31 Ocak 2011 Pazartesi

Niçin hapşırıyoruz?

Hapşırma, ani, irade dışı, sesli bir şekilde ağızdan ve burundan nefes vermektir. Hapşırma burun kanallarındaki sinirlerin uyarılması sonucu oluşan psikolojik bir reaksiyondur. Aslında burnumuz nefes almamızda çok önemli bir görev yapar. Hava onun dar kanallarından türbülans oluşturarak geçerken hem ısısı ayarlanır, hem de içindeki toz burada filtre edilir.

Buradaki sinirlerin uyarılmasının nedenleri değişiktir. En çok alerjik etkilenmedir ama toz, duman, parfümler hatta aniden ışığa bakma gibi başka birçok nedenleri daha vardır. Hapşırmadan önce sanki bir yerimiz ısırılmış gibi sinir uçlarının ikaz göndermesi sonucu, burnumuzdan önce bir salgı gelir. Biz bunun pek farkına varamayız.

Bu salgının ardından beyine giden ikaz neticesinde baş ve boynumuzdaki kaslar uyarılarak ani nefes boşanması olayı yaşanır. Ses tellerinin olduğu bölüm önce kapanır ve buradaki havanın basıncı iyice yükselir. Sonra aniden açılarak hava yüksek bir sesle dışarı verilir. Tabii beraberinde burnumuzdaki toz gibi yabancı maddeler ve soğuk algınlığı yaratan mikroplar da. Ancak tıp bilimi hapşırma ile yayılan mikropların, elle yayılanlardan çok daha az olduğunu saptamış bulunmaktadır.

Uyku sırasında özellikle rüya safhasında sinir sisteminin bazı elemanları kapalı olduğundan normal şartlarda hapşırma olmaz. Uyarı çok kuvvetli ise olabilir ama anında uyanılır. Ancak bu beyin tarafından tehlike olarak algılanmaz. Uyurken ayağını gıdıkladığımız kişinin ayağını çekip, arkasını dönüp, uyumağa devam etmesi gibi.

Hapşırma refleksinin detayları tam bilinmese de kesin olarak bilinen bir şey var. Hapşırırken gözlerinizi açık tutamazsınız. Bunu bilim insanları vücudumuzda bir acı veya ağrı duyduğumuzda gözlerimizi kapatmamıza bağlıyor. Kibarlık olsun diye hapşırığı tutmaya çalışmak ise kesinlikle tavsiye edilmiyor.

Güneş ışığı ile karşılaşınca hapşırmanın genetik olduğu ileri sürülüyor. Dünya nüfusunun en az yüzde 18'i bu hassasiyete sahip. Hapşırma sayısının da genlerle nakledildiğini ileri süren bilim insanları var. Bazı ailelerde üç kere hapşırılırken, bazılarında sekizincide duruyormuş.

İnsanlara hapşırdıktan sonra 'çok yaşa' deme adetinin kökeni Hıristiyanların 'God bless you' yani 'Tanrı seni takdis etsin' veya Tanrının hayır duası üzerinde olsun' cümlesine dayanmaktadır. Altıncı yüzyılda hapşıranlara vücutlarındaki şeytanı attıkları için tebrik anlamında söylenen bu söz büyük veba salgını başlayınca Papa tarafından söylenmesi zorunlu kılındı ve kanunlaştırıldı. 


kaynak

Hapşırmak beyin kanaması yapabilir

Beynin kapalı bir kutu olduğunu belirten uzmanlar, hapşırma sırasında kafa içinde oluşan basınçtan dolayı beynin şiştiğini ve aniden kanama meydana gelebileceğini söylüyor.
İSTANBUL - Hapşırırken ağzın ve burnun kapalı tutulması sonucu beyne giden fazla basıncın beyin kanamasına neden olabileceği ve anevrizma, hipertansif hastalıklar ve vaskülit gibi hastalıkların da ortaya çıkabileceği belirtiliyor.

  HAPŞIRMA NEDEN BEYİN KANAMASI YAPAR?
Beyin kanaması sırasında kafa içi basıncı artması ile meydana gelen kanamanın ölüme sebep olabileceğini söyleyen Amerikan Hastanesi Nöroşirürji Bölümü’nden Dr. Mehdi Sasan, “Hangi durumlarda hapşırma sonucu beyinde kanama gerçekleşebilir?” sorusuna, “Kişi eğer ağzını ve burnunu tıkamış ve hapşırmışsa kafa içinde, dolayısıyla damar içinde basınç artar ve kanama olur. Benzer bir durum ıkındığımızda da oluşabilir. Belli sebepler sonrası ıkınınca başımız ağrıyabilir aynen hapşırma eyleminde olduğu gibi beyin damarları şişerek kendimizi rahatsız hissederiz. Aynı zamanda damarlarımızın çeperi zayıfsa da çatlama ve kanama ortaya çıkabilir” diye cevap veriyor.

KANAMAYA NEDEN OLABİLECEK SORUNLAR
Dr. Sasan, hapşırmaya bağlı basınç sonrası kanamaya neden olabilecek rahatsızlıkları ise şöyle sıralıyor:
* Arter venöz
* Anevrizma. Anevrizma 40 yaş üzerinde görülür. Damarın çeperi inceldiği için her an basınç artar ve kanama olur.
* Hipertansif hastalıklar
* Metabolik nedenler
* Vaskülit

Dr. Sasan, hapşırma sırasında ağzın kapatılması durumunda, basınçtan dolayı göz damarlarının şişerek çatlayabileceğini ve buna bağlı olarak göz sorunlarının görülebileceğini, ayrıca karın içi anevrizma ve yüksek tansiyon gibi rahatsızlıkların da ortaya çıkabileceğini söylüyor.

NEDEN HAPŞIRIRIZ?
Kulak Burun Boğaz Uzmanı Doç. Dr. Babür Akkuzu ise hapşırığın nedenini şöyle açıklıyor: “Hapşırık, burnu rahatsız eden bir faktör sonucu gelişen bir reflekstir. Akciğerlerdeki havanın ani şekilde burun boşluğundan dışarı atılması ile olur bunun sonucu burun boşluğu içerisindeki rahatsız edici faktör vücuttan dışarı atılır ve böylece hapşırma eylemi meydana gelir.”

kaynak

Dünyayı 5 dakikalığına susturan çocuk

Yıl: 1992. Yer: Birleşmiş Milletler Dünya Zirvesi, Rio de Janerio.

O tarihte 12 yaşında olan Kanadalı Severn Suzuki üç arkadaşıyla birlikte para toplayıp toplantıya geliyor ve alıyor mikrofunu eline. Suzuki yaptığı bu konuşma ile "dünyayı beş dakikalığına susturan çocuk" olarak tarihe geçiyor...

 “Merhabalar, ben Severn Suzuki, Çevresel Çocuk Organizasyonu (ECO) adına konuşuyorum.
Biz Kanada’dan 12 ve 13 yaş gurubunda olan çocuklarız ve bir fark yaratmaya çalışıyoruz; Vanessa Suttie, Morgan Geisler, Michelle Quig ve ben. Buraya gelmek için gerekli parayı kendimiz topladık ve beş bin millik yolu, siz yetişkinlere, yöntemlerinizi değiştirmeniz gerektiğini söylemek için geldik. 

Buraya hiçbir gizli amacım olmadan geldim. Ben geleceğim için mücadele ediyorum.
Benim geleceğimi kaybetmem, bir seçimi kaybetmek gibi bir şey değil. Ya da stok piyasasında birkaç puan kaybetmek değil. Ben burada bütün gelecek nesiller için konuşuyorum.
Ben, dünyanın her tarafında çığlıkları duyulmayan ve açlıktan ölmek üzere olan çocuklar için konuşuyorum.
Ben, dünyanın üzerinde gidecek başka yerleri kalmadığı için ölmekte olan sayısız hayvan adına konuşuyorum.
Ben, şimdi gün ışığına çıkmaya korkuyorum, çünkü ozonda delikler var. Havayı ciğerlerime çekerken korkuyorum çünkü içinde hangi kimyasallar var bilmiyorum. Eskiden Vancouver’da babamla balığa giderdik.

Birkaç yıl önce her tarafı kanserli bir balık bulduk. Ve şimdi gezegenimizdeki hayvanların teker teker soylarının tükendiğini öğreniyoruz. Sonsuza kadar yok oluyorlar…

Hayat sürem içinde, sürüler halinde dolaşan vahşi hayvanları görebilmeyi düşlüyorum. Yabani kuşları ve kelebeklerle dolu yağmur ormanlarını… Fakat şimdi merak ediyorum bunlar benim çocuklarımın görebileceği zamana kadar bile dayanabilecekler mi?
Benim yaşlarımdayken böyle küçük şeyler için endişelenmek zorunda kaldınız mı? Bütün bunlar şimdi gözlerimizin önünde oluyor ve bizler, sanki elimizde sınırsız çözüm olanağı ve sınırsız zaman varmış gibi davranıyoruz. Ben sadece bir çocuğum ve bütün çözümlere tabii ki sahip değilim. Fakat farkına varmanızı istiyorum ki bütün çözümlere siz de sahip değilsiniz:
· Ozon katmanındaki deliği nasıl onaracağınızı bilmiyorsunuz.
· Su akımı öldüğünde Somon balığını nasıl geri getireceğinizi bilmiyorsunuz.
· Şimdi soyu tükenmiş olan hayvanları nasıl geri getireceğinizi bilmiyorsunuz.
· Şimdi yerlerinde koca çöllerin olduğu ormanları nasıl geri getireceğinizi bilmiyorsunuz.
Madem nasıl onaracağınızı bilmiyorsunuz, o halde lütfen bozmaktan vazgeçin!
Burada hükümetlerinizin temsilcileri olabilirsiniz, iş adamları, organizasyoncular, gazeteciler ya da politikacılar; fakat gerçekte siz annelersiniz ve babalarsınız, teyzelersiniz, amcalarsınız ve hepiniz birilerinin çocuklarısınız.
Ben hala bir çocuğum ama biliyorum ki hepimiz ailenin bir parçasıyız, 5 milyar gücünde daha geniş bakacak olursak 30 milyon tür gücünde ve hepimiz aynı havayı paylaşıyoruz, aynı suyu ve toprakları. Sınırlar ve hükümetler bunu asla değiştiremez.
Ben hala bir çocuğum ama burada aynı şeyin içinde olduğumuzu biliyorum ve tek bir dünya gibi tek bir amaca doğru ilerlememiz gerekir.

Kızgın olsam da kör değilim, korku içinde olsam da dünyaya nasıl hissettiğimi söylemekten korkmuyorum.
Benim ülkemde çok fazla israf var. Satın alıyoruz ve atıyoruz, satın al ve at gitsin ve kuzey ülkeleri henüz yoksul olanlarla paylaşmıyor. İhtiyacımızdan fazlasına sahip olmamıza rağmen, zenginliğimizin bir miktarını kaybetmekten korkuyoruz.
Paylaşmaktan korkuyoruz…

Kanada’da ayrıcalıklı bir yaşam sürüyoruz. Çokca yiyeceğimiz, suyumuz ve barınağımız var. Saatlerimiz, bisikletlerimiz, bilgisayarlarımız ve televizyonlarımız var. Bu listeyi bitirmek iki gün alabilir.
İki gün önce burada Brezilya’da, sokakta yaşayan çocuklarla birlikte vakit geçirdik ve gerçekten şok olduk. Bu çocuklardan bir tanesi şöyle dedi: “Keçke zengin olsaydım. Eğer zengin olsaydım, bu sokaklarda yaşayan bütün çocuklara yiyecek, elbise, ilaç, sığınacak bir çatı, sevgi ve şefkat verebilirdim.”
Sokakta yaşayan ve hiçbir şeyi olmayan benim yaşımdaki bir çocuk paylaşmaya bu denli gönüllüyse, neden biz her şeye sahip olanlar hala bu kadar açgözlüyüz?
Benimle aynı yaşta olan bu çocukları düşünmekten kendimi alıkoyamıyorum, nerede doğmuş olduğunuz nasıl da büyük farklar yaratıyor. Ben de onlardan birisi olabilirdim, Rio’nun Favellas bölgesinde yaşayanlardan. Ya da Somali’de açlıktan ölmek üzere olanlardan birisi olabilirdim. Ortadoğu’da savaş kurbanı olanlardan birisi veya Hindistan’da bir dilenci…

Ben henüz sadece bir çocuğum, ama savaşlar için harcanan onca para yoksulluğun ve çevresel çözümlerin bulunmasında kullanılsa, dünyanın nasıl harika bir yer olabileceğini biliyorum.
Okullarda, hatta anaokullarında bile bize nasıl davranacağımızı öğretiyorsunuz:
· diğerleriyle kavga etmeyin,
· çalışkan olun,
· diğerlerine karşı saygılı olun,
· dağıttığınızı toplayın,
· diğer canlılara zarar vermeyin,
· paylaşın, açgözlü olmayın.

Peki madem öyle, bize yapmamamızı söylediğiniz şeyleri neden sizler yapıyorsunuz?

Bu toplantıya katılan sizler sakın unutmayın bunu kimler için yaptığınızı, bizler sizin kendi çocuklarınızız. Nasıl bir dünyada yetişeceğimize sizler karar veriyorsunuz. Ebeveynler çocuklarını rahatlatabilmek için “Her şey güzel olacak” diyebilmeli ve “Elimizden gelenin en iyisini yapıyoruz” ve bir de “bu dünyanın sonu değil”…
Ama artık bunları söyleyebileceğinizi sanmıyorum. Sizin öncelikler listenizde bile yer alabiliyor muyuz?
Babam her zaman “Sen yaptığın şeysin, söylediğin değil” der ve sizin yaptıklarınız geceleri beni ağlatıyor.
Siz yetişkinler bizleri sevdiğinizi söylüyorsunuz. Size meydan okuyorum, lütfen yaptıklarınız sözlerinizi yansıtsın…
Teşekkürler.”

Keseli kurbağanın 'kayıp' dişi evrimleşmiş

Keseli kurbağanın 200 milyon yılı aşkın zamandır "kayıp" alt dişi evrim sürecinde yeniden ortaya çıktı. 



ABD'nin New York eyaletindeki Stony Brook Üniversitesi tarafından yapılan araştırmada, fosil ve DNA dizilimlerinden veriler ile yeni istatistik yöntemleri birleştirildiğinde, keseli kurbağa olarak bilinen "Gastrotheca guentheri"nin alt çenesinde 230 milyon yıl önce kaybolan dişlerinin son 20 milyon yılda yeniden çıktığı görüldü.
Evolution dergisinde yayımlanan araştırmanın başında yer alan Dr. John Wiens, ağaçlarda yaşayan ve memeli keseliler kanguruların tersine, yumurtalarını taşıdıkları keseleri sırtlarında bulunan bu kurbağalarla ilgili bulgularının eski teorilerde bir "boşluk" doğmasına neden olacağının altını çizdi. 

Geçmişte "Dollo" yasası uyarınca, evrim sırasında "kayıp" hale gelen organ ve özelliklerin yeniden evrimleşemeyeceğini düşündüklerini belirten Dr. Wiens, G. guentheri'nin 200 milyon yıldan sonra alt dişlerinin geri gelmesinin biyologların bu yasayı gözden geçirmelerini gerektirebileceğine işaret etti. 

Keseli kurbağa And Dağları'nda yaşıyor.

 

30 Ocak 2011 Pazar

Neden Kaşınırız ?


Normal bir kaşınma hissi için, beynimiz deri altındaki sinir hücrelerine vakti geldiğinde kaşınma eyleminin sinyalini iletiyor. Sinir hücreleri harekete geçiyor ve kaşınmamız gerektiğini anlıyoruz. Çünkü derimizin yenilenmeye ihtiyacı var. Ölü hücrelerin, birçok başka yolla vücuttan atılması gibi bu yolla da atılarak yenilenmesi gerekiyor. Bunu da kaşınırken, havlu ile kurulanırken, giyinirken ya da soyunurken bir anlamda sağlıyoruz. Bir an aklıma eski zamanlarda zırhlarla savaşmak durumunda olan şövalyeler geliyor. Onlar için ne de büyük bir sorun olmuştur bu konu, düşünsenize!

Neyse! Kaşıntı hissi komplike bir olay. Çünkü bize bu hissi veren sinir hücreleri, beyinden aldıkları emirle aynı zamanda acı hissini de iletmekle yükümlü olan sinir hücreleri... Dolayısıyla bir yerimizi gereğinden fazla kaşıdığımızda duyduğumuz acının sebebi de bu.

Öte yandan, kaşınma hissi vücudumuzu bir saldırıya karşı korumamız gerektiğinde de oluşabiliyor. Sivrisinekler, arılar ve türlü haşere sistemimize saldırmak için türlü sebepten fırsat kolluyorlar. Vücudumuz ise onların bu saldırılarından korunmak ve bir saldırı halinde sistemin kalkanlarını harekete geçirmek için bize kaşınma hissini veren sinyaller gönderiyor. Bu vesileyle kan dolaşımı hızlanıyor ve saldırı bölgesinde bir takım kimyasal tepkimeler sonucu vücut savunmasını hazır etmeye çalışıyor, direniyor, saldırıya karşı tepki gösteriyor.

Kaşınma, başka bir açıdan beyinde rahatlama duyusunu da harekete geçiriyor. Sistemimiz rahatlamak istediğinde kaşınma isteğini bu yüzden başlatıyor olabilir.

Biliminsanları aynı zamanda HIV, bazı kanser türleri, karaciğer bozukluğu ya da böbrek yetmezliği gibi sebeplerle kaşıntı problemi yaşayan yaklaşık 30 milyon insan olduğunu ifade ediyorlar. Bu tür sebeplerle başlayan ve durmayan kaşınma hissi ise gece uykularını etkileyecek derecede insanları aşırı kaşınmaya sevkedebiliyor. Aşırı kaşınma sebebiyle açılması muhtemel vücut yaralarından mikrop kapma olasılığı ise vücudun bağışıklık sistemine karşı risk oluşturabilecek enfeksiyonların habercisi olabiliyor.

Kaşınmanın toplum içinde uygun bir davranış olmadığını savunanlar da var. Fakat kaşınan kişinin vücudunda bir sağlık problemi olması ihtimali de göz önünde bulundurulacak olursa kaşınmanın aşırı olduğunu düşünenler bir doktora görünseler iyi olur.

Son olarak, bunu da yazmadan edemeyeceğim; vücudumuzdan dökülen ölü deri hücreleri olmasaydı evdeki toz böcekleri neyle besleneceklerdi, değil mi ama?

Aslında bu açıdan da bakarsak mutlu olmalıyız. Çünkü hepimizin böylelikle beslediği bir sürü evcil hayvanı var.

kaynak

İnsan neden hıçkırır?

Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta 'nın yazısı

Hıçkırık, göğüs boşluğu ile karın boşluğunu birbirinden ayıran ve diyafram adı verilen kasın istem dışı kasılmasını takiben ses tellerinin bulunduğu gırtlak bölgesinin aniden kapanmasıyla oluşur ve bu sırada karakteristik bir "hık" sesi duyulur. Dakikada 10-30 kez tekrarlayabilen bu kasılmalar diyaframdan başka kaburgalar arasındaki kaslarda da saptanabilir. Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta, Mynet okurları için yazdı.

Hıçkırık, çoğu zaman kısa süreli ve zararsızdır ve sağlıklı kişilerde geçici bir rahatsızlık olarak ortaya çıkar. Küçük bebeklerdeki ve çok hızlı yemek yiyen ve bu sırada hava yutan kişilerde görülen hıçkırık buna iyi bir örnektir. Aşırı gülme, gıdıklanma, fazla sigara ve alkol kullanılması, histeri, hava yutulması... gibi organik bir hastalığa bağlı olmayan durumlarda da geçici hıçkırık ortaya çıkabilir.

Hıçkırık bazen günlerce-haftalarca kesilmeyip hastayı ciddi şekilde rahatsız edebilir ve önemli bir hastalığın belirtisi de olabilir.  Uzun süreli hıçkırıklar hastanın yemek yemesini, uykusunu, konuşmasını... etkiler. Cerrahi girişim sırasında ve sonrasında ortaya çıkan hıçkırıklar da çeşitli komplikasyonlara yol açarlar.
Hıçkırığın merkez siniri sistemi hastalıklarından mide hastalıklarına kadar çok farklı sebepleri vardır


MERKEZİ SİNİR SİSTEMİ HASTALIKLARI
Hıçkırık, ensefalit, menenjit, beyin içi kanama ve beyin tümörleri, üremi, beyindeki yaşlılıkla ilgili değişiklikler gibi merkezi sinir sistemini ilgilendiren hastalıkların bir bulgusu olabilir.

GÖĞÜS HASTALIKLARI
Her iki akciğer arasında kalan ve içinde kalbin de bulunduğu
mediyasten ismi verilen bölgenin hastalıklarında hıçkırık gelişebilir. Buradaki lenf bezlerinin tüberküloz, kanser veya başka nedenlerle büyümeleri,  frenik sinirin travması, aşırı kalp büyümesi, kalp krizi, ve yemek borusu tıkanıkları bu hastalıkların başlıcalarıdır. Zatürreede ve akciğer zarları arasında sıvı toplanması da hıçkırığa neden olabilir.


KARINLA İLGİLİ HASTALIKLAR
Diyafram kasının fıtıkları, karaciğer tümör ve apseleri, mide
kanseri, dalak enfarktüsü, bağırsak tıkanıklığı, akut pankreatit gibi hastalıklarda hıçkırık saptanabilir. Ayrıca, üst batın operasyonları sonrasında da hıçkırık ortaya çıkabilir.


HIÇKIRIK  TEDAVİSİ

Hıçkırık tutan kişiler yemek yerken acele etmemeli ve konuşmamalıdır. Genel olarak yüksek sesle değil, yavaş konuşmaya özen gösterilmeli, aırı gülmeden kaçınılmalıdır. İçecekler kesinlikle şişeden içilmemeli,  aç karnına alkol ve sigara kullanılmamalıdır.
Hıçkırık, önce aşağıdaki basit manevralarla giderilmeye çalışılır:
� Bir çay kaşığı dolusu kuru toz şekerin yutulması veya aç karnına birkaç karanfil çiğnemek, özellikle yaşlılarda iyi sonuç verebilir.
� Burundan sokulan bir kateterle yutağın uyarılması işe yarayabilir.
� Derin nefes alıp verilmesi(hiperventilasyon) denenebilir.
� Belirli bir süre nefes tutma etkili olabilir.
� Bir kese kağıdı içine nefes alıp verilmesi,su veya buz parçalarının hızla yutulması, buzlu su, limon suyu veya sirke içilmesi de hıçkırığı geçirebilir.

Bu yöntemlerle giderilemeyen hıçkırık için sakinleştiriciler, kas gevşeticiler gibi çeşitli ilaçlar etkili olabilir. Bunlar içinde en popüler olan tedavi 4-6 saat arayla 10-20 mg klorpromazin veya 6 saatte bir 200 mg kinidin verilmesidir. Boyundaki karotis damarına hekim tarafından masaj yapılması da denebilir.
Bu tedavilerle de durdurulamayan hıçkırık için son çare frenik sinirin bir anestezik ilaçla veya cerrahi olarak blokajıdır.





kaynak

29 Ocak 2011 Cumartesi

OSB: "2b Satışında Amaç, Arazileri Yandaş Belediyelere Aktarmak"

Ormanlarımıza Sahip Çıkalım Birliği, "2b Satışında Amaç, Arazileri Yandaş Belediyelere Aktarmak"
Ormanlarımıza Sahip Çıkalım Birliği, (OSB) Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu'nun açıkladığı 2B tasarısına ilişkin "Bakan'ın "Önceliği; İstanbul, İzmir, Muğla, Balıkesir, Mersin ve Antalya'daki 2B alanlarına veriyoruz' açıklaması, niyeti net bir biçimde ortaya koymaktadır. Amaçları 2B sorununa çözüm bulmak değil, bu alanların rantını sermayeye ve yandaş belediyelere aktarmaktır" açıklamasını yaptı.
ANKARA Ormanlarımıza Sahip Çıkalım Birliği, (OSB) Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu'nun açıkladığı 2B tasarısına ilişkin "Bakan'ın "Önceliği; İstanbul, İzmir, Muğla, Balıkesir, Mersin ve Antalya'daki 2B alanlarına veriyoruz' açıklaması, niyeti net bir biçimde ortaya koymaktadır. Amaçları 2B sorununa çözüm bulmak değil, bu alanların rantını sermayeye ve yandaş belediyelere aktarmaktır" açıklamasını yaptı.

Or-Koop, Türkiye Ormancılar Derneği, TEMA, Çevre Mühendisleri Odası, Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası, Orman Mühendisleri Odası, Kırsal Çevre ve Tarım Orkam-Sen'in oluşturduğu Ormanlarımıza Sahip Çıkalım Birliği, 2B arazileriyle ilgili bir açıklama yaptı. 31 Aralık 1981 tarihinden önce tam olarak orman niteliğini kaybettiği öne sürülerek orman rejimi dışına çıkarılıp, hazineye devredilen yerlerin "2B arazisi" olarak adlandırdığı anımsatılan açıklamada "Oysa orman; niteliğini kaybetmez ettirilir" denildi. Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu'nun; 2B konusunda tasarının hazırlandığını ve Bakanlar Kurulu imzasına açılacağını açıkladığı kaydedilen açıklamada AKP iktidarının, "Çalışmalarımızı şeffaflık içinde yapacağız, STK'ların görüşlerine değer veriyoruz, birlikte çözüm bulacağız" söylemine karşın 2B konusunda ormancı meslek örgütlerine, orman köylülerinin kooperatif örgütüne, çevreci derneklere tasarının içeriği hakkında bilgi vermediği belirtildi. İktidarın, 2B alanlarını satmayı ve sermaye için yeni olanaklar sağlamayı hedef aldıklarının anlaşıldığı ifade edilen açıklamada 1983 yılından beri 2B'nin çözümü amacıyla üç kez çıkarılan yasalar ve uygulamaların Anayasa Mahkemesince iptal edildiği anımsatıldı.

"Anayasa Mahkemesi Kararları hiçe sayılarak ve hukuk kuralları görmezden gelinerek 2B arazilerinin satışını öngören yasal düzenlemeler yapmak; tek kelimeyle hukuk tanımazlıktır" denilen açıklamada şu ifadelere yer verildi:

"İktidar 2B arazilerinin yalnızca yüzde 4.5'ini oluşturan yapılaşmış yerlerin fotoğrafını göstererek toplumu yanıltmaya çalışmaktadır. Gerçekte ise ormanları ve bu alanları; arsa, Özelleştirme ve rant sağlama alanı olarak görmektedir. Bakanın önceliği; İstanbul, İzmir, Muğla, Balıkesir, Mersin ve Antalya'daki 2B alanlarına veriyoruz açıklaması, niyeti net bir biçimde ortaya koymaktadır. Amaçları 2B sorununa çözüm bulmak değil, bu alanların rantını sermayeye ve yandaş belediyelere aktarmaktır. Seçim öncesinde gizlilik içinde yürütülen bir tasarıyla 2B alanlarının satılmasını gündeme getirmek; ormanlarımızda onarılması güç zararlara yol açacaktır. Bu girişim 2B'cileri yeni 2B'ler yaratmak için özendirici olacaktır. İçeriğini bilmiyoruz ama yoksul orman köylüsünün ağzına bir parmak bal çalınıyormuş gibi gösterilecek bir Oyun söz konusudur. Seçim dönemlerinde gündeme getirilen ormanlara yönelik yasal düzenlemeler; orman yangınlarının artmasında etkili olmaktadır. Bu nedenle 2011 yılında orman yangınlarının artmasından endişe duyuyoruz. İktidarı uyarıyoruz: Ormanlar ve 2B'ler rant alanı değildir. Ormanlara ve çevreye duyarlı siyasi partileri, dernekleri, sendikaları ve tüm yurttaşlarımızı dayanışmaya çağırıyoruz." (ANKA)

kaynak: Ankara (Ankara Haber Ajansı) 5 saat önce.

Yönlerini koku sayesinde buluyorlar

Yeni yapılan bir araştırmaya göre, güvercinlerin yön duygusu sanıldığı gibi 'dünyanın manyetik sahasını daha iyi hissettikleri' için kuvvetli değil.



LONDRA - İtalyan bilim adamları güvercinlerin çok uzak mesafelerden yuvalarına giden yolu kolayca bulmaları üzerine yaptıkları araştırmalarda, güvercinlerin sahip oldukları koku haritasının belirleyici olduğu sonucuna vardılar.
Deneysel Biyoloji Dergisi'nde (Journal of Experimental Biology) yayınlanan araştırmanın sonuçları, posta güvercini olarak bilinen güvercin türünün koku alma duyusu ile hareket ettiğini ortaya koydu.
Araştırmada, doğadaki vahşi güvercin türünün evcilleştirilmiş akrabası olan posta güvercinlerinin, yetiştirildikleri yuvanın kokusunu merkeze alan bir koku haritasına sahip oldukları söylendi.

Bu harita sayesinde doğada yönlerini bulup, yuvalarına dönebilen posta güvercinlerinin davranışları araştırma kapsamında yakından incelendi.

40 KİLOMETRELİK DENEYİtalya'nın Pisa şehrinde yetiştirilen posta güvercinlerinin bir kısmının sağ burun deliği, bir kısmın ise sol burun deliği kapatıldı.
Pisa'ya 40 kilometre uzaklıkta Cigoli kasabasından serbest bırakılan kuşların uçuş haritaları GPS yöntemiyle izlendi.
Araştırma ekibinden doktor Cagliardo, izlenen güvercinlerden sağ burun deliği kapalı olanların yollarını uzatarak ve daha sık durarak yuvalarına döndüklerini belirtti.

Güvercinlerin yön bulma kabiliyetleri, bu akıllı hayvanlardan haberleşmeden uyuşturucu kaçakçılığına dek birçok alanda faydalanılmasına neden oluyor.


Güvercinlerin yön bulma güdüsüyle ilgili daha önce yapılan araştırmalarda bu canlı türünün dünyanın manyetik sahasını daha iyi hissettikleri öne sürülmüştü.
İtalyan araştırma ekibinin bulguları ise güvercinlerin sağ burun deliklerini kullanarak, kokular yardımıyla yönlerini buldukları sonucunu ortaya çıkardı.


28 Ocak 2011 Cuma

KANSERİ ÖNLEYEN BİTKİ İÇİN ÜRETİM BAŞLADI

Kanseri önleyen madde olarak bilinen 'likopen içeriğine' domatesten 17 kat daha fazla barındıran 'Güzemişi'nin üretimi için çalışmalar başladı.

Ondokuz Mayıs Üniversitesi'nde (OMÜ) Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hüseyin Çelik AA muhabirine yaptığı açıklamada, Türkiye'de yeni bir ürün olan "güzyemişi"nin Çin, Japonya ve Güney Kore gibi Asya ülkelerinde "Elaeagnus Umbellata" adıyla bilindiğini ve bu ülkelerde sıkça tüketildiğini söyledi.

Yapılan araştırmaların likopenin bir çok kanser türünü önlediğine ve kalp sağlığına da iyi geldiğini ortaya koyduğunu vurgulayan Çelik, güzyemişinin domatesten 17 kat daha fazla likopen içerdiğini bildirdi. Prof. Dr. Çelik, Asya orijinli bir bitki olan güz yemişinin çok hızlı ve kolay yetiştiğini dile getirerek, şu bilgileri verdi:

"Güz yemişinin meyvelerinin içeriğinde likopen maddesi bulunuyor. Birçok kanser hastalığını önleyen madde olarak bilinen likopen içeriği güzyemişinde domatesten 17 kat daha fazladır. Likopen domatesin dışında, karpuz, pembe greyfurtta bulunuyor. Antibakteriyel bir meyvedir. Sağlık açısından son derece önemlidir. Prostat kanseri, pankreas kanseri gibi birçok kansere yakalanma riskini azaltmaktadır. Ayrıca kalp kaslarını güçlendiren ve kolesterolü düşüren bir meyvedir. Hücrelerin yenilenmesini sağlar. Biyoaktif bileşikler, esansiyel yağ asitleri, beta karoten, lutein, A, C ve E vitaminlerince zengindir." 



Yetiştirildiği ülkelerde büyük ilgi gören ve ekonomik getirisi yüksek olan güzyemişinin üretimini yapmak için Samsun'da iki ayrı köyde deneme üretimlerine başladıklarını belirten Çelik, sürdürülen altyapı çalışmaları ile söz konusu bitkinin yöre insanının yüzünü güldüreceğine inandığını ifade etti.

Prof. Dr. Hüseyin Çelik, güzyemişinin eksi 40 dereceye kadar soğuğa ve kurak koşullara dayanan bir yapısı bulunduğunu dile getirerek, güzyemişinin Türkiye'de alternatif ürünler içinde en kolay ve ekonomik yetiştirilebilecek bir meyve olduğunu anlattı.

Güzyemişinin Asya ülkelerinde çeşitli şekillerde tüketildiğini belirten Çelik, güzyemişinin taze meyve, meyve suyu, reçel, jöle, sos, kuru meyve olarak tüketildiğini, yaprak, kök ve çiçeklerinden ise ilaç sanayisinde yararlanıldığını kaydetti. Çelik, güzyemişinin Uzakdoğu'da geleneksel besin kaynaklarından biri olarak tüketildiğini de sözlerine ekledi.

LİKOPEN

Likopen, sebze ve meyvelerde doğal alarak bulunan karoten familyasına ait bir pigmenttir. Bir çok araştırma göstermiştir ki likopen prostat kanseri, sindirim sistemi, göğüs kanseri, akciğer kanseri ve yaşlılıktan dolayı oluşan kalp dejenerasyonunu aktif olarak engelleyebilir. 



kaynak

Nükleer savaştan sağ çıkması en muhtemel canlı nedir?

Karafatma; yanlış cevap.

Tabii bu kadar çok insanın neden karafatmaların yok edilemez olduğuna dair sarsılmaz bir inancı olduğu da başlı başına ilginç bir meseledir.

Onlar bizden çok daha uzun zamandır varlar ve kontrol edilmesi zor hastalık taşıyıcıları olduklarından, neredeyse tüm evren onlardan nefret eder. Ayrıca, kafaları olmadan b...ir hafta kadar yaşayabilirler. Fakat yenilmez değillerdir. Dr. Wharton'ların 1959'daki çığır açan araştırmasından beri karafatmaların bir nükleer savaşta ilk ölecek böceklerden olduğunu biliyoruz.

İki araştırmacı farklı böcekleri değişik miktarlarda radyasyona ("rad"la ölçülür. Yiyeceklerin röntgen ışınlarıyla bakterilerden arındırılıp uzun süre dayanma larını sağlayan işlem (ç.n.) maruz bıraktı.

İnsanlar 1000 rad'a maruz kaldıklarında ölürken Wharton'lar

karafatmaların 20.000 rad'a maruz kalınca öldüğü sonucuna vardılar,

meyve sineği 64.000 rad'a,

parazitler ise 180.000 rad'a maruz kaldıklarında ölür.

Radyasyona dayanıklılık kralı "Deinococcus radiodurans" bakterisidir. Bu bakteriler 1,5 milyon rad'a kadar dayanabilir, dondurulurlarsa bu limit iki katına çıkar.

Bu bakteri (öğrenciler "Bakteri Conan" adını vermiştir) pembedir ve çürük lahana gibi kokar. Bir kutu ışınlanmış etin içinde mutlu mutlu büyürken keşfedilmiştir.

O zamandan sonra fil ve lama dışkısında doğal olarak bulunduğu, ayrıca ışınlanmış balık ve ördek etinde, hatta Antarktika granitinde bile bulunduğu fark edilmiştir.

Bakteri Conan'ın soğuğa ve radyasyona dayanıklılığı ve bu ekstrem durumlarda DNA'sının bozulmadan kalabilmeksi NASA bilimcilerinin bu bakterinin Mars'taki hayatın varlığna dair bir ipucu olabileceğine inanmalarına sebep olmuştur.

kaynak

Denizatının sırrı çözüldü

Belçikalı araştırmacılar, denizatının şeklinin sırrını çözdüklerini açıkladı.



Denizatının atalarının gövdesinin düz olduğunu biliniyor.
Araştırmacılar uzun süredir, denizatının vücudunun neden soru işaretine benzer bir şekle evrildiğini merak ediyordu.
Araştırmacılara göre, ata benzeyen kafası ve kıvrılan vücudu, denizatının yiyecek avlayabilmesini sağlıyor.

Denizatları, küçük deniz canlılarını yiyerek besleniyor.
Ancak atalarının aksine, avlarına doğru yüzmek yerine, onları sessizce bekliyorlar.
Kanca şeklindeki kuyrukları sayesinde, denizatlarının yosunlara tutunup beklemeleri mümkün oluyor.
Kıvrımlı omurgaları sayesinde ise, yukarıdan yüzen avlarına ulaşabiliyorlar.

kaynak

 

MÜZİKOLAJ

MÜZİKOLAJ kitabını aldınız mı?

Orff eğitmeni Onur Erol'un yeni basılan kitabı "Müzikolaj" piyasaya çıktı. Kitabın içinde yer alan müzikler ve uygulamalarla ilgili seminerlere başlayan Onur Erol, ilk seminerini Ezo Sunal Çocuk Atölyesinde yaptı.

27 Ocak 2011 Perşembe

Quote: "Evrimcilerin sudan karaya geçiş iddası bir yalandır"

EVRİMCİLERİN SUDAN KARAYA GEÇİŞ İDDİASI BİR YALANDIR



NatureDarwinist yayın kuruluşları, geçtiğimiz günlerde Nature dergisinde tanımlanan bir fosili kayıp halka olarak tanıtmak için yeni bir propaganda furyası başlatmış durumda. Söz konusu fosil, 2004 yılında paleontologlar Neil Shubin ve Edward Daeschler tarafından Kanada'nın kutup bölgesinde bulunan bir balık fosili. Tiktaalik roseae olarak isimlendirilen fosilin yaşı yaklaşık 385 milyon yıl olarak tahmin ediliyor. Sudan karaya geçiş masallarına aday arayışındaki evrimciler, fosilin sahip olduğu "mozaik" özellikleri çarpıtarak bunun bir geçiş formu olduğu propagandasını yapıyorlar. 
Ancak sudan karaya geçiş iddiası, kara hayvanları ve balıklar arasındaki fizyolojik uçurumların, evrim teorisinin hayali mekanizmalarıyla kesinlikle aşılamaz oluşu sebebiyle bir hayalden ibarettir. Evrim teorisine körükörüne bağlılıktan ötürü savunulan ve hiçbir bilimsel kanıta dayanmayan bu masala son olarak Tiktaalik roseae'yi dahil etme çabaları da önyargılı ve zorlama yorumlara dayanmaktadır. Aşağıda, Darwinist medyanın Tiktaalik roseae propagandasında gizlediği gerçekler ortaya konmaktadır.
Evrim Delili Olmayan Bir Mozaik Canlı: Tiktaalik Roseae

RoseaeTiktaalik roseae'nin fosilleri iyi korunmuş üç örneğe dayanıyor. Boyu yaklaşık 3 metreyi bulan canlı, bazı mozaik özellikler sergiliyor. (Mozaik canlılar, farklı canlı gruplarına ait özellikleri barındıran canlılardır.) Bir balıkta olduğu gibi yüzgeç ve pullara sahip. Yassı yapıdaki kafatası, hareketli boynu ve nispeten güçlü yapıdaki kaburga yapısı ise kara canlılarında görülen özellikler. İsmi yerel Inuktikuk dilinde "iri, sığ-su balığı" anlamına gelen canlının göğüs yüzgeçlerinde kemikler de var. Evrimciler canlının mozaik özelliklerini kendilerine göre çarpıtıyor ve bunun balıklar ve kara canlıları arasında bir geçiş formu olduğunu öne sürüyorlar.
Halbuki mozaik canlılar, evrim teorisinin gerektirdiği ara formlar olmaktan tamamen uzaktırlar. PlatypusÖrneğin günümüzde Avustralya'da yaşayan Platypus, memeli, sürüngen ve kuş özelliklerini aynı anda üzerinde taşıyan bir mozaik canlıdır ve evrim teorisi için hiçbir yönden delil olarak gösterilemez. Evrimcilerin, iddialarını desteklemek için bulmaları gereken canlılar "ara formlardır", mozaik canlılar değildir. Ara formlar, eksik, yarım, işlevini tam göremeyen organlara sahip olan canlılar olmalıdır. Oysa mozaik canlıların sahip oldukları organların her biri eksiksiz ve kusursuzdur. Yarı gelişmiş organları yoktur, başka canlılardan evrimleşmiş olabileceklerine kanıt gösterilebilecek fosil serilerinden yoksundurlar.
Evrim teorisi rastlantısal mutasyonlara dayanan, yani tesadüfe dayalı bir sürecin yaşandığını varsaymaktadır. Bu iddiaya göre yeryüzünü dolduran milyonlarca canlı türü, sayısız rastlantısal mutasyonun isabet ettiği ve bu mutasyonlar sonucunda sakat kalmış, anormal yapılar geliştirmiş çok sayıda ara-form canlısından evrimleşmiş olmalıdır ve bunların fosillerinin bulunması gerekmektedir. Bir diğer deyişle fosil kayıtları, ucube olarak tabir edilebilecek canlıların kalıntılarıyla dolup taşıyor olmalıdır. Ancak bunun böyle olmadığı bilinmektedir. Türler ortaya çıktıkları zaman, belirleyici özellikleri tam gelişmiş olarak ve aniden ortaya çıkmakta, bunlar arasında ucube yaratıkların oluşturduğu hiçbir seri bulunmamaktadır. Oxford Üniversitesi Zoolojik Kolleksiyonlar Yöneticisi Tom Kemp, Fossils and Evolution (Fosiller ve Evrim) isimli 1999 basımı kitabında bu durumu şöyle kabul eder:
Yeni canlı kategorileri hemen hemen tüm durumlarda fosil tabakalarında belirleyici karakteristikleri zaten mevcut olarak ve bilinen atasal grupları olmaksızın çıkar.(TS Kemp [Curator of Zoological Collections], Fossils and Evolution, Oxford University, Oxford Uni Press, s.246, 1999 )
Evrimcilerin Gizlediği Genel Tablo

Evrimciler, fosillerin evrimi desteklediği gibi bir izlenim oluşturmaya çalışmaktadırlar. Oysa kayıp halka kavramı sadece evrim teorisinin ihtiyaçları doğrultusunda uydurulmuştur ve bunun gerçekte fosil kayıtlarında hiçbir karşılığı bulunmamaktadır. Türleri birbirine bağladığı iddia edilen halkaların fosillerinin kayıp olması, Darwin'den beri bilinen bir gerçektir. Paleontologlarca Darwin sonrası dönemde yürütülen kazı çalışmaları da evrim teorisine bir açmaz oluşturan bu durumu gidermemiş, tam aksine canlı grupları arasında kayıp halkaların yokluğunu daha da pekiştirmiştir.
Rethinking Anthropology isimli kitabın yazarı E. R. Leach, Nature dergisindeki bir yazısında şunları yazmıştır:
Fosil kayıtlarındaki eksik halkalar Darwin'i endişelendiriyordu. Bunların gelecekte bulunacağından emindi, ancak bu kayıp halkalar hala eksik ve eksik olarak kalmaya devam edecekler gibi görünüyor." (E.R. Leach; Nature, 293:19, 1981 )
Bir dönemin en önde gelen paleontologlarından A. S. Romer ise aynı konuda şunları söylemiştir:
"Bağlantılar, tam da [türler arasında geçiş gösterebilmek için] onlara en hararetli bir şekilde ihtiyaç duyduğumuz noktalarda bile kayıptırlar ve birçok bağlantının kayıp olmayı sürdürmesi kuvvetle muhtemeldir". (A.S. Romer, chapter in Genetics, Paleontology and Evolution (1963), p. 114.)
Oklahoma Üniversitesi Jeoloji ve Jeofizik Bölümü'nden David B. Kitts de evrimin gerektirdiği ara formların yokluğunu şu sözlerle itiraf eder:
"Evrim türler arasında ara geçiş formları gerektirir ancak paleontoloji bunları sağlamamıştır." (David B. Kitts (School of Geology and Geophysics, University of Oklahoma), "Paleontology and Evolutionary Theory," Evolution, Vol. 28, September 1974, sf. 467)
Fosil kayıtlarının ortaya koyduğu tablo, yaratılışla tam uyumludur. Fosil kayıtları canlıların aniden ortaya çıktığını, değişmeden uzun süreler boyunca varlıklarını sürdürdüklerini ortaya koymaktadır. Bu gerçekler, Amerikalı paleontolog R. Wesson'ın, 1991'de yayınlanan Beyond Natural Selection adlı kitabında evrimin fosil çıkmazıyla ilgili yorumlarında açıkça görülebilmektedir:
Kazı"Ne var ki, fosil kayıtlarındaki boşluklar gerçektir. Herhangi bir (evrimsel) soy oluşumunu gösterecek kayıtların yokluğu, son derece olgusaldır. Türler genellikle çok uzun zaman dilimleri boyunca sabit kalırlar. Türler ve özellikle cinsler hiç bir zaman yeni bir türe ya da cinse doğru evrim göstermezler. Bunun yerine, bir tür ya da cinsin bir diğeriyle yer değiştirdiği gözlenir. Değişim ise çoğunlukla anidir." (R. Wesson, Beyond Natural Selection, MIT Press, Cambridge, MA, 1991, s. 45 )
Günümüzde ele geçirilmiş olan fosil türün sayısı 250.000'i aşkındır. Ve bunlar arasında araformlardan eser bulunmamaktadır. Evrimciler ise bu önemli gerçeği yok sayıp kayıp halka propagandasına girişmekle son derece akıl ve bilim dışı bir davranış sergilemektedirler.
İskelet Kalıntılarından Biyoloji Çıkarsama Yanılgısı

Omurgalıların bedenleri fosilleştiği zaman, geriye çoğunlukla kemikleri dışında kalıntı bırakmazlar. Kemikler ise bir omurgalının biyolojisinin çok kısıtlı bir bölümünü, ancak %1 kadarı hakkında izler bırakır. Evrimciler, canlının fosil üzerindeki izlerini yorumlamaya başladıklarında, canlının biyolojisine dair verilerin çoğu yok olmuş durumdadır. Canlının yumuşak biyolojisi hakkında neredeyse hiçbir bilgiye sahip olmayan evrimciler, bu bilgisizliklerini önceden bir dogma olarak benimsedikleri evrim teorisine göre "doldururlar".
Evrimcilerin sadece kemiklere bakarak balığın biyolojisi hakkında ortaya koydukları ara form iddiaları gerçekte belirsiz spekülasyonlar olmaktan öteye gidemez. Moleküler biyolog Michael Denton, Evrim: Kriz içinde bir teori başlıklı kitabında bu konuyu şöyle belirtir:
".. soyu tükenmiş grupların yumuşak biyolojileri herhangi bir kesinlik derecesinde asla bilinemez, o halde en ikna edici ara geçiş formunun durumu bile, belirsiz olmak durumundadır ." (Michael Denton, "Evolution: A Theory in Crisis", Burnett Books: London, 1985, p180 )
Evrimciler için en ikna edici görünen ara geçiş formları dahi kendileri için sonradan büyük bir aldanışa dönüşebilmektedir. Bunun güzel bir örneği, Coelacanth olayıdır.
Sansasyonel Haberler, Evrimcilerin Coelacanth Olayından Ders Almadığını Göstermektedir

CoelacanthCoelacanth, evrimcilerin bir zamanlar -aynen Tiktaalik roseae isimli son fosilde olduğu gibi- sudan karaya geçişteki kayıp halka yakıştırmasını yaptığı bir balıktır. Evrimciler, bir zamanlar soyu tükenmiş zannedilen Coelacanth balığının 400 milyon yıllık fosillerini incelemiş fosildeki izlerden bazı evrimci çıkarımlar yapmışlardır. Örneğin balığın yüzgecindeki kemikli yapıların canlının denizin tabanında yürümesine yardımcı olan ayaklar olduğunu, ayrıca balığın ilkel bir akciğere sahip olduğunu öne sürmüşlerdir. Burada önemli bir nokta vardır: Tüm bu varsayımları, Coelacanth'ın yumuşak biyolojisi hakkında hiçbir bilgileri olmaksızın yapmışlardır.
Canlının yumuşak dokusu hakkında bilgi olmaksızın evrimci hayaller üretmenin yanlışlığı ise 1938 yılında yapılan çok önemli bir bulgu sonrasında ortaya çıkmıştır. Coelacanth canlı ele geçirilmiş, önceden zannedildiği gibi soyu tükenmiş bir canlı olmadığı ortaya çıkmıştır. Üstelik balık sonraki yıllarda defalarca canlı olarak yakalanmıştır. Balığın hem anatomisini hem de doğal yaşam alanındaki hareket şeklini hemen incelemeye alan evrimciler, balığa atfettikleri kayıp halka varsayımlarında tümüyle yanıldıklarını görmüşlerdir. Sığ sularda ve deniz tabanında sürünerek hareket ettiğini varsaydıkları balığın aslında 180 metre gibi derinliklerde yaşayan bir dip balığı olduğunu, yüzgeçlerini ise asla deniz tabanına dokundurmadığını görmüşlerdir. Evrimleşmekte olan bir akciğer varsaydıkları yapının ise hava solumaya hiçbir şekilde katkıda bulunmayan bir yağ kesesi olduğu gerçeğiyle karşılaşmışlardır.
CoelacanthBir zamanlar ara form olarak evrimcilere çok ikna edici görünen Coelacanth'ın sıradan bir balık türü olduğunun anlaşılması, son fosille ilgili ara-form iddialarının da aslında belirsizlikler ve spekülasyonlar üzerine kurulu olduğunu açıkça göstermektedir. Çünkü son ara-form iddiası da soyu tükenmiş bir türün fosilleşmiş kalıntılarından yola çıkılarak yumuşak biyolojisine dair yapılan hayali yorumlamalara dayanmaktadır. Kısacası medyada estirilen furya, bilimsel olarak belirsiz olan verilerin evrimci hayaller doğrultusunda abartılmasından başka bir şeye dayanmamaktadır.

Evrimcilerin Kayıp Halka Propagandasının Kendisi, İddiaları Aleyhinde Bir İşarettir

Evrimci medya, kayıp halka olarak lanse edilen bir bulgu söz konusu olduğunda çok olağanüstü bir keşif yapılmış gibi bir hava uyandırmaktadır. Oysa bu, evrimin doğruluğu hakkındaki iddialarıyla çelişen bir tavırdır.
KazıEğer evrim teorisi doğru olsaydı, jeolojik katmanlar ara form fosilleriyle dolu olur, ara form fosillerinin sayısı, yaşamış ve yaşamakta olan türlerin sayısından çok daha fazla olurdu. Böylece kayıp halkaların bulunması o denli sıradan bir olay olurdu ki, bunlar haber değeri dahi taşımazdı.
Veya eğer evrim, evrimcilerin iddia ettiği gibi yerçekimi kadar iyi delillendirilmiş bir olgu olsaydı, kayıp halka bulgularını haber yapmak,  havaya atılan bir taşın yere düştüğünü haber yapmak kadar saçma karşılanması gereken bir davranış olurdu. Örneğin gazetelerde "bugün de havaya bir taş attık ve o da gerçekten yere düştü" şeklinde bir haber görmeyi anlamsız karşılayacağımız gibi, "Paleontologlar yeni bir kayıp halka buldular" gibi haberleri de anlamsız karşılardık. Kısacası eğer evrim bir "gerçek" olsaydı, kayıp halka propagandasına zaten ihtiyaç kalmazdı.

Tiktaalik roseae'nın yerleştirildiği evrim serileri sadece ön yargıya dayalıdır

Bazı gazetelerde son fosilin Acanthostega ve Eusthenopteron fosilleri arasında bir ara geçiş formu gibi yerleştirildiği görülmektedir. Evrimciler bununla, sanki fosil kayıtları evrimsel geçişleri destekliyormuş da bunun delilleri gün geçtikçe daha da güçleniyormuş gibi bir izlenim uyandırmaya çalışmaktadırlar. Oysa bu seriler, sözkonusu canlıların birbirlerinden evrimleştiği iddiasına kanıt oluşturmamaktadır. Örneğin bir dizi tornavidanın ebat açısından dizilmesi bu tornavidaların birbirlerinden türediklerini göstermez.
Gerçekte Eusthenopteron'dan Tiktaalik roseae'ye veya Tiktaalik roseae'den Acanthostega'ya uzanan hiçbir evrimsel soy bilinmemektedir. Bu canlılar milyonlarca yıllık zaman ve derin farklılıklara dayalı morfolojik uçurumlarla birbirlerinden ayrılmaktadır. Evrimciler Tiktaalik roseae'yi yerleştirdikleri serilerle sadece kendi önyargılarını ortaya koymaktadırlar. Ünlü bilim dergisi Nature'ın editörü ve aynı zamanda bir paleontolog olan Henry Gee, "kayıp halka"ların ve evrimsel serilerin önyargılara göre kurgulandığını şu sözlerle itiraf eder: 
Yeni fosil bulguları, bu önceden var olan hikayeye uydurulur. Sanki atalar-nesiller zinciri, bizim gerçekten düşünmemiz gereken bir amaçmış gibi biz bu yeni bulgulara 'kayıp halkalar' deriz; aslında gerçek farklıdır: bunlar insan önyargılarıyla uyumlu olmaları için şekillendirilen, gerçeğin ardından oluşturulan, tamamen insan icadı olan şeylerdir. Her fosil, bir başka fosille bilinebilir hiçbir bağı olmayan izole bir noktayı temsil eder ve bunların tümü büyük bir boşluk denizinde yüzüp durmaktadır. (Henry Gee, In Search Of Deep Time, Beyond the Fossil Record to a New Hıstory of Life, s. 32)
Hayali ve dogmatik bir iddia: Sudan karaya geçiş masalı

Evrim teorisi, canlılardaki değişimin rastlantısal mutasyonların ortaya çıkardığı farklılıklardan faydalı olanlarının seçilimine dayandığını öne sürmektedir. Ancak mutasyonların canlıların DNA'sına yeni genetik bilgi ekleyerek onları evrimleştirici hiçbir gücü olmadığı iyi bilinen bir gerçektir. Mutasyonlar canlıların DNA'sındaki genetik bilgiyi tahrip eder, onları sakat veya ölü bırakan etkiler ortaya çıkarır. Çünkü canlıların DNA'sı olağanüstü hassas bir dizilim sergilemektedir ve tesadüflere dayalı mutasyonların bu dizilim üzerindeki etkisi ancak yıkıcı olabilmektedir. Örneğin elektronik bir aletin kullanım kılavuzunun metninde yapılacak rastlantısal harf değişimleri onu bir romana dönüştürmeyecek, kılavuzdaki bilgiyi tahrip edecektir. Aynı şekilde mutasyonların da bir balığın DNA'sında, ona ağırlığını taşıyacak güçlü bir iskelet yapısı kazandırması, sıcaklığın düzenlenmesi ve suyun kullanımı için (böbrek gibi son derece kompleks bir organı kapsayan) sistemlerin inşa edilmesi, solungaçların akciğerlere dönüşmesi gibi senaryolar tümüyle imkansızdır.
Açıktır ki eğer bir balık, solunum sistemi, boşaltım mekanizması, iskelet yapısı gibi farklı yönlerden çok hızlı bir biçimde değişim geçirmez ise, kaçınılmaz olarak ölecektir. Öyle bir mutasyon zinciri olmalıdır ki bu, balığa anında bir akciğer kazandırmalı, yüzgeçlerini ayaklara dönüştürmeli, ona bir böbrek eklemeli, derisini su tutacak bir yapıya sokmalıdır. Canlının yaşamı için böylesine önem arzeden sistemler ya kusursuzca aniden değişmelidir ya da hiç değişmemelidir. Tesadüflere dayalı ve amaçsız bir süreç olarak savunulan evrimde ise böyle bir değişim kesinlikle imkânsızdır. Akılcı düşünen herkes, konuyla ilgili tek açıklamanın, balıkların ve kara canlılarının ayrı ayrı yaratıldığını kabul etmekle mümkün olduğunu görebilecektir.
Kısacası "denizden karaya geçiş" senaryosu tümüyle çıkmaz içindedir. Nitekim evrimci biyologların bu konuda ortaya koyabildikleri tutarlı bir fosil kanıtı da yoktur. Evrimci paleontolog Barbara J. Stahl, Vertebrate History: Problems in Evolution (Omurgalı Tarihi: Evrimin Sorunları) adlı kitabında şöyle yazar:
"Bilinen balık türlerinin hiçbiri, karada yaşayan dört ayaklıların atası olarak belirlenememektedir. Bu balık türlerinin çoğu amfibiyenlerin ortaya çıkmasından sonra yaşamışlardır. Amfibiyenlerden önce gelen balıkların, dört ayaklılarda bulunan eklem ve omurgaların herhangi birisini geliştirdiklerine dair ise hiçbir delil yoktur." (Barbara J. Stahl. Vertebrate History: Problems in Evolution, Dover, 1985. s. 148)
Sonuç: Evrimciler Hitler'den kalma demode propaganda yöntemleriyle bir yere varamayacaklarını görmelidirler

HitlerYukarıda gösterildiği gibi kayıp halka düşüncesi, fosil kayıtlarında hiçbir karşılığı bulunmayan, sadece evrim teorisinin ihtiyaçları yüzünden kullanılan bilimdışı bir kavramdır. Darwinist medyanın bu kavrama böylesine hararetle sarılmaları, bunu sadece kendi ideolojilerini halk arasında yaygınlaştırmak için başvurdukları bir yöntemdir. Evrimciler, tarihin en büyük bilim sahtekarlığı olan teorilerini yaygınlaştırmak için hiçbir bilimsel kanıt öne sürememektedirler. Bir zamanlar evrimin kanıtı olarak savunulan Coelacanth, Archaeopteryx ve at serileri gibi fosillerin birer birer gözden düşmesi karşısında evrimcilerin yapabildiği tek şey, kayıp halka yalanını sık sık ve yüksek sesle gündemde tutma çabasından ibarettir.
Bu çaba tam da, Nazi lider Adolf Hitler'in "Eğer bir yalanı yeteri kadar uzun süre ve yeteri kadar yüksek sesle tekrarlarsanız, o artık bir doğru haline dönüşebilir" diyerek tanımladığı propaganda yöntemidir.
Evrimciler, paleontoloji biliminin teorilerini çürüttüğünü kabullenmeli, bir yalandan ibaret olan kayıp halka masallarını ısrarla tekrarlamakla bu durumu değiştiremeyeceklerini görmelidirler.

kaynak 
(221 KB) Word doc (zip)
 
(282 KB) Adobe pdf (zip)   

Üniversiteli dağcı Gürcistan'da öldü

Emre Kuruoğlu kış tırmanışı için gittikleri Gürcistan'daki Kazbek Dağı'nda öldü.
KÜTAHYA Dumlupınar Üniversitesi (DPÜ) Meslek Yüksekokulu İthalat İhracat Bölümü 2'nci sınıf öğrencisi 20 yaşındaki Emre Kuruoğlu, arkadaşlarıyla kış tırmanışı için gittikleri Gürcistan'daki Kazbek Dağı'nda düşerek yaşamını yitirdi.

Kütahya Dumlupınar Üniversitesi Dağcılık Kulübü (DPÜDAK) mensubu Emre Kuruoğlu, Sefa Sağlam ve Burhan Aydın 21 Ocak 2011 ile 01 Şubat 2011 tarihleri arasındaki dağcılık tırmanışı etkinliği nedeniyle Gürcistan'a gitti. Gürcistan'daki Kazbek Dağı Kış tırmanışındaki iniş sırasında ayağı kayıp vadiye düştüğü belirtilen Emre Kuruoğlu olay yerinde öldü. Kuruoğlu'nun cenazesinin Türkiye'ye getirilerek memleketi olan Çanakkale'nin Çan ilçesinde toprağa verileceği belirtildi.

DPÜDAK Başkanı Akif Yıldırım, büyük üzüntü yaşadıklarını ifade ederek, "Kulübümüz sporcularından Emre Kuruoğlu Gürcistan Kazbek Dağı Kış tırmanışında iniş esnasında gerçekleşen kaza sonucu hayatını kaybetmiştir. Emre Kuruoğlu ile birlikte aynı yerde bulunan sporcularımızdan Sefa Sağlam ve Burhan Aydın'ın ise sağlık durumları iyidir. Kaza ile ilgili net bilgilere ulaşmaya çalışıyoruz" dedi.

"ZİRVEYE TIRMANIYORUM, BENİ ARAMAYIN"
Öte yandan Emre Kuruoğlu'nun, arkadaşlarıyla kış tırmanışı için gittikleri Gürcistan'daki Kazbek Dağı'nda düşerek yaşamını yitirmesi, Çanakkale'nin Bayramiç İlçesi'ndeki ailesini yasa boğdu. Emre'nin babasına son olarak, "Tırmanışa geçtim. Beni merak etmeyin. Şimdi zirveye tırmanıyorum. Beni aramayın" yazılı bir cep telefonu mesajı gönderdiği öğrenildi.

Kütahya Dumlupınar Üniversitesi Dağcılık Kulübü (DPÜDAK) üyesi Emre Kuruoğlu, Sefa Sağlam ve Burhan Aydın, 21 Ocak 2011 ile 01 Şubat 2011 tarihleri arasındaki dağcılık tırmanışı etkinliği nedeniyle Gürcistan'a gitti. Altı gün önce başlayan tırmanış, dün (salı) akşam saatlerinde hüzne dönüştü. Büyük Kafkaslar'ın doruk noktası olan Kazbek Dağı'na yapılan kış tırmanışındaki iniş sırasında ayağı kayıp yüzlerce metre derinlikteki vadiye düştüğü belirtilen Emre Kuruoğlu olay yerinde hayatını kaybetti. Gürcistan'ın başkenti Tiflis yakınlarında bulunan 5033 metre yükseklikteki zirveye tırmanış sırasında ölen Kuruoğlu'nun henüz 3 aydır dağcılık sporuyla uğraştığı öğrenildi. Kuruoğlu'nun cenazesinin Türkiye'ye getirilerek memleketi Çanakkale'nin Bayramiç İlçesi'nde toprağa verileceği bildirildi. Acı haber Emre'nin Bayramiç'te oturan ailesini yasa boğdu. Kardeşleri Erhan (18) ve Efe (3) gözyaşlarına hakim olamazken anne Nagihan Kuruoğlu (45) da sinir krizi geçirdi. Komşuların teskin etmeye çalıştığı acılı anne, "Oğlumun dağcılık yapmasını istemiyordum. Ama dağ ve tırmanış onun tutkusuydu. Acımız ve üzüntümüz büyük" dedi.

Alabalık yetiştiriciliği yapan baba Fahri Kuruoğlu (52) ise "Oğlum öğrenim gördüğü üniversitenin dağcılık kulübü üyesi olan arkadaşları ile tırmanışa gitmişti. Son olarak Gürcistan'a gitmek için yolculuğa çıktıkları gün beni telefonla aradı. Çok mutluydu. Hayalindeki bir tırmanışı yapacaktı. Oğlum tırmanışa başladıkları dakikalarda cep telefonundan mesaj gönderdi. Mesajında, `Tırmanışa geçtim. Beni merak etmeyin. Şimdi zirveye tırmanıyorum. Beni aramayın' yazıyordu. Ama sonunda böyle acı bir haber alınca hepimiz yıkıldık" diye konuştu.

Genç dağcı Emre Kuruoğlu'nun cenazesinin bu gece uçakla İstanbul'a daha sonra da Çanakkale Bayramiç'e getirileceği öğrenildi.

DAĞCILIK EĞİTMENİYDİ
DPÜDAK yetkilileri Emre Kuruoğlu'nun tecrübesiz bir dağcı olmadığını 2007-2008 yıllarında DPÜDAK'ta kulüp üyesi, 2008-2009'da yardımcı eğitmenlik, 2009-2011 yıllarında da eğitmenlik görevini üslendiği ve 2008 yılından buyana Türkiye Dağcılık Federasyonu lisansına sahip olduğu bildirildi.

GENÇLERDE TÜRKİYE BİRİNCİLİĞİ BULUNUYOR
Emre Kuruoğlu dağcılıkla ilgili olarak Yaz Temel Eğitimi, Yaz Gelişim Eğitimi, İleri Kaya Eğitimi, Kış Temel Eğitimi ve Kış Gelişim Eğitimi aldı. DPÜDAK'da 2 yıldır periyodik uygulamalı eğitim kamplarında eğitmenlik Kuruoğlu Isparta'da düzenlenen gençler dağcılık tırmanışında Türkiye birinciliğini kazandı. 10'a yakın yarışmaya katılan Emre Kuroğlu'nun katıldığı tırmanışlar ise şöyle:

Güzeller Kuzey Buzulu Zirve Tırmanışı(3461m), Demirkazık Yaz Zirve Tırmanışı (3756m), Demirkazık Kış Zirve Tırmanışı(3756m), Kaldı Dağı Kuzey Buzulu(3734m), Parmakkaya Teknik Kaya Tırmanışı(5 İp boyu). Ayrıca 15'e yakın 3 bin metre üzeri zirve tırmanışı bulunuyor.

kaynak : Oğuzhan KILIÇ - KÜTAHYA - DHA

DUYURU: ÇEVRE MÜCADELESİ SÜRDÜREN HERKESE

Değerli Sivil Toplum Gönüllüleri,

Biliyorsunuz başarılı bir lobi çalışması yürütmek çevre için verilen mücadelenin başarısında çok önemli bir faktör. İşin lobi kısmı o kadar enteresan ki, küçük bir girişimin nasıl büyük bir etki yapacağını kestiremiyorsunuz. Mesela, geçmişte golf karşıtı mücadele esnasında Avrupa Birliği’nin ilgili yerlerine gönderdiğimiz e-postalar sayesinde AB’nin konuyu “Türkiye ile müzakerelerde gündeme getirmesini” sağlayabilmiştik. Şu anda Tabiat Kanunu İzleme Girişimi de başarıyla devam ediyor ve umuyorum sonuca ulaşacak.

 Hepimizin malumu şu an çevre sorunları, her yerde ve aciliyeti gerektiriyorlar, ortak hareket gerektiriyorlar. Karşılaştığımız ve mücadele ettiğimiz bütün sorunların tek bir evrak olarak derlenmesinin ve İngilizce’ye çevrilmesinin oldukca faydalı ve gerekli olduguna inanıyorum. Elimizde bu tür bir evrak olursa, bunu uluslararası kurum, kişilerle paylaşarak her alanda önemli adımlar atabiliriz. Şahsen bu tür bir çevre sorunları raporunun derlemesini ve çevirisini yapmaya gönüllüyüm.

Sizlerden ricam aşagıdaki soruları cevaplayacak şekilde STK’ nızın ilgilendiği sorunları bana göndermeniz. Her sorun ile ilgili bir sayfayı geçmeyecek şekilde bilgiler gerekiyor. Bunu önümüzdeki 3 ay içerisinde tamamlamayı istiyorum. Çünkü şu an Londra’dayım. Burada Uluslararası Hukuk ve Çevre Hukuku alanında master yapıyorum ve bu alanda bir çok önemli kişi ve kuruluş temsilcisiyle tanişiyorum. Katkınız gercekten çok önemli.

Herkesi yürekten kucaklıyor, verdiğiniz mücadelede kısa sürede sonuca ulaşmanızı diliyorum!
 
İLGİLENDİĞİNİZ ÇEVRE SORUNU İLE İLGİLİ BİLGİLER

1- Soruna hangi başlık/ismi verirsiniz?

2- Sivil Toplum Örgütünüzün ismi, iletisim bilgileri nedir? Varsa uluslararası irtibatinizi sağlayabilecek bir gönüllünüzün isim ve iletisim bilgilerini ekleyiniz.

3- Sorun nasıl başladı, nasıl gelişti, şu anda ne durumda?

4- Sorunun hukuki dayanağı nedir? Hangi Anayasa/Kanun/Yönetmelik maddesine dayanarak bu tur bir uygulama yapılıyor?

5- Bu sorunun çözümünde sivil toplum örgütünüz, ne yapılmasını istiyor ve konuyla ilgili neler öneriyor? Yapılmasını istediğiniz hukuki değişiklikleri de burada belirtiniz.

 6- Sivil toplum örgütünüz bu konuda nasıl bir calışma izledi ve izliyor? Dilerseniz çalısmalarınıza değinirken, karşınıza çıkan engelleri, zorlukları, ihtiyacınız olan desteği de kısaca belirtebilirsiniz.

Önemli Not:  Bu raporun amacı karşı tarafa konuyla ilgili bütün ayrıntıları vermekten ziyade, karşı tarafı konudan haberdar etmek, konuyla ilgili genel bir çerçeve çizerek neler yapabileceği, ayrıntılı bilgi için kiminle iletişime geçebileceği hususunda karşı tarafa yol gösterici olmaktır. Lütfen çok uzun ve çok teknik metinler göndermekten kaçınınız.


Işıl ETEŞ
Sorgun Platformu
İletişim: isil.etes@gmail.com, isilmail@yahoo.com

* Lütfen, irtibatta olduğunuz sivil toplum örgütleri ile paylaşınız...

Çevreci Cengiz Han

Yeni bir araştırma, 13. ve 14. yüzyıllar arasında engin bir imparatorluk kuran Moğol liderin, yaklaşık 700 milyon ton karbonun atmosferden emilmesine zemin hazırladığını öne sürüyor.

Moğol istilası sonucu 40 milyon insanın ölümü, gözardı edilemeyecek denli geniş çapta ekili toprağın bitki örtüsüyle tekrar kaplanması anlamına geliyor. Bu da atmosferdeki karbondioksitin geri emilimini beraberinde getiriyor. Yöntemleri insanı açıdan kabul görmese de, ekologlar bunun insan eliyle gerçekleşen ilk ‘küresel soğutma’ olduğunu söylüyorlar.
Carnegie Enstitüsü Küresel Ekoloji Bölümü’nden Julia Pongratz, endüstriyel ölçekli kömür ve petrol kullanımının, insanın iklim üzerine olan olumsuz etkisini başlattığı şeklindeki yaygın kanının yanlış olduğuna dikkat çekiyor, “aslında insanlar çevrelerini etkilemeye, tarıma geçişle birlikte ormanları kesmeleriyle ve böylece mevcut bitki örtüsünü değiştirmeleriyle birlikte başladılar.”

Pongratz’ın çalışması, Avrupa’daki Büyük Salgın, Amerika’nın keşfi ve Çin’deki Ming Hanedanı’nın çöküşü gibi çok sayıda ölüm barındıran bir grup tarihi olayın yarattığı karbon etkisine odaklanmış. Bu olayların herbiri, kitlesel ölümler nedeniyle nüfus azalmasına bağlı olarak, geniş alanlar boyunca ormanların yeniden yeşermeleriyle sonuçlanmış.

Fakat Dünya yüzölçümünün yüzde 22’sine yayılan bir imparatorlukla son bulan Moğol istilası, uzun ömrüyle dikkat çekiyor. Bu süre boyunca binlerce yerleşkeyi tekrar tekrar ortadan kaldıran Cengiz Han, diğer hiç bir liderin yapamadığı şekilde, atmosferdeki karbonu da bilmeden silip süpürmüş.

Pongratz, Büyük Salgın ve Ming çöküşü gibi kısa süreli olayların, ormanların geri dönüşüne belirli bir zemin hazırlamalarına karşın, yeterli büyümeyi yaratacak zamanın olmadığına dikkat çekiyor, “buna karşılık, Moğol istilası sırasında ormanların büyümesine ve önemli miktarda karbonu emmesine olanak sağlayacak süre kendiliğinden oluştu.”

Çalışmada Moğol İmparatorluğu Dönemi’nde emilen karbonun yaklaşık 700 milyon ton olduğu tahmin ediliyor ki bu da, günümüzde petrol kullanımı sonucu bir yıl içinde atmosfere salınanla eşit.
 



2006 Öss-2 Biyoloji





 

  


 


 


 


 



 


 


 


 


 


 

 


 


 



 


ÇÖZÜMLER


 


 

23.Stomalar gece fotosentez yapamadığı için solunum sonucunda üretilen karbondioksit hücre içerisinde birikir. Hücrede bulunan glikozun fazlası nişastaya çevrilir ve hücre içi ozmotik basıncını düşürür. Ozmotik basınç turgor basıncıyla ters orantılıdır ve turgorun artışı su miktarının artışına bağlıdır. Fazla miktardaki su komşu epidermis hücrelerine difuzyon yoluyla gönderilerek hücre içerisinde su miktarı azalır ve stomalar kapanır. Bu olaylar III-I-II-IV şeklinde sıralanır. Cevap C


 


 


 


 


 

24.Fotosentezde klorofilden ışık enerjisiyle kopan elektronlar, elektron taşıma sisteminin (ETS) elemanları tarafından taşınarak tekrar klorofil moleküllerine geri getirilir. Böylece elektronunu kaybederek yükseltgenmiş olan klorofil molekülü tekrardan elektron alarak indirgenir ve nötr duruma gelir. Böylece tekrardan kullanılabilecek özelliğe gelmiş olur Cevap E



 


 

25.Triploit endosperm çekirdeği çifte döllenme olayında oluşan bir çekirdektir. Endosperm çekirdeği kutup hücreleri (n+n) ve spermin (n) birleşmesi (döllenme) sonucunda oluşur. Diğer olaylar ise mitoz bölünme sonucunda gerçekleşir. Cevap D



26.Sinirsel iletim, duyu neronları-ara neronlar-motor neronlardan oluşur. Motor neronlardaki (sinirlerdeki) iletimin engellenmesi tepki organında cevabın oluşmasını engeller.  Cevap B

 


 


 


 


 


 



 


 

27.1.olay; karaciger hücrelerinde üretilen safra sıvısı, safra kanalcıkları ve lopçuk çevresi safra kanalı aracılığı ile safra kesesine aktarılır. Safra sıvısı karacigerden bu şekilde uzaklaştırılır. 2.olay; karacigerde depolanmış olan  öncül A vitamini, A vitaminine dönüştürülerek önce sinüslere sonra merkez toplar damara gönderilerek kan dolaşımına katılır. Cevap D



28.Kan plazmasındaki ozmotik basıncının artması su miktarının azalmasına sebep olur. Bu nedenle vücut fazla su kaybetmek istemez. Atılan idrar miktarı azalır. Cevap A

 


 


 


 


 


 



 


 

29.Modifikasyon olayı fenotipte yani dış görünüşte gerçekleşen bir olay olduğundan DNA bundan etkilenmez. Modifikasyonla oluşan yeni özelliklerde sadece çevre şartlarına bağlı olarak o bireyde görülür ve bir sonraki döllere aktarılmaz. Bu nedenle I ve III deki olaylar modifikasyona örnek olarak verilebilir. Cevap D



30.Eşeye bağlı olarak kalıtılan bu özellik X kromozomu ile taşınmaktadır. Şemada bu özelliği gösteren erkek bireyler X kromozomlarını annelerinden aldıklarından dolayı 3. ve 6. bireyler taşıyıcıdır. 3.birey bu özelliğini 1.bireyden almıştır. 1.ve 6.bireyler bu özelliğin genini taşımakla birlikte fenotipte bu özelliği göstermemektedirler. 1.ve 6.bireylerin bu özellikle ilgili genotipleri aynır. Cevap A





 


 


 

26 Ocak 2011 Çarşamba

İnsanın en iyi dostu...ve yemeği

Arkeolojik buluntular, insanın bundan 9.400 yıl öncesinde köpek yediğine ilişkin kanıtlar sunuyor.

Bundan 10.000 yıl önce köpekler, insanın en iyi dostu ve koruyucuları olmalarının yanında günlük besinlerinden de biriydi. Amerika’da bulunan ve bilinen en eski evcil köpeğe ait olduğu söylenen  kemik parçası araştırmacıları bu sonuca vardırmış.

Maine Üniversitesi’nden Samuel Belknap, 1970’lerde Teksas’ın güneybatısında ortaya çıkarılan temizlenmiş ve kurutulmuş insan artıklarını incelerken bu kemik parçasına rastlamış. Karbon analizi kemiğin 9.400 yaşında olduğunu söylerken DNA analizi de kemiğin kurt, çakal ya da tilkiyle karışmaksızın bir köpeğe ait olduğunu kesin olarak doğrulamış. 


İlginç olansa kemiğin insan dışkı kalıntısının içine gömülmüş olarak bulunması ve kemiklerin sindirim siteminden geçerken aldıkları turuncu-kahverengimsi renge sahip olması. Belknap çalışma sırasında özellikle köpeklere ilişkin bir kalıntı aramadığını ve asıl araştırma konusunun, bundan 1.000 ila 10.000 yıl öncesinde, Teksas’ın aşağı Pecos Bölgesi’nde yaşamış olan insanların besin yelpazesini araştırmak olduğunu belirtiyor.

Köpekler insanın kültüründe binlerce yıldır önemli bir yere sahipler. Bugün Belçika olan bölgeden 31.000 yıl, Çek Cumhuriyeti’nden 26.000 yıl ve Sibirya’dan da 15.000 yıllık köpek kemikleri, insanların bir zamanlar yaşamış olduğu alanlarda insan kemikleriyle yanyana bulunmuş durumda.


Samuel Belknap

 

Hakımızda

           İLETİŞİM             

 


İSTEKLERİNİZİ ,GÖRÜŞLERİNİZİ ,ÖNERİLERİNİZİ,  ELEŞTİRİLERİNİZİ VE REKLAM HİZMETLERİ İÇİN İLETİŞİM ADRESİMİZ...

Ders_ByGultekin@hotmail.com

YASAL UYARI:

      Bu sitedeki tüm makaleler, ders notları, çalışmalar yalnızca bilgilendirme maksatlıdır. Bu bilgiler karşılığında hiçbir şekilde, hiç kimseden maddi bir istekte bulunulmamakta ve bu bilgiler hiçbir şekilde satılmamaktadır. Site, tamamen ücretsiz bir bilgi platformudur.

      Sitenin sahipleri ve yöneticileri; telif konusuna büyük önem vermektedirler. Site içeriğindeki bütün veriler, hiçbir art niyet gözetmeksizin; yalnızca insanlığa bilimsel açıdan fayda sağlayabilmek için, internetten ve çeşitli kitap ve benzeri kaynaklardan derlenmiştir. Bu derlemeler esnasında, içeriğin yoğunluğu (çokluğu) nedeniyle, yararlanılan bütün yazarlardan, kaynaklardan, bu kaynakların hak ve imtiyaz sahiplerinden izin alınamamış olabilir. Bu sebeple, sayfalarımızda göreceğiniz ve üzerinde hak iddia edebileceğiniz bütün içerik bilgileri için lütfen iletişime geçip site yönetimini uyarınız. Bu sebeple yapılabilecek herhangi bir uyarının ardından, gereken işlemler en kısa sürede yapılacaktır.

      Önemle vurgulamaktayız ki bu sayfalardaki bilgilerin telif haklarının kontrolü, sayfaların ve içeriğin çokluğu nedeniyle tam olarak yapılamamaktadır. Bu sebeple telif ile ilgili sorunları, lütfen iletişim bağlantımızdan site yöneticilerine iletiniz. İletilen her türlü istek, şikayet ve sorun en kısa zamanda değerlendirilip bu yönde harekete geçilecek ve gerekenler yapılacaktır, dilediğiniz içerik en kısa sürede sitenin sayfalarından kaldırılacaktır. Bu konuda lütfen bütün uyarılarımızı dikkate alınız.

        İletişim bağlantımız yoluyla bize iletilmeyen hiçbir sorundan (telif konusu, hatalı içerik, yanlış bilgi, çalışmayan sayfa vb.) sitenin sahipleri ve yöneticileri sorumlu tutulamaz. Bu sebeple, lütfen şikayetlerinizi anlaşılır bir dil ve açıklamalı ifadelerle iletişim bağlantımızdan site yöneticilerine iletiniz
.