yesil etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
yesil etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1 Ekim 2013 Salı

Tarihimiz karmaşık şifrelerle doludur

Da Vinci Şifresi isimli kitapta yazılı olanlar da ne ki? Tarihimiz o kitaptakilere rahmet okutacak derecede karmaşık şifrelerle doludur

Bursa’daki Yeşil Cami’nin mihrabında altı asırdan buyana duran, şimdilerde pek bir moda olan ‘Da Vinci Şifresi’ isimli kitapta anlatılanları hatırlatan ve vaktiyle yapılmış büyük bir zulümden sözeden şifreye benzer bir şiirden bahsetmiştim.
Yazdıklarımın gerek akademik, gerekse popüler çevrelerde ilgiyle karşılandığını görünce aynı camide bulunan şifreye benzer iki şiiri daha daha yazayım dedim. İlk örnekte devlet düşmanlarına belá okunuyor, diğerinde ise Hazreti Muhammed’in hadisi bir satır ilávesi ile şiir haline getiriliyor. Çözebilenler, çözsün!
Batı dünyasının gizli sembolleriyle ‘Da Vinci Şifresi’ isimli kitap sayesinde tanıştığımızı ama tarihimizin ve eski eserlerimizin böyle çok sayıda şifreyle dolu olduğunu yazmıştım ve Çelebi Mehmed tarafından yaptırılıp inşaatı 1419’da tamamlanan Bursa’daki Yeşil Cami’nin mihrabında
altı asırdan buyana duran ufak bir çini panonun üzerindeki iki satırlık şiiri örnek göstermiştim.
12. asırda yaşamış olan İranlı şair Sadi’nin ‘Gülistan’ isimli eserinden alınmış ve İslam dünyasında az kullanılan ‘noktasız girift’ yazı ile yazılmış olan Farsça beyitte ‘Zulmeden kişi bu zulmü bana yaptığını sandı; bana yapılan zulüm geçip gitti ama vebáli onun boynunda kaldı’ deniyordu. Mihrabın öbür tarafında bu sözlerin yeraldığı çini panonun hizasındaki bir başka panoda da, mihrabın ‘Tebrizli üstádların eseri’ olduğu yazılıydı.
Mihraptaki yazı, 1400’lü yılların ilk çeyreğinde Bursa’nın unutulmayacak bir zulme şahit olduğunu göstermekteydi ama bu zulmün kim tarafından, kime karşı ve nasıl olduğu hususunda bugün hiçbirşey bilmiyorduk.
FARSÇA BİLEN, ANLAR
Fars Edebiyatı’na áşina olan okuyucularımdan çok sayıda e-mail aldım. Mihraptaki yazının sembol yahut şifre olmadığını ve ‘zálim’ sözüyle 1402’deki Ankara Savaşı’nda Osmanlı Devleti’ni büyük bir hezimete uğratan Timur’un kastedildiğini söylüyorlardı.
Hayır! Mihrapta altı asırdan beri duran lánet, Timur’u değil, bir başkasını hedef almaktadır. Bu konuyu yandaki kutuda anlatıyorum ve burada aynı camide yine asırlardan beri varolan, şifreyi andıran ve kime hitaben yazıldıkları konusunda bugüne kadar ciddi bir araştırma yapılmayan iki şiiri daha gözler önüne sermek istiyorum:
İşte, ilk şiir:
Yeşil Cami’de, zulümden bahseden beyitlerin yazılı olduğu mihrabın sağ ve sol tarafında bulunan oda şeklindeki bölümlerde hem kapıların, hem de pencerelerin üzerindeki nefis çinilerde Farsça bir dörtlük yazılıdır: ‘İn imáret tá ebed ma’mur bád / Sáhibeş ber düşmanán mansur bád / Her ki in dovlet neháhed páy-dár / Dáimá ender-cihán makhur bád’. Türkçesiyle ‘Bu imáret sonsuza kadar mámur vaziyette kalsın, sahibi düşmanlarına karşı muzaffer olsun ve bu devletin ayakta kalmasını istemeyen her kim varsa dünyada kahırlara uğrasın’
Camiler o devirde sadece ibadet değil, aynı zamanda önemli devlet işlerinin görüşüldüğü mekánlardı ve toplantı maksadıyla da kullanılırlardı. Zamanın hükümdarının vezirleriyle camide biraraya geldiği olur, camiler sosyal bir merkez kabul edilir ve buluşma, toplanma yeri olma vazifesi görürlerdi. Şiirde camiden ibadetháne değil ‘imáret’ şeklinde bahsedilmesinin sebebi de binanın bu özelliği idi.
Dolayısıyla kapılarla pencerelerin üzerine yazılmış olan ve hem hükümdarın hem de camiye giren hemen herkesin gözünün önünde duran koskoca harflerle vaktiyle devletin aleyhinde yapılan bir faaliyet hatırlatılıyor, üstelik aynı işi yapmaya kalkışacak olanlar için ‘Allah belánızı versin!’ diye beddualarda bulunuluyordu.
O devirde dünyanın en güzel çinilerine nakşolunacak derecede hemen herşeyi etkilemiş olan devlet aleyhindeki bu faaliyet acaba ne idi ve böyle bir işe kim kalkışmıştı? Bunları bugün maalesef bilemiyoruz.
Ve, Bursa’daki Yeşil Cami’de bulunan ve yine rahmetli Abdülbaki Hoca’dan (Gölpınarlı) öğrendiğim son bir şifre daha:
HADİSTİ, ŞİİR OLDU
Camiiin bir yerinde, Hazreti Muhammed’in bir hadisinin sonuna bir mısra iláve edilmiş, yani hadis, şiir haline getirilmiştir.
‘Cennet, cömerdlerin yurdudur’ anlamına gelen ‘El cennetu dáru’l-ezkiyai’ şeklindeki hadis, aruzun ‘Mef’ulü mefáilün failün’ vezniyledir, mısra olarak alınmış, hemen arkasına aynı vezinle ve o devrin Türkçe’si ile bir başka mısra getirilmiştir: ‘Oda yakısarlar eşkiyayı’; yani ‘Kötülük edenleri, áhırette ateşe atarlar’.
Ama bu yazının camiin neresinde olduğunu söylemeyeyim, merak edenler arayıp bulsunlar!
Peygamberin sözünü şiir haline getirmek gibisinden pek alışılmadık bir işin sebebinin ne olduğu ve ‘eşkiya’ sözüyle kimin kastedildiği de yine bugünün bilinmezleri arasında ve bütün bunlar, Yeşil Cami’deki esrarın sadece birkaçı...
‘Da Vinci Şifresi isimli kitapta yazılı olanlar da ne ki? Tarihimiz o kitaptakilere rahmet okutacak derecede karmaşık şifrelerle doludur’ demekte haksız mıyım?
Şifreleri Timur’a maletmeyin, çözmeye çalışın
YEŞİL Cami’nin mihrabında bulunan ve şifreyi andıran şiiri geçen hafta yayınlamamdan sonra bu şiir hakkında çeşitli yorumlar yapıldı ve ‘zalim’ sözüyle Timur’un kastedildiği ileri sürüldü.
Bu yorumu yapanlardan biri, Uludağ Üniversitesi’nden Prof. Dr. Mefail Hızlı idi. Hızlı, Anadolu Ajansı’na bir demeç verdi ve Yeşil Cami’nin mihrabındaki beyitlerde geçen ‘zalim’ sözüyle, Yıldırım Bayezid’i Ankara Savaşı’nda yenmiş ve Osmanlı birliğini yıkmış olan Timur’a hitaben ‘Senin zulmün işte geldi geçti biz camimizi yaptık’ diye seslenildiğini söyledi (Hızlı’nın açıklamasındaki bozuk Türkçe bana değil, haberin dilini düzeltmemiş olan AA’nın redaktörlerine aittir).
O dönemde yazılmış olan Osmanlı tarihlerini dikkatli bir şekilde okuyanlar böyle bir şeyin mümkün olamayacağını, yani mihraptaki yazıyla Timur’un kastedilmeyeceğini gayet iyi bilirler.
Yıldırım Bayezid fetihler yapmış çok büyük bir askerdir ama bir o kadar da sevilmeyen bir devlet adamıdır. Sevilmemesinin en büyük sebebi, kendini beğenmişliği ve etrafındakilerin söylediklerine önem vermemesidir, üstelik çok içmektedir.
YILDIRIM SEVİLMEZDİ
Hükümdarın bir başka tasarrufu yüzünden devrinin devlet bürokrasisi, özellikle de derin devleti, Yıldırım’dan artık nefret eder hale gelmiştir; zira Yıldırım Osmanlı Devleti’nin ilk merkez hazinesini kurmuş ve bütün gelir kaynaklarını yeni hazineye aktarmıştır. Bu, akınlarda ve savaşlarda elde edilen ganimetin artık askerler tarafından paylaşılamayacağı, doğrudan doğruya devlete gideceği ve askerlerle akıncıların ganimetlerden sadece hisse alabilecekleri anlamına gelir.
Timur da zalimdir, sevilmemektedir, özellikle Osmanlılar’a Ankara Savaşı ile indirdiği darbe yüzünden bizde büyük nefrete uğramıştır ama çok önemli bir başka özelliği vardır, Sünni bir hükümdardır. Aynı dinden ve mezhepten olan bir hükümdarı kötülemek, geleneğimizde yoktur.
Unutmayalım! Uğradığımız büyük yenilgilerden pek bahsetmemek, bu yenilgilerin üzerlerini örterek unutulmaya terketmek bizde çok eski bir ádettir ve Ankara Savaşı’ndan sonra Osmanlı tarihçileri de bu ádete uymuşlardır. O dönemde kaleme alınmış tarihlerde, Ankara Savaşı çok kısa şekilde yeralmış ve sadece Timur’u değil, Yıldırım Bayezid’i de suçlayan ifadeler kullanılmıştır.
MENDERES VALSİ
Biraz teknik olacak ama aslı 12. asırda yaşamış olan İranlı şair Sadi’nin ‘Gülistan’ isimli eserinde bulunan mısralarla Yeşil Cami’nin mihrabında yazılı olan şekil arasındaki bir farkı da hatırlatmam gerekiyor.
Her iki şiirde, şahıslar farklıdır. Mihrapta yazılı olan ‘Zulmeden kişi bu zulmü bana yaptığını sandı; bana yapılan zulüm geçip gitti ama vebáli onun boynunda kaldı’ sözü, Sadi’nin Gülistan’ında ‘Zulmeden kişi bize zulmettiğini sandı; bize yapılan zulüm geçip gitti ama vebáli onun boynunda kaldı’ şeklindedir. Yani, Sadi’de bir kişi değil, bir grup konuşmakta ve belli bir zulümden değil, yapılmış olan genel bir fenalıktan sözedilmektedir.
Eskiden yazılmış şiirleri yahut şarkıları zamanın şartlarına göre başka şekillerde okumak da eski ádetimizdir ve Muhlis Sabahaddin Bey’in 1920’lerde bestelediği ‘Hatırla ey peri o mes’ud geceyi’ diye başlayan meşhur valsinin 27 Mayıs darbesinden sonra ‘Hatırla Menderes o meş’um geceyi’ diye okunması da bunun örneklerindendir.
Dolayısıyla, Yeşil Cami’deki şifreyi andıran yazılarda Timur’un kastedildiği gibi kolaylıklara kaçmayı bir tarafa bırakın ve işin derinindeki başka mánáları araştırın! Mihrabın, Timur’un ülkesinden gelen Tebrizliler’in eseri olduğunu da unutmayın...


Yazar : Murat BARDAKÇI (webarsiv.hurriyet.com.tr/2004)

Bursa Yeşil Camii
http://gercektarihdeposu.blogspot.com

20 Ağustos 2013 Salı

Nasil kurulur nasil calisir nedir bu DERIN DEVLET dedikleri Sizi Bizi Hepimizi Aldattılar

Her yer de her gun karsimiza cikan bu soylem (derin devletnedir ne degildir yalin bir sekil de anlatilmis okuyup anliyalim 


Derin devlet dediğiniz şey, 1950‘lerin başında ABD‘nin kurduğu bir şey. Soğuk savaş yıllarının özel harpçileri bunlar. Kontrgerillalar -ı. Ve bu yapı bulaşıcı bir hastalık gibi bugün vakıf, dernek, sendika, tarikat her yere bulaşmış durumda. Aslında derin devlet benzeri yapılar eskiden beri hep vardı. Tapınak şövalyeleri, bunun en eski örneği, İttihat Terakki de öyle bir yapı idi aslında. Daha sonra 19 Aralık 1926′da Milli Emniyet Hizmeti görmek üzere bir yapı oluşturuldu. Bu daha sonra MAH adını aldı, ardından da MİT’e dönüştürüldü. Abdulhamid Osmanlı’da ilk düzenli istihbarat örgütünü kurmuştu, ama aslında onun karşısında İttihat Terakki’nin, Masonik örgütlerden sağladığı destekle ilk kontr istihbarat ve operasyon amaçlı istihbarat faaliyetlerine başladıklarını söyleyebiliriz.
Masonik örgütlenme, Tapınak şövalyelerine kadar dayanır. Köklerini Hz. Süleyman zamanına dayandırırlar. Mitolojik bir arka planları vardır. Dini metinlerden, Kozmografyadan ve Mısır esoterminden yararlanırlar. Sonra bu yapı Vatikan üzerinden Avrupa’ya yayıldı. İngiltere kendi örgütünü kurdu, Fransa kilise dışında yeni bir yapılanmaya gitti. Daha sonra ABD’de buluştular. ABD’deki yapı içinde Siyonist Yahudiler, Vatikan, İtalyanlar, Fransızlar, Almanlar, Hollandalı, İngiliz herkes var.


Bu ilk yapı daha çok ekonomik-politi -k konularda karar alıyordu. Daha sonra askeri, stratejik planlar yapmak da gerekti. Kendi aralarında barışı korumak, bir düzen kurmak, o düzeni korumak için de bir yapı oluşturmaları gerekiyordu. BM, NATO aslında bu çabanın ürünü. Yani derin devleti uzaklarda, başka yerlerde aramayın. Şu bildiğiniz dolar, bu sistemin merkez komitesinin finansmanı için kullanılan kiralık bir paradır. Sistem 3 aşağı, 5 yukarı dünyada aynı. Hukukla da ilgileniyorlar, -sağlıkla da. Tarımla da ilgileniyorlar; -sadece ekonomik, siyasi, askeri konularla değil. Finans ve basın en çok ilgilendikleri konuların başında geliyor. Son zamanlarda STK’lar da öne geçti. Bizim Özel harpçiler, bu sistemin koruyucu muhafızları ve tetikçileri olarak yıllarca kullanıldı. Araştırın, Gümüşpala’yı kim nasıl öldürmüş, Demirel nasıl bir gecede Genel Başkan olmuş!


1960 darbesinden sonra derin yapı içinde bir hesaplaşma başladı. Bizimkiler, madem ABD’ye karşı bir şey yapamıyoruz, paralel bir örgütlenme yapalım, Milli bir derin yapı oluşturalım diye kolları sıvadılar. Onlar kendilerine Süleyman Mabedinden bir kök buluyorlarsa, bizimkilerin de Asya’dan, eski çağlardan bir kök bulmaları gerekiyordu. Nusret Demiral, “Bizi böyle yetiştirdiler” diyor ya. Bu kadrolar, Fatih, Yavuz imajları, Türk hakanlarının resimlerinin bulunduğu salonlarda eğitildiler. İslami motifler de yüklediler eğitimlerine.


ABD bunları ve niyetlerini daha işin başında anlamış olmalı. Kısa süre sonra derin yapı içinde örtülü bir iktidar savaşı başladı. CHP-MSP koalisyonu, 1. MC, 2. MC derken Maraş-Sıvas-Çor -um olayları. 12 Eylül’ü soruşturacaklar -madem, 12 Eylül derin kadroların kendi içlerindeki iç savaşı bitirip yeni bir yapılanmaya gitmek için düşünülmüş bir operasyondu. Sistem yeniden yapılandırılırk -en de kadroların yenilenmesi kararı alınmıştı. Ilımlı İslamla yola devam edilecekti.


PKK aslında derin devlet tarafından, kontrol dışı Kürt unsurlarının tasfiyesi için düşünülmüştü ama, olmadı. Bizdeki iç savaş, dünya derin devletlerinde de yaşanmaya başladı, soğuk savaşın bitmesi ile. AB gerçeği ortaya çıkınca işler karıştı. Derin devlet içindeki paralel ulusalcı örgütlenme, başından beri biliniyor ve kontrol altında tutuluyordu. Şimdi bu kadrolar, tasfiye olmamak için direniyorlar. Kendilerini ABD’ye karşı milli değerlerin savunucusu gibi takdim etmeye çalışıyorlar. Tüm dünyada bu yapılar yenilenirken, bizde direniş devam ediyor.


Beni, seni, onu, hepimizi aldattılar. Hem ABD aldattı, hem de onların yerli işbirlikçileri. -CHP, MHP, AP, farklı oluşumlar değildi aslında. Toplumu kontrol etmek için kullanılan politik enstrümanlardı. -Kontrollü bunalım stratejisi için bunlar derin yapıların Truva atları idi içimize sokulan. Sağ-sol, Alevi-Sünni, Türk-Kürt kavgaları da öyle.
Bu kirli oyun hâlâ sürüyor. Dışarıdakileri ve içeridekileri, hepimizi kandırdılar. Kandırmaya da devam ediyorlar. Bu derin uykudan uyanalım artık. Bu kirli, kanlı ve karanlık oyuna bulaşanlar, bildiklerini anlatmalı. Bu kâbus bitmeli. Birini tasfiye etmeye çalışırken, “bizden” gibi gözüken birilerinin derin planlarına da alet olmamalıyız. Bunların sağı-solu, Alevisi-Sünnisi -, dincisi-tarikat -çısı yok. Aman dikkat.