30 Kasım 2013 Cumartesi

430 ) ATATÜRK'ÜN DEMOKRATİKLEŞME ÇABALARI...



   1924 ile 1930 arasında, birtakım önemli başarılar gibi, başarısızlıklar da vardır.. Her şeyden önce, halk tedirgindir.. Ekonomik gelişme yetersizdir.. Demiryolları siyasetindeki enerji, başka ekonomik alanlarda gösterilememiştir. Bütçe cılızdır.. Ama İsmet Paşa, kendi deyimiyle, "namuslu bir borçlu" olarak, Osmanlı Devleti'nin son borçlarını da ödemektedir. Yalnız 1930 bütçesinde 49.500.000 lira ödenmiştir. Bu, giderler bütçesinin % 14,6'sıdır.. Halbuki bu bütçede bayındırlığın payı % 15,2 ; ekonomi, ticaret ve tarımın payı ise ancak % 3,7'dir !..
   İsmet Paşa'nın bütün umudu, 1929 yılındaydı. O yıl Lozan'ın son kayıt ve kısıtlamaları kalkacak, ülke gümrük bağımsızlığına kavuşacaktı. Yani, ekonomik yönden bağımsız olacaktık. Yeni tarife kanunu bile hazırlanmıştı.. Ama ne çare ki, 1929 yılı sonuna doğru Dünya Ekonomi Krizi patladı.. Bunun Türkiye'de ilk darbesi, tarım ve ihracat maddeleri fiyatlarının dibe vurması oldu.. Tabii ki bütçe de sarsıldı. Fiyatların sefaleti, en fazla Ege'de kendini gösterdi. Çünkü burası, ihracat için, gıda ve ham maddeleri üreten, bununla geçinen bir bölge idi.. 
   Bu arada, tabii, Aydın pazarı da sarsıldı. Herkes hükumetten yüz çevirir hale geldi. Bunların başında Adnan (Menderes) Bey vardı. Hemen Serbest Fırka'ya katıldı. Tabii, "yoldaşı" Etem Bey de beraber..
   Bununla ilgili daha önce paylaştığım yazının linkini veriyorum. Aynı şeyleri tekrar etmemek için
      http://tarihtenanekdotlar.blogspot.com/2012/05/223-99-gunluk-bir-demokrasi-denemesi.html

   

   Fethi Bey arkadaşlarıyla parti örgütü kurmak için yolculuğa çıkar. Ve daha ilk aşamada, her şey allak bullak olur !.. 
   Yolculuğun ilk durağı olan İzmir'de, Fethi Bey geliyor diye yer yerinden oynar.. Daha sekiz yıl önce kendisini düşman işgalinden kurtaran orduların komutanı Mustafa Kemal'i bağrına basan İzmir'de, halk dalga dalga Fethi Bey'in neredeyse ayaklarına kapanır : "Kurtar bizi, kurtar !.."
   Yeni parti başkanı ve arkadaşları daha ilk adımda yılarlar.. Evet, bu işte ya bir yanlışlık, ya da bir uğursuzluk vardır. Miting için çıkartılan zorluklar da işin tuzu biberi olur.. Ama Gazi ısrarcıdır : "Anlıyorum ki sana karşı tertipler alanlar var. Sana nutkunu okutmamak isteyenler var. Okuyacaksın !. Halkın karşısına çıkacaksın !.. Yolculuğuna da devam edeceksin !.. Burada ben varım !.."
   Bu telgraf İzmir'e, Çankaya telgrafhanesinden çekilmiştir... İzmir'den sonra yola devam edilir.. Yol üstündeki en önemli merkez olan Aydın'a varılır ve orada Serbest Fırka'nın şubesi kurulur. Aydın ilinin başkanı Adnan Bey'dir. Arkadaşları ve örgütü tamamdır. İşte Menderes, o gün orada, Serbest Fırka Aydın İl Başkanı olarak, CHP ve onun şeflerinin karşısına çıkar !..
   Ama bu, çok sürmeyecektir. Yaşanılan günler, yeni olaylara gebedir. Aslına bakılırsa çatışma, İsmet Paşa ile Fethi Bey arasında değildir. Bu sahnede asıl karşılaşanlar, iki ayrı mizaçtır : Gazi Mustafa Kemal ve İsmet Paşa !..  
   Serbest Fırka, aslında üç eski arkadaş arasında, siyasi bir nabız yoklamasıydı.. Mustafa Kemal için bir deneyiş, İsmet Paşa için kendi hesabına bir sondaj, Fethi Bey için ise, bir hata oldu.. Çünkü doğacak çocuk, nasıl olsa yaşayamayacaktı. Nitekim öyle de oldu.. Ağustos 1930'da doğan Serbest Fırka, 17 Kasım 1030'da öldü !..
                                                                                                                                                                    

   Kurtuluş Savaşı ve Milli Mücadele bir ihtilal miydi ? Sanıyorum ki, hayır !. Çünkü ihtilal bir patlamadır. Bir siyasi ve sosyal nitelikten diğerine zorla yaptırılan bir atlamadır..Anadolu'daki hareket ise, bir iç örgütlenme hareketi idi... Erzurum ve Sivas kongreleri, işe bir yasal dayanak bulmak içindi..
   Atatürk, elbette ki demokrattı. Daha Erzurum Kongresi'nde Milli Mücadele 
tarif edilirken, "İrade-i milliyeyi hakim ve kuva-yı milliyeyi amil kılmak"  ilkesinde, bu halkçılık vardır.. Ama "İrade-i milliye" nasıl temsil edilir ?.. Örneğin, Atatürk çok partili rejime taraftar mıydı ? Bu konuda İsmet İnönü şöyle diyor : 
"Atatürk devlet idaresinde, istiklalci, cumhuriyetçi ve demokratik rejim yanlısı olarak tarif edilebilir. 1930'da durum elverir vermez, muhalefet partisi, bizzat Atatürk tarafından istenmiştir. Eğer sağlığı izin verseydi, belki de 2.Dünya Savaşından önce bile, bu eserini bizzat tamamlayacaktı. Çünkü Atatürk, temel anlayış olarak, Cumhuriyet'in ve milletin egemenliğinin, iktidar ve muhalefet partileri rejiminde olacağına, yürekten inanmaktaydı.." (10 Kasım 1962 nutku)
   Bu sözlere göre, Atatürk, çok partili rejime taraftardı. Ama o halde, Atatürk döneminde, yani O hayattayken, çok partili denetim sistemi Meclis'te neden tutunamadı ?.. Evet, onun hayatında da, hem de iki defa, Meclis'te ikinci bir parti denemesi başarısızlığa uğramıştır..
   Birincisi 17 Kasım 1924'de kurulan "Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası" deneyimidir. Bu parti, ihtilallerin kanunu hükmüne kurban gitmiştir..  Hem de ihtilali yapan önderlerin en ünlülerinden bir kısmı, üzücü bir şekilde tasfiye edilmiştir. Halbuki Mustafa Kemal, onlara da başarı dilemişti..
   Ama ne var ki hareket, henüz erkendi. Gerçi ihtilal başarılı olmuştu, ama henüz meyvelerini vermemişti.. Yeni yönetime, eğer başarabilirse, devletin önderliği, yani tek irade lazımdı. Meclis'te, hele liberal bir eğilimin kavgaları için zaman erkendi.. Nitekim Parti, ömrünün henüz altıncı ayını yaşarken, ağır ve suçlayıcı bir darbeyle kapatıldı.. 
   


   Kurtuluş Savaşı sonrasında ve devrimler sırasında yaşanan bazı çelişmeli yönleri de irdelemek gerekir..
   Kurtuluş Savaşı sona erince, memlekette tek şef, tek Parti ve otoriter hükumet düzeni yerleşti. Gerçi ülkede, yüzyıllardır hasreti çekilen bir asayiş yerleşti, askerlik yükü hafifledi ve adına "Atatürk barışı" denilen, tarihimizde örneği olmayan bir barış dönemine girildi.. Hem de bağımsızlığımız kimsenin kontrolüne girmeden ve kayıt şart altına alınmadan.. Kapitülasyonlar da kaldırıldı.. Dış borçlar meteliğine kadar tasfiye edildi.. Memleket, yeni dış borçlanmalar yoluyla bir vesayet sistemine götürülmedi. İhtilalci denilebilecek bir kanunla, 1925'de Aşar Vergisi kaldırıldı. Bu önlem, ülkede eşraflık ve ayanlık düzenini oldukça sarstı.. Din siyasetten ayrıldı ve daha birçok ileri adım atıldı.. 
   Fakat tablonun bir de diğer tarafı vardı. Ekonomik düzenleme.. Tarım ve sanayide sermaye birikimi.. Kredi cihazlarının yaratılması.. Sanayinin tesisi.. Sosyal yapıda ekonomik gelişmişlik ve halkçılık yönünden reformlar..
   İşte bu alanlardaki gelişmeler ne yazık ki gereği gibi yerine getirilemedi.. Gerçi Türkiye borçlanmıyordu.. Ekonomik yardımlar da yoktu. Kapitalist ve emperyalist yabancı kontrollere karşı asil bir direniş vardı..
   Mustafa Kemal, dünyada yerleşen saygınlığını, bir takım ucuz destekler için harcamayacak kadar gururlu bir insandı.. 
   Her şey, içeride ve milletin ekonomik gücünü hareketlendirerek yapılacaktı. Demiryolları siyasetindeki başarı ve deneyim, bunun mümkün olabileceğini göstermişti. İşte bu deneyim, diğer ekonomik alanlara yayılamadı.. Başka bir yol bulunmalıydı.. Bu defa da Dünya İktisat Buhranı çıktı ortaya.. Buna karşı ise ancak ve birtakım olağanüstü örgütlenme önlemleriyle çıkılabilirdi..
   İşte Serbest Fırka, tam bu zamanda ve artık ölmüş, eskimiş, 19. Yüzyıl liberalizm sloganlarıyla ortaya atıldı..
   O halde, Serbest Fırka, daha başlarken kaybedilmiş bir davaydı.. 
   Parti kurulduğunda dünya, tam bir ekonomik bunalımın ağır etkisi altındaydı. Dünyada liberalizmin ve demokrasinin vatanı olan ülkelerde bile, artık otarşiye (ekonomik ihtiyaçların kendi kendine karşılanması) gidiliyordu. Yani devlet, ekonomik müdahalelere gidiyor, gümrüklerini kapatıyordu. Tabii Türkiye de aynı durumdaydı. Zaten dış ödeme kabiliyeti de kalmamıştı. Bize borç veren de yoktu ! Örneğin Osmanlı Bankası bile, hem de sadece 10 milyon lira vermek için, adeta kapitülasyon kayıtlarının iadesini istiyordu !..
   O sırada İktisat Vekili olan Mustafa Şeref Bey, beklenmedik bir örgütleme gücüyle dış ticarette, dönemin istediği usulleri, birçok devletten önce uygulamaya girişti.. Kleringler, takaslar, krizi karşılama önlemleri olarak ele alındı. İsmet Paşa, Mustafa Şeref'te sessiz, gösterişsiz ama iyi bir dayanak bulmuştu..
   Fethi Bey'e gelince ?.. Onun mücadele sloganları hem yanlış, hem yetersizdi. Ekonomist bir danışmanı yoktu. Demiryolu siyasetine karşıydı. Ona göre, birkaç neslin yükü, bir nesle yüklenmemeliydi.. Halbuki birkaç neslin yükünü genellikle bir nesil öder.. Kurtuluş Savaşı bile buna bir örnektir.. Hatta bir nesil, bir mabet yapar ; ama onda, on nesil ibadet edebilir.. 
   Gene Fethi Bey'e göre, İsmet Paşa devletçi idi.. Halbuki değildi !.. İktidar tarafından "devletçilik" sözü ilk kez, o da Serbest Fırka'ya cevap olmak üzere, Sivas'ta, hem de "ılımlı devletçilik" şeklinde telaffuz edildi.. İsmet Paşa, "Liberalizmin nazariyatı, bu memleketin güç anlayabileceği bir şeydir. Biz iktisadiyatta, hakikaten mutedil devletçiyiz.." dedi. 
   Böylece İsmet Paşa'nın 30 Ağustos 1930 Sivas nutkunda, her parçada birçok şeyler dile gelir, dönemin değinilmeyen bir meselesi kalmaz..
   Acaba Serbest Fırka'yı, tarihimizin o günlerinde gerekli, yararlı bulan Gazi Mustafa Kemal, bunları nasıl değerlendirecekti ?.. 
   Bu nutuktan tam 80 gün sonra, 17 Kasım 1930'da, Gazi, Serbest Fırka'yı kendisi kapattıracaktır..

  

ŞEVKET SÜREYYA AYDEMİR'İN ; "TEK ADAM", "İKİNCİ ADAM" VE "MENDERES'İN DRAMI ?" ADLI KİTAPLARINDAN DERLENMİŞ BİR YAZIDIR..  
  

29 Kasım 2013 Cuma

Paraya dikkat

Paraya dikkat

Çok değer verdiğim bir dostum, dün mesaj gönderdi. Sık sık durum değerlendirmesi yaptığımız için neye ne kadar nasıl ilgi duyduğunu bilirdim...

Dünyayı takip eder, Türkiye'ye olumsuz yansıması olacak her şeyi hemen not alırdı!Çoğu zaman haklı çıkardı! Bütün zamanını memleket için harcayan ender insanlardandı!Gerçeklerin anlaşılmaması nedeniyle çok acı çekerdi! Hep bir yol arardı.

Sesini daha fazla insanlara duyurma çabası hiç bitmedi. Attığı mesajdan etkilenmiş olmalıyım ki telefonda sohbete daldık! Çok konuştuk! Ben daha çok soran taraf oldum!Konuşma bitip telefonu kapattığımda bir tat kalmıştı! Sizin de seveceğinizi düşünerek paylaşmaya karar verdim...

İşte buraya sığdığı kadarıyla o sohbet...

* Neden tedirginsin?

İskoç filozof David Hume "Tüm iktidarlar kanaatlere dayanır" der! Her milletin bir kanaat oluşturma dönemi vardır. Musevi milyarder Haim Saban ise "Amerika'nın siyasi yaşamına etki etmek için siyasi partilere bağış yapmak, düşünce kuruluşları kurmak ve medya organlarını kontrol etmek, yeter de artar bile" fikrini savunur!

Nereye gelmeye çalışıyorsun?

Devam ediyorum... ABD'nin 16. Başkanı Abraham Lincoln de bir yerde şöyle söyler:

"İki büyük düşmanım var! Birisi karşıma çıkan güney ordusu ve diğeri de büyük mali kuruluşlar. İkincisi en tehlikeli olanı.Devletimizin tahtına büyük şirketler oturdu.Ülkemin güvenliği için hiç olmadığı kadar endişeliyim. Savaş zamanında bile bu kadar endişe duymamıştım...

Ordulara ihtiyaç duymadan, diğer milletleri uzaktan idare etmesini en iyi bilen devlet İngiltere'dir." İşte senin de sık sık yazdığın gibi Amerika'ya bile dert olanı atlıyoruz! * Şimdi değil, uzun zamandır hem de! İngiltere'yi üzerinde güneş batmayan imparatorluk yapan, maddi ve askeri gücünü destekleyen devlet yapılanmasıdır.

Bir ülkeyi kontrol etmek için kendi dünya görüşünü kabul ettirmeye uğraşmaz. Adeta "Ne olursan ol kabulümdür. Ben senin değerlerini kendi hedeflerime yönlendirmeyi bilirim" der.

Milliyetçi bir düşünceyi bile kendi amaçları için kullanabilir. Kontrol etmek istediği ülkede bir sermaye sınıfı yaratır.Zenginin tüm parasını kendisinin sağlaması gerekmez. Bir miktar parayı yoğurt mayası gibi kullanır ve ona zengin olmanın yollarını gösterir.

Zenginlerin kendi ülkesiyle ticari ilişkileri olmasını sağlar. Bilerek ya da bilmeyerek ona hizmet edenlerin önü açılır ve onlar önemli kişiler haline gelirler.

Nasıl?Yolları var!

Örneğin Bilderberg! Bu oluşum varlığını Dr. Joseph Retinger'in parlak zekasına borçludur...Bilderberg CFR projesidir! Bir Polonya Yahudisi olan Retinger, aynı zamanda 33. dereceye ulaşmış bir masondu...

İsveç'teki Masters of Wisdom locasına bağlıydı.Retinger'in bir başka dikkat çekici özelliği ise çok önemli bir isimle olan yakın ilişkisiydi:

Edward Mendell House... Bu kişi Schiff, Warburg, Lehman, Kahn gibi güçlü MUSEVİ ailelerin Beyaz Saray'daki adamıydı! Retinger'in yıldızı, localardaki hızlı yükselişi ve House gibi kilit isimlerle kurduğu dostluklar sayesinde kısa sürede parladı. Çok önemli bir masonik platformda, Chatham House'da yaptığı bir konuşma ile Avrupa ülkelerinin "egemenliklerinin bir kısmından taviz vererek" onları daha büyük bir güç haline getirecek olan bir birlik kurmaları gerektiğini öne sürdü.

Chatham House'daki bu etkileyici ve "vizyon sahibi" konuşmasının ardından, Avrupa'yı birleştirme düşüncesine destek bulmak üzere Amerikalılar'la görüştü.Retinger'in büyük destek aldığı Amerikalılar, tanıdık isimlerdi;

CFR üyeleri ve CFR'nin "patronu" olan Sefarad kökenli Rockefeller hanedanı.

Ne var yani?

CIA da bu işte görev aldı! Avrupa Amerika'nın gücüyle birleştirildi! Daha sonra da Trilateral komisyon devreye sokuldu Japonya da bir ayak oldu!

Biliyoruz?

Bak! Kraliçe I. Elizabeth kanuni zamanında yaşadı! Yemin ederken lordlara şunu söyledi:

Görevim halkımı doyurmak! Bunun için hiçbir engel tanımam! İngilizler'de isimler gelişigüzel verilmez! Nasıl GEORGE ismi Protestanlığın güçlenmesi anlamına geliyorsa Elizabeth ismi de TARIM alanları anlamına geliyor!

Petrol savaşının yanı sıra TARIM alanları almak için de özellikle Museviler gizli faaliyette!

Bilderber'in öyküsünü biliyorsun!Retinger ilk temas kurduğu isim eski Belçika Başbakanı Paul Van Zeeland ve Unilever şirketinin genel müdürü Paul Rykens'tır. Daha sonra Hollanda Prensi Bernhard buna katılır ve başkan olur! Prens'in Rockefellerlar'ın petrol tröstü Standard Oil of New Jersey şirketinde 12 milyon dolarlık hissesi vardır.

Prens Bernhard'ın Royal Dutch Petroleum isimli bir diğer dev petrol şirketinde de önemli hissesi vardır. Royal Dutch'ın sahibi ise Yahudi Rothschild ve Samuel aileleridir. Prensten sonra Kuhn Loeb şirketinin ortağı William Wiseman, CFR'nin ve mason localarının etkin üyeleri arasında yer alan John McCloy da bu oluşuma katılır!

İngiltere, 500 sene önce geldiği Ege'den boş dönmez! Bilderberg Otel'de kuruluş çalışmalarında senin daha önce ismini açıkladığın Muharrem Nuri Birgi de yer alır! BİRGİ ailesi ÖDEMİŞLİ'DİR! Ve bu aile taa o zamanlardan bulunup işaretlenmiştir! Sadece izi çok iyi sürmen gerekir! Günlük yaşamayıp geniş bakarsan iyi görürsün! Biz bu nedenle Cumhuriyet'i de İngilizler'in adamlarını da bilmeyiz!
Öğretmezler de zaten!

Rohtschildler'in Türkiye'de yatırımı var mı?

Gir arşive bak! Sadece 2005-2006'da aracı kurumlar üzerinden 16 milyar dolar harcayıp şirketlerin içine sızdı! Aynı tarihlerde CİTİGROUP 13 milyar dolarla ikinciliği aldı!Morgan Stanley de 11 milyar ile üçüncüydü!

Bunlar kontrol edilemez mi?

Edilir ama karşısına PARA koyman şart!Şimdi Arap sermayesi var ve sorun çıkmıyor! Mesela Japonlar'ın dev bankası Bank of Tokyo Mitsubishi UFJ de Türkiye'ye geldi! Ortakları arasında Rothschild ve Rockefeller ailesi de var! Ama doğru yönetilirse büyük katkı sağlar! Ama dikkatli olup PARA konusunda tedbiri elden bırakmamak şart!

Güçlü mü bu banka?

Devlet gibi... Nakit akışları yılda 8 trilyon doları buluyor! Varlıklarına değer biçilemiyor!Düşün gerisini!

Sırları ne? Museviler nasıl başarıyor?

İlkeleri çok eskiye dayanıyor... Daha 1730 tarihli manifestolarında şu yazar:

İş yerinde önemli pozisyonlar, sadece aileden kişilere emanet edilecek... Ailenin çoğunluğu karşı bir karar almadığı sürece, her zaman en büyük oğlun en büyük oğlu, ailenin başkanı olacak.Hukuki bir envanter tanzimi ve servet neşri asla yapılmayacak.

Bu kurallar hem kendileri için hem de Türkiye'de seçtikleri aileler için geçerlidir! Bilgi yoktur! Paranın asıl sahibinin kim olduğu bilinmez! Bellidir de bilinmez! Bizler de takip edemediğimiz için hep gol yeriz!

Her yolu denerler! Türkiye'nin kaybedilemeyeceği asırlardır ortada! Bak son günlerde telefonla İHBAR edilen ve canlı bomba olmayan İKİ KİŞİ ortaya çıktı! Bu bir uyarı! "Üçüncüde haber vermeyeceğiz!" diyorlar!

Metodları bu! Çok zor ama deneyecekler! Paranın açtığı bütün kapılardan geçmek isteyecekler!

Savaş bu!
Artık görülmesi gereken de bu!

Ergün Diler

28 Kasım 2013 Perşembe

Neden ozon tabakasını, ozon gazıyla dolduramıyoruz?

'Neden ozon tabakasını, ozon gazıyla dolduramıyoruz?'

Antarktika üzerindeki ozon deliğinin kapladığı alan, ABD’nin yüzölçümünden daha büyüktür ve buranın tekrar doldurulması için on milyonlarca ton ozon gerekir. Bu miktarda ozonun nakliyesinin maliyeti bile astronomik olur.

Mikroplara da mikrop bulaşır mı?

 Mikroplara da mikrop bulaşır mı?
Evet. 
Mikroplara da bulaşan daha küçük mikroplar bulunuyor.



Sakız sonsuza dek midede kalır mı?

Hayır. 
Sakız, yutulduğunda sindirilemez 
ancak en geç üç gün içinde vücuttan atılır.

Düşmanı Uyarmak İçin Kullanılan Renkler ''Katydid''

Katydid, çekirge benzeri bir canlıdır
Katydid, çekirge benzeri bir canlıdır. Alttaki resimde görülen Crayola Katydid'i iri gözleri ve rengarenk 
vücudu ile düşmanları açısından korkutucu bir dış görünüşe sahiptir.

Dikkat çekici renkleri, onu avlamak isteyen düşmanlarına kötü bir tadı olduğu mesajını verir. 
Bu Katydid türünün vücudundaki kimyasal maddeler, tadını kötü hale getirmektedir. 
Katydid bu zehirli kimyasal maddeleri yediği yapraklardan almaktadır. Dikkat çekici renkleri ile de
 düşmanlarına bu durumu haber verir.

Gizli Millet

Gizli Millet

Bizler gerçekleri tam olarak öğrenme şansını yakalayamadık! Ne Osmanlı'nın nasıl yıkıldığını öğrenebildik, ne de Cumhuriyet'in hangi şartlarda kurulduğunu...

Bir rüya gördük!90 yıl sürdü! Ne kahramanlarımızla ne hainlerimizle yüzyüze gelebildik!Hiç kafa yormadık!Neden sorusundan hızla uzaklaştık!Sonuçları analiz etmeyi düşünmedik!Kolay olanı yaptık!




Önümüze "DOĞRU" diye getirilen her bilgiyi alıp beyin hücrelerimizin kirlenmesine yol açtık!Ne yazık ki Türkiye KARANLIKLARIN HAKİM olduğu bir ülkeydi!




Bakın bildiğimiz birçok doğru, aslında yanlış! Yalan rüzgarıyla büyüdük ve uyutulduk! Kimin MİLLİ kimin YABANCI olduğunu hiç bilmedik! Şu an isim vermek istemiyorum ama gazetelere baktığımda midem bulanıyor!




İpi dışarıda olanların sesinin bu kadar çok çıkmasını kabul edemiyorum!İşinde gücünde olan insanların bunları ayırt etmesi hiç kolay değil! Bunu da biliyorum! Zaten gazete, televizyon, dergi ve filmler gerçeğin üstünü kapatmak için varlar! Bu ülkenin karabulutları onlar!




Bakın İNGİLİZ MİLLETLER TOPLULUĞU yani Commonwealth of Nations geçmişte Britanya Krallığı'nın parçası olan devletler ile sonradan katılmış devletlerin oluşturduğu dev bir koalisyondur!




Mesela 4 yılda bir İngiliz Milletler Topluluğu Oyunları düzenlenir!Alternatif OLİMPİYAT'tır! "Güç bizde!" demek için yapılır!




Mesela 2006'da Melbourne'da düzenlenen oyunlara 71 ülkede 4.500 sporcu katılmıştır! DİKKAT, 71 ülke! 2010'da Yeni Delhi'de düzenlenen oyunlara ise tam 6081 sporcu katıldı! Oysa İngilizler'in bile bilmediği büyük gerçekte Büyük Britanya'yı oluşturan toplam 54 ülke vardı!




Kanada, Avustralya, Bahama, Barbados, Papua yeni Gine, Malta, Saint Lucia, Hindistan, Singapur, Uganda, Tanzanya, Zambiya, Botsvana, Lesoto, Seyşeller, Mozambik, Kamerun, Srilanka, Maldivler, Mauritus, Kenya gibi ülkeler bu çemberin içindedir!




İngilizler'in yönettiği yerlerde klasik kural geçerlidir! Kraliçe II.Elizabeth'in atadığı genel VALİ orada BİR NUMARA'dır! Genelde emekli politikacılar ve diplomatlar seçilir! Kraliçe'ye bağlılık ön plandadır!




İngiliz başbakanları atanacak GENEL VALİLERİ önerir, Kraliçe onaylar! Göstermelik dense de her şeye BUCKİNGHAM karar verir! Ancak dünya basını bunları yazmaz, yazamaz! Basın Londra'ya bağlı MUSEVİ işadamları tarafından kontrol edildiği için onların onay vermediği bir isim gelip önemli bir YAYININ başına geçemez!




Türkiye'de bakıldığında görülecektir ki ÖZEL yetiştirilmiş medya görevlileri vardır! Ve bunlar görevlerinin başındadır!Para ve aklı birleştirip ülkenin kontrolünü ele geçirirler!




Türkiye'de bu isimlere gönülden hizmet etmiş çok adam vardır!Boğaz'da çok önemli adamlar bunlara hizmet etmek için sıraya girmiştir!Yani boşuna BOĞAZ demiyorum...




Adamlar kendi gerçeklerini kendilerinden bile saklarken Türkiye'nin yıllarca kendileri tarafından kontrol edildiğini yazacak halleri yoktu!




Google'da, bir kitapta, bir dergide ya da bir televizyonda göremeyeceğiniz gerçek budur!Adamlar o kadar güçlüdür ki Amerika'nın içinde bile yer bulmuşlardır!Çok ciddiye aldığım bir iddiaya göre Massachusetts, Pennsylvania, Virginia ve Kentucky eyaletleri de İNGİLİZLER'indir!




Kraliçe'nin adamlarının sözünün geçtiği yerlerdir! Amerika kurulmadan önce COLUMBIA Üniversitesi'ni kuran akıl, kontrol ve teşvik ettiği sermayeyi de oraya yerleştirmiştir! Onlardaki AKIL rakip olma tehlikesi bulunan yükselen AMERİKA ile eskinin güçlü ABİ'si Türkiye'yi kontrol etmeyi mecbur kılmıştır! Asıl korktukları TÜRKLER'in geri gelmesidir!




Amerika'nın can damarlarında varlar! PARA onlarda!Washington'un silahla her sorunu çözemediği ortada!




Türkiye ayağa kalkarsa doğal olarak Ortadoğu bize geçecekti! Bizim Kraliçe'nin adamları tarafından sertleştirilen LAİKLİK anlayışının temelinde de bu vardı!




Dine ve tarihimize sırtımızı çevirmemizin de nedeni buydu!Kodlanmış ROBOTTAN farkımız yoktu! Olamazdı! İsim vermek istemem ama bu GÜCÜN değirmenine su taşıyan anlı şanlı çok önemli TÜRKLER vardı!




Bizi bizle yendiler!




Bizi bizle vurdular!




Doğru bilinen yanlışların peşinden koşanlar haliyle gerçeklerle buluşamadı! Problem büyüktü! Hem doğruları anlatmak hem de ikna etmek hiç kolay değildi!




Sıkıntı bu!




Ali Şükrü bey Lozan'a karşı çıktığı için öldürüldü!




İlk siyasi suikastlerden biriydi! vuran kişi Atatürk'ün adamı Topal Osman dı! O da çatışmada vurularak ortadan kaldırıldı!




Biri çıkıp Rothschild ve Kraliyet ailesinden, İngiliz istihbaratından gelip de İstanbul'a yerleşen önemli şahıslarınPASAPORT kullanıp kullanmadığını açıklasın!




Nasıl bir devlet olduğumuz ortaya çıksın!Neden bunca önemli adam geldiği halde giriş kayıtları bir türlü olmuyordu!Kim, nasıl izin veriyordu!Bu güç nasıl bir şeydi!Daha da önemlisi bu adamlar nereye iniyordu?Askeri havaalanlarına mı?Olabilir!




Peki sadece bu kadar mı?




Değil tabii!




Merak ettiğinizi biliyorum!Gerisini de DEVLET açıklasın!Bu kadar ipucu yetmez mi!Kafası karışık olanlar şimdi çizmeye çalıştığımız fotoğrafa bir daha baksın!Zaten AKIL dışarıya bakmayı emrediyor!Yapamadığımız buydu

Baattin Bildiğiniz kadar da masum değil

Baattin'' Bildiğiniz kadar da masum değil. ( subliminal mesaj içerikli )

Aslında yazayım mı? Yazmayayım mı? diye çok düşündüm.

Sonra madem bu kadar insanı etkileyen bir şey ve madem bu kadar muhafazakar kesimin ilgi odağında olan bir karakter ve madem ben de bu durumu fark ettim o zaman yazmalıyım diye karar aldım.

Akşam Bilgisayar başına oturduğumda Facebook'da arkadaşımın paylaştığı Baattin adında bir karakterin sözlerini gördüm.

İlk bakışta gülsem de karakterin tipini inceledim yine her zaman olduğu gibi görünüşünden farklı incelemeye başladım.

Acaba neden isim ''Baattin'' diye düşündüm, Çünkü ''Bahattin'' İslami bir kavramdır ''Dinin güzelliği'' anlamına gelir. TDK 'da ise Bahattin Bahaddin olarak da kabul edilir.

Oysa isim Bahattin olmasına rağmen Sözleri o kadar da seviyeli ve ahlaki değildi.

Her ne kadar sıradan yada komik sözleri olsa da bir o kadarda seviyesiz sözleri de var.

Biliyorsunuz yine islami isim olan şaban ismini de yıllarca hakaret olarak kullanılan ''inek şaban'' şeklinde izlettiler insanlara.

Karakter de ilk ilgimi çeken kulağının üstünde neden sigaranın olmasıydı!

Oysa sigara kötü alışkanlık olarak kabul edilmiş bir şey değil miydi?

Daha sonra fark ettiklerim ise beni dehşete düşürdü ve sigaranın aslında en basiti olduğunu anladım.

Yine kullandığı ''Pıçaklarım'' sözü, Şiddet içeren ''Bıçaklarım'' sözünün en sempatik ve ve tatlı dilde söylenişi olduğunu gördüm.

Zira Pıçaklamak olduğunda çok tatlı oluyormuş gibi yansıtılıyor.

Oysa bu insanların bilincine şiddeti yerleştirmekten başka bir şey değildir.

Şu an bunları okurken ''aman ya bunlarda her şeye bir eleştiri buluyorlar?'' diyorsunuz .

Lütfen devam edin sizi ikna edeceğime inanıyorum.

Evet sigara ve pıçaklamaktan sonra asıl ve en önemlisi olan cinsellik yönü de var.

Çünkü bu güne kadar hiç bir karakterde görmediğim bir yüz yapısı burun ve ağız yapısına sahip.

Burnu ve ağzı birbiri ile orantılı Affınıza sığınarak belirtiyorum ki Bir erkek cinsel organından farklı bir şey değil. Eğer dikkatlice bakarsanız bunu sizde fark edersiniz.

''Efendim bu hayali karakter olabilir bunlar'' diyorsanız tamam ama bu kadar tesadüf de olamaz değil mi?

Bununla ise İnsanların beyinlerine Kötü alışkanlık, şiddet ve cinsellik ve bunları toplu halde sempatik bir şekilde komedi adı altında yerleştirmektir.

Hala İnanmadınız mı? o zaman yazacaklarımı siz kendinize sorun ve cevaplarını verin.

Mesela Neden bu karakterlerin sayfa yöneticileri Bu kadar profesyonel çalışıyor ve kim oldukları da belli değil ?


Tamam karakteri çizen kişi belli gerçekten bu amaçla mı ya da farkında olmadan mı çizmiş orasını bilemeyiz ama karakteri ortaya çıkaran şahsın daha önce Penguen adlı dergisinde çalışması da bize bunların tesadüf olmadığını gösteriyor.


Normal bir vatandaşın açtığı sosyal medya sayfaları sıradan bir şekilde işlerken Bu tük sayfalar neden bu kadar profesyonel adeta şirket işi gibi işliyor?

Ve yine normal bir vatandaşın açacağı bir sayfa bu kadar orijinal bir karakteri çizmesi dergisini veya sosyal medyada bu kadar ciddi bu kadar resmi davranması sözde hizmet etmesi de zor bir durumdur.

Ama burada gayet sistemli gayet orijinal bir karakter var. Çok resmi adeta profesyonel bir yayıncı gibi hareket ediyorlar.

Buda demek oluyor ki bunu sıradan bir vatandaşın yapmadığı ortadadır.

Bir şey daha dikkatimi çekti bunu yapanlar kendilerini de ön plana çıkartmıyor reklam için de bu sayfaları kullanmıyorlar.


Peki neden bunu karşılıksız bir şekilde yapıyorlar? Milyon beğense takip edilse ne fayda. Üstelik facebook reklamlarından yararlanıp masraf yapıp daha çok kesime ulaşmayı başarıyorlar.

İşte bunu özellikle yapıyorlar ve amaç toplumun bilincine bunları yerleştirmek. Ne yazık ki amaçlarına da ulaşıyorlar öyle ya daha çok muhafazakar kesimin ilgisini çekiyorlar . Ve bir çok kişi bunu özellikle arkadaşlarının duvarında paylaşıyor beğendiklerini, hayran olduklarını sevgi sözcükleriyle belirtiyorlar.

İsmin baattin olmasıda mı tesadüf? Neden Atakan, Erol değil de baattin. ?

Dini kavram olanca daha mı maskara oluyor? daha mı gülünç oluyor?.

Arapça isim veya kavram olsaydı tamam sorun değil derdim Arapça olması dini olması anlamına gelmez çünkü, ama bahattin islami bir kavramdır başta da anlamını yazdığımız gibi.

Bu yazıyı okuyanlar! Lütfen buna karşı çıkmadan önce biraz düşünün ve dikkatlice inceleyin. Yada ''internetten'' Bilinç altı veya ''sübliminal'' mesajın ne olduğunu ve sonucunun neler olduğu etkilerini inceleyin o zaman daha iyi anlayacaksınız.

Tamam da zaten Tv de Filmler de, dizilerde veya internette bu açık açık yapılıyor!

Siz bunun mu peşine düşmüşsünüz ? de diyebilirsiniz.


Evet bunun peşine düşmüşüm ben, Filmlerde internette açık açık yapılanları herkes görür fark eder ama bu tür karakterlerde olanı herkes fark edemediği için yazıyorum.

Başta da belirttiğim gibi bunu fark ettikten sonra yazmayı bir hak olarak bildim de yazdım.

Bu yazı sizin ilginizi çeker yada çekmez , takip etmekten vazgeçer yada geçmezsiniz bu sizin vereceğiniz karardır.

Eğer bu yazdıklarımı çürütebilir ve saçma olduğuna kendinizi inandırabilirseniz, bildiğiniz yolda devam edin, sizin yolunuz doğru olandır. Ama bunu yapamıyorsanız lütfen kuru kuruya karşıda çıkmayın.

Not: Olay sadece sigara, ağız burun ve pıçaklamak la ibaret değil. Gerisini yazmaya terbiyem müsade etmiyor.

Her türlü eleştirilerinize ve karşıt görüşlerinize açığım lakin karşı çıktığınız durumu ispatlayarak belirtin.

Hakaret etmeden fikirlerini eleştirilerini ifade etmek erdemli insanların yapabileceği bir durumdur.

Saygılarımla...”

Mehmet Nebioğlu / https://twitter.com/mmnebioglu

Babıali’nin ‘yurt’sever sevişgenleri!

Babıali’nin ‘yurt’sever sevişgenleri!...

Erdoğan’nın ne dediğinin önemi yok. Doğru mudur, yanlış mıdır diye kafa yormaya da gerek yok... Erdoğan mı dedi.., hücum!...

‘Biz askeri vesayate son vereceğiz, derin devletle mücadele edeceğiz...’ dedi...

Alayı Ergenekoncu oldu...

‘Halkın kafasına balyoz indirmek isteyenlere müsâde etmeyeceğiz...’ dedi...

Alayı Balyozcu oldu...

Kürtaj kötüdür, bebek, insan hayatı?!..vs, dedi...

Alayı kürtajcı oldu!...

Muhteşem Süleyman böyle değildi, hayatı fetihlerle geçti.., Sizin dizideki Sülüman ise ‘savaşma-seviş’ modunda!..’ dedi..

Alayı halvetçi oldu!...

Alkol düzenlemesi yapıldı!..

Alayı alkolik oldu!...

Kırıp dökmek, polise molotof atmak, kamu mallarına zarar vermek çapulcu işidir dedi...

Alayı çapulcu oldu!...

TÜSİAD’a ‘Ben sizinle değil, size rağmen iktidara geldim... Herkes kendi işine baksın...’ dedi...

Alayı TÜSİAD’çı oldu...

Olimpiyatlara ev sahipliği yapmak istedik, Erdoğan finale kadar işin peşinden koştu, ama Tokyo’ya kaybetti...

Alayı Japon oldu...

Ve bugün de.., ‘Öğrenci evlerinde yanlış şeyler oluyor’ dedi...
‘Biz muhafazakar demokrat bir partiyiz...
‘Kız ve erkek öğrencilerin aynı evde kalmaları bizim toplumumuza ters’ dedi...
‘Analar babalar feryat ediyor, bizden yardım istiyorlar..’ dedi...

Böylece öğrenci yurtlarını, üniversite öğrencilerinin yaşam koşullarıyla ilgili sorunlarını gündeme getirdi...

Yurtlar yetersiz... Öğrenciler için tahsis edilen apartlar ise herkese açık... Bu yüzden fiyatları da uçuk!...

Emniyet raporlarından ve vatandaş şikayetlerinden öğrendik... Üniversite öğrencilerinin kiraladıkları bazı evlere, öğrenci olmayan oda arkadaşları alınıyor... Bazılarının ise hücre evi olarak kullanıldığı ortaya çıkıyor...

Erdoğan, ‘konuyu fuhuşa, evlere paldır küldür girmeye kadar getirdiler..’diyor... Yani kimsenin özel hayatına müdahele edilmeyeceğini ama anne ve babaların da feryatlarına kulak vereceklerini söylüyor...

Diğer taraftan bazıları da feryat ediyor...

Biri, ‘Rahat bırakın... Kızlı erkekli yaşasınlar diyor...’ diyor...

Diğeri, ‘ben çağdaş gençliğe güveniyorum, bir arada seviyeli arkadaş olurlar, bunlar sapık değil ya!...’ diyor...

Öteki ise daha bir sevişgen, ‘bırak sevişsinler, karşı cinsler birbirini tanısınlar, tecrübe kazansınlar...’ diyor...

En mahçup olanı ise, ‘AK Parti’ye oy verdiğim için utanıyorum..’ diyor...

Sonra alayına soruyorsun;

“Senin kızın iki erkekle.., ya da senin oğlun iki kızla aynı evde yaşasa olur mu?... Tasvip eder misin?...”

Alayı “tercih etmem tabii ki, ama.....” diyor...

İş kendi çocuğuna kelince alayı kıvırıyor...
...

Neticede yanlış doğru farketmiyor...

Erdoğan dediyse, vardır bir illeti!...

Yeri gelir Babıali’nin puştları olurlar...

Yeri gelir gavat olurlar!... Gerekirse alayı!...

HİKMET GENÇ / STAR GAZETESİ

Osmanlılar ve büyük Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem

Osmanlılar & Peygamber SAV
Osmanlılar büyük Peygamber'in sallallahu aleyhi ve sellem  ve O'nun etrafındaki parlak yıldızların açtığı yolda yürüdüler. Ancak bu eser, kendiliğinden doğmadı. Fatih'in yanında bir Akşemsettin, Yavuz'un yanında Zenbilli Ali Cemali vardı. Bu büyük din adamları, onları irşad ederek bulundukları kemâl mertebesine ulaştırdılar. Fatih İstanbul'u aldıktan sonra, Bizans'ın kalbi olan şehri Türklerden kurtarma gayesiyle Avrupa'da büyük bir Haçlı ordusu hazırlanıyordu. Bu hâdise Türk sultanını telaşa düşürmedi. Çünkü o, ruhlarda saltanatını kurmuştu. Adaletinin tahtı hiçbir kuvvetten korkmayacak kadar sağlamdı. O telâş etmedi; lâkin Rum psikoposlardan bir heyet Haçlıların merkezi olan Paris'e koştu. Müslümanların elinden kurtarılmasına karar verilen Hıristiyan devletinin ruhanileri, Haçlıları şaşırtan şu ultimatomu verdiler: ''Sakın bizi kurtarmaya gelmeyin. Gelirseniz bizi karşınızda bulursunuz. Biz Türk sultanı ile çok iyi anlaştık. Ondan ayrılmak istemiyoruz.


Nurettin Topçu, İslam ve İnsan Mevlana ve Tasavvuf, s.76

Kul olmayı öğren! 

İbrahim Ethem Hazretleri, azat etmek için bir köle almıştı. Sordu;
İbrahim Ethem Hazretleri: Adın ne?
Köle: Ne diye çağırırsanız odur.
İbrahim Ethem Hazretleri: Ne yemek istersin?
Köle: Ne verirseniz onu yerim.
İbrahim Ethem Hazretleri: Ne iş yaparsın?
Köle: Ne emrederseniz onu yaparım.
İbrahim Ethem Hazretleri: Ne arzu edersin?
Köle: Kölenin arzusu olurmu? Efendinin dileği kölenin arzusudur.
İbrahim Ethem Hazretleri: Bu cevaplar karşısında hüngür hüngür ağlayıp, kendi kendisine: Be hey miskin! Kulluğu bu köleden öğren! Sen hiç ömründe Allah’a karşı böyle kul olabildin mi? demiştir.

Rabbim cümlemizi layikıyla kendisine kul olmayı nasip eylesin..





http://gercektarihdeposu.blogspot.com


Müslüman

 Müslüman günah işlemeyen insan demek değildir.
 Müslüman da günah işleyebilir. 
 Ama günahlarından kurtulma mücadelesi 
 Müslüman'ın ilkesidir.

 Günah işleyip, işlediği günahı yok sayan,
 günahına üzülüp endişelenmeyen
 Allah'ın yardımına layık olmaz.



27 Kasım 2013 Çarşamba

Göktürk Yazısını Öğrenme Kitapçığı

http://egitim-akademisi.blogspot.com/2013/11/gokturk-yazsn-ogrenme-kitapcg.html
Bu kitapçık sayesinde Göktürk tarihi ile ilgili kısa ve genel bir bilgiye sahip olduktan sonra Göktürk alfabesini ve yazısını öğreneceksiniz.

Günümüzde kullanılmasa da öğrenmek isteyebilirsiniz düşüncesiyle sizlerle paylaşıyoruz.

Aşağıdaki linke tıklayın.
Yaklaşık 5 sn bekledikten sonra sağ üstten reklamı geçin.
Karşınıza dosyayı göreceğiniz indirme sayfası çıkacak..
Bu sayfadan dosyayı direkt online görebileceğiniz gibi, dilerseniz sol üstte bulunan Dosya bölümünden de indirebilirsiniz.

İNDİR: Göktürk yazısını öğrenme kitapçığı.rar

Bütün günahlardan; kötülüklerden kalbini temiz tut (54 Farz)

54 Farz 



Selamın Aleyküm Kardeşlerim. Daha önce de bu yazıyı paylaştım. Tekrar etmemin sebebi günlük hayatımızda, aile içinde, iş yerinde dahası internet ortamında aşağıda yazan 54 FARZI unutup sorumsuzca hareket etmekteyiz. Bu fakir de sizden daha iyi durumda değil. Hiç değilse günde bir kere bu yazılanı gözden geçirip kendimize çeki düzen verelim. Bu gidişat İMAN yolu değil, HAK yolu değil. Bir an önce toparlanalım ALLAH (Celle Celalühu) HEPİMİZİN yar ve yardımcısı olsun, inşaAllahu rahman.  

Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem): Yaşadığınız gibi öleceksiniz, öldüğünüz gibi dirileceksiniz !



1- Allah'ı daima zikretmek 
2- Helal kazanılmış elbise giymek 
3- Abdest almak 
4- Beş vakit namaz kılmak 


5- Cünüplükten gusletmek 
6- Rızk için Allah'a tevekkül (itimad) etmek 
7- Helalden yiyip içmek 
8- Allah'ın taksimine kanaat etmek 
9- Tevekkül etmek 
10- Kazaya (yani Allah'ın hükmüne) razı olmak 
11- Nimete karşılık şükretmek 
12- Belaya sabretmek 
13- Günahlara tevbe etmek 
14- İbadetleri ihlas ile yapmak 
15- Şeytanı düşman bilmek 
16- Kur'an-ı delil tanımak 
17- Ölüme hazırlıklı olmak 
18- İyiliği emredip kötülükten alıkoymak 
19- Gıybet etmemek, kötü şeyleri dinlememek 
20- Anaya-babaya iyilik ve itaat etmek 
21- Akrabayı ziyaret etmek 
22- Emanete hıyaret etmemek 
23- Dinin kabul etmeyeceği latifeyi (şakayı) terk etmek
24- Allah ve Rasulüne itaat etmek 
25- Günahtan kaçınıp Allah'a sığınmak 
26- Allah için sevmek, Allah için buğz etmek 
27- Her şeye ibretle bakmak 
28- Tefekkür etmek. (Cenab-ı Hakk'ın kudretini, azametini ve insanın yaradılışındaki gayeyi düşünmek) 
29- İlim öğrenmeye çalışmak 
30- Kötü zandan sakınmak 
31- İstihza (alay) etmemek 
32- Harama bakmamak 
33- Daima doğru olmak 
34- Esef ve ferahı, yani şımarıklık ve azgınlığı terketmek 
35- Sihir yapmamak 
36- Ölçü ve terazisini doğru tartmak 
37- Allah'ın azabından korkmak 
38- Bir günlük nafakası (yiyeceği-içeceği) olmayana sadaka vermek 
39- Allah'ın rahmetinden ümidi kesmemek 
40- Nefsinin kötü arzularına tabi olmamak 
41- İçki kullanmamak 
42- Allah'a ve mü'minlere su-i zan etmekten sakınmak 
43- Zekat vermek ve mali cihatta bulunmak 
44- Hayız (adet) zamanlarında ve nifas halinde hanımı ile cinsi mukarenette bulunmamak 
45- Bütün günahlardan; kötülüklerden kalbini temiz tutmak 
46- Yetimin malını haksız olarak yememek, onlara iyilik etmek 
47- Kibirlilik etmemek 
48- Livata (erkekle cinsi münasebet) ve zina yapmamak
49- Beş vakit namazı muhafaza etmek 
50- Zulm ile halkın malını yememek 
51- Allah'a şirk (ortak) koşmamak 
52- Riyadan (gösterişten) sakınmak 
53- Yalan yere yemin etmemek 
54- Verdiği sadakayı başa kakmamak


http://gercektarihdeposu.blogspot.com
http://gercektarihdeposu.blogspot.com

İki Mason

İki Mason

Salı günleri çok yoğun olurum.
Gün 48 saat olsa yine de yetmez!
Koşuşturmaktan canım çıkar! Hiç kimseye, hiçbir dostuma zaman ayıramam! Dün yine öyle bir gündü! Her zamanki tempoda giderken tanımadığım ve ismini hiç duymadığım biri ziyarete geldi. Sebebini bilmiyordum! Çok da yoğundum! Ama konuşacaklarının çok ÖZEL olduğunu söyledi! Bizlerin bilmediği bir dünyadan söz edecekti!
Kabul ettim!

Üst düzey masondu! Masonları ve Tapınakçılar'ı anlatacaktı! Merak ettiğim ancak sağlıklı bilginin pek bulunamadığı alandı! Bütün planlarımı değiştirip davetsiz misafirimizi dinlemeye başladım...
Ben sordum o cevapladı!

-Mason musunuz?

Evet! Hem de üst derece!

-Üst derece derken neyi kastediyorsunuz?

Türkiye'de Üstad-ı Azam'lar bile 31.
Dereceden öteye çok gitmezler! Gidenler olduysa da kabul görmezler!
-Nasıl yani?

Hayfa'daki yani İsrail'deki YÜKSEK ADALET EVİ'ne gitmediyseniz orada kabul edilmediyseniz önünüz kapalıdır!
Masonlar'ın elbette önemi ve etkisi vardır!
Ama abartmamak lazım!

-Masonları koruyorsunuz galiba?

Yok yok! Gerçek bu! Masonları konuşurken TAPINAKÇILARI gözden kaçırmayın diye söylüyorum bunları!
Çünkü gücü elinde tutanlar TAPINAKÇILARDIR! Dünyada ve Türkiye'de asıl söz sahibi olanlar bunlardır.

-Güçleri nedir? Nereden alıyorlar?

Türkiye'de üç vadi vardır! İstanbul, Ankara ve İzmir! Haritada ÜÇGEN olacak şekilde dağıtılmıştır! Bunlara üye olanlar bir, iki ve ÜÇÜNCÜ dereceye kadar gider!

Üçüncü derece ÜSTADLIKTIR!

Bundan sonra devam etmek istediğinizde LEVENT'te bulunan KIRMIZI LOCA'dan "Bizimle ilerlemek ister misiniz?" teklifi gelir... Kırmızı locanın izinden gidenler çoğunluktadır! Ama inanan ve Müslüman biri BÜYÜK FOTOĞRAFI görürse imkanı yok gitmez! Çünkü varılacak noktada İSLAM ve DİN yoktur! Başka bir inançla, başka bir dinle karşılaşırsınız!

-Olay Kırmızı Loca'da mı bitiyor?

Bu locaya gelenler hazırladıkları TEZLERLE ilerler! Felsefe adına çalışmalar yapılır! 27. DERECE'ye kadar böyle gelinir! Bu saatten sonra işler değişir!

-Nasıl değişir?

Devreye daha önce bilmediği SIR'lar girer! Zamanla YENİ DİNE hazırlanan masonlar bir üst basamağa atlar! 33.
Derece'den sonrası bilinmez!

-Neden sızıntı olmaz gerçekten?

Fransız ve İskoç RİTİ'ne bağlı olanlar Beyoğlu'ndadır! Kırmızı LOCA ile Tapınakçılar'ın yeri Levent'tedir!
Tapınakçılar biraz daha ileride bulunurlar!

MADEBLERİ farklıdır! İstanbul'u bulundukları yerden takip edecek donanıma sahiptirler! Her türlü koruma ve teknik yapıları mevcuttur! Şifresiz kimse oralara gidemez!

-Kim bunlar yahu? Önce şunun bilinmesi gerekir!

Masonlar içinde her milletten, her ırktan insan olabilir! Ama TAPINAKÇILAR arasında asla! YAHUDİ olmayan TAPINAKÇI olamaz! Olay budur zaten!

-Açar mısınız?

Musevilik ile Yahudilik farklı şeylerdir!
Hazreti Musa'ya inanmak başka Yahudi olmak başka şeydir! Bu Yahudiler YÜKSEK ADALET EVİ tarafından örgütlenir! Türkiye'de şimdi TAPINAK KONSEYİ'nde 9 TÜRK görünümlü YAHUDİ vardır! Bunlar çok güçlü ailelerin temsilcileridir! (İsimlerini saydı ama yazmama sözü verdim!) Bu 9 tapınakçı dışında önceden görev yapmış ancak şimdi dışarıdan destek veren 91 Tapınakçı daha vardır!

Türkiye'de en etkili 100 kişi bunlardır!

-Hepsini tanır mıyız?

Bir kısmını evet! Bir kısmının ise ismini bile bilmezsiniz! Ama arkalarındaki güç çok önemlidir! PARANIN sahibi aileler bunlara destek verir! Mesela son günlerde sizin de yazdığınız bir KİŞİ İsviçre'den içeri PARA taşımakla görevlidir! Çok güçlü görünmesinin nedeni budur!

Yahudiler'in parasını getirir ve içerideki adamlarına güç katar! Kendisinin şirketlerine bak! Son 6 yılda 5 kez zarar açıkladı! Ama borsada 800 milyon dolar kaybedecek kadar zengindir! Bu paralar kimin?

-Sözünü ettiğiniz Yüksek Adalet Evi'ne biz gitsek girebilir miyiz?

Yok, hayır tabii... Türkiye'den oraya giren birkaç kişiden biri benim! Arkamda dünya markası bir şirketin sahibi Yahudi dostum bulunduğu için sivrildim! Kime el verirlerse yürür gider! Sistem bu! Aslında sır da bu! Onların gücünü ilerleyerek görüyorsun! Böyle olunca da daha fazla istiyorsun!

-Neden 9 kişi? İskoç Riti Türkiye'de en güçlü olan koldur!

14. Yüzyılda İskoçya'ya sığınan TAPINAKÇILAR ilk locaları kurdu! Bu nedenle İSKOÇ RİTİ'ndeki isimler Tapınakçılar'ın kullandığı isimlerdir!
Tarihin en önemli masonlarından BARON KARL VON HUND Tapınakçılar'ın tarihini araştırırken 8 ismin yer değiştirdiğini tespit etti!
Galiba kendisini de katarak bu sayıyı 9'a çıkardı!

-Bu isimlere kim karar veriyor?

Yüksek Adalet Evi! Dünyadaki her ülkede bunlar karar veriyor! Yahudilik şart! Bunlar Masonları yönetmek ve boş bırakmamak için aralarına karışır bazen!
BİRİNCİ dereceden başlayıp yükselenler olur! Motivasyonu artırmak için yapılan bir oyundur! Ajan gibi localarda çalışırlar!
Kimse bilemez ve anlayamaz!

-Dünya ile irtibat var mı peki?

Elbette!

-Nasıl?

Çok önemli bir ailenin çok az görünen bir oğlu vardır!

-Kim o yahu? İsim veremem! Ama çok akıllı ve yanlış tanınan biridir! İnanılmaz ilişki ağı vardır!
Sanki birileri onu korumak adına KALKAN oluşturuyor! Dünyanın tepesindeki 9 kişi ile İstanbul'da toplantı yaptığını biliyorum!

-Nerede?

Sultanahmet'teki DİKİLİTAŞ önemlidir!
İki yılda bir yazları bu adamlar gelip öğleden sonra turist kıyafetiyle DİKİLİTAŞ'taki size söyleyemeyeceğim mucizeyi fotoğraflarlar! Kimse bunları görmez ve fark etmez! Hiçbiri PASAPORT kullanmaz! Devletin fark ettiğini hiç görmedim...

-Nerede oturuyor bu kişi?

Daha çok İngiltere'de! İngiliz istihbaratı korur! Çok güçlüdür! Ülkeyi kontrol eden ve para ile oynayan bunlardır! Siyasette de ekonomide de varlardır!

-Askeriye de yoklar değil mi?

Hayır varlar! Birkaç kudretli ALBAY bunların adamı! Sık sık görüşüyorlar!
Darbelerin arkasında ALBAYLARIN olduğunu gördüğünüz vakit toplantıların boşuna yapılmadığı hissi uyanıyor insanda!

-Çok mu zenginler bunlar?

Görünürde evet! İnanın en güçlü olanlarının başına bir iş gelse yerlerine geçecek isimler bellidir! Holdingleri kendilerinin değildir! Emanettir! Ama algı ve görünüş bu değildir!
Sürpriz misafirim bunları söyledi!

Aklım karıştı! Hiç bilmediğim bir alanda yazamayacağım çok şey söyledi! Daha sonra bir vesile ile tanıdığım ve eskiden çok önemli bir MASON olan arkadaşı aradım... Bana anlatılanları bir bir sıraladım! O da şunları söyledi:

Ben Türk'üm! Bizler YAHUDİLER'i pek aramızda istemeyiz! Söylemeyiz ama istemeyiz! Tapınakçı olmak için çok da yükselmek gerekmiyor!
Ben 9.DERECE'deyken oldum. Kırmızılar Levent'te, Maviler Beyoğlu'ndadır! Ben HAYFA'ya bağlı olanını bilmiyorum.

Masonlukta İsrail'i değil İngiltere'yi baz alın! Merkez orasıdır! Gözden kaçan da budur! Ama Tapınakçılar'ın mabedlerinin şifreleri muazzamdır! Sık sık değişir!

Maviler 11 kişilik BÜYÜK GÖREVLİLER, Kırmızılar da YÜKSEK ŞURÂ tarafından denetlenir! Ben aramızda Yahudi olduğu için yükseleni görmedim.

Üst düzey biriyim! Tapınakçılar'ın böylesine ilişki ağına sahip olduğuna şahit olmadım! Eğer varsa ben bilmiyorum ve başka bir isimle yapılıyordur! Benim bildiğim TAPINAK ŞÖVALYESİ bir apolettir!

Ama sizin sorduğunuz gibi özel bir alan ve birim değildir! Ben oldum ve istifa ettim! Ancak Yahudi olmadığım ortada...

Hayfa'nın yolunu da bilmem! 33. DERECE meselesi ise başkadır! 31. DERECEDE ya da 32.DERECEDE bekleyen Üstad-ı Azamlar vardır!

Ama o kontenjan ölüm gibi bir sebeple boşalmadığı için beklenir! Nasıl bizim Beyoğlu öne çıkıyorsa Hayfa da öyledir! Ama orada bizim bilmediğiz bir yapılanma varsa ve aralarında dünya çapında bir ilişki varsa biz bilmeyiz!

Durum böyle! Gelin işin içinden çıkın

Ergün diler

429 ) RUSYA'NIN "BOĞAZ"INA DÜŞKÜNLÜĞÜ !..

    

Rus Hariciye Nazırı Sazonov hatıralarında diyor ki : "Türkiye savaşa girer girmez bütün Duma üyeleri Boğazlar meselesi ile ilgilenmişlerdir. Ne zaman nüfuzlu birisi ile karşılaşsam, hükumetin niyetinin ne olduğunu sorardı. Tanrı Boğazlar'ı Rusya'nın ulaştırma yolu olarak yaratmıştır..
"Fransa ve İngiltere ile anlaştık. Fakat Orta Doğu meselesinde anlaşamadık. 1914'de kendi başıma karar verdim : İngiltere ve Fransa büyükelçileri ile görüşerek Boğazlar meselesini ortaya atacaktım. Nazırlara da söyleyemedim. Birçoğunun bunu anlayamayacağını biliyordum. Yalnızca Bahriye Nazırı haberli idi. 
"Çar dış meselelerle daima ilgili ve bu meselelerde pek anlayışlıydı. Girişimimden memnun olacağına şüphe etmiyordum. Fakat ilk adımda onu da karıştırmak istemedim. Nasıl bir sonuç alacağımı bilmiyordum. Bütün sorumluluk benim olacaktı. Başarısızlığa uğrarsam istifa eder, giderdim. İngilizlere ve Fransızlara da geniş tavizler vermeliydim..
"1914 Ekim ayı sonlarına doğru harekete geçtim. Boğazlar için bir anlaşmaya ister istemez yanaşacaklardı. O zaman İstanbul meselesine pek az dokunduk. Bu şehre uluslararası bir statü vermeye ben de hazırdım. Daha sonra meseleyi Çar'a haber verdiğimde : 'Hayatımın en mesut gününü size borçluyum !' diye büyük bir sevinç gösterdi.."



   Bütün 1914-1915 kış mevsimi ilk görüşmelerle geçer. Mart ayına doğru Boğazlar meselesi bir hal tarzı olmak üzere. İngiltere Hükumeti 1 Şubat 1915'te Boğazlar'ı Rusya'ya bırakmaya hazır olduğunu Petrograd büyükelçisi vasıtasıyla bildirir..
   Rus şartları şunlardır : 
1- Avrupa topraklarında Türk egemenliğine son vermek.
2- Rusya ve Bulgaristan arasında Midye-Enez hattını sınır çekmek.
3- Asya yakasında Sakarya boyunda Türkiye ile sınırlanmak.
4- Boğazlar'daki güvenliği Marmara güney kıyılarından bir parça alarak garanti etmek..

   Buna karşı Rusya ; Bulgaristan, Romanya, Türkiye ve Avrupa ticaretinin menfaatlerini gözetleyecek. Bu projede İstanbul şehri yoksa da, şehrin Türklerin elinden alınacağı meydandaydı.
   Sazonov, Fransa'yı razı etmesini Paris Büyükelçisi Iswolsky'ye yazar. Fransa hala, Boğazlar'ı tarafsızlaştırma fikrindedir. Sazonov'a göre tarafsızlaştırma hal tarzlarının en kötüsüdür. Rusya, Boğazların, tarafsız olacağına Türkiye'de kalmasını tercih eder. 1915 kışı sonuna doğru Orta Doğu'da yeni gelişmeler olur, Çanakkale Savaşı da başlar.. Müttefikler Boğazlar'ı ve İstanbul'u almak çabasındadırlar. Almanya'nın arkası kesilince savaş çabuk bitirmek ihtimali içinde.. 
   Sazonov der ki :
"Doğru, ama bizim kuvvetlerimizle yapılmasını istemedim. Müttefikler daha az tehlike ile karşılaşarak Makedonya üzerinden Bulgaristan'a yürümeliydiler. Fransa ve İngiltere büyükelçileri Çanakkale seferini bana haber verdikleri zaman : 'Bu seferi size tavsiye edenin ben olmadığımı hatırda tutmanızı isterim' dedim.."



   Çanakkale Savaşı sırasında da görüşmeler devam eder. Meselenin daha iyi bir gelişme alması üzerine Sazonov ; Londra ve Paris büyükelçilerine şu telgrafı yollamıştır :
"Olaylardaki son gelişmeler Çar Nicola'yı İstanbul ve Boğazlar meselesinin yüzlerce yıllık Rus isteklerine göre halledilmesi gerektiğine inandırmıştır. İstanbul şehrini, Boğaziçi'nin batı kıyılarını, Marmara Denizi'ni, Çanakkale Boğazı'nı, Midye-Enez hattına kadar Trakya'yı Rusya'ya katmayan hiçbir hal tarzı bizi tatmin edemez. Yine stratejik sebeplerle Boğazlar ve Sakarya arasında ve İzmit Körfezi'nin daha sonra tespit edilecek bir noktasına kadar olan topraklar, Bozcaada ve İmroz adaları da Rusya'ya katılacaktır. Bu bölgelerde İngiltere ve Fransa'nın çıkarlarını koruyacağız. Bu sınırlar dışındaki İngiliz ve Fransız isteklerinde onlarla beraber olacağız !.."

   Telgraf varır varmaz, içeriği Fransız ve İngiliz hükumetleri tarafından kabul edilir. 1915 Mart ayında uzlaşma tamamdır. 27 Mart günü İngiltere, İstanbul ve Boğazlar'ın Rusya'ya katılmasını kabul ettiğini bildirir ve şartını ileri sürer : Arabistan mukaddes makamlar bir Müslüman devletin egemenliği altında kalacaktır..
   1916 Nisan ayında Küçük Asya toprakları üzerinde de anlaşmaya varılmıştır. İngiltere Mezopotamya'yı, Fransa Suriye ve Kilikya'yı, Rusya Erzurum, Trabzon, Van ve Bitlis vilayetlerini alacaktır. Van'ın güneyindeki Kürt bölgesi de Rusya' ya geçecektir. Harput içinde olan bölge ise Fransa'ya verilecektir..



   İngiltere Büyükelçisi 1915 Mart'ının 13'ünde çar tarafından kabul edildiğinde, aralarında şöyle bir konuşma geçiyor :
"- Bana bir haber mi getirdiniz ?"
"- Evet, ben vermekten mesut olduğum kadar, siz de almaktan memnun olacaksınız. Hükumetim İstanbul ve Boğazlar üzerindeki yüzyıllarca yıllık isteklerinizi gerçekleştirmenizi kabul etmiştir. Birkaç küçük şartı var, o kadar !"
Bu küçük şartlar, İran nüfuz bölgesi üzerindedir !..

   Yine İngiltere Büyükelçisi Buchanan'ın 7 Kasım 1916'da yazdığı telgrafta deniliyor ki : "Protopopov Stockholm'de Almanya temsilcisi ile görüşmeleri hakkında Çar'a verdiği raporda, aralarında tekli barış yaparlarsa Almanya'nın Lehistan'ı boşaltacağı ve İstanbul'a Rusya'nın yerleşmesine ses çıkarmayacağını bildirmiştir. Bugünkü konuşmamda bunun doğru olup olmadığını Çar'a sordum. İki veya üç raporda bunları gördüğünü, fakat asla kabul etmeyeceğini söyledi.." 
       

26 Kasım 2013 Salı

Cin Mektubu

Name-i Peygamberi - Cin Mektubu

Aşağıda ki mektubu Peygamber Efendimiz (s.a.v.), şeytan ve cinlere karşı yazdırmıştır. Böyle bir belaya maruz kalanlar, bu mektubu yazdırıp yastığının altına koymalıdırlar. İnşaallah şifa ve deva Allah-ü Teala´dandır.

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيْمِ 

هَذَا كِتاَبٌ مِنْ مُحَمَّدٍ رَسُولِ اللهِ رَبِّ العَالَمِينَ إلَى مَنْ طَرَقَ الدَّارَ مِنَ الْعُمَّارِ وَالزُّوَّارِ وَالسَّائِحِينَ إلاَّ طَارِقاً يَطْرُقُ بِخَيْرٍ ياَ اللهُ. أَمَّا بَعْدُ فَإنَّ لَناَ وَلَكُمْ فِي الْحَقِّ سِعَةً فَإنْ تَكُ عَاشِقاً مُولِعاً أوْ فَاجِراً مُقْتَحِماً أَوْ رَاعِياً مُبْطِلاً فَهَذاَ كِتاَبُ اللهِ تَعَالىَ يَنْطِقُ عَلَيْنَا وَعَلَيْكُمْ بِالْحَقِّ إنَّا كُنَّا نَسْتَنْسِخُ مَا كُنْتُمْ تَعْمَلوُنَ وَرُسُلُنَا يَكْتُبُونَ مَا تَمْكُرُونَ اُتْرُكُوا صَاحِبَ كِتَابِي هَذاَ وَانْطَلِقوُا إلىَ عَبَدَةِ اْلأصْنَامِ وَاْلأوْثاَنِ وَإلىَ مَنْ تَزْعُمُ أَنَّ مَعَ اللهِ إلَـهاً آخَرَ لاَ إلَـهَ إلاَّ هُوَ كُلُّ شَيْءٍ هَالِكٌ إلاَّ وَجْهَهُ لَهُ الْحُكْمُ وَإلَيْهِ تُرْجَعُونَ، حم لا يُنْصَرُونَ، حمعسق تُغْلَبُونَ حم وَالْكِتَابِ الْمُبِينِ تُفْرَقُ أعْدَاءُ اللهِ وَبَلَغَتْ حُجَّةُ اللهِ وَلاَ حَوْلَ وَلاَ قَوَّةَ إلاَّ بِاللهِ فَسَيَكْفِيكَهُمُ اللهُ وَهُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ
 


Ebu Dücane (r.a.) ALLAH Resulü (s.a.v.)´nün huzuruna gelip: 


"Ya Resulullah! Yatağıma yattığım zaman değirmen sesi, arı vızıltıları gibi sesler işitiyorum. Simşek parıltısı gibi şeyler görüyorum. Başımı kaldırıp baktığımda evimin orta yerinde siyah ve uzun gölge gibi bir şeyin olduğunu görüyorum. Yakalamak için elimi uzattığımda derisinin üzerinde ki kılların kirpi kılları gibi olduğunu ve ağızından yüzüme doğru ateş parçaları attığını görüp beni yakacağını zannediyor, uyuyamıyorum, korkuyorum." dedi. 

Resülü Ekrem (s.a.v.) buyurdular: 

"Ey Ebu Dücane, evinize gelen korkunç bir mahluktur. Bana bir kağıt ve kalem getiriniz." 

Getirilen kağıt ve kalemi Hazreti Ali (k.v.)´ye verdi ve "Bismillah diyerek (yukarda ki duayı) yaz." buyurdu. 

Ebu Dücane (r.a.) diyor ki: 

"Resulü Ekrem (s.a.v.)´in yazdırdığı bu mektubu götürüp yastığımın altına koydum ve yattım. Gece yarısı uyanmıştım. Kulağıma şöyle bir korkunç ses geldi: 

Lat ve Uzza´ya yemin ederim ki bizi yaktın. Bu mektubun sahibi hakkı için bu mektubu kaldır. Senin evine bir daha gelmeyeceğiz." 

Ebu Dücane (r.a.) diyor ki: 

"Sabahleyin erkenden kalkıp Resulü Ekrem (s.a.v.)´in arkasında sabah namazı kıldım. Cinlerin feryadını Resulü Ekrem (s.a.v.)´e haber verdim." 

Resulü Ekrem (s.a.v.) bana şöyle buyurdu: 

"Ey Ebu Dücane! O mektubu kaldır. Beni hak peygamber olarak gönderen ALLAH´a yemin ederim ki eğer o mektubu kaldırmazsan onlar kıyamete kadar azap içinde kıvranırlar."


http://gercektarihdeposu.blogspot.com/
Böyle bir belaya maruz kalanlar,
bu mektubu yazdırıp yastığının altına koymalıdırlar.
 İnşaallah şifa ve deva Allah-ü Teala´dandır.
http://gercektarihdeposu.blogspot.com

Fizikçi Kimdir


  Fizikçiler olup olmadık yerde olup olmadık zamanlarda bir gerçeğin nedenini, nasılını,oluşum sürecini,şartlarını düşünüp onu çözmeye çalışırlar . Kafaları daima problemlerle meşguldür. Onlar için somut gerçekleri incelemek daha eğlencelidir.Çünkü onları bir şekilde kanunlarla ifade edebilirler, formülize edebilirler, matematiğe dökmek isterler. 

Bir formülü görüp onun ne demek istediğini anlamaya çalışmayan bir fizikçi yoktur. Gördükleri bir formül onlar için adeta dile gelmiş bir çocuk gibidir. Öte yandan sevgi gibi, mutluluk gibi soyut kavramları bu şekilde anlatmaya çalışmak nafiledir. Zaten başarısız olunacağı kesindir. Onun için, akışına bırakıp, sadece hissetmeyi tercih ederler. Örneğin, Newton elmanın ağaçtan düştüğünü görmüş ve merak etmiş. Şimdilerde bu kavramı bir kanun olarak bildiğimizden, bize komik gelmesi kesin bir soruyu yöneltmiş kendisine. Elma niye yere doğru düşüyor, niye yukarı gitmiyor. Oturmuş ve bunun üstüne kafa yormuş. Elde ettiği bulguları ifade edebilmek için diferensiyel denklemleri ilk olarak o kullanmış. Oysak idi elmanın düştüğünü görüp, alsa, onu bir güzel mideye indirse, tadından aldığı keyifle mutlu olsa da kafasını bu kadar yormasa ne kadar basit olurdu değil mi? Bir diğer örnek Arşimed. Bu zatı muhterem rivayet odur ki hamamda taslarla oynarken suyun kaldırma kuvvetini bulmuştur. Bre adam ne kafayı yoruyorsun bunlara. Ne güzel sıcağı görmüşün ,suyun içindesin, gevşe rahatla kirinden pasından bir arın, kendine gel, gevşe rahatla. Ama yok illa bişiler düşünecek işte. Üstelik rivayet odur ki bulduğu bu gerçeğin heyecanıyla dışarıya anadan üryan çıkmıştır. Düşünün artık kendisini  mevzuya ne kadar kaptırmış. Gene tekrarlıyorum fizikçiler çok sıkıcı insanlardır ve partilere çağrılmamalarının sebebi budur. Bu yüzden davetli listelerinin başlarında yer bulmazlar. Eğer bir fizikçi bir davetiyete listesinin en başındaysa muhtemelen bu bir parti değil konferansdır. Hiç bir partiye çağırılmadıkları için kendilerine gelen bu davetleri asla geri çevirmez, gerekirse katılamak için dünyanın öbür ucuna kadar giderler. Bu bir 

konferans bile olur...

UĞUR KORKMAZ

http://akademikfizik.blogspot.com/2012/06/fizikci-kimdir-hazrlayanugur-korkmaz.html