31 Mart 2013 Pazar

Yağmur yağdıktan sonra neden toprak kokar, ve gerçekten kokladığımız toprak kokusu mu?

Yağmur
Yağmur sonrası hissedilen güzel kokuların bir kaynağı, toprakta yaşayan Actinomycetes grubu içinde yer alan bazı bakterilerdir. Toprakta yaşayan en küçük canlılardan olan bu bakteriler, en çok nemli ve karanlık ortamlarda gelişirler. Çevre koşullarının gelişmeleri için uygun olmadığı kurak dönemlerdeyse “spor” adı verilen özel yapılar üretirler. Sporlanma, bazı bakterilerin kendilerini olumsuz koşullarda korumalarını sağlayan bir özelliğidir. Yağmurdan sonra duyduğumuz kokunun nedeni de bu sporlardır. Daha önce oluşmuş bu sporların kokusunu hava kuruyken duyamayız; ancak yağmur yağdığında duyabiliriz. Çünkü yağmur damlaları yere düştüğünde, toprakta önceden birikmiş bir miktar yağmur suyunun da yardımıyla sporların havaya fırlamasına neden olur. Yağmur nedeniyle havada çoğalan nem, bu sporların kokusunun burnumuza kadar ulaşmasına neden olur. Yani aslında kokunun kaynağı toprak değil, toprakta yaşayan bu bakterilerdir.

www.akademikfizik.net

Behram Kurşunoğlu Kimdir?

Behram Kurşunoğlu
Behram Kurşunoğlu (d. Bayburt 1922 - ö. Miami, Florida 25 Ekim 2003).
Prof. Dr. Behram Kurşunoğlu Aslen Bayburt'un Merkez ilçesine bagli Aydincik koyunde doğmuş olup Trabzon, Çaykaralı olan Prof. Dr. Behram Kurşunoğlu "Genelleştirilmiş İzafiyet Teorisi" adıyla yeni bir teori ortaya atan ilim adamımızdır.ABD de Florida ÜniversitesindeTeorik Fizik Merkezinde başkanlık yapmıştır.Aynı zamanda "Küresel Vakıf'ın kurucusu olan Kurşunoğlu dünyanın en büyük fizikçileri arasında yer almaktadır. Atom bombasının babası sayılan Oppenhelmer ve hidrojen bombasını bulan [[Edward Teller] ve yaşayan en büyük fizikçi Dirac, Profesörümüzün en yakın arkadaşları arasında yer alıyor.Daha gençliyindeyken ünlü fizikçi Albert Einstein'la irtibata geçti.Cambridge Üniverstesinde doktarısını yaparken Einstein ile ilmi konular ve çeşiti teoriler üzerinde 
mektuplaştı.


Uzun uzun fikir alış verişinde bulundu.1953 yılında araştırmalar yapmak üzere Amerika'ya Cornell Üniverstesine gitti.Einstein'la aralıksız 4 saat görüştü.O anda Kurşunoğlu 31,Einstein da 74 yaşlarındaydı. Bu görüşmeler esnasında Prof. Kurşunoğlu yeni teorisini ortaya attı.Einstein'nın teorisine karşılık kendi teorisinin doğruluğunu savundu.Einstein derin bir düşünceden sonra:İkimizden biri muhtemelen doğru.Senin Teorin benimkinden daha kapsamlı.Fakat zaman gösterecek.Sonra da Einstein: 1905 yılında arkadaşımla labaratuarda çay içerken izafiyet teoremi anlattığımda kimse dediklerime inanmaz,bana gülerlerdi.Ama sonunda kim haklı çıktı?Sözlerini ekledi,teorisinin doğru olup olmayacağının zamanla anlaşılacağını belirtti. Profesürümüz "hayatımın en büyük projesi" olarak kabul ettiği teorisini ilim dünyasına kabul ettirmekle meşgul."Einstein dahi bilim hayatının yarısından fazlasını bu teoriyle geçirdi, sonuca varmadan öldü" diyen Kurşunoğlu "Gelleştirilmiş İzafiyet Teorisi'nin kabul göreceği ümidini taşımaktadır.Teorimin kazanacağından şüphem yok.Eğer teori kabul edilirseilim adamımız Einstein'nın başarısının ötesine geçmiş olacak." Prof. Kurşunoğlu'nun teorisi hakkında diğer bilim adamlarının görüşleri ise şöyledir: "Prof. Kurşunoğlu'nun teorisine kimse karşı çıkmıyor.Ama Einstein'i çiğneyip açıça kabule de yanaşmıyor. Fakat kabul edildiğinde Kurşunoğlu, Newton ve Einstein ayarında bir fizikçi olarak bilim tarihine geçecektir." Kainatın yaratılışı ile ilgili teorisini Prof. Kurşunoğlu şöyle izah ediyor: "En büyük güç sahibi olan Allah, yaratmak ve yönetmek için evreni meydana getirdi. Evrende temel ve manyetik yükler bulunmaktadır.Orbitron teorisi taşıyan bu teori evrendeki kurumsal çalışmalarımı içine almaktadır. Kainatın meydana gelişini izah eden "Big Bang" isimli popüler teori yerine bilmi temel ve deneylerle ortaya çıkardığım teorim her şeyin başı olan bu konuyu bilmen izah etmektedir. Evrenin yaratılması ilk 2-3 saniye içinde, evrenin büyük kısmını teşkil eden 10 üssü 80 parçacık meydana geldi. Zamanın başlangıcından önce evreni kaplayan zaman öncesi güçlerin alanı vardı. Milyarlarca sene sonra bu alan çok yüksek yer çekimi sebebiyle çöktü ve bir atomdan trilyonlarca kere küçük "mikroblackholes" denilen siyah mikro delikler ortaya çıktı. Bu deliklerin yarısı maddeden zaman öncesinde başlayan büyük bir yangın evrene dağıldı. Madde ile karşı maddenin birbirinden parçalnma neticesinde ayrılınca yeni parçacıklar, zamanla yıldızlar, gezegenler, karşı gezegenler ve insanlar, çok muhtemelen de karşı insanlar yaratıldı." Prof. Kurşunoğlu kara mikro delikleri de şöyle açıklıyor: "Aklın Alamayacağı kadar büyük yer çekiminde meydana gelen mikro siyah delikler hemen hemen "0" boyuta yakın ve protonun 1 milyon misli ağırlıkta yeni parçacıklar. Bu ağırlık ise 1'in 10 milyonda biri ağırlıkta. Yani tespiti mümkün olamayacak ölçüde az ağırlıkta." Prof. Dr. Kurşunoğlu'nun Diger Hizmetleri Prof. Kurşunoğlu kurucusu ve eski başkanı olduğu Teorik Fizik Çalışmaları Merkezinde büyük hizmetlerde bulunmaktadır. Şimdiye kadar merkezde düzenlenen bir başarı armağanını, Nobel Armağan kazanmış 22 bilim adamıyla birlikte yeryüzünün en tanınmış fizikçilerine takdim etmişlerdir. 1978 yılında kurduğu "Global Foundation (Küresel Vakıf)" ta da son derece ciddi ve önemli çalışmalar yapmıştır. Prof. Kurşunoğlu ünlü Harvard dan Moskova Üniversitesi,Fransa'dan Uzakdoğu'ya kadar sayısız yüksek öğretim kuruluşlarında bilim adamlarına konferanslar vermiştir. Ülkemizde de Atom Enerjisi Komisyonu'nun kuruluşunda büyük rol oynayan Prof. Behram Kurşunoğlu Türk Silahlı Kuvvetleri Genel Kurmay Başkanlığına da atom konusunda danışmanlık yaptı. Küçük Çekmece'de ki atom reaktörünün planlarını hazırladı. Prof Kurşunoğlu Türkiye'nin bilim alanındaki yerini ise şu şekilde değerlendirmektedir: Türkiye bilimde çok ileri gitti. 1955'te gittiğimde tanınmış 2-3 fizikçi vardı. Büyük haz duydum. 20 yılda Japonya gibi Türkiye: Fizik, kimya ve biyolojide çok ileri seviyeye ulaştı. Halen Ortadoğu ve Doğu Avrupa'dan çok ilerdeyiz. Ama henüz Fransa ve İtalya seviyesine gelemedik. Türkiye'nin en üst seviyeye ulaşması için bir bilmi seferberliğe girişmesi gerek. Bunun teknolojiye paralel gitmesi lazım ki öylece kendi tankımızı, uzğımızı da imal edebilir hale gelelim. Bunu başarabilirsek 20 yılda Japonya gibi olabiliriz. Söylediklerim hayal gibi gelmesin. 1939-1940 yılında İstanbul-Erzurum demiryolu yapıldı. Gece gündüz çalışılarak bitirildi. Bu dünyada en hızlı bitirilen demiryoluydu. Eğer yurtdışındaki bilim adamlarımız Türkiye'ye döner, bilim seferberliğine iştirak ederlerse bu iş başarılır. Tek cevap topluca anavatana dönmemiz. Prof. Dr. Kurşunoğlu, 1972 yılında da Cumhurbaşkanlığı bilim armağanıyla ödüllendirildi.

346 ) MONDROS'TAN SONRA KURTLAR SOFRASI !..


   Tevfik Paşa hükumeti zamanında Osmanlı Devleti aleyhine olan faaliyetlerde bir artış meydana geldi. Ahmet İzzet Paşa'nın istifasından hemen bir gün sonra, taraflarca imza edilen bir sözleşme ile İskenderun'un durumu hakkında bir karara varıldı. Buna göre ; İskenderun'da Osmanlı mülki idaresi devam edecek ; polis ve jandarma eskisi gibi görev yapacak ; fakat Osmanlı ordusu burayı terk edecek ve bundan sonra da, Halep'e erzak götürmek üzere kasabaya bir İngiliz müfrezesi çıkacaktı. 
Nitekim 9 Kasım 1918 günü saat birden sonra İskenderun'a 15 kişilik bir İngiliz müfrezesi ayak bastı.

                               

   11 Kasım 1918'de, açlıktan ve yokluktan dolayı erzak ambarı önünde birikmiş olan halkın yaptığı gürültüyü bahane eden Fransızların Cautelas Torpidosu Komutanı David Beauregard, şehirde bulunan Türk memur, polis ve jandarmaların şehri derhal terk etmelerini istedi. İlgililer bu tebliğe uyarak kasabayı terk ettiler. Halbuki İstanbul Hükumeti memurlarına yerlerini terk etmemeleri için gerekli direktifleri vermişti. Bu sebeple Kaymakam ve Liman Reisi görev yerlerine dönmesi için İskenderun'a geri çevrildi. Fakat memurlar bu defa da Torpido komutanı tarafından tutuklandılar, şehrin içinde süngülü askerlerce dolaştırılıp "teşhir" olunduktan ve bir ahırda 24 saat aç tutulduktan sonra, asker muhafazasında bir kayığa bindirilerek Payas'a tart edildiler..
  Bu davranış Türk komutanlarını çok üzdü. Hatta 2. Ordu Komutanı Nihat Paşa, Fransız subayını "İngiltere'nin Filistin Ordu Başkomutanı"na şikayet ederek cezalandırılmasını istedi. Ancak bu şikayetten bir sonuç alınamadı. Aksine aynı subay, Kırıkhan mevkiindeki Türk silah ve cephane depolarına da el koydu. Halbuki "Filistin cephesindeki ordumuzun elindeki bütün silahların alınmaması" için İngilizlerle bir anlaşmaya varılmıştı. Onun için 18 Kasım 1918 tarihinde bu Fransız subayı tekrar şikayet edildi ve hareketlerini sürdürdüğü taktirde iki taraf arasında istenilmeyen durumların meydana gelebileceği hatırlatıldı. Fakat girişilen bütün bu teşebbüslerden herhangi bir fayda ve sonuç alınamadığı gibi, İngilizler, Osmanlı hükumetinden daha başka isteklerde de bulunmaya başladılar. 
  İngilizler, Osmanlı hükumetine gönderdikleri bir yazıyla Adana'nın derhal boşaltılmasını istediler. Bu konudaki istek bizzat Amiral Calthorpe tarafından yapıldı. İngilizlerin Osmanlı hükumetinden talepleri şöyle sıralanıyordu :

1. ) Türk askerleri, 1 Aralık 1918 tarihine kadar Ceyhan nehrinin batısına çekilecek. Pozantı'nın kuzeyine kadar yapılacak çekilme ise 15 Aralık 1918 tarihine kadar tamamlanmış olacak..

2. ) Çekilen kuvvetler ellerindeki tüm silahları bırakacaklar ve terhis edilecekler..

3. ) Osmanlı erzak depoları ve bu işle ilgili müesseseler tahrip edilmeksizin bırakılacak..

4. ) Halep-Toprakkale demiryolundan İngilizler serbestçe yararlanacaklar...

  Hemen bir gün sonra da, Fransız Albayı Raymond şehre geldi ve şehrin Fransız askerleri tarafından işgal edileceğini bildirdi. 
  Bu istekler mütareke hükümlerine aykırıydı. Çünkü mütarekenin 16. maddesine göre, Kilikya'daki Türk kuvvetlerinin "güvenliği korumak için gerekli olanlar dışında kalanlarının İtilaf Devletleri tarafından Osmanlı ile yapılacak müzakereler sonunda kararlaştırılacak şekilde geri çekileceği" kabul olunmuştu. 
  Fakat şimdi Türk birliklerinin tek taraflı olarak Pozantı'ya kadar olan toprakları boşaltılması isteniyordu. Osmanlı Devleti bu konuda yaptığı girişimlerden de bir sonuç alamadığı gibi, İngilizler tarafından verilen bir nota ile karşılaştı !.. İngilizler verdikleri bu notada, "İstekleri karşılanmazsa gerekirse yeniden savaşabileceklerini ve böyle bir durumda Osmanlıların bu işten daha zararlı çıkabileceği" tehdidinde bulundular. 
  Beklemediği bir tehditle karşılaşan Osmanlı Hükumeti, Adana havalisinin Pozantı'ya kadar boşaltılmasını zorunlu gördü. Böyle bir durumda, silahların hiç olmazsa bir kısmının kurtarılması için Harbiye Nezareti tarafından 2.Ordu Komutanlığına bir yazı yazıldı. Yazıda, "Toroslar'ın güneyinin boşaltılması müzakerelerinin yapıldığı şu sıralarda, elde bulunan malzemelerin bir an evvel daha güvenli yerlere nakillerinin yapılması" isteniyordu. 
  Bu emri alan 2. Ordu Komutanı Nihat Paşa, biraz zaman kazanmış olmak için Suriye İngiliz Ordusu Başkumandanlığı'na bir yazı gönderdi ve "Türk ordularının geri çekilmesi konusunda İstanbul'la yapılan yazışmalar yüzünden 12 günlük bir zaman kaybettiklerini ve nihai geri çekilme tarihinin 15 Aralık'tan 26 Aralık'a alınmasını ve Osmanlı orduları savaş sırasında zaten çok sayıda silah malzemesini kaybettiği için, askerlerin elinde mevcut silahlarının geri alımından vazgeçilmesini" istedi. Böylece, Toroslar'ın güneyinde çok miktarda savaş malzemesi kaldı..



  Bu sırada İtilaf Devletleri eline geçen Osmanlı malzemelerinin dökümü, yaklaşık olarak, şöyleydi : 

Güney bölgesinde 126 vagon dolusu erzak, mühimmat ve teçhizat..
Pozantı'da tamire muhtaç 120 yük otomobili, 25 araba..
Ayrıca ; 30 vagon kadar piyade topçu cephanesi, 15 vagon benzin, 2 deniz uçağı ile birkaç ton giysi..

   Yaklaşık olarak altı ay sonra Samsun'a ayak basan Mustafa Kemal ve arkadaşlarının ; otomobil ve benzin bulabilmek için çektikleri çileyi düşününce; hele Kurtuluş Savaşı sırasında giyecek doğru dürüst üniforma bulamayan, büyük çapta cephane sıkıntısı çeken Mehmetçikleri düşününce, insanın içini bir sıkıntı kaplıyor değil mi ?..



KAYNAKÇA : 
"Türk İstiklal Harbi" C.1, s.62, 66 ve 75 ; "Harp Tarihi Vesikaları Dergisi", S.29-30, Belge : 754-763 ; aynı dergi, S.31, Belge :775 ve 780 ; Hikmet Bayur, "Atatürk, Hayatı ve Eseri", s.240 ; Damar Arıkoğlu, "Hatıralarım", s.72 ; Paul Helmreich, "Sevr Entrikaları", s. 255 ; Selahattin Tansel, "Mondros'tan Mudanya'ya" C.I s.48 ; Prof.Dr. Osman Özsoy, "Kurtuluş Savaşı" s.70-72  

30 Mart 2013 Cumartesi

Fizik Yasaları Üzerine

Richard Feynman
Bilim dünyası içinde olmayanlar aksini düşünse de, tahmin yapmak bilimselliğe ters düşmez. Yıllar önce bir insanla uçan daireler hakkında bir sohbetim oldu. Ben 'bilimsel' olduğum için uçan daireler hakkında her şeyi biliyor olmalıydım (!) 'Uçan daireler olduğunu sanmıyorum' dedim. Karşımdaki, 'Uçan dairelerin varolması olanaksız mı? Olanaksız olduğunu kanıtlayabilir misiniz?' diye sordu. 'Hayır, olanaksız olduğunu kanıtlayamam; yalnız, olasılığı pek zayıf' dedim. Ancak, bilimsel olan yol budur. Bilimsel olmak sadece neyin olası, neyin daha az olası olduğunu söylemektir; her zaman olanaklı ve olanaksızı kanıtlamaya çalışmak değil. Ne kasdettiğimi belirtmek için ona şöyle diyebildim: 'Çevremde gördüğüm dünya konusunda bildiklerime dayanarak, uçan daireler hakkında haberlerin dünyasal zekanın bilinen irrasyonel özelliklerinden kaynaklanmış olmasının, dünya-ötesi zekanın bilinmeyen akılcılığından kaynaklanmasından daha olası olduğunu düşünüyorum.' Yalnızca daha olası o kadar. Bu iyi bir tahmindir. Her zaman, yanlış çıkarsa başka olanakları düşünmemiz gerektiğini akılda tutarak, en olası açıklamayı tahmin etmeye çalışırız.


www.akademikfizik.net


(Richard Feynman / Fizik Yasaları Üzerine)

Evrenin Dokusu

Kırmızı ve Mavi
Kuantum mekaniğinden kaynaklanan yerel olmama durumunun ne tür bir şey olduğu konusunda fikir sahibi olmak için,Ajan Scully'nin çoktan hak ettiği tatili yapıp kafa dinlemek amacıyla ailesinin Provence'daki evine çekildiğini düşünün. Bavullarını açmaya bile zaman bulamadan telefon çalar. Ajan Mulder Amerika'dan aramaktadır.

"Kırmızı ve mavi paket kâğıtlarıyla sarılı kutuyu aldın mı?"

Posta kutusundan çıkan her şeyi kapının yanına yığmış olan Scully, yığına göz atar ve paketi görür.

"Mulder, lütfen, onca yolu yeni dosyalarla uğraşmak için tepmedim."




"Hayır, hayır, paketi ben göndermedim. Bana da bir tane gelmiş.içinde 1 den 1000'e kadar numaralanmış şu küçük, ışık geçirmeyen titanyum kutulardan var; sana da aynı paketin gönderildiğini bildiren bir de mektup var."

"Ee, ne olmuş?" diye yavaşça yanıtlar Scully. Titanyum kutuların tatilini yarıda kesmesine neden olacağından korkmaya başlamıştır.

"Şey" diye devam eder Mulder, "mektupta her titanyum kutuda uzaydan gelen bir küre olduğu ve bu kürenin kutunun üzerindeki küçük kapak açıldığı anda kırmızı ya da mavi bir ışık çıkaracağını yazıyor."

"Mulder, etkilenmemi mi bekliyorsun?"

"Henüz değil, ama dinle. Mektupta, bütün kutuların içindeki kürelerin kutular açılmadan önce kırmızı ya da mavi ışık verme yeteneğinin olduğu, kürelerin kırmızıya da mavi ışık vermeye kapak açıldığı anda rasgele karar verdiği yazıyor. Ama gariplik şurada. Mektupta bir de, ker ne kadar sendeki kutular bendekilerle tam olarak aynı şekilde çalışıyorsa da -yani kutularımızın her birindeki küreler kırmızı ya da mavi ışık vermeyi rasgele seçiyor olsa bile- kutularımızın, bir şekilde birlikte çalıştığı yazılmış. Mektuba göre, arada gizemli bir bağlantı var; öyle ki,ben birinci kutumu açtığımda mavi ışık çıkarsa, sen birinci kutunuaçtığında da mavi ışık çıkacak; eğer ikinci kutumu açtığımda ben kırmızı ışık görürsem, sen de ikinci kutunu açtığında kırmızı ışık göreceksin vb."

"Mulder, gerçekten çok yorgunum. Bu numaralar ben dönene kadar bekleyemez mi?"

"Scully, lütfen. Tatilde olduğunu biliyorum, ama bekleyemeyiz.Bunun doğru olup olmadığını beş dakikada anlayabiliriz."

Scully direnmenin boşuna olduğunu anlar ve isteksizce gidip küçük kutularını açar. Kutulardaki ışıkları karşılaştırdıklarında,mektupta sözü edilen uyumu görürler.Kutulardaki küreler mavi ya da kırmızı yanmaktadır, ama ikisi de üzerinde aynı numaranın olduğu kutuları açtıklarında hep aynı renk ışıkla karşılaşırlar.Uzaydan gelen bu küreler Mulder'ı heyecanlanmıştır, ama Scully hiç heyacanlanmaz.

"Mulder, asıl senin tatile ihtiyacın var. Bu çok saçma. Açıkça görülüyor ki, kutularımızdaki kürelerin hepsi, içlerinde bulundukları kutuların kapakları açıldığında kırmızı ışık vermek üzere ya da mavi ışık vermek üzere programlanmış. Bu saçmalığı bize gönderen her kimse, kutularımızı senin ve benim aynı numaralı kutuları açtığımızda aynı renkleri göreceğimiz şekilde programlamış." der, Scully sertçe.

"Ama mektupta her kürenin kırmızı veya mavi ışığı kutusunun kapağı açıldığında rasgele seçtiği yazıyor; kürelerin iki ışıktan birini seçmek üzere önceden programlandığı yazmıyor.''

"Mulder," diye içini çeker Scully, "benim açıklamam akla yatkın ve verilere de uyuyor. Daha ne istiyorsun? Bir de mektubun sonuna bak. İşte bu çok komik. "Uzaylıların" zor okunsun diye iyice küçük harflerle yazdıkları bölümde, kürenin ışığının yanmasına sadece kutunun kapağını açmanın neden olmadığı, eğer nasıl çalıştığını anlamak için kutuyu kurcalarsak da -örneğin kutunun kapağını açmadan kürenin renk bileşimini veya kimyasal yapısını öğrenmeye çalışırsak- kürenin ışık vereceği yazılı. Başka bir deyişle, sözde rasgele kırmızıya da mavi ışık seçimini analiz etmeye çalışamayız, çünkü bu yapmaya çalıştığımız deneyi bozar. Bu benim aslında sarışın olduğumu, ama ne zaman sen ya da bir başkası saçlarıma baksa ya da herhangi bir şekilde saçlarımı analiz etmeye kalksa saçlarımın kızıla dönüştüğünü söylememe benziyor. Yalan söylediğimi nasıl kanıtlayabilirsin? Senin küçük, yeşil adamlar bayağı zekiymiş, her şeyi hileleri ortaya çıkmayacak şekilde ayarlamışlar. Şimdi sen gidip kutularınla oyna, ben de biraz kafamı dinleyeyim."

Scully her şeyi bilimsel olarak sağlam bir biçimde toparlamış gibi görünüyor. Ama bir de şu var: Kuantum mekaniği ile uğraşanlar -uzaylılar değil, bilim insanları- hemen hemen seksen yıldır evrenin, mektupta tanımlanan evrene nasıl bu kadar paralel bir şekilde işlediğine ilişkin iddialar ortaya atıyor. Sorun şurada ki, verilerin Mulder'inkine benzer bir bakış açısını -Scully'ninkine değil- desteklediği yolunda güçlü bilimsel kanıtlar var. Örneğin, kuantum mekaniğine göre bir parçacık, belirli bir özelliğe ya da diğerine sahip olma durumları arasında belirsizlikte kalabilir -içlerinde oldukları kutuların kapağı açılmadan önce kırmızı ya da mavi ışık verme olasılıkları arasında belirsizlikte olan "uzaydan gelmiş" küreler gibi- ve yalnızca ona bakıldığı zaman (yani ölçüldüğü zaman), rasgele bir şekilde belli bir özelliğe ya da diğerine sahip olabilir. Sanki bu yeterince acayip değilmiş gibi, kuantum mekaniği bir de parçacıklar arasında, tıpkı uzaydan gelmiş küreler arasında olduğu öne sürülen bağlantılara benzer bağlantılar olabileceğini öngörür. İki parçacık kuantum etkileri nedeniyle birbirlerine öyle dolanabilirler ki,şu ya da bu özelliği rasgele seçmeleri bağıntılı olabilir: Yani nasıl küreler kırmızı ya da mavi ışık vermeyi rasgele seçiyorlarsa, ama aynı numaralı kutulardaki kürelerin verdiği ışıklar bir şekil de birbirleri ile bağlantılıysa (her ikisi de kırmızı ya da her ikisi de mavi), uzayda birbirlerinden çok uzak iki parçacığın rasgele seçtikleri özellikler de aynı şekilde birbirleri ile tamamen uyumlu olabilir. Kabaca söyleyecek olursak, iki parçacık birbirlerinden çok uzak olsa bile, kuantum mekaniği, bunlardan biri ne yaparsa diğerinin de aynı şeyi yapacağını gösteriyor.

Somut bir örnek verelim: Eğer gözünüzde güneş gözlüğü varsa,kuantum mekaniğine göre, örneğin denizden veya asfalt yoldan size doğru yansıyan belirli bir fotonun gözlüğünüzün parlamayı engelleyen, polarize camlarından geçme olasılığı % 50'dir.Foton cama çarptığı zaman ya geri yansımayı ya da gözlüğünüzün camından geçmeyi rasgele "seçer". Şaşırtıcı olan ise, böyle bir fotonun kilometrelerce uzakta, ters yönde hareket eden bireş fotonu olabilecek olması ve başka bir polarize gözlük camından geçme olasılığı aynı şekilde % 50 olsa da, o fotonun da bir şekilde ilk foton ne yaparsa onu yapacak olmasıdır. Her sonuç rasgele belirlense de, fotonlar uzayda birbirlerinden çok uzakta olsa da, eğer bir foton camdan geçerse diğeri de geçecektir. Kuantum mekaniği tarafından öngörülen yerel olmama (dolanık olma) durumu işte budur.

(Brian Greene / Evrenin Dokusu)

www.akademikfizik.net

Louis de Broglie / Nobel Fizik 1929

zaman
Hepimiz için aslında geçmişi, şimdiyi ve geleceği oluşturan her şey, uzay-zamandan bütün bir blok haline dönüşür. Zamanın geçtiğini gören her gözlemci, uzay-zamanın yeni katmanlarını keşfedecektir. Bunlar, onun için maddesel dünyanın peş peşe gelen öğeleri olarak gözükmektedirler. Fakat gerçekte, uzay-zamanı oluşturan olaylar bütünü, gözlemcinin onlar hakkında oluşturduğu bilgisinden önce var olmaktadır.
(Louis de Broglie / Nobel Fizik 1929)


 ''In space-time everything which for each of us constitutes the past, the present and the future is given en bloc…Each observer, as his time passes, discovers, so to speak, new slices of space-time which appear to him as successive aspects of the material world, though in reality the ensemble of events constituting space-time exist prior to his knowledge of them.'
'(Louis de Broglie / Nobel Prize 1929)

Akademik Fizik

Fizikçilerin Buluşma Adresi
Maddeyi, alanın aşırı derecede yoğunlaştığı uzay bölgelerinden oluşan bir şey olarak algılayabiliriz. 

Söz konusu yeni fizik anlayışında hem alana ve hem de maddeye ayrı ayrı yer yoktur. Çünkü burada 'alan' tek gerçekliktir.

(Albert Einstein)

Güne Düşen Not: Werner Heisenberg

Fizik doğayı algılama biçimidir.
Modern fizikte; dünya, farklı nesneler gruplarına değil, farklı bağlantılar gruplarına ayrılmışlardır. Artık ayrıştırabileceğimiz tek şey, bazı fenomenler için çok önemli olan bağlantı türleridir. Yani dünya, birleşik bir olaylar dokusu gibi belirmektedir. Bu dünyada farklı türdeki bağlantılar sürekli olarak değişmekte, birbirlerine geçmekte ya da birleşmekte ve böylece 'bütün' özelliklerini belirlemektedirler.

(Werner Heisenberg / Nobel Fizik 1932)


www.akademikfizik.net
www.akademikfizik.blogspot.com

Evren sanılandan 80 milyon yıl daha yaşlı

evren
Evrenin oluşmasına yol açan Büyük Patlama anından sonrasına ilişkin yapılan bilimsel araştırma, evrenin sanılandan 80 milyon yıl daha yaşlı olduğunu ortaya çıkardı.

Evrenin yaşının 13,81 milyar yıl olduğunu gösteren bilimsel araştırma, buna karşılık, evren hakkındaki "nasıl başladığı", "neden oluştuğu" ve "nereye gittiğine" ilişkin daha önce düşünülen temel kavramların doğru yönde ilerlediğini ortaya koydu.


Evrenin başlangıcına ait en gelişmiş teori olan Büyük Patlama, atomdan daha küçük boyuttaki evrenin görülebilir kısmının bir anda patladığını, soğuduğunu ve ışık hızından çok daha büyük bir hızda genişlediğini öngörüyordu.

Avrupa Uzay Ajansı'na ait Planck uzay teleskopunun gönderdiği, bugün açıklanan bulgular, evrenin atomaltı boyutundayken patlama sonucu bir saniyeden daha kısa süre içinde şu anki gözlemlenebilir genişlemeye ulaştığını öngören enflasyon adı verilen teoriyi de destekledi.

Bulgular ayrıca, evrenin genişleme hızının daha önce hesaplandığından daha yavaş olduğunu, astronomlarca daha önce hesaplanılandan biraz daha az karanlık enerji ve biraz daha fazla oranda parlak madde içerdiğini gösterdi.

Ancak bilimadamları kainat hakkındaki hesaplamalara ilişkin bu küçük farklılıkların, böylesine muazzam sayılarla ilgilenildiğinde önemli sayılabilecek boyutlarda olmadığını kaydetti.

Araştırmada yer alan NASA yetkilileri de elde edilen bulguların, kainatın ve kainatın karmaşık yapısının kafaları karıştıran geçmişine ilişkin daha derin bir kavrayış getirdiğini belirtti.

(AA / 21 Mart 2013)


www.akademikfizik.net

Fizikçi ve Dünyayı Algılama Biçimi


Dış gerçekliğin varlığına ve sizlerin hayal gücümün uydurmaları olmadığınıza inanıyorum. Arkadaşım, kahvesinden tüten dumanın arasından bana, fizik kurallarının, evrenin doğuşuna dek gittiğinden nasıl emin olabildiğimi soruyor. Ben ise ona fizik kurallarının kahve fincanının dibine kadar gittiğinden nasıl emin olabildiğini soruyorum. Ateş gibi sıvının, aniden, yerçekimini hiçe sayarak, gözlerine doğru uçuşmayacağından gayet emin görünüyor. Dünyaya dair ampirik deneyiminden ileri gelen güvenle sürdürüyor yaşamını.Yerçekimini, ısı ve ışıkla ilgili deneyimleri, çocukken dünyaya ait maddeleri tek tek sınamasıyla birlikte başladı. Şimdi ise denklemlerde ifade edilsin ya da edilmesin, elinde hayli olgunlaşmış ve gelişmiş bir fizik teorisi var.


www.akademikfizik.net

Ben ise aynı anda ondan hem daha az,hem de daha çok inanıyorum. Dünyaya dair tüm ampirik ve mantıki denemelerimin doğruladığı şeye, yani varlığını benden bağımsız sürdüren bir gerçekliğe inanmam rasyonel bir davranış. Tabii, kahvenin havalanmayacağına da .Ama bu ne de olsa bir inanç. O kadar ileri gitmişken , kendimi neden dünyevi deneyimlerle sınırlayayım ki? Sıcak içeceklerin ısısını nasıl dilimiz veya termometre ile ölçebiliyorsak, Büyük Patlama'dan arta kalan o eski ışığın ısısınıda ölçebiliriz.Sırf son derece çarpıcı diye , biri diyerinden daha az gerçek sayılamaz. Matematik ve fizik yasalarının mantığını, zamanın, uzayın ve tüm evrenin yaratıldığı ana dek izleyebileceğimizi nereden mi biliyorum? Arkadaşım sipariş ettiği ikinci kahvenin gerçekliğini nereden biliyorsa, ben de oradan biliyorum. inançlarımızı formüle ederken dürüst ve eleştirelizdir ve yanıldığımızı kabul edebiliriz. İşte bu tutumlar doğruluğun temel taşlarıdır.

Peki ama nasıl gerçekten bilebilirim ki? Sonuçta kaynayan suyun ısısını ölçtüğüm zaman bildiğim tek şey, civanın cam bir tüp içinde yükseldiği. Hatta o bile değil: Tek bildiğim, cam bir tüpün içinde yükselen bir civa gördüğüm. Ama belki de zihnimin gözüyle gördüğüm bu görüntü gerçek değildir? Belki hiçbirşey gerçek değildir; ne civa, ne cam, ne kahve, ne de arkadaşım. Hepsi güçlü bir hayal gücünün ürünleridir. Dış gerçeklik diye bir şey yoktur, varolan yek şey benimdir. Einstein mı? Benim uydurmam. Picasso ? Zihnimin bir kandırmacası. Ama bu ben-merkezcilik çok çirkin ve küstah.

Kafeden çıktıktan sonra mekanın ve koltukların hala orada olduğuna, içerisinin insanlarla dolup taştığına, sırf ben artık göremiyorum diye insanların buharlaşıp gitmediklerine inanıyorum. Ama eğer yanılıyorsam ve dış gerçeklik yok ise, belki de ben sizin hayal gücünüzün bir ürünüyümdür, kapınızın ardındaki evren de sizin muazzam icadınızdır. 

( Prof. Janna Levin / Fizik & Astronomi )

www.akademikfizik.net

Planck uzunluğu ve Kuantum köpüğü nedir?


1899 yılında, henüz kuantize (öbekli) enerji değişimi fikrinin gelişiminden de önce, Almanya' da Max Planck kendisinin 'b' adını verdiği (ertesi yıl 'h' adını verir) bir sabit elde eder. Kovuk ışınımı denen tüm malzemelerden bağımsız bir olgunun formülüne girdiği için, bunun temel bir sabit olduğunu düşünür. Ardından bu yeni sabit 'b' yi doğanın sağlam başka iki temel sabitiyle, Newton'un kütleçekim sabiti 'G' ve ışık hızı 'c' ile birleştirirse, uzunluk boyutuna sahip bir nicelik elde edebildiğinin farkına varır. Aslına bakılırsa bu oldukça küçük bir uzunluktur 10^(-35) metrenin bir kaç katıdır ancak Plancka'a cazip gelmiştir, çünkü tanımı diyelim ki metreden farklı olarak , insanın seçtiği herhangi bir karşılaştırma uzunluğuna bağlı değildir (metrenin orjinal tanımı, Ekvator'dan kutuplardan birine kadar olan uzaklığın on milyonda biridir.) Fizik kuram ve deneylerinde ortaya çıkmış herhangi bir uzunluktan daha kısa olan o kadar çok büyüklük siparişi vardır ki, Planck' ın hesaplanmış uzaklık birimi, uzun yıllar boyunca bariz bir önem taşımayan bir ilginçlik olarak kaldı. Bu durum 1955' de John Wheeler genel görelilik (Einstein' in kütleçekim kuramı) ile kuantum fiziğinin nerede bağlantı kurabileceğini araştırırken değişti.




Wheeler'in otobiyografisine de koyduğu gibi, bir çekirdek veya tekil bir proton boyutunda, ''parçacıkların beklenen coşkulu dansını izlediğimiz, kuantum dalgalanmalarının çok küçük olanların dünyasına böylesine hayat dolu bir coşkunluk kattığı'' yerde, tüm bunların arenası Uzay ve Zaman ''cam gibi pürüzsüz'' kalmaktadır. Wheeler uzayzamanın da bu kuantum dansına katılacağı bir nokta olması gerektiğini düşündü. Öğrencisi Charles Misner ile tartışmalarının sonuca ulaşmasında kendisine yardımcı olduğunu da teslim eden Wheeler, bu noktanın kendisinin Planck uzunluk boyutu olduğu sonucuna vardı (Bazı fizikçiler 'Planck-Wheeler uzunluğu' adını verirler.) Eğer bir Planck uzunluğu varsa, ışığın bir Planck uzunluğunu aşması için gereken zaman olan, bir Planck zamanı da vardır. Bu yaklaşık 10^(-43) saniyelik bir zamandır.

Planck' ın bu bölgesinde UZAYZAMAN ile KUANTUM FİZİĞİ kucaklaşmakta, uzayzamanın ''cam gibi pürüzsüzlüğü'' kıvranma ve çoklu bağlanmış alanlar dahil geometrinin dalgalanmalarına; Wheeler' in 'Kuantum Köpüğü' adınını koyduğu şeye yerini bırakmaktadır.

Kuantum köpüğünün kendisini göstermesinin beklendiği boyut, bizim kavrayış becerimizin ötesinde bir küçüklüğe sahiptir. Planck uzunlukları bir proton boyu edene kadar yan yana dizilse ortaya çıkan sayı Philadelphia' dan New York' a kadar uzanan bir uzaklıkta yan yana dizilmiş protonların sayısı kadardır (ancak yüz bin protonun bir atom boyu ettiğini hatırlayın.) Yine de bu olağanüstü küçük Planck alanı, geleceğin önem taşıyan yeni fiziğin keşfedileceği alandır.

(K.W.Ford)

www.akademikfizik.net

Hint Felsefesinin 4 Kuralı



KURAL 1: “Karşına çıkan kişiler her kimse, doğru kişilerdir. Bunun anlamı şudur, hayatımızda kimse tesadüfen karşımıza çıkmaz.
Karşımıza çıkan, etrafımızda olan herkesin bir nedeni vardır, ya bizi bir yere götürürler ya da bize bir şey öğretirler.”


www.akademikfizik.net




KURAL 2: “Yaşanmış olan her ne ise, sadece yaşanabilecek olandır. Hiç bir şey, hem de hiç bir şey yaşadığımız şeyi değiştiremezdi. Yaşadığımızın içindeki en önemsiz saydığımız ayrıntıyı bile değiştiremeyiz. ‘Şöyle yapsaydım, böyle olacaktı’ gibi bir cümle yoktur. Hayır, ne yaşandıysa, yaşanması gereken, yaşanabilecek olandır, dersimizi alalım ve ilerleyelim diye. Her ne kadar zihnimiz ve egomuz bunu kabul etmek istemese de, hayatımızda karşılaştığımız her olay, mükemmeldir.”

KURAL 3:
“İçinde başlangıç yapılan her an, doğru andır. Her şey doğru anda başlar, ne erken ne geç. Hayatımızda yeni bir şeyler olmasına hazırsak, o da başlamaya hazırdır.”

KURAL 4:
“Bitmiş olan bir şey bitmiştir. Bu kadar basittir. Hayatımızda bir şey sona ererse, bu bizim gelişimimize hizmet eder. Bu yüzden serbest bırakmak, gitmesine izin vermek ve elde etmiş olduğun bu tecrübeyle ileriye doğru bakmak daha iyidir.”



www.akademikfizik.net

Eşek ve Yol Tesbiti

ilginç bir konu
1950'li yıllarda Amerikalı mühendisler gelmiş Türkiye'ye. Küçük Amerika olacağız diye ilk heveslendiğimiz günler...
Bir kısım imar çalışmalarına rehberlik ediyorlarmış. O zamanlarda bizde yol güzergahını belirleyecek alet yok, eleman yok.
Nafia mühendisleri eşeği yokuşa sürüyorlar, arkasından elemanlar şeritmetre çekiyor ve eşeğin ayak izlerine kazık çakıp istikamet belirliyorlarmış .



Bunu gören Amerikalı mühendis, pratiği kavrayamamış ve sormuş:
- Ne yapıyorlar böyle?
- Rampada yolun güzergahını belirliyorlar.
- Nasıl yani, anlayamadım?
- Eşek % 7 eğimin üstüne çıkmaz, biz de eşeğin izinde kazık çakıp rampada yol güzergahı belirliyoruz demişler.
Amerikalı katılarak gülmeye başlamış. Yatışınca da sormuş:
- Peki, eşek bulamayınca ne yapıyorsunuz?
Yetkili cevap vermiş:
- Amerika'dan mühendis getirtiyoruz :)

Eşek iyi bir kılavuzdur: Gittiği bir yolu hiç unutmaz ve o yoldan şaşmaz. Bu nedenle deve veya katır kervanlarının önüne daha önce bu yoldan gitmiş bir eşeği kılavuz olarak koyarlarmış...


1950'li yıllarda Amerikalı mühendisler gelmiş Türkiye'ye. Küçük Amerika olacağız diye ilk heveslendiğimiz günler...
Bir kısım imar çalışmalarına rehberlik ediyorlarmış. O zamanlarda bizde yol güzergahını belirleyecek alet yok, eleman yok.
Nafia mühendisleri eşeği yokuşa sürüyorlar, arkasından elemanlar şeritmetre çekiyor ve eşeğin ayak izlerine kazık çakıp istikamet belirliyorlarmış .
Bunu gören Amerikalı mühendis, pratiği kavrayamamış ve sormuş:
- Ne yapıyorlar böyle?
- Rampada yolun güzergahını belirliyorlar.
- Nasıl yani, anlayamadım?
- Eşek % 7 eğimin üstüne çıkmaz, biz de eşeğin izinde kazık çakıp rampada yol güzergahı belirliyoruz demişler.
Amerikalı katılarak gülmeye başlamış. Yatışınca da sormuş:
- Peki, eşek bulamayınca ne yapıyorsunuz?
Yetkili cevap vermiş:
- Amerika'dan mühendis getirtiyoruz :)

Eşek iyi bir kılavuzdur: Gittiği bir yolu hiç unutmaz ve o yoldan şaşmaz. Bu nedenle deve veya katır kervanlarının önüne daha önce bu yoldan gitmiş bir eşeği kılavuz olarak koyarlarmış...
1950'li yıllarda Amerikalı mühendisler gelmiş Türkiye'ye. Küçük Amerika olacağız diye ilk heveslendiğimiz günler...
Bir kısım imar çalışmalarına rehberlik ediyorlarmış. O zamanlarda bizde yol güzergahını belirleyecek alet yok, eleman yok.
Nafia mühendisleri eşeği yokuşa sürüyorlar, arkasından elemanlar şeritmetre çekiyor ve eşeğin ayak izlerine kazık çakıp istikamet belirliyorlarmış .
Bunu gören Amerikalı mühendis, pratiği kavrayamamış ve sormuş:
- Ne yapıyorlar böyle?
- Rampada yolun güzergahını belirliyorlar.
- Nasıl yani, anlayamadım?
- Eşek % 7 eğimin üstüne çıkmaz, biz de eşeğin izinde kazık çakıp rampada yol güzergahı belirliyoruz demişler.
Amerikalı katılarak gülmeye başlamış. Yatışınca da sormuş:
- Peki, eşek bulamayınca ne yapıyorsunuz?
Yetkili cevap vermiş:
- Amerika'dan mühendis getirtiyoruz :)

Eşek iyi bir kılavuzdur: Gittiği bir yolu hiç unutmaz ve o yoldan şaşmaz. Bu nedenle deve veya katır kervanlarının önüne daha önce bu yoldan gitmiş bir eşeği kılavuz olarak koyarlarmış...
1950'li yıllarda Amerikalı mühendisler gelmiş Türkiye'ye. Küçük Amerika olacağız diye ilk heveslendiğimiz günler...
Bir kısım imar çalışmalarına rehberlik ediyorlarmış. O zamanlarda bizde yol güzergahını belirleyecek alet yok, eleman yok.
Nafia mühendisleri eşeği yokuşa sürüyorlar, arkasından elemanlar şeritmetre çekiyor ve eşeğin ayak izlerine kazık çakıp istikamet belirliyorlarmış .
Bunu gören Amerikalı mühendis, pratiği kavrayamamış ve sormuş:
- Ne yapıyorlar böyle?
- Rampada yolun güzergahını belirliyorlar.
- Nasıl yani, anlayamadım?
- Eşek % 7 eğimin üstüne çıkmaz, biz de eşeğin izinde kazık çakıp rampada yol güzergahı belirliyoruz demişler.
Amerikalı katılarak gülmeye başlamış. Yatışınca da sormuş:
- Peki, eşek bulamayınca ne yapıyorsunuz?
Yetkili cevap vermiş:
- Amerika'dan mühendis getirtiyoruz :)

Eşek iyi bir kılavuzdur: Gittiği bir yolu hiç unutmaz ve o yoldan şaşmaz. Bu nedenle deve veya katır kervanlarının önüne daha önce bu yoldan gitmiş bir eşeği kılavuz olarak koyarlarmış...

YEME ve İÇME ile İLGİLİ, SAĞLIĞINIZ AÇISINDAN ÇOK ÖNEMLİ BİLGİLER

(HERKESİN OKUMASI GEREKEN BİLGİLER)
• Yemeğe tuz ile başlanırsa beyin tarafından gönderilen bir uyarı sayesinde,midede mukus denilen sindirimi kolaylaştırıcı bir tabaka oluşturduğunu ve midenin sindirime hazırlıksız yakalanmasını önlediğini…

• Yemek yerken yerde oturarak sol ayağı katlayıp sağ ayağı karna çekerek oturulup yenildiğinde, su ile doldurulmuş balon şeklinde olan midenin çıkış kısmını kapatarak yenilen gıdanın tam sindirilmeden bağırsaklara kaçmasını önleyeceğini ve mide dolunca da doygunluk hissi vererek çok fazla yemeden kalkılacağını…




• Yemek yerken yemeğin ortasında su içildiğinde içilen suyun yenilen gıdaların sindirilmesine, gerekli vitaminlerin emilmesine katkıda bulunduğunu ve midede doygunluk hissi vererek az yemeye vesile olduğunu…

• Oturularak ve en az 3 yudumda içilen su, dil ve ağız bölgesinde daha fazla duraksadığından tükürük bezleri için gerekli olan suyun emilimini artırıp anti bakteriyel ve antioksidan etkiye sahip tükürüğün salgılanmasını artırarak ağız ve diş sağlığına katkıda bulunduğunu..

• Uyurken sağ yana dönüp yatıldığında solda olan kalbimizin daha rahat çalışmasına neden olarak, kalbi yormadan dinlenmiş bir vaziyette kalkılabileceğini…

• Tuvalete girerken sol ayakla ilk adım atıldığında kaygan olan zeminde ayağın kayması durumunda sola göre daha güçlü olan sağ ayağın düşmeyi engelleyerek vücudu dengelediğini..

• Banyo yaptıktan sonra ayaklara soğuk su dökmenin kan dolaşımını hızlandırıp sıcak sudan dolayı genleşmiş olan damarların içindeki kanın aktivasyonunu artırarak tansiyon düşüklüğünü önlediğini ve savunma mekanizmasını güçlendirdiğini…

• Kesintisiz uyunan uzun gece uykularının, damarlarda vazodilatasyona neden olduğunu, uyku ortalarında kalkıp el yüz yıkamak (ör: abdest almak) az yorucu egzersizler yapmanın (ör: teheccüd namazı) vazodilatasyonu engellediğini ve daha zinde kalkılabileceğini…

• Bütün bunların, 1400 sene evvel Peygamberimiz (sav) in yaptığı
ve ümmeti için de tavsiye ettiği sünnet-i seniyyeler olduğunu...


İstanbul'u Değil Dünyayı Alırım

DOĞUM GÜNÜN KUTLU OLSUN YÜCE FATİH
Fatih Sultan Mehmed Hanın Mührü

Fatih Sultan Mehmed Han , Edirne'de bir gün kıyafetini değiştirip çarşıda gezmeye başlamış. Bir ara bir bakkala uğrayıp yağ istemiş. Yağı aldıktan sonra da bal istemiş. İstemiş istemesine ya bakkal balı vermeyip şöyle demiş:
"Bal var, yalnız onu da şu yan taraftaki bakkaldan alın efendim."
Padişah şaşkınlık içerisinde şu soruyu sormuş:
"Niye sen vermiyorsun?"
Bakkal, şu şekilde cevaplandırmış Fatih'in sorusunu:
"Yalnızca ben kazanırsam öteki bakkallar açlıktan ölürler. Onların da çoçukları var,onlar da kazansınlar." Padişah, hayretler içerisinde diğer bakkallara da uğramış ve hep aynı cevabı almış:

"Sadece ben kazanmayayım, onlar da kazansın," demişler her biri.
Bunun üzerine şöyle söylemiş Fatih Sultan Mehmed Han :

"Birbirlerine bu derece bağlı, birbirlerini böylesine düşünen bir halkım olduktan sonra ben değil İstanbul'u, bütün dünyayı bile alırım....

Hava'dan Hafif Materyal üretildi...

Hava'dan Hafif Materyal üretildi...
Çiçek yapraklarının taşıyabildiği bir materyal hiç gördünüz mü? 

Bilim insanları karbon yapılı moleküllerden havanın yoğunluğundan 6 kat hafif bir sünger üretti. Dünya'nın en hafif materyali olan 'sünger'in petrol kaçaklarının toplanmasında kullanılması planlanıyor...

Çiçeğin aylar boyu Güneş yangınına dayanmasından sonra yaprak yaprak toprağa serilmesiyle can verir sanki her karbon atomu... Madde aleminde manalar tükenmez çünkü yaratılan varlığın sayısı adedince sözler vardır kainatta söylenen... Her düşünce, her fikir, her ilham ve bunun gibi her keşif, saklı kalan sözlerin kainatta 'kelime' haline gelen bir tasviridir sanki...


Bilgi üretmeye odaklanmalı... Bilgi transfer etmek ancak bilgiyi böyle saklı kalan dehlizlerden çıkarmakla değerlenebilir... Her maddeye içerisinde binlerce farklı tasviri saklıyormuş gibi bakmalı... Ve ancak bu görüş ve kainat tasviri ile böyle keşifler yapılabilir ve bir 'kelime' daha yazılabilir kainat kitabındaki cümlenin sonuna...

Hayat Detaylarda işte böyle gizlidir...

Kaynak: Carbon Aerogel, Zhejiang University News

Kalıptan 'Canlı Kulak' ürettiler!

Kulak
Bilim insanları fare kuyruğu ve inek kulağından aldıkları kollojen ve kıkırdak dokusunu insan kulağına benzer bir kalıpta birleştirerek ilk canlı yapay kulağı üretmeyi başardılar...

Hayal gücü, çözüm üretmek ve insanlığa yararlı olmanın altında yatan sır belki de canlılığın doğasını ve en mükemmelinin yine kendisi olduğunu anlamamızla gerçekleşmektedir...


Kaynak: Alyssa Reiffel, PLoS One, BPoD



Sadece Bulutlarda Şimşekler Çakmaz!

 Sakurajıma Volkanı

Yanardağları hep merak etmişizdir. Lavlar ve küller... Ancak kaçımız patlayan volkanlarda aynı zamanda şimşekler çaktığını biliyoruzdur?

Yapılan araştırmalar gösteriyor ki püsküren lavların sahip olduğu elektriksel yüklenmeler sonucu volkan patlamaları sırasında da aynen bulutlardaki yük boşalmaları benzeri şimşekler çakmaktadır.


Yaşıdığımız çevrede veya ekranlardan izlediğimiz kainatın her köşesine sadece hayret gözü ile değil, merak ve sorgulayan bir gözle bakmalıyız. Okuyan çok bilebilir fakat sadece gezen okuyana okutacak kitaplar yazabilir.

Her günümüz bir seyahat olmalı... Vapurda otururken uçan martıları sorgulamalı, koskoca deryada yüzen demir bir gemiyi sorgulamalı...

Ki... Hayat detaylarda gizlidir...


Ağzından Doğum Yapan Kurbağa

Ağzından Doğum Yapan Kurbağa.

1983 yılından beri kaybolup bir daha ortalıklarda görün ender türlerden bir kurbağa, geçtiğimiz günlerde Avustralya'da tekrar keşfedildi. Kurbağayı kendi türünden hatta bütün bir hayvan aleminden ayıran sırrı ise yavrularını ağzından vermesi... 

Rheobatrachus kurbağalarının yumurtaları sindirim sistemlerinde gelişir ve yavrular annelerinin ağzından çıkarak dünyaya gelirler.

Bazı kurbağalarda erkek olan döllenmiş yumurtayı yutar ve yavru erkeğin ses çıkardığı bölmede gelişimini tamamlar. Bu süre zarfında kurbağa ses çıkarmaz.



Her yaratılışın içerisinde bir hikmet vardır. Böyle canlıların keşfedilişi hayretimizi arttırdığı kadar merak ve ilgimizi de kendine çekmelidir. Hikmet gözü ile veya sorgulayıcı bir göz ile derinlemesine araştırmak böyle farklı yaratılışa sahip canlıların bilim ve tıp biliminde daha ileriye gitmemize zemin hazırlayabilir...

Yaşamımızı ''soru sormaya'' endeksli düzenlediğimizde kainattaki her varlık bize derin cevaplar içerir gözükmeye başlayacaktır... 

Fotoğraf: Australian Government Department of the Environment, Water, Heritage and the Arts