir. Ancak bu cevap, aslında "olumsuz bir evet" demekti, zira 3 ay sonra Filistin'e ne şekilde girmiş olursa olsun bütün Yahudilerin sınır dışı edilmesini emreden iradenin altında da Abdülhamid'in imzası olacaktı. Demek ki, hayır diyemeyeceği durumlarda muhatabının içine gömüleceği bir cevap yumağı sunmak bir Abdülhamid klasiğiydi.

Fakat Galante, Abdülhamid'in sanki Filistin'e yerleşme izni verdiği anlamına gelecek bu cevaptan kuşkulanmıştır. Zira tanıdığı Abdülhamid imkânı yok böyle bir şey yapmazdı. Bu işin içinde bir iş vardı ama neydi?

Bu soruyu eski Ayan üyelerinden Behor Efendi'ye sorar. O da, Abdülhamid'in Herzl'e görüşmeden sonra altın bir kravat iğnesi hediye ettiğini, bundan, iğneyi hediye ettiği kişiye çok öfkelendiği ve iğneyi göğsüne saplamak istediği manasının çıktığını söyler. İlk işaret alınmıştır. Gerçekte Abdülhamid bu nezaket gösterisi halinde geçen görüşmeden hiç hoşnut olmamıştır. İçy üzünü Levi'nin torunu açıklar.

MOŞE LEVİ 3 GÜN HAPSEDİLDİ
Herzl Viyana'ya döndükten sonra Abdülhamid Hahambaşı'nı çağırır. Levi sabahın 9'unda Saray'a gider ve huzura girmek için izin ister. Sultan cevap verir: "Biraz beklesin". Öğleye doğru Başmabeyinci Sultan'a kaymakamın beklemekte olduğunu hatırlatır. Cevabı aynı olur. Akşam olurken Sultan bugün gitmesini ve yarın gelmesini söyler. Moşe Levi, Sultan'ın işlerinin çokluğu nedeniyle kendisiyle görüşemediğini düşünerek ertesi gün aynı saatte Saray'a gelir. O gün de huzura kabul edilmez. Levi bu kez Saray'dan ayrılırken, Sultan'ın kendisine karşı olan tutumundan kuşkulanmaya başlar. Üçüncü gün de aynı şekilde bekletilir. Bu durum Başmabeyincinin de garibine gider ve Sultan'a Hahambaşı'nın beklediğini hatırlatır. O da güneş battıktan sonra huzura getirmesini söyler. (Bu, Abdülhamid'in önemli mevkilerdeki kişileri cezalandırma yöntemiydi. Bu bir tür tutuklamaydı. Moşe Levi bu uygulamaya göre 3 gün hapsedilmişti.)

Yıldız Selamlığı. Abdülhamid döneminde hiç aksatmadan yapılan Cuma selamlıkları devletin ihtişamını sergileme törenleriydi aynı zamanda.

SULTAN'IN AYAKLARINA KAPANDI
Sultan, Hahambaşı'na soğuk davranır ve birkaç dakikalık bir sessizlikten sonra kuru ve sert bir ses tonuyla "Hahambaşı (normalde "Hahambaşı Efendi" derdi, bu hitap şekli kızgınlığını gösterir), amcam Abdülaziz tahtta olduğu zamandan beri sizi tanırım ve birkaç gün öncesine kadar sadakatinizi takdir ederdim. Fakat Herzl'in gelişinden sonra bu sadakatten ayrılmış olduğunuzu esefle gördüm. Bir karışlık toprak parçasının bile verilemeyeceğini çok iyi bilen siz Hahambaşı, nasıl oldu da İmparatorluğumun, Müslüman ve Hıristiyan alemlerinin gözlerinin üzerinde olduğu bir parçasına ilişkin olarak benden böyle bir talepte bulunması için o adamı buraya getirebildiniz? Bu adamın talebinin yüzde birini bile kabul etseydim benim ve devletimin başına kim bilir neler gelirdi! O adamın beni ziyaret etmekteki amacından haberiniz var mıydı, yok muydu? Burada nelerin konuşulacağını bilmiyor muydunuz? Cevap veriniz!"

Üzgün ve mahcup olan Hahambaşı şu cevabı verdi: "Size hep sadık kaldım. Şimdi de sadığım ve hep sadık kalacağım. Efendimiz, yemin ederim ki, burada Siyonizm'den söz edileceğini bilmiyordum; Herzl bu konuda bana hiçbir şey söylemedi. Beni onun suç ortağı olmakla suçlamayın. Ben masumum, milletim de masumdur!" Bunları söyledikten sonra, Moşe Levi ayağa kalktı, ağlayarak Sultan'ın ayaklarına kapandı ve kendisini ve milletini affetmesini istedi.

Tayland Prensi (ortada, sağda olanı) Sarayı ziyaretinden çıkarken fesle poz veriyor.

Sultan öfke ile ayağa kalktı ve şöyle dedi:
"O adamın ziyaretinden haberinizin olmadığını söylüyorsunuz. Oysa mektubunuzda onun benimle Yahudi milletine ilişkin bir konuda görüşmek istediğini yazıyorsunuz! Ne demek oluyor bu?!" Moşe Levi gözleri yaşla dolu bir vaziyette şöyle cevap verdi: "Efendimiz, o adam gazeteci, zatıalinizin genel olarak Yahudi sorunu konusundaki görüşlerinizi öğrenmek istediğini zannetmiştim". Yetmişlik bir ihtiyarın karşısında ağlamasından duygulanmış olan Sultan şöyle dedi: "Şimdi sizin masum olduğunuzu anladım." Mabeyinciyi çağırdı ve Hahambaşı'nı dinlendirmesini emretti. Torununun anlattığına göre Moşe Levi bu azardan sonra 15 gün hasta yatmıştır.

Son Sultan'dı gerçekten de. Şu sözünün ışıltısı bugüne kadar geliyor: "Bu adamın talebinin yüzde birini bile kabul etseydim benim ve devletimin başına kim bilir neler gelirdi!"

Kabul etmediğin için başına neler geldiğini biliyoruz Sultanım!

Mustafa ARMAĞAN



Nasıl? Taksim Meydanı eskiden mezarlık mıymış yani

Yalan Yazan Tarih utansın



Taksim Meydanı'nın eskiden büyük bir mezarlık vardı


Araştırmacı yazar Mustafa Armağan, Taksim Meydanı'nın eskiden büyük bir mezarlık olduğunu, bu mezarlıkta Müslüman, Fransız, Rum ve Ermenilerin bulunduğunu, İsmet İnönü döneminde mezarlığın imara açılarak yok edildiğini yazdı.

Mustafa Armağan'ın yazısı, Zaman gazetesinin Pazar ekinde yer aldı. Yazı şöyle:

"1 Mayıs'tan beri gündemden inmeyen Taksim Meydanı'nın tarihe mal olması şurada 150 yıldır. Hatta bugünkü halinden söz edeceksek hikâyemizi 87 yıl ile de sınırlandırabiliriz.

Peki ondan önce ne durumdaydı Taksim? Semte adını veren Sultan I. Mahmud'un eseri olan maksemi 18. yüzyıldan beri oradaydı ama kırlık bir bölgede yer alıyordu ve en önemlisi, Taksim, şehrin en geniş mezarlık bölgelerinden birine ev sahipliği yapmaktaydı.

'Nasıl? Taksim Meydanı eskiden mezarlık mıymış yani?' dediğinizi duyar gibi oluyorum. Evet, yanlış duymadınız, burası çok geniş bir mezarlık bölgesiymiş ve büyüklüğüyle Eyüp Sultan'ın rakiplerindenmiş.

Bu mezarlıklar o kadar geniş bir alanı kapsamaktadır ki, yalnız Gezi Parkı'nı değil, Taksim Anıtı'nın bulunduğu mahalden başlıyor, AKM binasından sahile doğru iniyor, Pangaltı'ya kadar göz alabildiğine uzanıyordu. İçinde geniş bir Müslüman mezarlığı olduğu gibi 'Frank', Rum ve Ermeni mezarlıkları da vardı. Zaten burası Bizans devrinden beri mezarlık olarak biliniyordu. İşte bugünlerde tartışılan Topçu Kışlası, mezarlıkların bulunduğu yeşil alana yapılacaktı.

Önemli bir ayrıntı da şudur: AKM tarafındaki Müslüman mezarlığı ile meydanı Harbiye'ye doğru kat eden Fransız, Rum ve Ermeni mezarlıkları yan yanaydı. Osmanlı İstanbul'unda semtleri bile ayrılan farklı din mensuplarının son uykularını birbirine yakın mezarlıklarda uyuması ilginçtir ve Osmanlı'nın engin hoşgörüsünü gösterir.

Ancak dikkat çekici bir başka nokta var: Ayaspaşa'daki Müslüman mezarlığı 1926 yılına kadar ayaktadır ve mezar taşları ve selviler Taksim'i 'laikleştirme' uygulamasının kurbanı olurken korkunç bir rant transferine de kurban gidecektir.

Nasıl mı? Görelim beraberce…

BİR MEZARLIK NASIL PAYLAŞILIR?

1930'lu yıllarda Gümüşsuyu'ndan Mete Caddesi'ne uzanan bölgede pıtrak gibi bitiveren apartmanlar akılları karıştırmıştır. Zira burada apartman yaptıranlar nedense hep Tek Parti devrinin kodamanlarıdır, hatta tapuda Başbakan'ın eşi Mevhibe İnönü'ye ait bir parsel dahi çıkmıştır.

Mezarlığın parsellenip satılma hikâyesini cesur gazeteci Arif Oruç anlatır. 'Yarın' gazetesiyle Serbest Fırka'yı cansiparane bir şekilde savunmuştu. Partinin kapatılmasının ardından gazetesi de yasaklılar arasına girmiş olan Arif Oruç, Başbakan İnönü'nün yolsuzluklarını yazmak ister; ancak bu, kaçtığı Bulgaristan'da çıkaracağı 'Yarın' broşürlerinde mümkün olur.

Arif Oruç'un 5 No'lu 'Yarın' broşüründeki (Haz: Mete Tunçay, İletişim: 1991) iddiaları yenilir yutulur gibi değildir ve eğer Demokrat Parti 13 Temmuz 1950'de af kanunu çıkartmasa İnönü ailesi ve CHP'nin başını fena halde ağrıtacak mahiyettedir. Aynı iddiaları Bedii Faik 1970 yılında 'Dünya' gazetesinde tekrarlayacak ve deliller Ahmet Gürkan tarafından 'İsmet Paşa'nın Beytülmali' adlı kitapta toplanacaktır.

Arif Oruç'un iddiaları özetle şöyle:

Başbakan yetkisini kullanarak mezarlığın tapusunu, Ayas Paşa'nın torunlarından birine verdirmiş, adam da alır almaz 'servileri kestirip mezar taşlarını söktür'müş, boşalan arsayı yüzbinlerce liraya hükümetin önde gelenlerine satmış, sonra da Mısır'a savuşmuştur. Bundan sonrasını Arif Oruç'un iğneli kaleminden okumaya değer:

MEVHİBE İNÖNÜ'NÜN ARSASI

"Kabristanın senedini eline alır almaz dahi İsmet Paşa'nın hanımefendilerine bir apartmanlık 'yerceğiz' hediye etmişti. Hanımefendinin apartmanı 'beleşten gelen' arsa üzerine kurulmuştu ki, arsanın kıymeti 50 bin lira tahmin ediliyor. Apartman, Başvekil Paşa'nın mahdumları küçük Ömer beyefendinin cep harçlıklarından tasarruf edilen 200 küsur bin lira ile vücuda getirilmiştir. Halk Fırkası erkânı, her gün pederleri tarafından verilen 5-10 kuruşu çabuk 200 bin lira halinde arttırmağa muvaffak olan küçük Ömer Bey'in; mahalle mekteplerinde peynir ekmek bulamayıp da Hilal-i Ahmer (Kızılay) tarafından kendilerine haftada iki defa birer dilim ekmek peynir tevzi edilen Türk çocuklarına 'tasarruf nümune-i imtisali (örneği)" olacağı söyleniyor."

Aynı olayı gazeteci Bedii Faik 1970 yılında şöyle anlatmıştır:

"Ayaspaşa vaktiyle mezarlıktı ve evkafa (vakıflara) aitti. İnönü'nün müsteşarı olan zat, evkaf işlerine bakmaktaydı. Günün birinde işte bu müsteşar, mezarlığı vakıf olmaktan çıkarmış, parsellemiş ve bahis konusu arsayı da şefine münasip görmüştür. O tarihte görevde bulunan İstanbul Belediye Meclisi bu olup bitti karşısında isyan etmedi değil. Ama olup bittiyi yapan müsteşar beyin 'Paşam! İstanbul Valisi, Belediye Meclisi'ni aleyhinize kışkırtıyor' demesi üzerine İnönü, devrin valisine son derece haşin davranmış ve rahmetli de bu muamele üzerine derhal istifa etmiştir."

Burak Çetintaş'ın değerli araştırması Taksim sırtlarındaki Ayaspaşa mezarlığının nasıl parsellenip satıldığını bütün çıplaklığıyla ortaya koyuyor:

"Önce gömüye kapalı mezarlık sahasını kaplayan selviler birer ikişer kesilmeye başladı. Daha sonra da kimisi çarpılmış, kimisi toprağa iyiden iyiye gömülmüş kavuklu, destarlı, serpuşlu mezar taşları kaldırıldı" (Toplumsal Tarih, Aralık 2004).

Bir kurnazlık daha yapılmış ve vakıfların gazetelere verdiği ilanlarda satılacak arazinin mezarlık olduğundan hiç bahsedilmemiştir. Böylece satılan arazi rahatça parsellenip imara açılacak ve dönemin önde gelen ailelerine apartman olarak hizmet verecektir.

Peki bazı resimlerde gördüğümüz güzelim mezar taşlarına ne oldu dersiniz? Onlar da hoyratlıktan nasibini aldı. Yok edildi. Öyle ki, bu mezar taşlarının içinde modern edebiyatımızın kurucusu kabul edilen Şinasi'ninki de vardı. ('Şair Evlenmesi' yazarı hakikaten tuhaf bir adamdı; cenazesine yalnız 15 kişinin katılmasını vasiyet etmiş ve vasiyetine riayet edilmişti. Ancak seçimin nasıl yapıldığını bilmiyoruz.)

Böylece bazılarınca 'Cumhuriyetin altın çağı' olarak kabul edilen 1930'lu yıllarda üstelik Taksim'in Müslümanlığını simgeleyen koca bir mezarlık göz göre göre satılmış, yok edilmiş, imara açılmış ve ustaca gerçekleştirilen bir rant transferine sahne olmuştu.

Bu bir şey değil. Daha Sultan Abdülaziz'in yapımını başlattığı Aziziye Camii'nin arsasına İnönü ve çevresindekiler tarafından nasıl el konulduğunu da yazacağız.

Ta ki insanlar Taksim'de 'yeşil alanı' mezar taşlarıyla birlikte asıl kimlerin temizlediğini öğrenene kadar…"