30 Kasım 2012 Cuma

301 ) İRAN'A İLK UÇUŞ !..



   İran Şahı Riza Pehlevi'nin taç giyme töreni 1926 Nisan'ında yapılacaktı. Sonra Mayısa ertelendi. İran tarafı, komşu Türkiye'nin törende önemle temsil edilmesini bekliyordu. Genç Türkiye Cumhuriyeti de hem İran'a dostluk göstermeyi, hem de bir dış ülkede kendisini tanıtmayı arzu ediyordu.
   Hükumetimiz, Şah'ın taç giyme törenine iki askeri uçak göndermeye karar verdi. Belki Cumhuriyet Türkiyesi'nin nasıl çağ yakalamakta olduğunu ve Türklerin nasıl uçak kullandıklarını Şah'a gösterme amacı da güdülüyordu. Karar, 27 Nisan'da Tahran Büyükelçisi Memduh Şevket ( Esendal ) Bey'e ve Tebriz Konsolosumuza telgrafla bildirildi. Telgrafta şöyle deniyordu :
"1- İran Şehinşahı resmi tetevücünde ( taç giymesinde ) hazır bulunmak üzere, iki Junkers tayyaresi 30 Nisan'da Ankara'dan kalkarak, hava müsait olduğu takdirde, 1 Mayıs'da Tebriz'e ve 2'sinde Tahran'a vasıl olacak (ulaşacak) ve Tahran'da bir hafta kaldıktan sonra avdet edecektir (dönecektir).
2- Tayyarelerimizin istikbali ( karşılanması),
3- Tebriz tayyare meydanında mevcut taş ve sair maniaların ( engellerin) temizlettirilerek meydanın ihzarı ( hazırlatılması),
4- Rüzgarın istikametini tayin için, dumanı görülebilmek üzere, tayyarelerin sesi işitildikten sonra meydanın üç köşesinde saman yaktırılması,
5- Meydanın en müsait kısmında iki yüz metro murabbaında (kare) yirmi santimetro genişliğinde bir mahallin kireçle tahdidi (sınırlanması),
6- Tebriz'de tayyarelerin azimet ve avdetleri (gidiş ve dönüşleri) için muktazi (gerekli) 800 litre ağır benzin ve bir miktar gres yağının ihzarını (hazırlanmasını) rica ederim " ( DBA-Müt.21 : Dışişlerinden Tahran Büyükelçiliğine ve Tebriz Konsolosluğuna tel. 27.4.1926, No. 59780/80 ve 59781/15 )
   Taç giyme töreni dolayısıyla İran Şahı'na bir de değerli kılıç hediye edilmesi kararlaştırılıyor ; murassa (değerli taşlarla süslenmiş) bir kılıç.. Bu kılıç, Birinci Dünya Savaşı sırasında Afganistan Emiri Habibullah Han'a hediye edilecekmiş. Afganistan'a Osmanlı Sefiri olarak tayin edilen eski İzmir mebusu Abdullah Efendi kılıcı Han'a takdim edecekmiş, ama oraya ulaşamamış. Sonra da Habibullah Han bir suikasta kurban gitmiş. Şimdi bu maceralı kılıç Şah Rıza Pehlevi'ye hediye edilecek. Kime niyet, kime kısmet !..29 Nisan 1926 günü, bu değerli kılıç için bir kararname çıkarılıyor. Altında Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal'in ve bütün bakanların imzası bulunan kararname şöyle :
"İran Şahı'nın resmi tetevvücü münasebetiyle Tahran'a gidecek olan tayyarelerimizle diğer devletler gibi bir hediye gönderilmesi tensip edildiğinden (uygun görüldüğünden), Harbi Umumide İzmir Mebusu esbakı (eski) Abdullah Efendi vasıtasıyla Afgan Emiri müteveffa Habibullah Han'a hediye edilen ve ahval hasebiyle mahall-i memuriyetine gidememesi hasebiyle mumaileyh ( adı geçen ) tarafından Tahran'daki Alman Sefaretine terk ve bilahare Maliye Vekaletine teslim olunan murassa kılıcın gönderilmesi, Hariciye Vekaletinin 28 Nisan 926 tarih ve 59900/229 numrolu tezkeresi ile vukubulan teklifi üzerine, İcra Vekilleri Heyetinin 29 Nisan 926 tarihli içtimaında (bir araya gelme) tasvip ve kabul olunmuştur." (DBA- İdari, K.60-O. )

   Uçaklar, 3 Mayıs'ta Ankara'dan yola çıktılar. O gün Diyarbakır'a kadar yol aldılar. Geceyi orada geçirdikten sonra 4 Mayıs'ta Diyarbakır'dan kalkacaklardı. Hava bozdu, kalkamadılar. Pilotlar, yıldırım telgrafla Ankara'ya haber verdiler : "Muhalefet-i havadan dolayı bugün yolumuza devam edemedik. Yarın hava müsait olduğu takdirde bir günde Tahran'a geçmeye gayret edeceğiz" dediler.
   Ankara'dan Tahran'a ve Tebriz'e haber uçtu. Uçaklar gecikti, haberiniz olsun, dendi. Herkesi bir kaygıdır aldı. Acaba uçaklarımız törene yetişemeyecekler miydi ?..
   Neyse ki, Tebriz Konsolosumuz Şevki Bey, iki satırlık bir telle gönüllere su serpti. 5 Mayıs'ta, "Tayyarelerimiz salimen gelmişlerdir. Yarın Tahran'a hareket edeceklerdir.." dedi. Dışişlerinden İçişlerine, Milli Savunmaya, Genelkurmaya haberler gitti. Uçaklarımız Tebriz'e varmış, dendi. Herkes bir oh çekti...
   Bundan sonra Ankara'yı asıl hoşnut eden rapor, büyükelçimizden geldi. Uçaklarımız zamanında Tahran'a varmışlardı. Pilotlarımız kusursuz bir gösteri uçuşu yapmışlardı. İranlılar etkilenmişti. Memduh Şevket Bey, Atatürk'ün armağanı değerli kılıcı Şah'a sunmuştu. Şah, pek memnun kalmış ve güzel sözler söylemişti.. İran Şahı, pilotlarımızı da huzura kabul buyurmuştu. Büyükelçi, 27 Mayıs 1926 günlü raporunda kılıcı Şah'a sunmasını şöyle anlatıyor :
"Rıza Şah'ın cülusu münasebetiyle, Reisicumhurumuz Gazi Hazretleri tarafından ihda olunan ( hediye edilen ) kılıç takdim olundu. Bu münasebetle tayyarecilerimiz de huzura kabul olundular. Tarafımdan okunan nutka mukabil Şah, irticalen, evvela Farsça, sonra Türkçe güzel cümleler ile mukabelede bulundu. İfadeleri içinde dikkati celbeden (çeken) cümleler şunlardır : ' Bu, yalnız bir dost yadigarı değil, bir kardeş yadigarıdır ; nezdimde mevkii büyüktür. Gazi Hazretlerinin bu hediyeyi bana bu dört genç zabit ile gönderdiğine ne derece memnun olduğumu ifade edemem ; bunları gördükçe insanın sinesi iftihar ve ümit ile doluyor. Ümit ediyorum ki yakın vakitte askerlerimiz düşmana karşı omuz omuza harp edeceklerdir.'  
Şah, 'kardeş' sözünü yalnız bizim ile Afganlılar hakkında kullanmakta pek dikkatlidir. Şah'ın emri ile Harbiye Veziri, zabitlerimiz şerefine askeri kulüpte 25 kişilik bir ziyafet vermiş ve bu ziyafette bütün ümera ve erkan, üniformalarıyla hazır bulunmuşlardır. Buna mukabil biz de sefarette bir yemek verdik. 
İki tayyaremizin muvaffakiyetli uçuşları, tayyarecilerimizin burada bulundukları esnada güzel hareket etmeleri, kıyafet ve tavırları, ümit ettiğimizden fazla hüsnü tesir bırakmıştır. Bu seyahati devletimizin buradaki mevkii hesabına bir muvaffakiyet olarak kaydederim.  Bu seyahat Junkers şirketinin mahut ( adı geçen ) tayyaresinin bıraktığı fena tesirleri silmiş ve bizim Tahran'a bir uçuş yapmak için Alman pilotlarına muhtaç olmadığımızı ispat eylemiştir.."

  


( Bilal N. Şimşir, "Bizim Diplomatlar" )

Işık hızı aşıldı mı?


Atomdan küçük partiküller olan nötrinoların, temel fizik yasalarına aykırı biçimde, ışık hızını aştığını gösteren deney doğrulanırsa modern fizik kurallarının yeniden gözden geçirilmesi gerekebilir.


Albert Einstein'e göre, hiçbir şey ışıktan daha hızlı hareket edemiyor.

Avrupa Parçacık Araştırma Merkezi CERN'deki fizikçiler, atomdan küçük partiküllerin temel fizik yasalarına ters düşen biçimde, ışık hızını aştığını belirtti.
Uzmanlar, İtalya'da Alplerin kolu olan Apenin Dağları'nın altında bir laboratuardan 700 kilometre ötedeki diğer laboratuara fırlatılan nötrinoların hedefe saniyenin milyarda biri kadar önce vardığını hesapladılar.
15 bin defa ölçüm yapan bilimadamları sonucun kendilerini şaşırttığını, bu nedenle ABD ve Japonya'dan başka kuruluşlardan da bağımsız şekilde bu ölçümleri değerlendirmelerini istediklerini açıkladı. Araştırmacılar o zamana dek bu bulgulara temkinli yaklaştıklarını söylüyor.

Albert Einstein'e göre, hiçbir şey ışıktan daha hızlı hareket edemiyor. Ancak doğrulandığı takdirde bu deney, Albert Einstein'in Özel Görelilik Kuramının bazı kısımlarını tersine çevirebilir, evrenin nasıl işlediğini açıklayan yasalar alt üst olabilir. Tüm modern fizik teorilerinin yeniden gözden geçirilmesini dahi gerektirebilir.
Bununla beraber araştırma grubu "sistematik hata" dedikleri durumun oluşması halinde istenildiği kadar ölçüm yapılsın, yine aynı hata, yani hız sınırının aşıldığı gibi bir izlenim elde edilmesi riski bulunduğunu, bu nedenle ölçümlerini kamuoyuna ilan ettiklerini bildirdi.
Doktor Antonio Ereditato ve ekibi bu konuda üç yıldır araştırma yürütüyordu. Ereditato "Hayalim başka bir bağımsız deneyde de aynı sonucun alınması o zaman rahatlayacağım" diye konuştu.
Ereditato, "Ama şimdilik hiçbir şey iddia etmiyoruz. Toplumun bu çılgın sonucu anlamakta yardımcı olmasını istiyoruz - çünkü bu çılgınlık ve elbette sonuçları da çok ciddi olabilir" dedi.

29 Kasım 2012 Perşembe

Uzay'ın en büyük karadeliği bulundu


Gök bilimciler, Dünya’dan yaklaşık 250 milyon ışık yılı uzaklıktaki küçük bir galakside bugüne kadar keşfedilen en büyük karadeliği buldu. Dev karadeliğin kütlesi, Güneş'in 17 milyar katına eşit.


Disk şeklindeki NGC 1277 galaksisi (büyütmek için tıklayın).

Astronomi tarihindeki en büyük keşiflerden birine imza atan gök bilimciler, Dünya’dan çok uzaklardaki NGC 1277 galaksisinde Güneş'in kütlesinin 17 milyar katına denk gelen bir dev karadelik keşfetti. Normalde karadeliklerin bulundukları galaksilerin yoğunluğunun yüzde 0.1’ini kapsadıkları bilinirken, yeni keşfedilen dev kara delik NGC 1277’nin yoğunluğunun yüzde 14’ünü oluşturuyor.
                 Space.com’a açıklama yapan ABD’nin Texas eyaletindeki                                                          Austin Üniversitesi’nden Karl Gebhardt, “NGC 1277 gerçekten çok tuhaf bir galaksi... Neredeyse tamamı dev bir karadelikten oluşuyor. Galaksi-karadelik sistemlerinde bir ilk keşfedilmiş olabilir” dedi.
Dev karadeliğin genişliği, Neptün’ün Güneş’in etrafındaki yörünge hareketinde dolandığı alanın neredeyse 11 katı. Dev karadeliğin yoğunluğu o kadar büyük ki, Remco van den Bosch’un başını çektiği araştırma ekibi, yeni sunulan araştırmanın sonuçlarının doğruluğunu teyit etmek için bir yıl süren değerlendirmeler yaptı.


Space.com’a konuşan Almanya’nın Max Planck Astronomi Enstitüsü’nden van den Bosch, “Dev karadeliğin yoğunluğunu ilk hesapladığımda, bir şeyleri yanlış yapmış olduğumu zannettim. Aynı cihazlarla aynı ölçümü tekrar yaptık, ardından farklı cihazlarla tekrarladık... Ardından, ‘bir şeyler oluyor’ diye düşündüm” dedi.



BİLİNEN TEORİYE KARŞI GELİYOR

Gök biilimciler, yapılan keşifle, karadeliklerin galaksilerin merkezinde nasıl evrim geçirdiğine yönelik yeni bilgiler elde edebileceklerini ifade etti. 

Bilim insanları tarafından kabul edilen genel görüş, galaksilerin merkez bölgesinin, içinde yer alan karadeliklerle ilişkili olduğu. Ancak NGC 1277 galaksisinde bugüne kadar hiç rastlanmamış bir merkez-karadelik oranı bulunması, her zaman kabul edilen görüşü de sarsacak gibi görünüyor.


NGC 1277’nin kara deliği, sahip olduğu özellikle NGC 4486B galaksisinde keşfedilen karadeliğe de rakip olmayı başardı. NGC 4486B’deki karadeliğin, galaksinin yoğunluğunun yüzde 11’ini oluşturduğuna inanılırken, galaksinin merkezindeki gazların yüzde 59’unu kapsadığı düşünülüyor. Dev karadeliğin kütlesi ise 6-37 milyar Güneş kadar.



NGC 1277 galaksisi (büyütmek için tıklayın).


BEŞ TANE DAHA KEŞFEDİLDİ

Alman gök bilinmci van den Bosch ve ekibi, NGC 1277 yakınlarında dev karadeliklere sahip beş galaksi daha keşfetti. Van den Bosch, “Uzay2da her zaman bir tuhaflıkla karşılaşmayı umabilirsiniz... Şu an karşımızda bunlardan altı tane var... Böyle keşiflerde bulunmayı düşünmüyorduk çünkü karadeliklerin ve galaksilerin birbirlerini etkilemediğine inanıyorduk” dedi.

Van den Bosch, Nature dergisinde yayımlanan araştırmalarında, “en büyük karadeliği, dev karadelikleri keşfetmek için yaptıkları incelemelerde keşfettiklerini” ifade etti.


Gök bilimciler, ışığı yakalama gücü çok yüksek olan Austin McDonald Gözlemevi’ndeki Hobby-Eberly Teleskopu’nu kullanarak, içlerindeki kozmik cisimlerin oldukça hızlı bir şekilde  hareket ettiği küçük galaksiler tespit etti. Yıldız ve diğer kozmik cisimlere sahip, ortalama 9.784 ışık yılı genişliğindeki galaksilerdeki kozmik cisimlerin saniyede 350 km hızla hareket ettiği belirtildi.


KARADELİKLER KENDİLERİNİ GÖSTERDİ

Gök bilimciler, kozmik cisimlerin beklenenden yüksek olan hızlarına dayanarak, bu galaksilerin dev karadeliklere sahip olduğunu düşündü. Hubble Uzay Teleskopu’nun NGC 1277’ye ait arşiv bilgileri kullanılarak yapılan gözlemlerle, en büyük dev karadelik bulundu.

Araştırma ekibi, NGC 1277 galaksisindeki yıldızların hepsinin yaşlı olduğunu fark etti. En genç yıldızın 8 milyar yıl yaşında olduğu belirtilirken, galaksideki yıldızların birçoğu Güneş’in iki katı yaşında. Dünya’mıza hayat veren Güneş, 4.57 milyar yaşında.


Van den Bosch, buldukları kara deliklerin, yer aldıkları galaksilerde erken zamanlarda oluşmuş olabileceğini belirtti: Bu şey (karadelik) Büyük Patlama’nın zamanından beri orada duruyor olabilir... Belki de 13.7 milyar yıl önce yıldız ve galaksi oluşumu buna benziyordu” dedi...



ntvmsnbc


2012’in en iyi icatlarından biri


Hollandalı sanatçı ve bilim insanı Berndnaut Smilde, sis makinesini kullanarak kapalı alanda bulut oluşturmayı sağlayan bir yöntem geliştirdi.


Gerçeğinden hiçbir farklı olmayan bulutlar, bir gün oturma odanızda belirebilir. Hollandalı mucit  Smilde’nin geliştirdiği yöntem, havadaki nemi, ışığı ve ısıyı ayarlayarak kapalı alanda bulut oluşturmayı sağlıyor.
Time dergisinin, ‘2012’nin en iyi icatları’ listesinde yer verdiği buluş, ortaya sadece birkaç dakika ömrü olan bir bulut çıkarsa da oldukça etkileyici bir manzara oluşuyor.
Hollandalı mucit bulutlarını koridor veya yatak odası gibi farklı ortamlarda ortaya çıkarabiliyor.

Solar panel yerine solar enerji hunisi



Bilim insanları, güneş ışınlarının saçtığı enerjinin büyük kısmını toplayamadığını belirttikleri solar paneller yerine, daha fazla ışın toplayabilecek bir yöntem üzerinde çalışıyor. Yeni yöntemle, özel bir materyal mikroskobik iğneyle şişlenerek enerji toplamak için kullanılacak.

Mikroskobik iğneyle şişlenecek olan materyal huni şeklini alacak (Büyütmek için tıklayın).

Silikondan yapılan solar hücrelerin güneş ışınlarındaki enerjinin büyük kısmını kaçırdığını ifade eden ABD’li ve Çinli bilim insanları, metaryallerin sadece bir molekül kalınlığındaki tabakası üzerinde oynayarak, materyalin daha fazla güneş ışığını yakalayacak şekilde moküler yapısını değiştirebileceklerini belirtti.
ABD’nin MIT (Massachusetts Institute of Technology) ve Çin’in Peking ile Xi’an Jiaotong Üniversiteleri tarafından yürütülen araştırmaya göre, her renkteki güneş ışınlarını yakalamak ve enerji için depolamak mümkün.
Kristal silikondan yapılan geleneksel solar paneller, görünür ışığın en uzun dalgaboyuna sahip olan kırmızıya oldukça hassas.  Kristal yapıya sahip olmayan silikon ise mavi aralığındaki dalgaboylarına ait ışınlara hassaslığıyla biliniyor.
MİKROSKOBİK İĞNEYLE ŞİŞMELE YÖNTEMİ
Araştırmacılar, Güneş’in en güçlü dalgaboylarının tayfın yeşil kısmında yer aldığına dikkat çekti. Yeşil ışığın dalgaboyundan saçılan fotonlar, solar panellerin içindeki atomlara çarpıyor ve elektronlarla etkileşime girerek elektrik ortaya çıkarıyor. Eğer solar paneller Güneş’ten saçılan daha fazla rengi yakalayabilirse, daha fazla elektrik üretecek ve daha etkin olacaklar.
Nature Photonics dergisinde yayımlanan araştırmada, MIT profesörü Ji Lu ve meslektaşları, güneş ışınlarından daha fazla enerji toplayabilmek adına ‘her ince metaryal tabakasını bir solar enerji hunisine' çevirmeyi önerdi.
Araştırmacıların kullanmayı öne sürdüğü materyal molibden disülfür. Bugüne kadar solar panellerde kullanılmayan molibden disülfür, transistörler için yıllardır bir yarı iletken olarak deneniyor. Aynı zamanda ‘ultra güçlü materyaller’ sınıfında yer alan molibden disülfür, çok uzun süre kırılmadan belli bir şekle sokulabiliyor.
Uygulanması düşünülen teknikte, molibden disülfür, mikroskobik bir iğneyle ‘şişlenecek.’ İğnenin basıncı, materyalin huni benzeri bir yapıya girmesini sağlayacak ve merkezine doğru yoğunluğu artıracak.
TEK BİR NOKTADA DAHA FAZLA ENERJİ
Molibden disülfür, silikon gibi güneş ışınına maruz kaldığı zaman elektron saçıyor. Materyali bir huni şekline sokarak, köşelerinden merkezine kadar atomik yapısını değiştirmeyi ve güneş ışığının farklı dalgaboylarındaki fotonlara tepki verecek bir hale gelmesini sağlamak istiyor.
Düşünülen teknik başarılı olursa, tek bir materyal tabakası Güneş’ten daha fazla enerji elde edilebileceğini gösteriyor. Dahası, huni şeklini alacak materyalin dibinde elektrostatik kuvvet etkisiyle toplanacak olan yüklü parçacıklar, tabakanın yüzeyinerasgele dağılmak yerine daha fazla enerji sunacak bir yoğunluk oluşturacak.
IBM ve Intel’in geçmişte esnek yüzeyler üzerinde yaptığı deneylere benzer olarak yürütülen araştırmada, henüz düşünülen tekniğin geçerli olduğu gösteren bir sonuç elde edilmedi.

kaynak: ntvmsnbc

28 Kasım 2012 Çarşamba

Nazi Exclusive - Part II: Dayak..

Ne dedik? Birinci Dünya Savaşı gazisi Hitler bir hışımla Alman İşçi Partisi'ne girdi, girmekle kalmayıp liderliğe yükseldi, partinin adını da Nazi Partisi'ne çeviriverdi. Sene 1921.

O dönemde ajlığın sefaletin de verdiği gazla, bir ton sağcı parti kurulmuştu Almanya civarında. Hepsi de özetle Versailles Antlaşması'nın orospu çocukluğundan başka bir şey olmadığını, bu durumun müsebbibinin de Yahud piçleri olduğunu iddia ediyordu. Lakin daha önce de bahsettiğimiz üzere, Adolf'un ikna ve hitabet sanatına yatkınlığı; Nazileri bir adım öne çıkarıyordu. Sol cenahta Mustafa Sarıgül tadında bir lider çıkmamasının da etkisiyle, o dönem pek çok Bavyeralı, "Tabii canım zaten ben de hep Alman ırkının üstünlüğüne inanmışımdır, zaten g.tümüze giyecek donumuz yok bari Almanlığın ekmeğini yiyelim .mına koyiim" düşüncesiyle parti saflarına katıldı. Birinci Dünya Savaşı kahramanlarından Hermann Göring'inden, cahal köylü Heinrich Himmler'ine kadar...

1923 senesinde, Fransız kuvvetleri, Birinci Dünya Savaşı'ndan kalma borçlarını ödeyemeyen Almanlara bir tekme daha atarak, ülkedeki Ruhr bölgesini işgal etti. Takdir edersiniz ki bu durum bizim Nazi piçlerini zıvanadan çıkardı. Hitler, hemen üyeleri toplayıp, "Beyler bu işin boku çıktı. Toparlanın .mına koyiim, Berlin'e gidiyoruz, yönetimi devralıcaz. Beşerli gruplara ayrılın, adam başı sekiz yuro'ya denk geliyormuş tren." anlamına gelen bir nutuk attı. Bir hışımla Hauptbahnhof'a doğru vurucu tim gibi ilerleyen denyo Nazilerin çevik kuvvet tarafından durdurulması pek de uzun sürmedi tabii, kolay mı .mına koyiim öyle zaar gibi gidip devrim yapmak... "Hayırdır gençler nereye, hüviyetleri göreyim hele?" diye soran emniyet güçlerine cevab veremeyen Naziler, Münih'in göbeğinde ağır bi sopa yediler. Bazısı vurulup nalları dikti. O kargaşada birkaç polis de pıçaklanarak can verdi. Hitler? Ona bir şey olmadı ama, sonradan yargılanıp dokuz ay tıkılıverdi kodese...

1920'leri yarılarken, sefalete tahammülü kalmayan Alman devleti, tıpkı bizim Demokrat Parti tadını yakalayarak Amerika'dan alınan borçlarla birazcık soluklandı. Bir somun eppeğin bir milyon mark'a satıldığı fantastik dönemler geride kaldı, enflasyon düştü. Bir de o dönemde, Türkçeye "kepazeler" olarak çevirebileceğimiz "Wandervogel" deyü bir gençlik hareketi peydah oldu. Birtakım isyankâr gençler çadırlara yerleşmiş, burjuva hayatını reddetmiş, bütün gün sulusuyla kurusuyla hippi tadında bir serseri hayatı yaşamaya başlamıştı. Bu denyoların çoğunun, bir zaman sonra Nazi Partisi Gençlik Kolları'na üye olmasına şaşmamalı...

Naziler şöyle yükseldi böyle büyüdü diye anlatıyoruz ama, o dönemde Bavyera'nın ötesinde bunları pek s.kleyen olmadığını da belirtmek gerek. Nitekim, 1928 yılında girilen seçimlerde 2% kadar oy alıp HEPAR tadını yakalayan Naziler, ülke çapında bir taşak konusu olmaktan öteye geçemedi. Lakin seçimlerden kısa süre sonra patlayan meşhur küresel ekonomik kriz, Amerika'nın "Kanka size bi miktar para vermiştim hatırladın mı?" diye kapıya dayanmaları; Almanya ekonomisinin ebesini bu kez daha da kötü s.kiverdi. Lale Devri sona erdi. Halk artık, "Eaağmna korum böyle demokrasinin, acız ulan ac! Başka şeye benzemez ki bu" diye homurdanmaya başladı yavaştan...

s.

300 ) "MUHTEŞEM" BABA !..

   

  Kanuni Sultan Süleyman'ın Hürrem Sultan'dan olan oğullarından Selim 1524, Bayezid ise 1526'da doğmuşlardır. Şehzade Selim ; işini Allah'a bırakan, gönlü geniş, zevk ve eğlenceye düşkün biri iken Bayezid ; dinamik, enerjik, fikren yüksek, şair ve aynı zamanda adına eserler tercüme edilip kaleme alınmış , değerli bir şehzade idi..
  Hürrem Sultan Bayezid'i daha çok seviyor ve kendisine düzenli bir şekilde ödenek yollayarak, babasından sonra onun hükümdar olmasını istiyordu. Onun bu arzusu Padişah tarafından da onaylanmış gibiydi ; fakat Haseki Sultan, kocası Sultan Süleyman'dan önce vefat etmiş olduğundan, Bayezid'in hükümdarlığı hakkındaki karar etkisini kaybetmiş ve türlü entrikalarla Şehzade Selim taraftarları üstün duruma gelmeyi başarmışlardı..
  Bu sırada Şehzade Bayezid, payitahta yakın olarak Kütahya'da ; Şehzade Selim ise, nispeten İstanbul'a daha uzak olan Manisa'da bulunuyorlardı. 1558 yılı sonlarına doğru Şehzade Bayezid'in Amasya'ya ve Selim'in de Konya'ya nakilleri emrolundu.. Selim derhal itaat ettiyse de, Bayezid gitmek istemedi.. Bunun üzerine, Bayezid'e nasihat etmek üzere, Divan-ı Hümayun'dan Dördüncü Vezir Pertev Paşa Kütahya'ya gönderildi. Bayezid, gitmemekte ısrar etti ve bazı dürüst sözlerle Pertev Paşa'yı geri gönderdi ise de, yaptığı hareketin iyi bir sonuç vermeyeceğini anlayarak Amasya'ya gitti. Bu söz dinlemesi sonucu oğullarından Orhan'a Çorum, Mahmud'a Canik ve Osman'a da Şarkikarahisar sancakları verildi..

  

  Şehzade Bayezid bu nakil işinin kardeşi Selim'in saltanatını sağlamak amacıyla yapıldığını anlamış ve kendi durumunu ve isteklerini Padişah'a anlatmak üzere İstanbul'a gönderdiği heyetin de hapsedildiğini öğrenmişti. 
  Emrindeki bazı yüksek rütbeli kişiler de, "babanız yaşlandı, kendisinden sonra saltanatı kardeşinize verecektir" diyerek onu tahrik edince, kardeşi Selim'in üzerine hareket edip onu bertaraf etmeye karar verdi. Tokat ve Amasya'dan, ayrıca oğullarının sancaklarından, toplam on beş bin kişilik bir kuvvetle Konya üzerine yürüdü. Bu sırada kardeşine yazdığı ağır hakaret içeren mektupların aynen İstanbul'a gönderildiğinden haberi yoktu !..
  Durumu haber alan Sultan Süleyman ; bir yandan Bayezid'in üzerine hareket etmek üzere Üsküdar'a geçerken, diğer taraftan da, Selim'e yardım etmeleri için Anadolu, Karaman ve Dulkadriye (Maraş) beylerbeyleri ile Ramazanoğlu Piri Paşa'ya da fermanlar yolladı. 
  Bu kuvvetler Konya ovasında toplandılar. Bayezid, 31 mayıs 1559'da, burada yapılan savaşta kaybederek tekrar Amasya'ya kaçtı. Burada duramayacağını da anlayarak dört oğlunu da yanına aldı, ailesiyle vedalaştıktan sonra, İran'a geçmek amacıyla, Erzurum taraflarına doğru kaçmaya başladı..
  Şehzade'nin ne tarafa gittiği belli olmadığından, Diyarbekir, Trabzon beylerbeyleri ile Ardahan sancakbeyi ve Kırım Hanı'na, Bayezid'in yakalanması için, 23 haziran 1559 tarihli fermanlar gönderildi..
  Bayezid'i izleyen kuvvetler Pasin ovasında, Aras nehri yakınlarında ona yetiştiler ve muharebe ettilerse de yakalamayı başaramadılar. İran topraklarına giren Bayezid Revan Hanı'nın yanına gitti. 
  Durumdan haberdar edilen İran Şahı Tahmasb onu karşılamak üzere memurlar görevlendirdi. Böylece, Şehzade ve yanındaki kalabalık, 24 kasım 1559'da debdebeli bir alayla Kazvin şehrine girdiler..
           
   

  Bu iltica haberinin duyulmasından sonra uzun bir yazışma trafiği başladı.. Şehzadenin teslimi için Sultan Süleyman tarafından Mahmud Bey, Şehzade Selim tarafından mirahur (Istabl-ı Amire yani has ahırların başı ) Durak Ağa elçi olarak, ellerinde mektuplarla Şah'a gönderildiler.
  Şah Tahmasb, Bayezid'in, yaptıklarına pişman olduğunu, bu yüzden de onun affını Sultan Süleyman'dan rica etmiş ; hem bu konu hem de Bağdat hakkında görüşmek üzere, mektubunu taşıyan kendi elçisini, Osmanlı elçi grubuyla  birlikte İstanbul'a göndermişti..
  Sultan Süleyman, 1560 yılı mayıs ayında, Ali Ağa ile gönderdiği mektubunda Şah'ın ricasını kabul ettiğini, Bayezid'in, yanındaki akıl hocaları katledildikten sonra, yanına az sayıda adam alarak gelip sancağında oturmasını bildiriyordu..
  1560 yılı aralık ayında ise bu defa Şehzade Selim, yüklü hediyelerin yanı sıra bir de mektup gönderiyordu Şah'a.. Katli hakkında fetva verilen Bayezid'in bir an önce tesliminde ısrar ediyordu..
  Bu durumun gitgide bir savaşa dönüşmek üzere olduğunu anlayan Tahmasb, bu ağır hediyeleri de alınca yumuşamıştı. Önceden şehzadeyi Padişah'a teslim etmeyeceğine dair bir yemin ettiğinden ; Padişah'ın memuruna değil, Şehzade Selim'in adamına teslim edebileceğini içeren bir mektubu cevap olarak göndermişti !..
  Asıl mesele Bayezid'in teslimi olduğundan, Van beylerbeyisi Hüsrev Paşa ile Sinan Bey ; Selim Tarafından da Çavuşbaşı Ali Ağa ile müteferrikalardan Firuz Bey, yanlarında Şah'ın elçisi Veli Bey ile birlikte Kazvin'e gittiler..
  Selim'in adamı Ali Ağa'ya teslim edilen Bayezid ile dört oğlu 25 eylül 1561 günü boğularak öldürüldüler. Son arzusu oğullarını son bir kez görmek olan Bayezid'in bu dileği bile reddedildi !.. 
  
   

  Bu facianın ardından Şah Tahmasb, Sultan Süleyman'a müjdeyi verir !.. Sultan Süleyman da onun bu hizmetine karşılık vermekte çok gecikmez.. 2 haziran 1562'de, Pertev Paşa ile, Topkapı Sarayı Arşivi'ndeki 673 no'lu belgede yazdığı üzere, İran Şahı Tahmasb'a giden hediyelerin dökümü şöyledir :

...400.000 flori (altın) ..
...15 at ..Sırma dokumalı kumaşları ve çullarıyla
...Altın üzerine değerli taşlarla süslenmiş eyer, oyan (atın başına geçirilen süs) ve diğer at süs takımları

...Sultan Selim tarafından 100.000 flori 

Padişah'tan Şah'ın büyük oğluna ;

...Değerli taşlarla süslü kabzası olan bir kılıç
...3 adet at
...2 adet Hil'at (kaftan)
...6 top kadife kumaş
...23 top muhtelif kumaş

Şah'ın ikinci oğluna ; 2 at, 29 top kumaş 

Şah'ın üçüncü oğluna ; 2 at, 29 top kumaş

Şah'ın büyük kızına ; 1 hokka, 264 kıratlık bir lal

Şah'ın küçük kızına ; Değerli taşlarla süslü ve üzerinde elmas çiçek olan bir taç


   

(İ.H. UZUNÇARŞILI'NIN "OSMANLI HANEDANI ÜZERİNE İNCELEMELER" 

adlı kitabından derlenmiştir.. )