30 Mayıs 2012 Çarşamba

234 ) KRİTİK GÜNLERİN GİZLİ ÖRGÜTLERİ ! ...



   1914 yılının başlarında Nuruosmaniye'deki İttihat ve Terakki Cemiyeti Genel Merkezi'nin kafesleri kapalı pencerelerinin ardında bir gece, çok gizli bir toplantı yapılmıştır. O gece, Birinci Dünya Savaşı'nda düşmanla sadece cephede değil cephe gerisinde de mücadele edilmesi gerektiğine inanan İttihatçılar, bu amaçla bir gerilla örgütü kurmaya karar vermişlerdir. Bu gizli gerilla örgütünün adı TEŞKİLAT-I  MAHSUSA olacaktır..
   Meşrutiyetten önce II. Abdülhamid'e karşı mücadele eden İttihatçı fedailer bu örgütün çekirdeğini oluşturacaklardır. Makedonya'da Saray'ın görevlendirdiği paşaları öldüren ve Meşrutiyet'in ilanı öncesi dağa çıkanlar da, bu İttihatçı tetikçilerdir.
   "Teşkilat-ı Mahsusa", Harbiye Nezareti'nde Enver Paşa'ya bağlı olarak çalışacaktır. Örgütün görevi, düşman topraklarına yapacağı gerilla saldırıları ve sabotaj eylemleriyle düşmanı şaşırtıp, yıldırmak ve düşman hakkında bilgi toplamaktır. Örgütün gözü kara tetikçileri arasında asker ve siviller, hatta mahkumlar bile vardır. Görevlerinde başarılı olanların cezaları indirilecek, hatta tamamen affedileceklerdir..
   Yönetim kadrosu beş kişiyle sınırlanan örgütün üyeleri sivil giyineceklerdir. Yönetim kadrosu şu şekildedir :
Doktor Nazım, Doktor Bahaddin Şakir, Yüzbaşı Atıf, Binbaşı Süleyman Askeri ve Emniyet Genel Müdür Muavini Azmi !...

  
   Bu teşkilat ; iç ve dış diye ikiye ayrılacak, içeride halkı örgütleyerek, dışarıda düşmanın en sağlam kalelerine girerek olağanüstü bir mücadele verecektir. Ama Teşkilat-ı Mahsusacılar dışarıda çok fazla başarılı olamamış ve savaşın kaybedilmesini engelleyememişlerdir ama içeride oldukça başarılı olmuşlar ve Anadolu civarında müthiş bir yeraltı ağı örüp örgütlemişlerdir.
   Teşkilat-ı Mahsusacılar, Osmanlı Devleti'nin savaşı kaybedeceğini anladıklarında, "şerefli bir barış" yapabilmek için önceden bazı tedbirler almayı düşünmüşler, bu amaçla bir miktar silah ve cephaneyi saklamışlardır. Ayrıca MİLLİ  KONGRE ve İSLAM  İHTİLAL  KOMİTESİ adlı cemiyetler kurarak düşmanla mücadele etmenin yollarını aramışlardır.
   Birinci Dünya Savaşının sonlarında İttihatçı Talat Paşa, Kara Vasıf Bey'i bir direniş örgütü kurmakla görevlendirir. Kara Vasıf Bey de bu amaçla KARAKOL  CEMİYETİ' ni kurmuştur..
 
   İstanbul'da Karakol Cemiyeti dışında, direniş amaçlı daha birçok gizli örgüt kurulmuştur. Kurtuluş Savaşının başından sonuna kadar gizli faaliyetlerle Mustafa Kemal'e ve Kurtuluş Savaşına destek olan bu gizli örgütlerden bazıları şunlardır : Zabitan, Hamza, Yavuz, Moltke, Mücahit, Muharip, Felah, Berzenci, İmalat-ı Bahriye, Muavenet-i Bahriye, Namık, Ferhat ve Kerimi, Mim Mim Grubu...
   Mustafa Kemal de eski bir İttihatçıdır. 1905'de Suriye'de kurmuş olduğu "Vatan ve Hürriyet Cemiyeti"ni kapatarak Selanik'te İttihat ve Terakki'ye katılmıştır. 1909 yılındaki İttihat ve Terakki Kongresinde, orduyla siyasetin ayrılmasını savunmuş ve bu görüşü nedeniyle de yönetimle yollarını ayırmıştır.. Ama Trablusgarp'da, 1909 ve 1911 yıllarında, İtalyanlara karşı gerilla metotlarıyla mücadele etmiştir.. Trablusgarp Savaşı başladığı zaman İttihatçı usullerle "Şerif" takma adını kullanarak ve gazeteci kılığında, İngilizleri atlatarak Mısır üzerinden geçtiği Trablusgarp'ta, Arap aşiretlerini örgütlemiştir..
   Enver Paşa ile olan sürtüşmeleri nedeniyle zaman içinde İttihatçılardan uzaklaşan Mustafa Kemal, savaşın sonunda üçlünün ülkeden ayrılmaları üzerine; İsmail (Canbulat) ve Fethi (Okyar) gibi arkadaşlarıyla birlikte, geride kalan İttihatçılarla görüşmüştür..1918 yılının Aralık ayında, eski İttihatçılardan İsmail (Canbulat) Bey'in evinde, üç gece üst üste gizli toplantılara katılmıştır. Fethi (Okyar) Bey'in anılarında bahsettiğine göre bu toplantıya katılanlar şunlardır : Mustafa Kemal, Fethi (Okyar), Ali Fuat (Cebesoy), Kazım Karabekir, Cafer Tayyar Paşa, Rauf (Orbay) ve İsmail (Canbulat)..
   Bu gizli toplantılarda, hükumet değişikliği yaparak Ahmet İzzet Paşa'yı yeniden sadrazamlığa getirmek, padişaha durumu anlatarak onu yönlendirmek ve gerekirse ihtilalci yöntemlere başvurmak, biçiminde kararlar alınmıştır. Hatta bir gece Mustafa Kemal'in liderliğinde AY YILDIZ CEMİYETİ adlı gizli bir örgüt kurulmuştur. Örgütün amacı bir ihtilalle, Tevfik Paşa Hükumetini düşürüp yeniden Ahmet İzzet Paşa hükumetini kurmaktır..
   Atatürk'ün İstanbul'da Şişli'deki evinde yapılan gizli toplantılara katılan önemli eski İttihatçılar da vardır. Karakol Cemiyeti liderlerinden Kara Kemal de bunlardan biridir.


   Atatürk'ün işgal İstanbul'unda eski İttihatçılarla kurduğu ilişkiden yola çıkan bazı tarihçiler, Atatürk'ün bu eski İttihatçılar tarafından mücadeleye sokulduğunu iddia etmişlerdir. Örneğin Erich Jan Zürcher, Şeref Çavuşoğlu'na dayanarak, Kurtuluş Savaşını Karakol Cemiyeti'nin örgütlediğini ve Mustafa Kemal'i de hareketin liderliğine getirdiğini ileri sürmüştür. Bu tezi ileri sürenlerin amacı, Kurtuluş Savaşını İttihatçıların başlattığını ve Atatürk'ün Kurtuluş Savaşına sonradan İttihatçılar tarafından "itildiğini" ifade etmektir ..
   Mustafa Kemal, Samsun'a çıkmadan önce, İstanbul'da geçirdiği altı ay içinde bütün önemli İttihatçı yeraltı örgütleriyle ve liderleriyle temas kurmuş ve özellikle İstanbul'dan Anadolu'ya haber, silah, cephane ve adam kaçırılması işinde "Karakol Cemiyeti" ve "Mim Mim Grubu" gibi örgütlerden yararlanmanın yollarını aramıştır. Karakol Cemiyetinden  Yenibahçeli Şükrü Bey'e ve Yahya Kaptan'a ; Mim Mim Grubundan ise Topkapılı Cambaz Mehmet'e Kurtuluş Savaşı öncesinde gizli görevler vermiştir.
   Kurtuluş Savaşının başlarında İttihatçılar ve Atatürk, "gizli anlaşmaları" çerçevesinde birlikte hareket etmişlerdir. Ancak zaman içinde Atatürk'le, özellikle Karakol Cemiyetinin arası açılmıştır..
   Ahmet Hamdi Başar'a göre ; "Karakol Cemiyeti ve dolayısıyla Kara Kemal'in amacı Anadolu'da Mustafa Kemal'in önderliğindeki Milli Mücadele Hareketini bir İttihatçı hareket haline sokarak etkisi altına almaktı. Bu hedefte, başta eski Maliye Nazırı Cavit Bey olmak üzere birçok İttihatçı kodamanlar birleşmişlerdi."  
   Bu çalışmaları fark eden Mustafa Kemal, 9 Ağustos 1919'da bütün kuruluşlara gönderdiği bir genelgeyle "cemiyetle bir ilişkisinin olmadığını" belirtmiştir. Ayrıca Sivas Kongresi sonrasında cemiyet liderleriyle görüşerek, Milli Hareketi İttihatçı bir hareket gibi göstermenin yanlışlığına işaret etmiş ve cemiyetin bu tür çalışmalarına bir son vermesini istemiştir. Çünkü liderlerinin büyük bir bölümü ya dış ülkelere kaçmış ya da hapis edilmiş olan bu harekete halkın destek vermeyeceğini bilmektedir..Daha sonraları Mim Mim Grubuna daha çok ağırılık vermişse de ; Kurtuluş Savaşı sonuna kadar iki örgütten de sonuna kadar faydalanmıştır..


( "Cumhuriyet Tarihi Yalanları" SİNAN MEYDAN ; "Kurtuluş Savaşı" OSMAN ÖZSOY ) 
     
     
 

27 Mayıs 2012 Pazar

233 ) VE SON !..

 

   Osmanlı Hükumet erkanı toplanmış, kabine üyeleri umutsuzca Almanların Fransa topraklarından çekilmesinin ne anlama geldiğini çözmeye çalışmaktadır. Savaşın başlangıcındaki ilk merminin atılışından o ana kadar olan bitenden birinci derecede sorumlu olan Enver Paşa, Almanların Fransa'dan çekilmesinin Müttefikler'i kapana sıkıştırmak için bir savaş hilesi olduğuna, kabine üyelerini inandırmaya çalışmaktadır. Fakat Batı cephesinden ve Filistin'den gelen haberler kötüleştikçe, Türkiye'nin de Almanya'nın da artık sonunun yaklaştığını aklı eren herkes anlamaya başlamıştır. Aslında gidişatın iyi olmadığı veya olmayacağı, Amerika'nın 6 Nisan 1917'de İtilaf Devletleri safında savaşa girmesiyle kendini belli etmeye başlamıştır. Fakat Osmanlı devlet erkanı buna inanmak istemez..
   Almanya gidişatın iyi yolda olmadığını fark etmiş, yol yakınken ve her şeyi tamamen kaybetmeden bu işi bitirelim düşüncesine kapılmıştır. İşte bu yüzden gerek Almanya, gerekse de Avusturya 1917 Temmuzundan itibaren barış yapmak için el altından girişimlerde bulunmaktadır. Barış şartları üzerinde anlaşma sağlanamadığı için ateşkes süresi uzadıysa da, sonunda 14 Eylül 1918'de Avusturya-Macaristan, 25 Eylül'de Bulgaristan, 5 Ekim'de de Almanya barış şartlarını sorarlar ve mütareke isteğinde bulunurlar..
   Memlekette büyük bir kıtlık vardır. Halkın ülkeyi savaşa sürükleyenlere karşı öfkesi her geçen gün artmaktadır. İngiliz esirler İstanbul sokaklarında rahatça dolaşmakta, karşılarına çıkan Alman askerlerle alay bile etmeye başlamışlardır. Halkın hem asker, hem sivil tüm Almanlara karşı bakışı değişmiş ve ülkenin içine düştüğü buhrandan onlar sorumlu tutulmaya başlanmıştır. Gidişatın iyi olmadığını fark eden Alman elçisi, Alman bankalarındaki altınları gizlice elçilik kasalarına taşır. Elçi yalnızca halktan değil, bankaların hesapları konusunda soruşturma açması muhtemel olan gelecek yeni hükumetten de çekinmektedir..
   Enver Paşa hala ümitlidir. Fakat kabine arkadaşlarının gittikçe kendisinden uzaklaştığını fark etmektedir. Bir zamanların kudretli Osmanlı Devleti, gözlerinin önünde dağılmaktadır. İslam'ın en kutsal toprakları olan Mekke ve Medine ile Suriye, Mısır, Filistin, Sina, Ürdün ve Irak'ın büyük bir kısmı İtilaf Devletleri'nin elindedir ve savaştan sonra büyük olasılıkla da elden çıkacaktır. Nitekim 1 Ekim 1918'de Şam, Arapların İtilaf Devletleri ile işbirliği yapması üzerine elden çıkarken, hemen ardından Beyrut ve Halep de kaybedilir..
   Bulgaristan'ın teslim olduğu haberlerinin İstanbul'a ulaşması üzerine ağır bir darbe yenilmiş olur. Çünkü Almanya ile karadan bağlantı kopmuştur. Nitekim Bulgarlar, İtilaf Devletleri ile Selanik'de 29 Eylül'de imzaladıkları bir mütareke ile savaştan çekilirler..
   

   Almanların, Osmanlı Devleti'ni idare eden kendi yandaşı İttihatçıların imdat çığlıklarını duyacak durumu yoktur. Hem içeride, hem dışarıda onlar da oldukça kötü durumdadırlar. Berlin, Hannover ve Köln sokaklarına ihtilalciler hakim olmuştur. İmparator, olası bir ihtilal girişimine karşı orduya iç savaş için hazır olmalarını emrettiğinde, generaller İmparator'un yüreğini ağzına getiren bir yanıt verirler : "Ordu artık arkanızda değildir !"...
   Alman Genelkurmay Başkanı Feldmareşal von Hindenburg, ülkesinin kaderini eline almış ve Kayzer Wilhelm'e tahtı derhal terk etmesini söylemiştir. Nitekim Başbakan Max de Bade, İmparator'a danışmadan II. Wilhelm'in  tahttan çekildiğini 9 Kasım 1918 günü ilan eder ve başbakanlığı sosyalistlerden Ebert'e bırakır.  Aynı günün akşamı Ebert, Reichtag merdivenlerinde Alman Cumhuriyeti'ni ilan eder. Kargaşa o kadar büyüktür ki, ortada bir hükumet olup olmadığı bile belli değildir. Ertesi gün Kayzer Wilhelm, bir ihtilalci mahkeme önünde yargılanıp öldürülme endişesi üzerine komşu ülke Hollanda'ya sığınır.
   Almanya ile İtilaf Devletleri arasındaki mütareke, Fransa'nın Compaigne Ormanında 11 Kasım 1918'de sabahın saat beşinde bir tren vagonunda imzalanır ve Almanlar, Rethondes'da mütarekeyi imzalayarak teslim olurlar. İmzanın üzerinden tam altı saat geçtiğinde cephelerdeki tüm toplar sustu. Bu mütareke, Birinci Dünya Savaşı'nın sona erdiğini resmen belgelemiş olur..
   Bu imzayla yaklaşık on üç milyon insanın yaşamına mal olan savaş, aradan geçen dört yılın ardından, sona ermiş olur. Yapılan hesaplara göre, galip tarafın ölü sayısı karşı tarafın zayiatından bir milyon fazladır !.. Silahlar susar, aç ve sefil milyonlarca kişinin çığlığı susmaz.. Savaşın ortaya çıkardığı açlık, sefalet ve bitkinlik, bünyeleri zayıflatmış, cılız bedenler sarsılmıştır.. Savaşın hemen ardından Avrupa'yı saran bir grip salgını ise, tam yirmi milyon kişinin ölümüne neden olur..
 
   Hükumet, 8 Ekim'de istifa eder. Osmanlı Devleti'ni I. Dünya Savaşı boyunca idare eden hükumet üyeleri istifalarının ardından günlerinin sayılı olduğunu anlayarak bir Alman savaş gemisiyle kaçarlar. Hükumeti kurmakla görevlendirilen Tevfik Paşa kabineyi kuramayınca, hükumeti kurma görevi Ahmet İzzet Paşa'ya verilir. İzzet Paşa, 14 Ekim 1918'de hükumeti kurar ve esir İngiliz generali Townsend'in aracılığıyla İtilaf Devletlerine mütareke teklif ederek görevine başlar. Teklifi kabul edilir..
   Yeni hükumetin iş başına gelmesinin ardından Meclis-i Mebusan'ın 16 Ekim 1918 tarihli toplantısında bir konuşma yapan Kurmay Nuri Bey acı bir gerçeği kürsüden şöyle dile getirir :
"Bir buçuk milyon askere karşılık, Osmanlı topraklarının savunması için yalnız yetmiş iki bin tüfek var. Memleketimizin hiçbir noktasını savunacak yeterli kuvvetimiz yok. Bir avuç eşkıya ile bile memleketin istila edileceği duruma geldik.."

  

( OSMAN ÖZSOY'UN "KURTULUŞ SAVAŞI" ADLI KİTABINDAN ALINTIDIR )

24 Mayıs 2012 Perşembe

İnternet Terimleri

http://egitim-akademisi.blogspot.comAşağıda İnternet Dünyasında 
sıkça karşılaştığımız ama birçoğunun anlamını bilmediğimiz 
terimler bulunmaktadır.


56 K Line 

Saniyede 56.000 bit taşıyabilen telefon hattı (leased-line). Bu hızda 1 MB dosya yaklaşık olarak 3 dakikada gelir.

  ADN 


(Advanced Digital Network) Genellikle 56 Kbp leased-line lar için kullanılır.

  Applet 

HTML sayfasının içine gömülebilen küçük java programıdır.

  Archie 

Anonymous FTP site larındaki dosyaları bulmak için kullanılan araç-program.

  ARPANet 

(Advanced Research Projects Agency Network) 60 ların sonu 70 lerin başında Amerika Savunma Bakanlığı tarafından, olabilecek bir nükleer savaşta ayakta kalabilecek WAN projesi. Internet in oluşmasındaki temel taş.

  Backbone 

Network üzerindeki temel geçiş yollarını (pathway) oluşturan yüksek hızlı hat ve bağlantılarının oluşturduğu yapı.

  Bandwidth 

Bir bağlantıdan yollayabileceğiniz bilgi miktarı.

  Baud 

Genel kullanım olarak bir modemin bir saniyede ne kadar bit alıp verebileceğinin göstergesidir.

  BinHex 

(BINary HEXadecimal) ASCII olmayan dosyaları ASCII formatına çevirme methodu. E-mail ları sadece ASCII olarak okuyabileceğimiz için bu tür çevirime ihtiyacımız var.

  Bit 

(Binary DigIT) 2 lik düzendeki basamak sayısı. Yani 1 yada 0. Kompüterize edilebilen en küçük veri birimi.

  BITNET 

(Because It?s Time NETwork (or Because It?s There NETwork)). Internet?ten ayrı olarak sadece eğitim kurumlarına özel bir network. Internet ile aralarında e-mail alışverişi mevcuttur. Bu nedenle Listserv ler her iki network ün de popüler araçlarındandır.

  Bps 

(Bits-Per-Second) 2 bağlantı noktası arasında verinin ne kadar hızlı transfer edildiğinin göstergesi. Örneğin bir 28.800 Bps modem saniyede 28.800 bit transfer edebilir.

  Browser 

Şu anda bu sayfayı okumak için kullanmakta olduğunuz program.

  BTW 

By the way (Bu arada)- Genellikle online forumlarda kullanılan kısaltma.

  Byte 

Tek bir karakteri temsil eden Bit kümesi. Genellikle 1 byte 8 bit den oluşur. (Ölçüme bağlı olarak daha fazla da olabilir)

  Certificate Authority 

SSL bağlantılarda kullanılan Güvenlik Sertifikaları (Security Certificates) nı sağlayan otorite.

  CGI 

(Common Gateway Interface) - Server daki programların birbirleri ile iletişim kurmalarını ya da diğer programların Web Server ile nasıl iletişim kuracaklarını belirleyen kurallar seti. Genellikle web server dan data yı alan ve bu data ile küçük işlemler yerine getiren (forma yazılan bilgileri e-mail olarak atmak gibi) küçük programlardır.

  Cgi-bin 

Web Server da CGI dosyalarının bulunduğu dizine verilen genel isim.

  Client 

Bir server ya da başka bir bilgisayar ile bağlantı kurup veri alış-verişinde bulunulmasını sağlayan yazılım.

  Cookie 

Internet te en çok kullanılan anlamıyla, Web Server tarafından Web Browser a gönderilen, Browser tarafından save edildikten sonra Server dan yapılan ek istemler sırasında tekrar server a gönderilen bilgidir. Cookie ler login yada registration bilgileri, alişveris kartı vs. gibi bilgileri içerebilirler.

  Domain Name 

Bir Internet sitesini tanımlayan adres. (www.xxx.com.tr gibi)

  Ethernet 

LAN daki ağlama (networking) işlemleri için kullanılan oldukça yaygın bir metod. Ortalama hızı yaklaşık olarak 10.000.000 bps dir.

  FAQ 

(Frequently Asked Questions) Sıkça Sorulan Sorular.

  FDDI 

(Fiber Distributed Data Interface) Fiber optik kablolar üzerinden veri alışverişi standartı. Ortalama hızı 100.000.000 bps dir

  Finger 

Diğer Internet Sitelerindeki kullanıcıları tesbit etmek (locate) etmek için kullanılan bir Internet aracı.

  Fire Wall 

Bir LAN'ı (Local Area Network) güvenlik amacıyla 2 yada daha fazla parçaya bölen yazılım ve donanım kombinasyonudur.

  FTP 

(File Transfer Protocol) Internet sitelerinden dosya alışverişinde bulunabilmek için kullanılan protokol.

  Gateway 

Birbirine benzemeyen iki protokol arasında bağlantıyı sağlayan donanım ya da yazılım seti ne Gateway denir.

  Hit 

Browser tarafında Web Server a yapılan Tek bir isteme hit denir. Örneğin 3 adet resim içeren bir sayfa çağrıldığında 4 adet hit olur. 1 adet sayfa için + 3 adet de içindeki resimler için.

  Host 

Network üzerinde diğer makinalara servis veren herhangi bir makina.

  IMHO 

(In My Humble Opinion) online forumlarda kullanılan kısaltma.

  Internet 

(Büyük I ile başlayan) Bildiğimiz Internet;)

  Internet 

2 veya daha fazla network ün birleşmesiyle oluşan yapı.

  Intranet 

Firma içinde bildiğimiz Internet yazılımlarının kullanıldığı sadece firmaya özel network.

  IP Number 

Internet üzerindeki her bir makinaya ozel, noktalarla birbirinden ayrılan 4 kısımdan oluşan sayı. 195.142.130.1 gibi.

  IRC 

(Internet Relay Chat) Internet üzerinde çok kullanıcılı sohbet ortamları.

  ISDN 

(Integrated Services Digital Network) 128.000 bps hızındaki özel telefon hattı. (Normal hatların hızı 56.000 - 64.000 bps dir).

  JDK 

(Java Development Kit) - Sun Microsystems in java uygulamaları ve applet ler yazmak, test ve debug etmek için geliştirdiği yazılım paketi.

  Leased-Line 

24 saat, 365 gün açık olan telefon hattı.

  Listserv 

Kullanıcıların mesaj alışverişinde bulundukları listeler.

  Mailing List 

Kullanıcının tek bir adrese mesaj göndererek, üye olan kullanıcılara bu mesajın dağılmasını sağlayan mesajlaşma sistemi.

  MIME 

(Multipurpose Internet Mail Extensions) ASCII olmayan dosyaları standart e-mail e eklemeye yarayan standart. Örneğin yazdığınız bir e-mail içine bir grafik koyabilmenizi sağlayan bir standart. (Bu mail in düzgün okunabilmesi için alıcının programının da MIME standartını destekliyor olması gerekmektedir.

  Mirror 

Genellikle bir şeyin tam olarak aynısının kopyasının alınmasıdır. Bu bir hard disk, yada ftp site yada web site olabilir.

  Modem

  (Modulator-DEModulator)ISS lere bağlanmaya yarayan parça.

  Mosaic 

  Mac, Windows, Unix için aynı arayüze sahip ilk WWW Browser.

  MUD 

  (Multi- User Dungeon or Dimension) Genellikle text ortamında kullanıcıların belirli karakterlerin yerine geçerek oynadıkları oyunlar.

  MUSE 

(Multi-User Simulated Environment) Daha az şiddet içeren bir MUD çeşidi.

  Netizen 

Internet?i kullanan kişiler için "citizen" den türetilmiş bir isim. (Internet sakini)

  Network 

Kaynaklarını paylaşmak için birbirine bağlanmış 2 veya daha fazla bilgisayarın oluşturduğu yapı.

  Newsgroup 

USENET üzerindeki tartışma gruplarına verilen isim:

  NIC 

(Networked Information Center) - Bir network için bilgilerin tutulduğu birime denir. En meşhuru domain isimlerinin kaydının yapıldığı InterNIC dir. NIC (Network Interface Card) network kartlarına da bu isim verilir.

  NNTP 

(Network News Transport Protocol) - Sunucu ve istemci tarafından kullanılan USENET postinglerini TCP/IP uzerinden taşımaya yarayan protokole verilen isimdir.

  Node 

Network e bağlı olan bilgisayar.

  Packet Switching 

Internet üzerindeki data taşıma metodu. Paket anahtarlamalarda veriler parçalara ayrılır. Bu parçalarda verinin nereden geldiği ve nereye gitmekte olduğu bilgileri vardır. Bu sayede aynı hat üzerinden değişik adreslere giden veriler taşınabilir.

  POP 

(Point of Presence veya Post Office Protocol) Point of Presence anlamında network un bağlanılabilecek bir noktasının bulunduğu şehir yada lokasyon. Örneğin ISP niz Ankara'dan sonra Istanbul'da bir POP açıyoruz derse, İstanbul'dan Ankara?daki merkeze bağlı olan ve İstanbul'luların dial-up olarak şehiriçi arayarak bağlanabilecekleri bir İstanbul şubesi açıyor demektir. Post Office Protocol anlamında ise Eudora, Pegasus gibi mail programlarının mail alışverişinde kullandıkları protokol anlaşılmaktadır.

  Port 

Internet?teki anlamı URL adresinin sonunda : ile ayrıldıktan sonra gelen sayıdır. Orneğin Web server lar genellikle 80 numaralı portu kullanırlar. Eğer standart dışı bir port kullanılıyorsa domain isminin sonunda bu numara belirtilir. Örneğin gopher://peg.cwis.uci.edu:7000/ gibi. Normalde standart gopher port u 70 dir. Ama burada standart olmayan bir port kullanıldığı için adresin sonunda bu port belirtilmiştir.

  PPP 

(Point to Point Protocol) Internet için TCP/IP bağlantısını modem ile kurmak için oldukça sık kullanılan bir protocol.

  Router 

2 veya daha fazla network arasındaki bağlantıyı sağlayan özel amaçlı bilgisayar. Bu bilgisayar bütün vaktini hangi adresten gelen paketlerin hangi adrese hangi yol üzerinden gideceğini ayarlamakla geçirir.

  Security Certificate 

SSL protokolü tarafından güvenli bağlantılar için kullanılan bilgiye verilen isimdir. (Güvenlik Sertifikasi) SSl bağlantısının gerçeklesebilmesi için her iki tarafın da geçerli Güvenlik Sertifikasına sahip olması gerekir.

  SLIP 

(Serial Line Internet Protocol) PPP gibi modem üzerinden Internet e bağlanmak için kullanılan bir protocol. Genellikle UNIX server lara bağlanmak için kullanılır. Artık yerini PPP ye bırakıyor.

  SMDS 

(Switched Multimegabit Data Service) Çok yüksek data transferleri için geliştirilen bir standart.

  Spam (Spamming) 

Mesaj listelerini yada USENET i kullanarak istemeyen kullanıcılar da dahil olmak üzere bir mesajı göndermek.

  SQL 

(Structured Query Language) - Veritabanına sorgulama göndermek için kullanılan özel bir programlama dilidir.

  SSL 

(Secure Sockets Layer) - Netscape Communicaations tarafından tasarlanan, Internet üzerinden şifrelenmiş, güvenli iletişimi sağlayan protokoldür. SSL çoğunlukla browserlar ile server lar arasındaki iletişimlerde kullanılır. https ile başlayan bir Internet adresinde SSL bağlantısının kullanılacaği anlaşılır. SSL bağlantısındaki her iki tarafın da Güvenlik Sertifikasına (Security Certificate) sahip olması gerekir. Her iki taraf da bilgiyi göndermeden önce şifrelerler. Ve bu şifreyi sadece doğru Güvenlik Sertifikasına sahip olan karşı taraf çözebilir.

  T-1 

1.544.0 bps hızında leased-line bağlantısı. Bu oldukça yüksek bir hız olmasına rağmen (1 MB yaklaşık olarak 10 saniyede transfer edilir) full-screen, full-motion video için yeterli değildir.

  T-3 

44.736.0 bps hızındaki leased-line bağlantısı. Bu hız full-screen, full-motion video için gereken daha fazla bir hızdır.

  Terminal Server 

Özel amaçlı, bir tarafında birçok modem takmak için yerler olan, diğer tarafında da LAN yada host makinası ile bağlantıyı sağlayan bilgisayara verilen isim.

  URL 

(Uniform Resource Locator) WEB in bir parçası olan bir kaynağın adresini belirtmek için kullanılan standart.

  USENET 

Dünya çapındaki kullanıcıların birbirleriyle yazışabildikleri 10.000 den fazla tartışma grubunun bulunduğu sistem.

  UUENCODE 

(UNIX to UNIX Encoding) Binary dosyaları ASCII ye çevirerek Internet üzerinden E-mail sayesinde transferini mümkün kılan çevrim metodu.

  WAIS 

(Wide Area Information Servers) Networkler arasında çok büyük miktarlarda bilgiyi indeksleyerek aranabilir bir veri tabanı oluşturup bunu kullanıma sunan ticari bir yazılım paketi.

  WAN 

(Wide Area Network) Sadece bir bina yada kampüsten daha geniş bir alanı kapsayan network. (Küçük boyuttakilere verilen isim LAN -local area network, orta boyuttakilere ise MAN - middle area network'dür.)


http://www.kiraguru.com/

http://www.fotomoz.com

232 ) TARİH SADECE İNSANLARI YAZMAZ !..

 

   Satranç düşkünü I. Mahmud'a, İran Hükümdarı Nadir Şah'ın 1741'de gönderdiği armağanlar arasında on adet de fil vardır. I. Mahmud'un karşılık olarak altı yıl sonra gönderdiği armağanlar ise, elçi olarak görevlendirilen Kesriyeli Ahmet Paşa tarafından Şah'a sunulamaz. Bunun nedeni, Nadir Şah'ın bir suikast sonucu öldürülmesidir. Topkapı Sarayı'nda sergilenen "Zümrütlü Hançer", sahibine ulaşamayan armağanlardan yalnızca biridir..
   Ataol Behramoğlu, 1972'de, İran Şahı için şu dizeleri yazar :
Elinde ne piyon kaldı, ne vezir, ne kale
Düştü birbiri ardına atlar, filler
Ama Şah hala ayak diremekte
Yeni taşlar bulundu çünkü : Köpekler..   
   Köpekler hakkında Bernard Shaw ise şöyle demiş : "Zincirlenmiş köpekler mülkün en keskin koruyucularıdır, ama ilk ısırdıkları da onları bu zincirden kurtaranlardır"..  Ama hiçbir köpeğin dişleri, Hüseyin Şalvarlı'nın 1964 yılında karşılaştığı dişlerden daha keskin olamaz !. Sabahın erken saatlerinde, balıkçı Hüseyin, orkinos avlamak için oltasını Kız Kulesi önlerinde denize bırakır. 170 kulaç uzunluğundaki oltanın ucuna yem olarak bir torik takmıştır. 43 yaşındaki usta balıkçı, dalgaların bir güreşçi gibi elense çektiği sandalında, ilk olarak 390 kiloluk bir orkinos yakalar. İkinci seferde, yemi kaptırdığı için bir gitarın kopuk teli gibi yukarı çeker oltasını. Üçüncü kez denize salınan oltanın bir ucunda yine bir balık vardır ; ama bu kez durum farklıdır, balık her zamankinden daha büyüktür !. Hüseyin Şalvarlı geriye dönüp baktığında Kız Kulesi'nden giderek uzaklaştığını fark eder. Oltaya takılan dev balık sandalı saatlerce sürükler.. Beylerbeyi açıklarına gelindiğinde balık da, balıkçı da yorgundur ama, kazanan balıkçı olur. Arkadaşı Herekeli Burhan'ın yardımıyla birlikte suyun üstüne çektiği karartı belirginleşmeye başladığı zaman, kendilerine pay bekleyen martılar korkuyla kaçışırlar !.. Suyun üstünde yedi metre boyunda dev bir köpekbalığı vardır !..
   İki motor tarafından çekilen köpekbalığı Galata Köprüsü'ne getirilir. Birbirine çatılan üç direk ortasındaki makara yardımıyla, kuyruğundan bağlanan köpekbalığı askıya alınarak sergilenir. "Canavar"ın yakalandığı haberini duyan İstanbullu köprüye koşar. Tarihi günlerinden birini yaşayan Galata Köprüsü üstünde toplanan meraklılar yüzünden trafik aksar..
   Boğaz'dan yalnızca köpekbalığı çıkmaz büyük balık olarak.. Örneğin, "İhtiyar Adam ve Deniz" adlı kitabında, yaşlı bir balıkçıyla büyük bir kılıçbalığı arasında geçen öyküyü anlatan Hemingway ; İstanbul'da kaldığı 1922-23 yılları arasında, Boğaz'da gördüğü kılıçbalıklarından etkilenmiş olabilir mi ?..
   İstanbul'a 1829 yılında gelen ve iki yıl kalan İngiliz Subay Adolphus Slade, şunları yazar : "Marmara'dan gelen şövalye kılıklı kılıçbalıklarının etinden ; defne yaprağına sarılmış, şişleri küllenmş, mangal kömürünün ateşinde pişirip de tadabildiyseniz, kalp huzuru içinde 'Ulu Tanrım, bu dünyada bana ağız tadı verdiğin için sana şükürler olsun' diye dua edebilirsiniz"
   Kılıçbalığının etini en çok seven Osmanlı Padişahı II. Mahmud zamanında, saray sofralarından kılıçbalığı eksik olmamıştır..
   Gün gelir, Marmara sularında görülmez olur İstanbul şövalyeleri !.. Kılıçbalıklarının sürüler halinde Çanakkale Boğazı'ndan güneye doğru göç ettiklerini gören balıkçılar, sandallarını kıyıya çekerek altlarına dualar yazarlar. Sorunu çözmek için Saray'da yapılan toplantıda, bir Divan üyesi, Akdeniz'e bir gemi gönderilerek biri erkek, biri dişi, bir çift kılıçbalığının getirilip Boğaz'a bırakılmasını önerir. Ama, bu çevreci düşüncenin uygulanmasına gerek kalmaz. Çünkü 1812 yılında, yaşanılan sorun, kılıçbalıklarının Marmara Denizi'ne geri dönmeleriyle bitmiş olur.. Ama en sonunda, onlar da, bir daha geri dönmemek üzere sularımızı terk ederler..     
  
   İstanbul'u terk eden bir başka canlı da fok balıklarıdır.. 1844 yılında, başkente gelen İtalyan Comasgi, Üsküdar'daki İbrahimağa çayırından havalandığı balonla uçarken aniden çıkan ters bir rüzgarla kendini Marmara üstünde bulur. Balonu Heybeliada ve Büyükada arasında kontrol altına alan Comasgi, alçalarak yeniden İstanbul'a doğru yol tutar. İşte tam o sırada bir fok balığının kendisini takip ettiğini görür. İlk kez gördüğü fok balığından korkan İtalyan çareyi yükselmekte bulur. Böylelikle, kendisini Marmara Denizi'ne savuran rüzgara yeniden yakalanarak saatler sonra Yalova'nın Pazar Köyü'ne inmeyi başarır. Ertesi gün, yani 11 Temmuz 1844'de, bir kayıkla İstanbul'a götürülürken korku dolu gözlerini Marmara'nın sularından ayıramaz !..
   Köpeklerin kulübeleri varsa, fok balıkları için de yalıların kayıkhaneleri vardır. Adalar ve Tuzla kıyılarında üreyen foklar, kış geldiğinde, boşalan yalıların kayıkhanelerine sığınırlardı.
   1910'lu  yıllarda, bir fok balığı tüm Sarıyerlilerin sevgilisi olur. Sandallara tırmanan, insanlara sokulan, yaptığı numaralarla herkesi güldüren fok balığı bir gün gözden kaybolur.. Hüzün bulutları aylar sonra, yanında bir yavruyla çıkagelmesiyle dağılır. Böylelikle dişi olduğu anlaşılan fok balığını Sarıyerliler göz bebekleri gibi sakınırlar. Öyle ki, İstanbul'a gitmek üzere iskeleye gelenler, yanlarında onlara atmak üzere balık taşırlar !..
   Günlerden bir gün, Sarıyerlileri yasa boğan, korkunç bir kaza yaşanılır !..Yavru fok balığı, iskeleye yanaşan bir Şirket-i Hayriye vapuruyla kazıklar arasında sıkışarak ezilir. Anne fok balığı, ölen yavrusu için her gece ağlarken, iskeleye yakın evlerde derin bir üzüntü yaşanır. Derken, bir gün, anne fok da görülmez olur..
   1960'lı yılların sonunda, Galata Köprüsü'nün Eminönü tarafına bağlı bir mavnanın içinde gösteriler yapan "Yaşar" adı verilen bir fok balığını seyredenlerin arasında yazar Sunay Akın da vardır..
   İstanbul'un nüfusunun artmasıyla beraber,  onlar da Boğaz'ın sularını terk edenler kervanına katılırlar.. Onlardan geriye, Gülhane Parkı içindeki Hayvanat Bahçesi'nin daracık bir kafesindeki bir fok balığı için, Necati Cumalı'nın yazdığı şu dizeler kalır :
Bir merdiven çıkışı var 
İki yana of puf
Bir odaya girişi
Çöküşü iskemleye
Gözleri ışıktan kısık
Notlarını karıştırır
Penceresinden bakar
Sanırsın Gülhane'nin foku
Havuzdan çıkmış
Güneşleniyor !.. 
 
   İkinci gelişi olan 15 Temmuz 1556'dan itibaren, altı yıl İstanbul'da Alman elçiliği yapan Busbecq, Boğaz'ın kıyısındaki yüksek bahçeli evinin bahçesine "Nuh'un Gemisi" adını vermişti. Lale soğanlarını Avrupa'ya göndererek bu çiçeğin tanınmasına yol açan Busbecq ; satın aldığı maymun, ayı, geyik, vaşak, kartal, at, deve gibi hayvanları gözlemekten, yaşamları hakkında bilgi sahibi olmaktan büyük haz almaktaydı..
   Bu hazzı, Busbecq gibi sahiplenme yoluna gitmeden duyan yazarlardan biri  olan Edmondo de Amicis ise 1870'li yıllarda geldiği İstanbul'daki Türklerin hayvan sevgisi, bilhassa kuş sevgisi hakkında şunları yazmıştır : "Türklerin çok sevip korudukları her cinsten sayısız kuş yüzünden İstanbul'un kendine mahsus bir neşesi ve zarafeti vardır. Camiler, sofalar, eski surlar, bahçeler, saraylar, her şey şarkı söyler, dem çeker, cıvıldar, öter, şakır ; her tarafta kanatların teması hissedilir, her tarafta hayat ve ahenk vardır. Serçeler evlere cesaretle girip çocuklarla kadınların ellerinden yem yer ; kırlangıçlar yuvalarını kahve kapılarının, çarşı kubbelerinin üstüne yapar ; sultanların veya şahısların hayratıyla beslenen sayılamayacak kadar çok güvercin sürüsü kubbelerin saçakları boyunca ve şerefelerin etrafında beyazlı siyahlı halkalar meydana getirir ; martılar sevinçle uçuşur, binlerce kumru mezarlık selvilerinin arasında sevişir ; Yedikule'de kargalar öter, akbabalar daire çizerek uçar ; deniz kırlangıçları uzun diziler halinde Karadeniz ile Marmara arasında gidip gelir, ve leylekler ıssız türbelerin kümbetleri üzerinde lak lak ederler. 
   Türkler için bu kuşların her birinin güzel bir anlamı veya hayırlı bir etkisi vardır : Kumrular sevdalıları korur, kırlangıçlar yuva yaptıkları evleri yangınlardan korur, leylekler her kış Mekke'ye hacca gider, deniz kırlangıçları müminlerin ruhunu cennete götürür. Böylece minnet duygusuyla ve dindarlıkla Türkler kuşları koruyup beslerler ; kuşlar da onların evleri etrafında, denizin üstünde ve mezarların arasında şenlik eder. İstanbul'da her yerde, insanın başının üzerinde, dört bir tarafında kuşlar vardır. Şehre köy neşesi dağıtan ve ruhumuzdaki tabiat duygusunu durmadan yenileyerek içinizi serinleten cıvıl cıvıl sürüler size şöyle bir dokunup geçer.."
 
   ( SUNAY AKIN'IN YAZILARINDAN DERLENMİŞTİR )

21 Mayıs 2012 Pazartesi

231 ) FATİH'İN OTOPSİ RAPORU !..

 
   "Tüm zamanların ilk laik Müslümanı" Fatih Sultan Mehmed'in,  3 Mayıs 1481 Perşembe günü ikindi namazı vaktinde, Gebze'ye yakın Hünkar Çayırı'nda öldüğüne ait haberi, İstanbul halkından önce bir Venedik casusu öğrendi ve derhal başkentteki Venedik Cumhuriyeti baliosuna bildirdi. Balio hemen tek cümlelik bir name yazdı ve bir kuryeye teslim etti. Namede şu yazıyordu : "La Grande Aquila é Morta" 
(Büyük Kartal Öldü ! )
   Kurye, birkaç at çatlatarak, haberi on altı gün içinde Venedik'e ulaştırdı. Haberi öğrenen Papa, üç gün üçü gece bütün Avrupa kiliselerinin çanlarının çalınmasını ve şükran duaları edilmesini emretti.. İtalya'da toplar atıldı, şenlikler yapıldı. Ama bu arada Fatih'in kendilerini Papa'nın ve Venedik'in baskısından kurtarmasını bekleyen küçük İtalyan hükümdarları üzüldüler, talihlerine küstüler.. Çünkü 28 Temmuz 1480'de, Gedik Ahmed Paşa'nın Otranto'ya çıkmasından bu yana birçok İtalyan, Türk egemenliğini hem kaçınılmaz görüyor hem de bunu istiyorlardı..Örneğin Anconalı şair Doris, "Türk Donanması Şarkısı" adlı şiirinde, şehir halkının Türk askerini getirecek donanmayı nasıl bir umutla beklediklerini anlatır.. Bunun sebebi, Papa X. Leo'nun, Ancona halkına büyük baskı yapmasıydı. Ravenna kenti de aynı durumdaydı. Ravenna murahhası, Papa'nın temsilcisi Kardinal Giulio Medici'ye şöyle demişti : "Hele Türkler bir gelsinler ; hiç tereddüt etmeden Osmanlı tebaası olacağız".. Floransa'da Fatih'in resmini taşıyan madalyonlar kestiren Lorenzo de Medicis, peşinen yenilgiyi kabullenmiş görünüyordu.. Ferrara devleti de gelecekteki hükümdarlarını selamlamak için bir Fatih madalyonu bastırdı. Madalyonun üzerinde Latince şu ibare vardı : "Svltani Mohammeth Octhomani vguli bizantii Imperatoris, 1481", arka yüzünde de, "Svltanvs Mohammeth Othomanvs Tvrcorvm Imperator" ( Türklerin ve Doğu Roma'nın imparatoru Osmanoğlu Sultan Mehmed) yazmaktaydı..




   İşte İtalyan devletlerinin bu kadar umutsuz bir döneminde, Papa'nın, duyduğu güvensizlik nedeniyle, Fransa'daki Avignon kentine çekildiği günlerde gelen haberin İtalyanları bu kadar sevindirmesinin nedeni buydu..
   Peki nasıl olmuştu da 49 (bazı kayıtlara göre 51 ) yaşındaki, nikris yani gut hastalığından başka bir derdi olmayan padişah aniden ölüvermişti ?..  Eceliyle mi ölmüştü, ihmalkarlıktan mı ölmüştü, zehirlendiğinden dolayı mı ölmüştü ?.. Zehirlendiyse, kim zehirlemişti ?.. Venedikliler mi, Memluk Sultanı mı, büyük oğlu Bayezid mi ?..
   Nikris ağrılarının çok şiddetli geçtiğini ; örneğin 1475'de çıktığı Boğdan seferini, artan ağrıları yüzünden yarıda bıraktığını yerli yabancı birçok tarihçi yazmaktadır.. Ama insanı aniden öldürecek bir hastalık değildir. Buna rağmen, çok geniş çaplı bir araştırma yapan Şehabeddin Tekindağ, Fatih'in eceliyle öldüğünü iddia edenlerin başını çekmektedir. Kanıt olarak da ; dönemin Türk kaynaklarında Aşıkpaşazade'nin o meşhur şiiri dışında, zehirlenmeden hiç bahsedilmediğini, yine o dönemin Arap ve İtalyan kaynaklarında da bir kayıt olmadığını söylüyor..
   Zehirlendiğini iddia edenler de aralarında ayrılıyorlar.. Birinci görüş ; Amasya Valisi Şehzade Bayezid'in ; veziriazam Karamani Mehmed Paşa'nın, kardeşi Cem lehindeki girişimleri nedeniyle başhekim Acem Lari'yi kullanarak babasını zehirlettiği.. Acem Lari dört yıl sonra 1485'de Edirne'de öldüğünde, Edirneliler arasında Bayezid tarafından zorla verdirilen aşırı dozda afyon nedeniyle öldürüldüğü dedikodusunun dolaştığını ise kanıt olarak gösterirler..
   İkinci görüş ; Memluk Sultanı Kayıtbay'ın Acem Lari'yi kullanarak padişahı zehirletmiş olmasıdır.. Memluk sultanının bu konuda daha önceki bazı girişimlerini kanıt olarak gösterirler..
   Üçüncü ve en çok taraftar bulan görüş ise ; Venediklilerin Fatih'in başhekimlerinden Yakup Paşa aracılığı ile padişahı zehirlettiğidir..
   İlber Ortaylı, "Yönü belli olmayan bir sefere çıkarken zehirlenerek öldürülmüştür. Tarihi veriler bu seferin İtalya üzerine olduğunu gösteriyor. Ayrıca İtalyanlar o dönemde zehir konusunda çok uzmanlaşmış bir milletti." diyor..
   Ünlü Osmanlı tarihçisi Franz Babinger ; Venedik Devlet Arşivleri belgelerindeki incelemeleri sonucu yazdığı bir makalede, Venedik'in, Fatih'e karşı, 1456 ile 1479 arasında bir düzine kadar suikast girişiminde bulunduğunu iddia ediyor. Arnavut Paul adlı bir berber, Trogirli bir denizci, Vlaco adında Yahudi bir hekim, Floransalı Francesko Baroncello, Krakowlu bir Polonyalı ve Katalonyalı bir maceraperest, bu girişimlerde Venedik adına rol alan kişilerden bazıları..Venedik'in büyük paralar karşılığında anlaştığı kişilerden birinin de Fatih'in özel doktoru Yakup Paşa olduğu arşiv belgelerinden anlaşılmasına rağmen, Babinger objektif olmayan bir yorumla, suikast işinin yarım kaldığını belirtiyor..
   15. Yüzyılda, Papa V. Nikola'nın, Yahudi hekimlerin verdikleri ilaçlarla Hıristiyan ruhunun zedeleneceğini söylemesiyle işleri bozulan ve bu yüzden de Osmanlı topraklarına geçen Musevi hekimlerden birisi de Gaetalı Jacopo'dur. Önce Edirne'ye yerleşen Jacopo Müslüman olup Yakup adını aldıktan sonra, II. Murad'ın zamanında saray hekimliğine başlar.. 1468'de İtalya'ya bir ziyaret yaparak Arapça'dan Latince'ye çevrilmiş bazı tıp kitaplarını inceler.. Bir süre sonra da Venedik, dikkat çekmemek için, Floransalı Lango Degli Albizzi' yi gönderir başkente. Degli, İstanbul'daki Floransa Konsolosu aracılığıyla Yakup Paşa ile görüşür. Birkaç tarihçinin iddiasına göre, 10.000 altın peşin, suikast başarılı olduğu takdirde Venedik'e ailesiyle sığınma hakkı ve 25.000 altın daha vaad edilir..
 
   Venedik Devlet Arşivlerini inceleyen bir tarihçi de Ahmet Almaz, "Fatih Sultan Mehmet Nasıl Öldürüldü ?" adlı kitabında ilginç bazı şeyler açıklıyor..
   Fatih'in gut nedeniyle çektiği bacak ağrılarına bir çare bulamayan hekimler kan almaya karar verirler fakat ağrılar daha da çoğalınca ; Aşıkpaşazade'nin "Şarab-ı Fariğ" dediği ama aslında "Şarab-ı Faruk" olması gereken, bir adı da "Cehennem Macunu" olan ilacı vererek acıları dindirmek isterler. Bu da fayda etmeyince, 3 Mayıs 1481 Perşembe günü, ikindi namazı sıralarında yaşamını yitirir..
   Ahmet Almaz, kitabında, bu ilacın formülünü de verir. "Güc lebüken 10 dirhem, zencebil 10 dirhem, karanfil 5 dirhem, darcın 8 dirhem, beşbase 8 dirhem, gevz buvva 10 dirhem, Anisun 10 dirhem, mastika 5 dirhem, ud belesan 10 dirhem, aşarun 10 dirhem ve misk çekirdeği 1 dirhem.." 
   Yazar, bu formülün içinde iki tanesine dikkat çekiyor ; Güc lebüken = Ceyz-i Mukayyi = Karga Büken ağacının tohumlarından elde edilen madde, köpekleri öldürmek için kullanılır. İçinde Sfcrychnin, Brucin ve Vomicine gibi üç adet etkili alkoloid madde bulunmaktadır. Bunlardan elde edilen Striknin, hekimliğin ve eczacılığın önemli bir maddesidir. Kararında kullanılırsa faydalı olabilir fakat dozu artırıldığında çok tehlikeli bir zehire dönüşebilir.. İkinci tehlikeli madde ise, Asarun = Meyhaneci Otu = Çoban Düdüğü = Yabani Nardin' dir..
   Ne dersiniz, bu tariflerin üzerine epey senaryo yazmak olası değil mi ?..
   Ortada tanısı çok da net konulamayacak bir ölüm olayı var.. Nasıl ki gidilen sefer karanlık bırakılmaya çalışılıyorsa, ölüm de öyle.
   Erdoğan Aydın'a göre ;( benim de mantığıma en uygun gelen görüş budur ) Karamani Mehmed Paşa ve Yakup Paşa'nın Fatih'i zehirleme olasılığı hiç yoktur ; çünkü ikisi de Fatih'le birlikte Sarayın en üst konumlarında olmalarına karşın onun yokluğunda, öldürülmeseler bile iktidardan düşeceklerdir.. Çünkü Saraya giderek egemen olan hizip karşısında tutunacak güçleri yoktur. Ayrıca, Venedik ne vaat ederse etsin, Venedik'te Musevilerin neler çektiğini bilen ve Osmanlı sarayında yıllardır refah içinde yaşayan hekim, neden böyle bir işe girsin ? Bir de otuz yıldan beri süren bir yakınlık, bir dostluk var padişahla aralarında..
   Acem Lari'nin zehirleme olasılığı daha kuvvetlidir ama son anda değil ; daha saraydayken.. O dönemlerde zehirleme teknikleri epey bir mesafe katetmiştir ve bazılarının sonucunun günler sonra alındığı da biliniyor..
   Çıktığı sefere ilişkin net bir şey söylenmemesi, ayrıca dikkat çekici. Mısır'a gittiği tahmin ediliyormuş ; ancak bunu kimseye söylemiyormuş !..Böyle bir seferi neden saklasın ?. Daha önemli olan Uzun Hasan ile olan savaşa giderken saklamıyor da Memluklar üzerine giderken neden saklasın ?.. Sözkonusu gizliliğin altında başka bir hedef aranmalıdır.Tıpkı Trabzon'a sefere çıkmış gibi görünüp Candaroğlu'nu bastırması gibi, örneğin Memluklar'a sefere çıkmış görüntüsü verip Bayezid'i bastırması olasılığı üzerinde durulması gerekir.. Üstelik iddia edildiği gibi böyle hastalıklar içindeyken, ta Mısır'a kadar gitmeyi göze alması, nesnel tarihçilik açısından ciddi kuşkulara neden olan bir durumdur..
   Esasen Bayezid'in Fatih tarafından sevilmediği, buna rağmen Saraydaki konumunun çok güçlü olduğunu biliyoruz. Burası çok önemlidir, Fatih gibi mutlak bir hükümdarın sevmediği, ancak bizzat kendi sarayındaki dengeler nedeniyle bir şey yapamadığı bir konumdadır Bayezid. Kapıkulu ocakları ve bilhassa yeniçeriler ve devlet erkanından bazıları, Fatih'e rağmen Bayezid'i kollamaktadır. ( İ.H.Uzunçarşılı )
   Fatih, devletin mali olanaklarını artırmak için tarikat vakıflarınınki dahil toprakların devletleştirilmesi yoluna gittiğinden şeriatçı çevrelerle olan ilişkisi önemli oranda kopmuştu. Önce devşirme iktidarının kurumlaşmasını sağlayan Fatih, bunların sınırsız güçlenişi karşısında tekrar ve yine Türk aristokrasisini güçlendirme yoluna gitmişti. Yayılma politikasını da onlar destekliyor, devşirmeler ise barış istiyorlardı..Roller değişmiş, ittifaklar değişmişti. Daha çok hareketli ve askerliğe yatkın olan şehzade Cem Türk soyluları, barışçı olan şehzade Bayezid ise devşirmeler tarafından destekleniyordu. Sanılanın aksine Fatih, kadir-i mutlak güçte değildir. Gerek süreğen savaş politikasının kapıkullarındaki tepkisi, gerekse halka yüklediği vergiler ve para değerinin sürekli düşmesinin yarattığı tepkiler onu iyice güçten düşürmüştür..
   Fatih'in kendisinden sonra düşündüğü halefi de Cem'dir. Doğrudan halef belirlememiş de olsa, "Kanunname'de numune olarak şehzadelere yazılacak fermanda misal olarak Cem'in ismi zikredilmiştir."  Uzun Hasan'ın üzerine giderken, bu uzun ve riski yüksek sefere çıkarken, oğulları Bayezid ve Mustafa'yı yanına almış, yerine İstanbul'da Cem'i bırakmıştır. Bunun anlamı ise açıktır : Kendine bir şey olduğu takdirde taht otomatikman Cem'indir.. Ama Çandarlı'nın kişisel gücünden yoksun bir Karamani ile Cem'in başarılı olması neredeyse olanaksızdır.. Ve olamaz da !...        

18 Mayıs 2012 Cuma

230 ) 19 MAYIS 1919 ...


   16 Mayıs 1919 sabahı, Mustafa Kemal Paşa'yı Galata rıhtımına götürecek otomobil Şişli'deki evin kapısı önünde bekliyordu. Yakın arkadaşları uğurlamaya gelmişlerdi. Tam hareket edecekken Bahriye Nazırı Rauf Bey, Mustafa Kemal'in yanına yaklaştı, kendisiyle görüşmek istediğini söyledi ; iki arkadaş çalışma odasına girdiler. Rauf Bey, "Öğrendiğime göre senin bindiğin vapur izlenecek. Ya vapurun İstanbul'dan hareketine izin verilmeyecek ya da Karadeniz'de batırılacakmış" dedi..
   Aynı haberi daha önce de birkaç yerden duyan Mustafa Kemal, "gidersem tutuklayacaklar ya da batıracaklar, gitmezsem ne olacak ? Gene tutuklayacaklar, kim bilir neler yapacaklar ? Fakat yurt ve ulus ne olacak ? Ben gideceğim. Senin de başın sıkışırsa hemen bana katıl.." dedi.
   Mustafa Kemal kendisini bekleyen otomobile binerek Galata rıhtımına hareket etti. Boğaziçi'nde çalışan iç hat vapurlarının büyüklüğünde, yıpranmış, eski fakat yine de bakımlı bir tekne olan Bandırma vapuru Sirkeci'den demir alarak Galata rıhtımı açığında demirlemiş, bekliyordu.. Eğer Mustafa Kemal Sirkeci'den vapura binmeye kalkışsaydı, söylentilere göre, İngilizlerin yakalama olasılıkları çok büyüktü. Bu nedenle Sirkeci'ye gitmedi. Bandırma'nın, Galata rıhtımı açığında demirlemesi tercih edildi..
   Kendisiyle birlikte gelecek olan Kurmay Başkanı Kurmay Albay Kazım (Dirik), Kurmay Binbaşı Hüsrev (Gerede), Albay Arif, Dr.İbrahim Tali, Dr.Refik (Saydam), yaverler Cevat (Abbas) ve Muzaffer (Kılıç), Albay Refet (Bele) ve kalem heyetinden oluşan grup daha önce gelmişti. Mustafa Kemal Paşa, yanında  gelen Rauf Bey ve birkaç kişiyle bir süre baş başa konuştuktan sonra hepsinin ellerini ayrı ayrı sıktı ve emrine verilen askeri deniz aracıyla Bandırma vapuruna yollandılar..
   Köhne vapur, Kaptan İsmail Hakkı ( Durusu) ve yirmi bir mürettebat ile, akşamüstü demir aldı. Bandırma, Kavaklar hizasına geldiğinde durdurulur. Bundan sonrasını Mustafa Kemal'in yaveri Muzaffer (Kılıç) şöyle anlatır : "Bandırma vapuru Kız Kulesi açıklarını geçmişti. Kavaklar hizasına geldiğinde vapur durduruldu. Bir motorla tekneye yanaşan İtilaf Devletleri subayları güverteye çıktılar. Bizler, 'ne oluyor, bunlar ne istiyorlar ?' sorusuna cevap arar ve bakınırken Mustafa Kemal, kaptana sordu : ' Bu adamlar niçin gelmişler ? 'Efendim , silah ve cephane arıyorlarmış..'  'Görevinizi yapınız, sonuçtan beni haberdar edin'.
   Sonra bize döndü, Dolmabahçe önlerinde demirli buluna yabancı zırhlıları göstererek dedi ki : 'Bu sersem adamlar işte böyle.. Yalnız demire, çeliğe ve silah gücüne dayanırlar. Maddeden başka bir şey bilmezler. Bağımsızlık ve özgürlük uğrunda savaşa kararlı bir ulusun kudret ve gücünü anlamaktan acizdirler. Biz silah ve cephane değil, ülkü, inan dolu kafa götürüyoruz..' 
   17 Mayıs günü öğleye doğru Sinop'a vardılar. Tüm kadro güvertedeydi. Bahar güneşi altında pırıl pırıl oynaşan sularda sandallar kürek çekmeye başladı. Kıyıdakiler olayı haber almışlar, gemiye doğru geliyorlardı. Deniz yüzündeki bu hareketlilik hepsini heyecanlandırdı.
   Mutasarrıf'tan (Osmanlı'da sancak yöneticisi) İzmir işgaliyle ilgili gelişmeleri ve hükumetin istifasını öğrendi. Samsun'a karadan yol olmadığı öğrenilince, gemi Samsun yönünde kıyıyı izleyerek hareketine devam etti..
   Prof.Dr. Osman Özsoy, "Kurtuluş Savaşı" adlı kitabında, "Harp Tarihi Vesikaları Dergisi"nden aldığı 68 nolu belgeye dayanarak bir ayrıntıya dikkat çekiyor .. 17 Mayıs 1919 günü bir kısım harp malzemesiyle birlikte yüz kadar İngiliz askeri de Samsun'a çıkar..
   Üç günlük sıkıntılı ve tedirgin geçen yolculuk Samsun kıyılarının görülmesiyle sona eriyordu. 9. Ordu Birlikleri Müfettişi Mustafa Kemal ve yanındakiler 19 Mayıs pazartesi günü, sabah saat 6 :00'da Samsun'a ulaştı..
   Biraz sonra gemiye bir sandal yanaştı. Gelen, Kurmay Binbaşı Mahmut Ekrem'di. Paşa'nın karşısına çıktı, sert bir selam verdi, el sıkıştılar. "Hoşgeldiniz, Paşam. Emrinizdeyiz.."
   Mülki ve askeri erkan ileri gelenleri de aynı sıcaklıkta ve ciddiyette emre hazır olduklarını belirttiler. .Kısa bir süre sonra gelen sandallara bölüşerek binip Samsun'un gümrük iskelesine doğru yol aldılar. 19 Mayıs sabahı Mustafa Kemal Paşa ile Samsun'a çıkan subay sayısı on sekiz idi..O da henüz otuz sekiz yaşında !.. 

   

      Samsun'da özel bir karşılama olmadı. Zaten o zamanlar bir sancak merkezi olan Samsun'da, sancağın idari amiri olması gereken bir mutasarrıf yoktu. Yetkili bir askeri kumandan da yoktu. Zaten daha mütarekenin ilk günlerinden başlayarak ordu çözülmüştü. Hatta ordunun en üst görevlileri arasında bile, onu artık gereksiz görenler vardı. Örneğin Kazım Karabekir "İstiklal Harbimiz" adlı kitabında şu anısını aktarır.. Bu sözler, Kazım Karabekir'in de bulunduğu salonda, o zamanki Harbiye Nazırı, fakat orduda daima arka planlarda kalmış Mısırlı Ferit Paşa tarafından, Fransız subayı Foulon'a söylenmiştir : Konu, ileride, ordunun mevcudu meselesidir : Ferit Paşa : "Dedim ya, daha iyi bilmiyorum. Erkanı Harbiye (Genelkurmay) bilir. Ama inşallah, şu ordu derdinden kurtuluruz da, yalnız jandarmamız kalır.."
   İngilizlerin şehirde 200 kişilik işgal kuvvetleri vardı. Pontus eşkıyası ise, sokaklarda kol geziyordu. 19-25 Mayıs arasında Samsun'da geçen günler, rahat, emniyetli günler değildir. Samsun ne içinden, ne çevresinden, ne de denizden güvenlikteydi. Şehirdeki ilk temasları da ümit verici olmamıştır. Sona eren savaşın bezginliği ruhlara hakim görünüyordu.. Yani kısacası Mustafa Kemal'in Mantıka Palas'ta geçen kabus dolu gecelerini hayal etmek çok da zor değildir..
   İşte o, çakmak çakmak bakan gözlerden çıkan kıvılcımlarla başladı bir ulusun kurtuluş savaşı ...
 
       
   O büyük insanı Samsun'a taşıyan gemiden de bahsedelim biraz..
   Bandırma 1878 yılında, İskoçya'da Paisley kentindeki H. McIntyre tezgahlarında yapılmıştır. Yapım numarası 12' dir ve kardeş gemisi yoktur. Demir uskurlu ve 279 grostonluk buharlı bir gemiydi. Boyu 47.97 metre, eni 8.5 metre, derinliği 8.5 metredir. Trocadero adıyla denize indirilen geminin ilk sahipleri Dansey ve Robinson şirketiydi.  1880-1885 yılları arasındaki sahibi Londra'daki W. H. Sollas olmuştu. Gemi daha sonra 1886 yılında Atinalı H. Psica'ya satıldı ve adı da KYMI olarak değiştirildi. 1890 yılında yeniden el değiştirerek E. Arvanti'ye satıldı. 12 Aralık 1891'de, Marmara Denizinde, Erdek'te battı, daha sonra onarılarak yeniden yüzdürüldü. Şirketin ilk fırsatta elinden çıkardığı vapurun kayıtlı olduğu yeni liman İstanbul'dur. P. Derasemo Kumpanyası, Yunanlılardan aldığı vapuru 1893 yılında İdare-i Mahsusa'ya satar. Geminin yeni adı Panderma olarak değişir.. İdare-i Mahsusa 1910 yılında Osmanlı Seyr-i Sefain adını alınca Panderma adı da Bandırma oldu.. 28 Ekim 1909'da Seyr-i Sefain Bandırma'yı posta vapuru olarak kullanmaya başladı..
   Bu küçük vapur İstanbul'a döndü ve Seyr-i Sefain'de posta vapuru olarak çalışmaya devam etti. 1924'de Tekirdağ-Mürefte arasında posta vapurluğu yaptı. 1925 yılında arızalandı ve uzun süre arızası giderilemedi. Haliç Fenerinde gemi bozmacısı İlhami Söker'e satıldı. Hemen sökümüne başlandı ve dört ayda da sökümü bitirildi. Böylece bu küçük vapur da tüm teknelerin ortak yazgısı olan "tıraş bıçağı olmaktan" kurtulamadı..
 
   Son olarak Can Yücel'in sevdiğim bir şiirini paylaşmak istiyorum sizlerle..

   "Bugün On dokuz  Mayıs,
    Mayısın on dokuzu !.
    Sen ey Türk istiklalinin koruyucusu,
    Sen ey  ülkemizin geleceği,
    Ulusumuzun gözbebeği,
    Sen ey demirparmaklıklarda barfiks yapan
    Ranzalarda perende atan
    Sportmen ve kahraman Türk gençliği,
    Önünde senin bütün Kilit-bahirler açık,
    Ama herzaman Samsun'a çıkılmaz a,
    Bu sabah da avluda volta atmaya çık !.."

( Prof.  Dr.  Osman Özsoy, "Kurtuluş Savaşı" ;  Şevket Süreyya Aydemir, "Tek Adam" ; 
Erol Mütercimler,  "Bu Vatan Böyle Kurtuldu"