Uluslararası Adalet Mahkemesi'nin Bosna-Sırbistan soykırım davasındaki 26 Şubat tarihli kararı, salt hukuksal değil, siyasal sonuçlarıyla birlikte okumakta yarar var. Mahkeme, Eski Yugoslavya'nın, Soykırım Suçunu Önleme ve Cezalandırma Sözleşmesi'nden kaynaklanan yükümlülüklerini, soykırımı önlemeyerek ve sanıkların yargılanmasında işbirliği yapmayarak ihlal ettiği sonucuna vardı. Bu sorumluluk şimdi, Eski Yugoslavya'nın uluslararası hukuk yükümlülüklerini üstlenen Sırbistan Cumhuriyeti'ne ait. Uluslararası yargı kararlarının ilk bakışta karmaşık gelen ayrıntıları, bu kararların yanlış anlaşılmasına teşne görünüyor. Mahkeme, Sırbistan Cumhuriyeti'nin soykırıma etkin olarak katılmadığını söylemiyor; Bosna'nın bu iddiasını göstermek için yeterli kanıt sunmadığını söylüyor. Bu tarihsel kararın sorunlu yanı da bu zaten: İnsan hakları ihlalleri ve insanlığa karşı suçlar söz konusu olduğunda iddiayı ve tersini kanıtlama yükü taraflar arasında paylaşılmalı. Mahkeme Başkan Yardımcısı El Hasavni'nin kısmi muhalefet şerhi, mahkeme çoğunluğunun bu konuda fazla temkinli davrandığını gösteriyor. Fakat bir devletin soykırımdan suçlanmasına ilişkin hukuksal bir süreç, doğası gereği siyasal yönünden bağımsız düşünülemez. Kararın adil olup olmadığını görebilmek için, Bosna'nın ve Sırbistan'ın geleceğine, yaşayan insanların geleceğine etkisine de bakmak gerekir. Boşnak ve Hırvatların çöküş sürecindeki Yugoslavya'dan ayrılmak istemesi üzerine başlayan savaşta çoğu sivil 100 bin kişi ölmüştü. Miloşeviç Yugoslavya'sının desteklediği Bosna-Hersek Sırp milliyetçilerinin kurduğu fiili Sırp Cumhuriyeti birlikleri sorumluydu bu katliamların ve diğer zalimane eylemlerin çoğundan. Miloşeviç'in de Mart 2006'da ölümüne kadar yargılandığı Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Divanı, üst düzey sorumlulardan bazılarını insanlığa karşı suçlar ve savaş suçlarından yargılayarak adaleti sağlamayı amaçlıyordu. Devlet sorumluluğunun tespiti ise, Bosna'nın başvurusu üzerine Uluslararası Adalet Mahkemesi'ne ait bir görev haline geldi. Bosna Sırplarının liderleri Karadziç ve Mladiç halen aranıyor ve Sırbistan Cumhuriyeti'nde oldukları biliniyor.
Sırbistan soykırımdan sorumlu
Mahkeme, soykırım suçunu sadece Srebrenitsa katliamında sabit görüyor. Buna karşılık diğer katliamları ve uygulamaları, insanlığa karşı suçlar ve savaş suçları olarak görüyor, ki bunları değerlendirmek mahkemenin yetkisi dışındadır. Bosna-Sırbistan davasının uluslararası hukuk açısından önemli bir noktası, devletlerin soykırım nedeniyle suçlanıp suçlanamayacağı meselesiydi. Mahkemeye göre soykırım yasağı, devletlerin de soykırımdan suçlu ya da suç ortağı olarak görülebileceği türden bir sorumluluk getirir. Zira tanımlanan suçu bir devlet organının ya da suçları devlete atfedilebilecek bir grubun işlemesi, devletin uluslararası sorumluluğunu doğurur. Tersinden bakılırsa, soykırım suçu söz konusu olduğunda devletin asli sorumluluğu, suçu önlemek ve sorumlularını cezalandırmaktır. Fakat tek başına suçu önlemeyi veya sorumluları cezalandırmayı başaramamış olmak, devlete soykırım suçunun atfedilmesine yetmez. Buna karşılık devlet organlarının veya devlet adına hareket eden görevlilerin suçu önlememeyi veya suçluları cezalandırmamayı seçtiğinin gösterilmesi, suçun doğrudan devlete atfedilmesi sonucunu doğuracaktır.
Soykırımı kanıtlamak zor
Mahkeme, sunulan veriler ışığında, soykırım suçuyla etnik temizlik suçu arasındaki ayrımı vurguluyor: Etnik, ulusal, ırksal ya da dinsel özellikleriyle tanımlanarak hedef seçilen bir gruba karşı onları tamamen ya da kısmen yok etme niyeti ile salt belirli bir bölgeyi bu tür bir gruptan üyelerini başka bir yere naklederek 'arındırma' niyeti arasındaki farktır bu. Tersinden bakılırsa, suçun etnik temizlik olarak tanımlanabilmesi için, böyle bir tehcir sırasında söz konusu topluluğun üyelerini tamamen ya da kısmen yok etmeyi amaçlayan eylemlerin söz konusu olmaması gereklidir. Mahkeme, soykırım suçunun gösterilebilmesi için, suçlamanın ciddiliğine orantılı kesinlikte kanıtların sunulmuş olması gerektiğini belirtiyor. Mahkeme, olguları tespit ederken, kanıt standartları açısından, Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Divanı'nın bulgularına da dayanarak şu sonuçlara varıyor:
Bosna'da kurulan fiili Sırp Cumhuriyeti, Eski Yugoslavya'nın desteği olmadan sınırlı bir etkinlik gösterebilir; yani bu kadar suç işleyemezdi.
Savaş sırasında Bosna'da koruma altındaki kişilere (siviller ve savaş halinde olmayan askerler) yönelik katliamlara ilişkin olgularda kasıt unsurunun tespitine yönelik yeterli kanıt yoktu. Bu veriler ışığında katliamla, silahlı çatışmalar uluslararası hukuku çerçevesinde savaş suçları ve insanlığa karşı suçlar niteliğinde olabilir. Fakat mahkemenin bu suçların tespiti konusunda yetkisi yoktur.
Buna karşılık 13 Temmuz 1995 Srebrenitsa katliamına ilişkin olarak Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Divanı'nın iki kararı, Srebrenitsa'da yaşayan Müslüman Boşnakların öldürülmesi niyetini göstermeye yeterli kanıt teşkil eder. Dolayısıyla spesifik olarak bu katliamda soykırım suçu oluşmuştur ve suçu işleyen taraf, Bosna'da etkin olan fiili Sırp Cumhuriyeti'dir. Mahkemenin kanıt standartlarına yaklaşımı doğru olabilir: Suçlamanın büyüklüğüne orantılı olmalıdır sunulan kanıtların ikna edici değeri. Fakat Mahkeme Başkan Yardımcısı Yargıç El Hasavni, eldeki kanıtların muhatap devletin sorumluluğunun daha fazla olduğunu göstermeye yeterli olduğunu söylüyor. Yargıç El Hasavni'ye göre, Sırbistan Cumhuriyeti'nin selefi Eski Yugoslavya, sadece Srebrenitsa'da sabit görülen soykırım suçunu önlememekle kalmamış, aynı zamanda bu suça etkin olarak katılmıştı. Gerçekten de, soykırım suçu gibi bir suç söz konusu olduğunda, insan hakları ihlallerinde olduğu gibi, ispat yükünün taraflar arasında paylaştırılması gereklidir. Vahim insan hakları ihlallerinin, insanlığa karşı suçların ve soykırım suçunun işlendiği koşullar göze alındığında, faillerin kasıt, hatta eylemlerini gizlemek için avantajlı bir konumda oldukları açıktır. Bu açıdan Yargıç El Hasavni, bizzat mahkemenin Sırp Güvenlik Konseyi belgelerine ulaşması halinde muhatap devletin sorumluluğunun tespit edilmiş olabileceğini düşünüyor. Yargıç El Hasavni'nin daha ciddi bir itirazı, soykırımın tek bir eyleme indirgenemeyeceği yönünde. Ele alınan ve Mahkemenin tek başına soykırım suçunu tespit edemediği olgular birbirinden ayrılabilir mi? Başka bir deyişle, soykırım suçunun sistematik ve karmaşık yapısı, bu kararla gözden kaçmış oluyor. Mahkemenin kanıt standartları konusundaki temkinliliği, hukuksal açıdan yeterli bir karara ulaşmayı engellemiş görünüyor.
Suçu önleme sorumluluğu
Sonuç olarak mahkemeye göre, fiili Sırp Cumhuriyeti birliklerinin soykırım eylemleri ve insanlığa karşı suçlar gerçekleştirdiği sabittir. Fakat davada muhatap taraf olan Sırbistan Cumhuriyeti'nin soykırım suçundan sorumluluğunu sabit bulmaya yeterli kanıt yoktu. Başka bir deyişle, mahkeme, sunulan olgular ışığında, Bosna savaşı sırasında yapılan katliamların muhatap devlete atfedilebilecek emirlere ya da muhatap devletin yönlendirmesine dayalı olduğunu göstermeye yeterli kanıt görememiştir. Sırbistan Cumhuriyeti'nin söz konusu operasyonlarda etkin denetiminin olduğunu gösteren kanıtlar da mevcut değildir. Mahkemeye göre, Boşnak ve Hırvatlara karşı yapılan zalimane eylemlerin Eski Yugoslavya Cumhuriyeti'nin genel politikasının bir sonucu olduğu konusunda şüphe yoktur. Fakat bu devletin organ ya da görevlilerinin, söz konusu eylemleri gerçekleştiren tarafa yardım gönderirken, bu yardımların soykırım eyleminde kullanılmakta olduğunun farkında olduklarını tespit etmeye yeterli kanıt yoktur. Buna karşılık mahkeme, muhatap devletin soykırımı önleme ve sorumluları cezalandırma sorumluluğunu yerine getirmediğini de tespit eder. Bu açıdan kanıt standardı daha düşüktür. Bu açıdan Sırbistan Cumhuriyeti, yetkililerinin bu riski ve olanları önlemek için yeterli tedbir aldığına dair kanıt gösterememişti. Mahkemeye göre, Karadziç ve Mladiç'in Sırbistan toprakları üzerinde bulunmasına rağmen yakalanarak Uluslararası Ceza Divanı'na sevk edilmemiş olması ise, cezalandırma ve bu açıdan uluslararası otoritelerle işbirliği yapma sorumluluğunun da ihlalini gösteriyor. Nihayet mahkeme, tazminat hükmü vermedi. Zira mahkemeye göre, muhatap devletin müdahale etmesi halinde Srebrenitsa soykırımının engelleneceğine dair yeterli kanıt yoktur. Mahkemeye göre mevcut davada uygun tatmin aracı, Sırbistan Cumhuriyeti'nin sorumluluğunun tespit edilmiş olmasıdır. Bu sorunlu bir çıkarsamadır. Şuna benzer: Bir hükümetin işkenceyi önlemek için etkin önlem almış olması halinde bile işkence önlenemezdi denebilirse, mağdura tazminat vermeye gerek yoktur.
Adalete nereden bakmalı?
Boşnak ve Hırvat mağdurlar açısından kararın adaleti sağlamaya yeterli olmadığı kesin. Aslında soykırım söz konusu olduğunda adaletin sağlanabileceği konusunda karamsar olmak gerçekçi olur. Öte yandan, Bosna Savaşı sırasındaki soykırım ve insanlığa karşı suçlardan sorumlu en üst düzeydeki faillerin suçunun uluslararası bir divan tarafından tespit edilmesinin ardından soykırımın yapıldığının ve devlet sorumluluğunun Uluslararası Adalet Mahkemesi tarafından tespit edilmesi tarihsel önem taşıyor. Fakat bir devletin soykırımı önlememekten sorumlu olmasıyla soykırımdan suçlu olması arasında fark var. Sırpların soykırım suçlaması ve uluslararası yalıtılma karşısında ırkçı-militarist bir siyasete kaydığını, faşist şiddetin Sırbistan siyasetine hâkim olduğunu gördük. Soykırımın Sırbistan kimliğinin bir parçası olması, hem Sırbistan'ın geleceği açısından hem de bölge halkları arasındaki ilişki açısından tehlikelidir. Srebrenitsa katliamının görüntüleri karşısında dehşete kapılan bir Sırbistan'ı temsil eden Sırbistan Başkanı Boris Tadiç, bunun bilinciyle Sırbistan parlamentosundan soykırımı kınamasını istiyor. Mağdurlar için ve iki ülke halkının geleceği açısından asıl adalet, Sırbistan'ı temsil eden bir iradenin soykırımı tanıdığı ve vahşetini reddettiği bir noktada olsa gerek.
YAHYA BERMAN(RADİKAL)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder