30 Mart 2011 Çarşamba

Tarih dersi öğretim yöntemleri

1. Öğretim programının içeriğinin, ilgili derste kazandırılması gereken temel bilgi, beceri, davranış, tutum ve değerlere uygunluğu:

2. Sınıflar arası bağlantıların;a) Sınıflar arası bağlantı ve geçişler,b) Ön şart niteliğindeki bilgi, beceri, davranış, tutum ve değerlerin kazandırılması bakımından uygunluğu,
3. Öğretim programının içeriğinin öğrenci düzeyine uygunluğu,
4. Öğretim programının içeriğinin belirlenen süre içinde gerçekleştirilebilirliği,
5. Üniteler, konular ve kavramlar arasındaki geçişlerin ve bağlantıların uygunluğu dikkate alınacaktır.1 . Öğretim programının içeriğinin, ilgili derste kazandırılması gereken temel bilgi, beceri, davranış, tutum ve değerlere uygunluğu:Tarihi olayları tahlil ederek insanlığın zaman içinde geçirdiği maceranın özünü ve aslını anlamak ve bu tecrübeyi yorumlayarak geleceğin insanı için fikirler üretmektir. Bu bağlamda, tarih kavramı, insan faaliyetlerini ve bu faaliyetlerin sonuçlarını, tabi olanın dışında insan tarafından gerçekleştirilmiş ve oluşturulmuş bulunan kültürleri ifade eder. Özellikle tarihin kültür yönü üzerinde durularak tarihi geçmişin biliminden yaşayan tarih bilimi şekline dönüştürülebilinir.Tarihin ikinci bir anlamı da insanlığın zaman süreci içerisinde geçirmiş olduğu olaylar ve olgular arasında kıyaslama (mukayese) yapılarak geçmişten dersler çıkarıp geleceğe ibretle bakmanın önemi ön planda tutulmalıdır.Tarih bilgisinin milletlerarası münasebetleri aydınlatması ve bunların düzenlenmesine yardımcı olduğu bilgisinin önemi dikkate alınmalı. Tarihi oluşumların, milletlerin siyasi, ilmi, iktisadi ve kültürel alanlarda birbirleriyle yaptıkları yarışların ürünü olduğu bilincinin daha etkin kazandırılabileceği düzenlemelerin yapılmasının önemi üzerinde durularak geleceğimizin teminatı sevgili öğrencilerimizin her an bu büyük yarışa hazır olarak yetiştirilirken, bu yarışta başarılı olabilmek, tarihi akışın çok iyi anlaşılmasına ve bu akışın kurallarının hiçbir zaman unutulmamasına, işlenen hataların tekrarlanmamasına, oyuna gelmemek için uyanık olunmasına ve gerektiğinde yeni tedbirler alınmasına bağlı olduğu unutulmamalıdır. Böyle bir anlayış, tarihin aktörünün insan ve insan grupları olduğunun şuuruna varılması anlamına gelir ki bu şuurun öğrencilerimize daha etkin bir şekilde verilmesinin yöntemleri aranmalı ve bulunmalıdır. Büyük Atatürk’ün ifadesiyle “Öğretmenler gelecek nesil sizin eseriniz olacaktır” sözü rehberimiz olmalı , yine büyük Atatürk’ün ifadesiyle “Milli kültürümüzü muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkarma” yolunda durmadan çalışmaları, sürekli bir çaba göstermeleri ve bu uğurda her fedakarlığı göze alabilmeleri gerektiği bilinci yeni yapılacak düzenlemelerde daha etkin bir şekilde kazandırılmaya çalışılmalıdır. Tarihin öznesinin insan olduğu, ancak sadece kendi şahsına, çevresine mensup olduğu topluma ve dünyaya karşı sorumluluk hissedebilen insanlar tarihin öznesi olabilirler. Bu kavrayış ve şuurdan yoksun olanlar ise, tarihin öznesi değil nesnesi diğer bir ifadeyle malzemeleri haline gelirler, çünkü bunlar inisiyatif sahibi olan diğer insanlar ve toplumlar tarafından kullanılırlar.Bir millet, insanlığın tarihi tecrübesini günümüz meselelerinin çözümü için yeniden yorumlamak ve kendi tarihini dünya tarihi içindeki yerine oturtmak suretiyle kazanacağı tarih şuuru sayesindedir ki, gideceği yönü kısa veya uzun vadeli hedeflerini belirleyebilir. Milletin bütün fertlerine bu şuurun kazandırılabilmesi, belirlenen yön ve hedeflerin benimsetilmesi gerekir. Buda ancak eğitim-öğretim yoluyla gerçekleştirilebilir.Her ülkede, tarih öğretiminin kapsam ve hedefi, Tarih öğretim Programlarıyla belirlenir. Tarihin oluşturucusu olacak insanların yetiştirilmesinde en önemli vasıtalardan birisi olan program yapma son derece ciddi bir iştir. Dünyadaki gelişmeler ve yeni araştırmalar sonucunda elde edilen bilgiler göz önünde bulundurularak daima canlı tutulması ve geliştirilmesi gerekmektedir.(1) 2. Sınıflar arası bağlantıların;a. Sınıflar arası bağlantı ve geçişler,b. Ön şart niteliğindeki bilgi, beceri, davranış, tutum ve değerlerin kazandırılması bakımından uygunluğu,a) Meslek liselerinde 9.Sınıflarda Tarih1 ve Tarih2 Konularının birbirinden ayrılarak düz liselerde olduğu gibi Tarih1 konularının 9.sınıfta; Tari2 konularında 10.sınıfta okutulmasının daha uygun olabileceği ifade edildi. Bu duruma gerekçe olarak ta 9.sınıfta yoğun bir ortam oluştuğu için bazı güçlükler yaşandığı bu güçlüklerin yukarıda ifade edildiği şekliyle aşılabileceği ifade edildi. Ayrıca 10.sınıfta seçmeli ders olarak okutulabildiği için 9.sınıfta Tarih1 ve Tarih2 konularının sıkıştırılmamasının daha uygun olabileceği belirtildi. Bu imkandan dolayı yoğun ortamın da hafifleyebileceği ifade edildi.b) Konuların anlatımına geçilmeden önce konuların hedef ve davranışlarına daha iyi ulaşabilmek amacıyla konularla ilgili öğrencilerin ön bilgileri kavrayabilecekleri bir düzenlemenin yapılmasının daha faydalı olabileceği üzerinde durularak; örnek olarak: T.C.İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük Dersinin ilk konuları işlenirken ön bilgi olarak:- İnkılap ve benzeri kavramların tanıtılması,- İnkılabın öğeleri, verileri ve hukuksal dayanağı- Türk İnkılabının özelliği- Atatürk’ün İnkılap anlayışı, gibi ön bilgiler verilirse konuların anlaşılmasının ve de derse daha hazır gelinmesi bakımından faydalı olabileceği belirtildi.Eğitimcilerin, gerek kendilerinin gerekse öğrencilerinin öğrenme stillerini bilmeleri nitelikli bir eğitim hizmeti sunabilmeleri bakımından önemlidir. Öğrenciyi tanıma tekniklerinin bir türü olarak nitelendirilebilecek öğrenme stilleri hakkında bilgili olmak, eğitimcilerin hizmet sunduğu kitleyi daha iyi tanımasını sağlayacak ve onlara öğrenme/öğretme bağlamında daha verimli olmanın yollarını açacaktır. Öğretmenler için en iyi yöntemin, etkili uygulayabildikleri yöntemler olduğu söylenebilir. O halde yöntem ve teknikler kişilerin öğrenme stilleri göz önüne alınarak yorumlanırsa daha iyi sonuçlar alınabilir.Öğrencilerin öğrenme tarzına uygun yöntem ve tekniklerle verildiği takdirde, her konuyu öğrenebilecekleri unutulmamalıdır. Öğrenciler bir yöntemle yeterince öğrenemiyorsa, değiştirilerek öğrencilerin öğrendikleri yöntem uygulanmalıdır.Öğrencilerin öğrenme stilleri bakımından güçlü ve zayıf yönleri belirlenerek onlara, amaçların saptanması, problemleri ele alış biçimleri, alan ve meslek seçmede rehberlik edilebilir. Bu yardımı yapabilmek için; a)Öğrenme stilleri envanteri(1), b)Öğrenme stilleri testi(2) kullanılarak ölçme yapılabilir. Böylece öğrenciler, öğrenme stillerinden hangisine daha yatkın olduklarını öğrenerek , çalışmalarında ve seçimlerinde daha başarılı olabilirler. Örneğin; “hissederek”, “izleyerek”, “düşünerek”, “yaparak” öğrenme tercihleri;”yansıtıcı gözlem”, “somut yaşantı”, “soyut kavramlaştırma” ve “aktif yaşantı” ile doğrudan ilgili becerileri yansıtır.(2) Tarih derslerinde bilginin yanı sıra becerilerinde arttırılmasına yönelik olarak dokunsal, işitsel, görsel öğrenci özelliklerinin dikkate alınarak müfredat programlarının yapılmasının yararları belirtildi.Konuların içeriklerine uygun olarak tarihi mekanların gezilmesi ve görülmesinin öğrenmeyi olumlu yönde etkileyeceği ve öğrenilen bilgilerin hafızalarda daha canlı tutulabileceği ifade edilerek, özellikle kırsal kesimlerde finansman sorunun aşılarak görsel öğrenmeye önem verilmesinin faydaları üzerinde duruldu. Böylece mesela; T.C.İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük Dersi anlatılırken Ankara’da T.B.M.M.’in açılışı ve Hükümetin kurulması konusuyla ilgili olarak Ankara Ulus’taki ilk meclis binasının gezilmesi o dönemin özelliklerini gözlemlemek, Atatürk Müzesinin gezilmesi veya kongreler işlenirken Erzurum ve Sivas Kongrelerinin yapıldığı tarihi mekanları ziyaret etmenin görsel öğrenime yapacağı katkılarının yanı sıra motivasyon açısından da yararları dile getirildi. Böylece tarihi olayların soyuttan somuta doğru daha iyi anlaşılmasında rol oynayabileceği ifade edildi. Yine görsel öğrenime yönelik olarak derslik sorunun çözülerek özellikle öğrenci sayısının yoğun olduğu okullarımızda tarih sınıflarının oluşturulmak suretiyle görsel araç ve gereçlerin kullanılmasının önemine değinildi.Öğrencilere kültür ortamlarının ve medeniyetlerin farklılığı şuurunu kazandırmak suretiyle, onların öğrenilen fikirleri sorgulama, görelilik mefhumunu kavrama, tenkit zihniyetini kazanma ve farklı kültürler bünyesinde evrenseli yakalama melekelerini geliştirmek.Büyük medeniyetler arasındaki münasebetler ağı içersinde milli tarihin yerini belirlemek suretiyle, milli kimliğin nasıl oluştuğunu kavratmak; onlara, millet varlığının ancak bu kimliğin korunarak sürdürülebileceği, değişme veya çağdaşlaşmanın, mahiyet değiştirme değil, almaya devam etme, oluşumunun sürekliliğini devam ettirme anlamına geldiği, Atatürk’ün belirlediği “Muasır medeniyet seviyesine ulaşma ve onu geçme” idealinin ancak bu anlayış içinde gerçekleştirilebileceği şuurunu kazandırmak amaçlanmalıdır. (3)Başarı yolları tespit edilirken özellikle ezbercilikten arınabilecek başarı yolları tespit edilmeli, hafıza(bellek) ve hatırlama(anımsama, çağrışım) yöntemlerini kullanmak gerekir. Mesela, İnebahtı Deniz Savaşı Yenilgisi’nin tam tarihini hatırlamak mı istiyorsunuz? Cayır cayır yanan bir kadırga tablosu hayal edin, gökten kıpkızıl 1571 yazısının düşüşünü tasavvur edin. Bunun gibi pek çok “hatırlama” tabloları hayalde icat edilebilir.(4)Başarılı, verimli ve kaliteli bir yaşam için öğrenme stilleri belirlenmelidir. Öğrenme stilleri bakımından insanları görsel, işitsel, dokunsal olarak üç grupta toplayan çok sayıda çalışma bulunmaktadır. Dersin işlenişinde bu yöntem ve tekniklerden de yararlanmak başarıyı arttıracaktır.Eğitim sistemimizde, kişilik eğitimine önem vererek, kalp ve zihin dengelerini sağlayarak bir nesil yetiştirebilir ve onları çağın ötesine hazırlayabilirsek işte o zaman gerçekten muasır medeniyet seviyesine çıkabiliriz.(5)Thomas Gardner tarafından ortaya atılan ve büyük bir ilgi gören çoklu zeka teorisine göre 8 ayrı zeka türü vardır ve bu 8 ayrı zeka şunlardır:1- Dilsel zeka, 2- Matematiksel/Mantıksal zeka, 3- Görsel/Alansal zeka, 4- Müziksel/Ritmik zeka, 5- Bedensel/Kinestetik zeka, 6- Sosyal zeka, 7- kişiye dönük zeka, 8- Tabiat zekası.(6) İşte zekalar çok yönlü kullanılırsa başarılar da buna bağlı olarak daha da artacaktır. 3. Öğretim programının içeriğinin öğrenci düzeyine uygunluğu, Tarih1 Programlarında Eski Çağlarda Türkiye ve Çevresi ünitesi anlatılırken ilkçağ medeniyetlerinin Anadolu Tarihi açısından taşıdığı önem öz olarak anlatılmalı ve sahip olduğumuz tarihi mirasın önemi hedef ve davranışlara dönüştürülmelidir.Siyasi, kültür ve medeniyet tarihleri anlatılırken konuların amacına uygun hedef ve davranışlar haline dönüşebilmesi için yakın çağ tarihi ile kıyaslamalara yönelik olması, tarihin ibret (ders alma) yönünü daha canlı tutabilecektir. Böylece günümüz gelişmeleri ile dünkü gelişmeler arasında bir bağlantı kurularak olayların daha nesnel boyutlarla anlaşılmaları sağlanabilecektir. Sonuç itibarı ile hikayeci tarih anlayışından objektif (bilimsel) tarih anlayışına geçilebilecektir. Dün dünde kalmıştır bugüne bakalım anlayışının yerine; dün olmazsa bugünde olmazdı anlayışı ön plana çıkartılmalı büyük Atatürk’ün ifade ettiği gibi “Büyük devletler kuran ecdadımız büyük, şümullü medeniyetlere de sahip olmuştur. Bunu aramak, incelemek, Türklüğe ve cihana bildirmek bizler için vazifedir. Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır. Eğer bir millet büyükse kendisini tanımakla daha büyük olur.” Böylece dünya tarihindeki yerimiz ve önemimiz daha iyi kavranabilir.Özellikle meslek liseleri bakımından Tarih2 konularının içeriğinin daha sadeleştirilerek verilmesinin daha uygun olabileceği ifade edildi.Eğitim öğrenmek amacına yoğunlaşmalı; öğrencide muhakeme ve mukayese melekelerini arttırmalı ve problem çözmeyi öğretmelidir.Öğrenciyi düşünmeye ve yaratıcı olmaya yönelten ve herhangi bir konu üzerinde eleştiri yapmasını sağlayan bir yaklaşım içerisine girilmesinin faydaları üzerinde durularak okulda öğrenilen bilgilerin normal hayatta da uygulanabilir kılınmasına yönelik düzenlemelerin yararları ifade edilerek, bunun içinde ezberci, hayatla irtibatı olmayan, kalıplaşmış doğruları müfredat programlarından çıkarmanın yararlarına değinildi.(7)4. Öğretim programının içeriğinin belirlenen süre içinde gerçekleştirilebilirliği,Tarih derslerinde kıyaslama, ibret, ders alma gibi yorum yapabilmek ve dün ile bugünü kıyaslamak kısaca neden ve sonuç kavramlarına cevaplar verebilmek bugünü daha iyi kavrayabilmek için ; Tarih1,Tarih2,İslam Tarihi ve T.C.İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük Derslerinin haftalık ders saatlerinin Genel Türk Tarihi ve Osmanlı Tarihi derslerinde olduğu gibi 3(üç)saate çıkarılabilmesinin yararlarına değinildi.5. Üniteler, konular ve kavramlar arasındaki geçişlerin ve bağlantıların uygunluğu dikkate alınacaktır.Tarih ders kitaplarında bazı bilgiler arasında tutarlılık olmadığı ve bazı tarihlerin birbirini tutmadığı kısaca bu yanlışlıkların yeni hazırlanacak olan ders kitapların da, düzeltilmesinin önemine değinildi. Yukarıdaki bilgilere örnek olarak:Tarih2 ders kitabında konuların içerik bakımından, konular arasında bağlantıların sağlanmasının önemi vurgulanırken; mesela” Denizlerde ki Gelişmeler” konusu anlatılırken Fatih Sultan Mehmet Dönemi siyasi gelişmeleri bitirilmeden II.Bayezid dönemine geçilmekte ve tekrar geri dönülmekte halbuki konular arasında bir bütünlük sağlanması için kronolojik sıralamanın takip edilmesinin anlaşılırlık bakımından önemine değinildi.Tarih ders kitaplarında (M.E.B.yay.) Tarih1 ders kitabında Anadolu Selçuklu Devleti’nin kuruluşu tarihinin (1077), Genel Türk tarihi Ders kitabında ise (M.E.B.yay) (1075) olarak verildiği görülmekte buna benzer birbirini tutmayan bilgilerin düzeltilerek karışıklığın giderilmesinin önemine değinildi. Tarih2 Dersinde 3.Ünitede yer alan I.Dünya Savaşı ve Osmanlı Devleti’nin Sonu adlı konu T.C.İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük Dersinin de konusu olduğu için Tarih2 konularından çıkarılmasının yoğunluğu azaltabileceği belirtilerek bunun düzeltilmesinin uygunluğu ifade edildi.Ermeni, Yunan-Pontus ve Süryaniler ile ilgili konuların yeni hazırlanacak olan müfredatlarda ve ders kitaplarında yer almasının önemine değinildi.T.C.İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük Ders kitabında II.Dünya Savaşı ve Sonrası ile ilgili konuların yer verilmesinin önemine değinildi.Aynı konu bağlantılı ünitelerin sıralamaya uygun planlanmasının önemi belirtilerek; Tarih1 dersinde bütünlüğün sağlanabilmesi açısından “Türkiye Tarihi (XI.-XIV.Y.Y.)” ünitesi ile Türk Dünyası II (XIII.-XIX.Y.Y.) Ünitesinin yer değiştirilmesi; Genel Türk Tarihinde ise “Orta Asya ve Yakın Doğu’da Kurulan Diğer Devletler” konusunun “Anadolu’ya İlk Türk akınları” yani “Türkiye Tarihi” konusundan sonraya bırakılması, yine Tarih2 Dersinde de “Osmanlı Siyasi Tarihi –I (1300-1600)” ile “ Osmanlı Siyasi Tarihi-II (1600-1922)” Ünitelerinin konu bütünlüğü açısından birbirini takip etmesinin yararlarına değinilerek yeni müfredat planlamasında konu bütünlüklerine verilecek önemin faydaları üzerinde duruldu.Müfredat programlarının yenilenmesiyle ilgili bu değerli çalışmaya katıldığımızdan dolayı sevincimizi ifade eder, yapılacak bütün çalışmaların büyük Atatürk’ün hedef çizdiği “Muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkarma” yolunda katkı sağlayacağına olan içten inancımızla Bakanlığımızın “Öğretim Programları” konulu bu değerli çalışmasına yürekten başarılar diler böyle anlamlı bir çalışmaya katkıda bulunmaktan büyük mutluluk duyduğumuzu bir kez daha ifade etmek isteriz.* Merak Etme:Merak edenler için orada çok önemli bir tarih var. Merakınız yoksa, tarih sizin için geçmişte kalmış olan bir şeydir. Tarihçi olmak, belirgin bir iletişim geleneği istiyor, belirgin bir şekilde konuşma yeteneği istiyor ve asıl önemlisi kuvvetli bir hafıza istiyor. Tarihçi olmamda kendime yeni bir dünya aramak etkili olmuştur. Tarih hiçbir şekilde bu millete okutulmamıştır, benimsetilmemiştir. Tarih bilmemekten dolayı bir kere tarih reddetme vardır. Türk Milleti maalesef tarih bilgisinden uzak, tarih şuuruna sahip olmayan bir millettir. her şeyden evvel tarih bileceksiniz. Buda maalesef okulda öğretilmiyor galiba. Biraz doğuştan kabiliyet çok lazımdır. Okul ancak yol gösterebiliyor. Bizim memlekette tarih tetkikatı zayıftır.. Büyük sentezler yapılmamıştır. Bu tarihi aktaracak ana ve ara araçlar yoktur. Mesela bu dediğim araçlar; Avrupa tarihinde tiyatrodur, tarihi romandır. Mesela bir takım şairler tarihçidir;Schiller gibi, Goethe gibi, Pushkin gibi, Corneille gibi. Sonra tarih filmi çeviren büyük rejisörler vardır. Bizlerin bu gibi araçları yoktur. Bu dallar bizde çok zayıftır. Bied defa doğru dürüst bir tarihi ressamımız yoktur. Dolayısıyla bizim millet tarih bilmez. Üniversitelerdeki tarih bölümleri lisansüstü hale getirilmelidir. Tarih Türkiye’de belirgin bir yüksek tahsil düzeyinden sonra yapılması gereken bir şeydir. (8) * Tarih Toplumsal Hafızadır Silinemez:Tarih, tüm yönleriyle düne ait gerçeğin aynasıdır. Aynaya bakabilmek, aynayla yüzleşmek ve oradan dersler alabilmek zorunluluğu, dünyada iddia sahibi her insan, her toplum ve her devlet için geçerlidir. (9)* Tarih Okumasını ve Ondan yararlanmasını geçen süre içinde Henüz başaramadık. Tarihe Nasıl Bakmalıyız?Tarih ne güzel aynadır. Bilinen gerçeklerdendir ki, tarih, bir ulusun, kanını, hakkını, varlığını hiçbir zaman yadsıyamaz. Tarihi yapan; akıl, mantık, muhakeme değil, belki bunlardan çok duygulardır. Tarih yazmak, tarih yapmak kadar önemlidir. Yazan yapana sadık kalmazsa, değişmeyen gerçek, insanı şaşırtacak bir nitelik alır.(10) * Yorum:Namık Kemal ve Cemil Meriç’in dediği gibi “Avrupa Şark’ı anlayamaz” İşin daha da acı tarafı, şimdilerde bir çok aydınımızın Osmanlı tarihine “onlar” dan daha yabancı gözlerle bakar hale gelmiş olmaları.(11)*Osmanlı Kadnıının Mühürleşmiş Hikâyeleri:California Üniversitesi’nden Leslie Peirce; Harem-i Hümayun(The Imperial Harem) adlı çalışmasında Osmanlı’da haremin Oryantalist bakışın izdüşümünde bir zevk ortamı şeklinde ele alınmasına karşı çıkarak bu “büyülü” ortamı herhangi bir devlet dairesini veya kurumu inceler gibi kemal-i ciddiyetle anlamaya çalışıyor. Kansu Gavri’nin torunu Paşa olur; (Osmanlı adli sisteminin sorunları çözebilme tekniği) Peirce’in yeni çıkan kitabı Morality Tales(Ahlak Hikâyeleri)(16.y.y Gazi Antep kadı sicillerine dayalı yapılan bir çalışma) mahkemede yerel cemaatten üyeler bulunması ve cemaat dolayımıyla bir çok davada orta yolun bulunduğunun gösterilmesi manidardır ve Osmanlı’nın tepeden inme çözümler dayatmayıp hemen her zaman halkla ve cemaatle beraber çözümler üretmeye özen gösterdiğini bir kere daha delillendirmektedir. Yavuz Sultan Selim’in Mecidabık’da (Dabık Çayırı’nda) mağlup ettiği Memluk Sultanı Kansu Gavri’nin ailesine nasıl bir muamelede bulunduğudur. Kılıçtan mı geçirilmiştir? Hayır, tam tersine, bu aile, Osmanlı rejimi içine, bir nesil sonra ek izi bile bırakmadan bütünleştirilmiştir. Mesela1574 tarihli bir Antep tahririnde Halep Valiliğinde Mehmet Paşa biri oturmaktadır.Mehmet Paşa’nın annesi Fatma Hatun Kansu Gavri’nin büyük kızıdır. Kitabın bir başka ciddi iddiası ise Osmanlı mahkemelerinin kapılarının sonuna kadar açık olduğudur. Peirce bize 1541 yılı Antep mahkeme sicillerinden 3 akla çarpıcı olay daha nakletmektedir ki, Osmanlı kadın tarihi üzerinde yeniden düşünmeye zorluyor bizi.Yeniçeriler Milletin Hamisi idi (Şinasi):Mevcut tarih bilgilerinin yetersizliğini yavanlığını nasıl tedavi edeceğiz. Elde edilen bilgileri sistematik bakış içerisinde nasıl yoğuracağız. Tarihte bir bakış(paradigma) değişikliğine ihtiyaç olduğunu hissedilebiliyor; ama bunun nasıl olacağına ilişkin bir “yol haritası” gerekli. Mesela: Bildiğimizden çok farklı Osmanlı Tarihi yazmak için zeminin oluşması nasıl hızlandırıla bilinir? Yani güçlü bir sentez nasıl vücuda getirile bilinir? Mesela:Yeniçeriliğin kaldırılması…Yeniçeriliğin olumsuzluğunun ön plana çıkartılması, itilip kalkınması, her türlü yeniliğin önünde bilinçli bir engel olarak takdimi, yani modernleşme maceramızın günah keçisi olarak yaltalanması ne kadar geçerli temellere oturtulur? Soruşturmak gerekmez mi biraz? Cevdet Paşa, “Yeniçeri Ocağı Osmanlı sisteminin kalbiydi” derken, II.Mahmut’un yaptığı bu icraatı eleştirmektedir. Yeniçerilik, gerçekten de eski rejimin kalbiydi; çünkü birçok sosyal grubun içine derinlemesine kök salmıştı. Esnaf loncalarının olduğu kadar ilmiye’nin de, bu arada asker-sivil bürokrasinin de güçlü içinde ayakları bulunan Yeniçeri Ocağı, klasik Osmanlı sisteminin çimentosuydu bir bakıma. Eleştiri konularının başında “Kazan kaldırıyorlar” dı. Kazan kaldırmak zannettiğimiz gibi mutlak manada kötü bir şey değil, bir yerde kamuoyunu harekete geçirmeye dönük uyarı girişimlerinin sembolik başlangıcıydı. Şimdiki gibi kamuoyunu oluşturmak için basın-yayın ve iletişim araçları olmadığı için ancak kazan kaldırılınca ayılabiliyordu yönetim aygıtı. Bir yerde yeniçeri isyanlarının çoğu, kanlı mitinglerdi. Tıpkı bugünkü sendikalar, dernekler vs. taleplerini yönetime ancak meydanlara dökülünce ve şiddet gösterisinde bulunmak suretiyle hatırlatabiliyorlarsa , o sisteme göre de ancak yeniçeriliğin önderlik ettiği şiddet içeren kalkışmalardan bir sonuç alınabiliyordu.Yeniçeri isyanlarının birer miting olduğunu söyleyebiliriz.(12)Ocağın yıkılmasıyla din alimlerinin nüfuzu da kırılmıştı(13)Halil İnalcık hoca Osmanlı Tarihinin doğru algılamadan geçmişi doğru bir şekilde algılayamayacağımızı ifade etmektedir. Osmanlı Tarihini gelecek neslin nasıl doğru algılamasını sağlamalıyız?(14)Halbuki tarih, dönemin yaygın kanaatleri çerçevesinde sürekli olarak yeniden yorumlandığı için Fransız İhtilâli’nin 100 ve 200. yıllarında “devr-i sabık”ın karekteri hakkında birbirinden oldukça farklı yorumlar getirilmiş.(15) Tarih Şuuru:Merhum Turgut Özal, milli değerlerine sıkı sıkıya bağlı olan Japonların Batıya meydan okuyan ilerleyişi karşısında, 1980’li yıllarda Japon eğitim sisitemine ilgi duyar. Bu sebeple inceleme ve araştırma yapmak üzere Japon Pedagog heyetini ülkemize davet eder. Alanında uzman olan bu Japon heyeti, ülkemizin çok değişik yerlerinde inceleme ve araştırmalar yapar. Bu araştırmaların sonucunu zamanın Milli Eğitim Bakanı Vehbi Dinçerler’le birlikte Başbakan Turgut Özal’ın huzuruna çıkar.eğitim alanında uzman olan Japon heyetinin kararı kısa ve kesindir. Der ki: “Sizin gençlerinizde milli şuur yok” Bu cevap üzerine şu soru sorulur “Peki siz Japonlar, gençlerinize milli şuur verme adına ne yaparsınız?” Bunu üzerine Japonlar ilginç, ilginç olduğu kadar da bizim açımızdan acı acı düşündürücü olan şu cevabı verirler: “Biz sizden aldığımız “AMİN ALAYI” (Osmanlılarda çocuğun yaşı 4 yıl, 4 ay, 4 gün olunca Amin Alayı denen bir törenle eğitime başlatılırdı.(16)Niçin öğrencilerimizi gerektiği gibi motive edebilmek için Japonlarda olduğu gibi Tarihimizden daha iyi faydalanabilmek için 100 Nagazaki değerinde Çanakkalemizi değerlendiremiyoruz?Tarih şuuru, geçmişle geleceği birbirine bağlayan güçlü bir köprüdür ve dün ile yarın arasındaki bu köprünün kurularak nesillerde tarih şuurunun uyandırılması o toplumun geleceği adına oldukça mühimdir. Günümüz nesilleri, hem dün, hem de yarın olmasını bilmeli ve bu anlayışla geleceği, mâzi kanaviçesine göre işlemelidirler ki, bugüne kadar milletçe maruz kaldığımız sosyal erozyonlara bir daha düşmeyelim.(17)İyi bir tarih şuuru ile donanımlı, tarihi ile barışık ve geçmişlerine ait bilgi ve değerleri, geleceğe sıçrama rampası olarak kullanabilen nesiller yetiştirebildiğimiz taktirde yarınlar elbet bizim için ümit vaat edecektir.(18) Merhum Özal’da 20 Nisan 1997’de kendisiyle yapılan bir söyleşide Ciddi hatalar yapmazsak 21.yüzyıl Türklerin ve Türkiye’nin yüzyılı olacaktır.(19) Demektedir.Günümüzde de görülen bazı tarihi yanlış yorumlama hataları olduğunu görmekteyiz.Kendi tarihlerini yeniden anlamlandırma gücü gösteremeyen toplumların atılım yapma güçleri ile yeni şartlara intibak etme kabiliyetleri de yoktur. Tarihi doğru yorumlayabilecek bir şuur kalıbıma ihtiyacımız vardır. Ahmet Turan Alkan’ın da ifade ettiği gibi: “Ayrıntıları ihmal etmek tarihçiliğin şanındandır ve galiba tarihin bütün lezzeti ihmal edilen ayrıntılarda gizlidir.”(20)Yapılacak ilk iş, tarihsizliğin bir çözüm olmaktan ziyade toplumun önündeki bir engel olduğunun kabulü ve tarihin, tarih haline gelmesine müsaade edilmesidir. Güncel etrafında bir “bilimse” ve kutsal tarih tekeli yaratma yerine farklı tarih tezlerinin tartışılmasına izin verilmelidir.(21)Tarih ile ilgilenen kişinin, doğruya ulaşmak ve yanlışlara düşmekten korunmak için değişik kaynaklara ve sistematiğe , çeşitli bilgi dallarına, dikkatli ve sağlam bir bakış açısına ihtiyacı vardır. Çünkü tarihi haberler konusunda sadece nakle dayanılır, toplumsal hayattaki temel örfler, siyasi ilkler, uygarlık ve medeniyetlerin kendilerine has özellikleri dikkate alınmaz ve geçmişte olan mevcut olanla ölçülüp değerlendirilmezse, gelen haberlerin doğruluğundan ve yanlışa düşülmediğinden emin olunmaz.Tarihçilerin, müfessirlerin ve (tarihi haberleri nakleden) râvilerin, tarihi hikâyeleri ve olayları, temel kriterleri sunmadan, benzerleriyle ölçüp değerlendirmeden, hikmet terazisine vurmadan, varlıkların temel özelliklerini dikkate almadan ve gözlem ve incelemeyi hakem kılmadan, sadece nakledilen haberlere itibar edip kabul etmeleri yüzünden yanlışa düştükleri ve doğrulardan sapıp vehimlerin ve yanlışların içinde kayboldukları çok olmuştur.(22)

Kaynaklar:______________________________
1) Tarih Dersi Programı : TD:15.03.1993/2378.
2) Eğitim Bilim:Ekim 2002., S.49.,Sf.11-12.
3) Tarih Dersi Programı : TD:15.03.1993/2378.
4) Eğitim Bilim Dergisi:Haziran 2002., S.45.,Sf.20.
5) Eğitim Bilim Dergisi:Eylül 2002.,S.48.,Sf.18.
6) Eğitim Bilim Dergisi:Şubat 2002.,S.41.,Sf.16.
7) Eğitim Bilim Dergisi:Temmuz 2002.,S.46.,Sf. 8-9.
8) Eleştirel Akla Çağrı (Mehmet Gündem) s.47-55(İ.Ortaoylı)
9) Eleştirel Akla Çağrı(Mehmet Gündem) s.70 (K.Karpat)
10) Eleştirel Akla Çağrı(Mehmet Gündem) s.303(Atatürk)
11) Kır Zincirlerini Osmanlı (Mustafa Armağan) s.6812) Kır Zincirlerini Osmanlı (Mustafa Armağan) s69-80
13) Türk Cihan Hakîmiyeti mefkûresi Tarihi (Prf.Dr.O.Turan) s.269
14) Kır Zincirlerini Osmanlı (Mustafa Armağan) s.161
15) Zaman Gazetesi(20. 01.2005) Prf.Dr. M. Şükrü Hanioğlu
16) Destanlaşan Çanakkale (Mustafa Turan) s.9
17) Tarih Şuuruna Doğru 1 (İbrahim Refik)
18) Tarih Şuuruna Doğru 2 (İbrahim Refik)
19) Eleştirel Akla Çağrı(Mehmet Gündem) s.295
20) Tarih Şuuruna Doğru 3 s.14-15 (İbrahim Refik)
21) Zaman Gazetesi(21 Haziran 2005 Salı) Prf.Dr. M. Şükrü Hanioğlu
22) Mukaddime İbn-i Haldûn (C.1; s.31-32)

13 Mart 2011 Pazar

Osmanlı Devlet Yönetimi

Osmanlılarda Devlet Anlayışı
Osmanlı Devleti’nde de daha önceki Türk Devletlerinin hâkimiyet anlayışı devam etmiş, ülke hanedanın ortak malı kabul edilmiştir. Hâkimiyet anlayışına göre hanedana mensup bütün erkek çocukların hükümdar olma hakkı vardır.
Osmanlı Padişahlarından I. Murat bu geleneği değiş­tirmiş, ülkeyi bundan sonra "hanedanın değil, sadece hükümdarın ve oğullarının malı" haline getirmiştir. Böylece merkezi otoritenin güçlenmesini sağlamıştır.
Taht Kavgaları ve Kardeş Katli
Hâkimiyet anlayışının en önemli sonucu olan taht kavgaları ile devletin par­çalanmasının önüne geçmek amacıyla Fatih Sultan Mehmet şehzade katline müsaade eden kanunlar çıkarmıştır.
Fatih çıkardığı kanunlar ile (Kanunname-i Ali Osman) Türk tarihinde ilk kez tam olarak merkeziyetçiliği kurmuştur. Tahta çıkan şehzadeye Nizam-ı Âlem için kardeşlerini öldürme yetkisi veren bu kanunlar ile padişah mutlak bir hükümdar haline gelmiştir.
l. Ahmet “Ekber ve Erşed” Sistemini getirerek tah­ta, hanedana mensup erkekler içerisinde en büyük olanının geçmesini kanunlaştırmıştır.
Osmanlı Hanedanı ve Padişahlar
Os­manlı hanedanı Oğuzların Kayı boyuna mensuptur.
Hükümdara, "Sultan, Padişah, Bey" gi­bi unvanlar verilirdi.
Sultan unvanını, ilk kez I. Murat kullandı.
Bundan başka han, hakan, hünkâr gibi unvanlarda kullanılıyordu.
II. Murat’tan itibaren padişah unvanı kullanıldı.
Görünüşte padişahlar memle­ketin sahibi sayılırdı. Her türlü yetki sultanın elin­deydi. Fakat bu yetkisini hiç bir zaman keyfi olarak kullanamazdı. Kanun, nizam ve töreye dayanarak devlet işlerini yürütürdü.
Yavuz Sultan Selim döneminden itibaren Osmanlı padişahları aynı zamanda halife unvanı ile tüm İslam dünyasının lideriydiler.
Şehzadeler
Osmanlı Padişahlarının erkek çocuklarına "Şehzade" veya "Çelebi" kız çocukları­na ise "Sultan" unvanı verilirdi.
Sancağa Çıkma
Hâkimiyet anlayışına göre bütün şehzadelerin hükümdarlık hakkı olduğundan hepsinin hükümdar olacakmış gibi yetiştirilmesi gerekmiştir.
Şehzadeler sarayda gerekli eğitimi gördükten sonra, yüksek haslarla kendilerine gösterilen sancaklarda bulunurlar ve oraları idare ederlerdi. Bir şehzade tayin edildiği sancağa gönderilir, yanına devlet işlerinde tecrübeli, devrin en iyi bilgili ulemasından "lala" denilen bir hoca ve­rilirdi. Şehzadeler sadece Anadolu'daki sancaklara gönderilirdi. Rumeli'deki sancaklara kesinlikle tayin edilmezlerdi.
Rumeli'de Sancak Verilmemesinin Nedenleri
Rumeli halkının isyan eden ve saltanata or­tak olmak isteyen şehzadeleri her zaman desteklemeleri
Rumeli'de başka devletlerden yardım alına­bilmesi
Rumeli'nin sefer yolları üzerinde bulunma­sı ve şehzadelerin kışkırtılabilmesi
Anadolu'nun daha kolay kontrol altında tutu­labilmesi
Anadolu halkının tamamen Müslüman ol­ması
En Önemli Şehzade Sancakları
Bursa, Amas­ya, Antalya Manisa, Balıkesir, Sivas, Kütahya, Eski­şehir, Aydın, Isparta ve İzmit gibi şehirlerdi.
Sancağa Çıkma Uygulamasının Faydaları
Şehzadeler, ileride devletin başına geçtik­leri zaman hiçbir güçlük ve acemilik çekmeden dev­leti yönetmeye başlarlardı. Zaman zaman bir sefere de gönderilerek komutanlık sanatını da öğrenmele­ri sağlanırdı.
II. Selim döneminden itibaren sadece hükümdarın büyük oğlu sancağa gönderilmeye başladı. (III. Murat ve III. Mehmet bu şekilde tahta çıkmıştır.)
Kafes Usulü
I. Ahmet devrinde "Sancağa Çıkma" geleneğinin kaldırılma­sı şehzadelerin tecrübesizliğini de beraberinde ge­tirmiştir. Sancağa çıkma geleneğinin kaldırılması “Ekber ve Erşed” sisteminin bir sonucu olmuştur. Zira şeh­zadelerin öldürülmesinin yasaklanmasından sonra onların sancaklara gönderilmeleri devlet için tehlike arz etmiştir.
Sancak bölgelerinde güçlenen şehza­delerin isyanlarını önlemek için merkezde kontrol altında tutulmuştur. “Kafes Usûlü” uygulamasına geçilmiştir. Bu usul şehzadelerin tecrübesiz ve bunalımlı yetişmesine yol açmış, duraklama dönemine girilmesinin en önemli iç sebeplerinden biri olmuştur. Ancak, taht kavgalarının önüne geçilmiştir.
Padişah buyruklarına ferman denirdi.
Merkez Teşkilâtı
Osmanlı Devleti, merkeziyetçi bir yapıya sahiptir. Devlet yönetiminin merkezinde padişah ve saray teşkilatı bulunurdu.
Başkent
Devletin merkezi İstanbul’du.
İstanbul, Dersaâdet, Âsitâne, Bâb-ı Âliyye, Belde-i Tayyibe isimleriyle anılırdı.
Saray
Padişahlar sarayda hem hayatını devam ettirmiş hem de devleti yönetmiştir.
İlk saray Bursa’nın fethi ile Bursa’da yapılmıştır.
Edirne’nin alınması ile Edirne’de saray inşa edilmiştir.
Fatih döneminde İstanbul’un fethi ile Topkapı Sarayı yapılmıştır.
19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren padişahlar, Dolmabahçe ve Yıldız saraylarında oturmuşlardır.
Saray, sadece yönetim ve askerlik açısından değil, Osmanlı edebiyatı, sanayi, ekonomik ve sosyal hayatı bakımından da geniş teşkilatlı bir merkez olmuştur.
Osmanlı Saray Teşkilâtı
Osmanlı sarayı, genel olarak üç bölümden oluşurdu.
Enderun ve Bîrun…
Bâbüssaade ise bir ara bölümdür ve genelde törenlerin yapıldığı bir alandır.
Kapıkulu Sistemi
Osmanlılarda yönetim ve askerlik görevlerinin yerine getirilmesinde gerekli olan insanları yetiştirmek için kurulan sistemin adı Kapıkulu Sistemi’dir.
Devşirme Sistemi
Osmanlılarda, genelde Balkanlarda bulunan Hıristiyan ailelerin küçük yaştaki çocuklarının Müslüman-Türk ailelere verilerek eğitildiği ve zamanla devlet hizmetine alındığı bir uygulamadır.
Devşirme sistemiyle alınan oğlanlar, Acemi Ocağı’na seçilirdi.
Edirne Sarayı, Galata Sarayı ve İbrahim Paşa Sarayı’nda eğitimlerine devam ederlerdi. Bunlara İç oğlan denirdi.
Seçilen çocuklar, Topkapı Sarayı’na alınır, Enderun’da eğitimlerine ve hizmetlerine devam ederlerdi.
Enderun Odaları:
1-Has Oda
Kırk kişilik padişahın günlük hizmetinde bulunan bir odadır.
Görevliler
Has Odabaşı: Bu görevlilerin başıdır.
Silahdâr: Padişahın silahlarıyla ilgilenirdi.
Çuhadâr: Padişahın dış giyimiyle ilgilenirdi.
Dülbentçi: Padişahın iç giyimiyle ilgilenirdi.
Rikabdâr: Padişahın ayakkabılarıyla ilgilenirdi.
2-Hazine Odası
Padişahın özel eşyalarıyla ve hazinesiyle ilgilenirlerdi
3-Kiler Odası
Sofra hizmetiyle görevli olanların kaldığı odalardır.
4-Seferli Odası
Müzisyen, berber gibi görevlilerin bulunduğu odadır.
İdari Birim
Yönetici
Asayiş
Adalet
Eyalet
Beylerbeyi
Subaşı
Kadı
Sancak
Sancak Beyi
Subaşı
Kadı
Kaza
Kadı
Subaşı
Kadı
Köy
İmam veya
Köy Kethüdası
Yiğitbaşı
Kadı Naibi
Mülk Arazi: Osmanlı devletinde halkın elinde bulunan tamamen halka ait topraklardı. Bu tür topraklar ikiye ayrılırdı:
Öşür Topraklar: Fetih sırasında Müslüman­lara ait olan veya ele geçirildiğinde Müslümanlara verilmiş olan topraklardır. Bu topraklar sahiplerinin mülkü olup, istedikleri gibi tasarruf edebilirlerdi. Bu mal sahipleri öldükleri zaman öldüklerinde toprakla­rı varislerine kalabiliyordu. Devlet bu toprak sahip­lerinden toprak üretim vergisi olan öşür (onda bir oranında alınan vergi) alırdı.
Haraci Topraklar: Fetih sırasında Müslüman olmayan yerli halkın ellerinde "mülk" olarak bırakı­lan topraklardır. Bu şekildeki topraklarda öşrü top­raklar gibi sahipleri tarafından şahsi tasarrufa açık­tı. Miras bırakabilirdi. Yalnız bu topraklardan alınan vergi biraz farklıydı. Haraci topraklardan iki türlü vergi alınırdı.
Harac-ı Mukaseme: Toprağın verimine göre alman üretim vergisidir.
Harac-ı Muvazzaf: Arazinin yüzölçümüne göre alman vergidir.
Vakıf Arazileri: gelirleri cami, medrese, hastane, imarethane, han ve hamam gibi topluma hizmet veren kuruluşların masrafları için ayrılmış arazilerdir. Vakıf arazilerinin alınıp satılması kesinlikle yasak olup vergiden muaf tutulmuşlardır. Vakıf topraklar üzerinde çalışan halk, arazisi hangi vakfa ayrılmışsa öşür vergisini o vak­fın yöneticisine veriyordu
Miri (Emiri) Arazi : Memleketteki toprakların büyük bir kısmı bu topraklardır. Bu topraklar devle­te ait topraklardır. Bunlar devletin olmakla beraber, ekip-biçmek ve boş bırakılmamak şartıyla yine eski sahipleri üzerinde bırakılıyordu. Kendilerine arazi verilenler, şartlara uyarak, o toprağı ekip biçerler ve öldükleri zaman bu yerler vergisini vermek sure­tiyle çocuklarına kalırdı. Ancak bu topraklar onu iş­leyenlerin özel mülkü olmadığı için alınıp-satılamaz, vakıf yapılamaz ve hibe edilemezdi.
Miri arazi çok çeşitlere ayrılmış olup, bazı önemlileri kısaca şöyledir:
Havass-ı Hümayun : Bu toprakların geliri devlet hazinesine giderdi. Bu toprakların bir kısmı doğrudan padişaha ait olup geliri ise Hazineye gi­derdi.
Paşmaklık : Padişahların kızlarına, anneleri­ne ve ailelerine ayrılan topraklardır.
Malikane : Devlet adamlarına hizmetleri se­bebiyle mülk olarak verilen topraklardır. Bu toprak­ların mülkiyeti şahıslara aitti. Ancak tasarruf yetkisi devletin olup, istediği kimseye verirdi.
Yurtluk : Sınır boylarını bekleyen asker ailelerine verilirdi. Fetih sırasında bazı komutanların hizmetlerine karşılık olmak üzere verilen topraklar­dı. Yurtluk herhangi bir yerin gelirinin hayatta oldu­ğu sürece bir kimseye verilmesidir.
Ocaklık : Bu hakka sahip olanlar, öldüklerin­de miras hakkı söz konusu olan topraklar idi. Kale muhafızlarına ve tersane giderlerine ayrılmıştır.
Mukataa : Gelirleri doğrudan hazineye ayrılan topraklardı.
Dirlik Toprakları : Belli hizmet karşılığı devlet adamlarına ve görevlilere verilen topraklardır. Üç kısma ayrılmıştır.
Has : Yıllık geliri yüz bin akçeden fazla olan dirliklerdir. Haslar padişahlara, vezirlere, divan üyelerine, şehzadele­re, beylerbeylerine, sancak beylerine verilirdi. Has sahipleri dirliklerinin gelirine göre silahlı ve her an savaşa hazır cebelu beslerdi.
Zeamet : Yıllık yirmi bin ile yüz bin akçe geli­ri olan topraklardır. Orta dereceli devlet memurlarına, kadılara, hazine ve tımar defterdarına, alay beylerine,kethüdalara, kale komutanlarına ve divan katiplerine verilirdi. Zeamat sahipleri ilk yirmi bin akçe hariç sonraki her beş bin akçe için bir cebelu beslerdi.
Tımar : Yıllık geliri üç bin ile yirmi bin akçe arasında olan dirliklerdir. Bunlar geçimlerini sağla­mak ve hizmetlerine ait masrafları karşılamak üze­re bir kısım asker ve memurlara tahsis edilen top­raklardı. Tımar sahipleri gelirlerinin üç bin akçesini geçimleri için ayırırdı. Buna kılıç tımarı denirdi. Geri kalan her üç bin akçe için bir cebelü beslerlerdi.Tımar toprakları üç kısma ayrılmıştır.
Mustahfaz tımarı : Camii imam ve Hatiplerine verilirdi.
Eşkinci tımarı : Savaşta yararlılık gösteren­lere verilirdi.
Hizmet Tımarı : Saray da çalışanlara verilirdi.
Dirlik Sisteminin Amaçları:
Topraktan daha iyi yararlanma
Devlet gelirlerini arttırma
Üretimde sürekliliği sağlama
Devlete masrafsız asker besleme
Ülkenin, Tımar bulunan bölgelerinde devlet otoritesini sağlama.
Vergilerin toplanmasını kolaylaştırma
Halkın ezilmesini önleme
Ülkeyi bayındır hale getirme
Ekonomik ve sosyal hayatı düzenleme.
Miri araziyi ekip biçen halka ve köylüye reaya denirdi. Bunlar vergileri, devlet o yeri hizmet karşılı­ğı kime vermişse ona ödüyorlardı. Dirlik sahiplerine de sipahi denirdi. Reaya toprağı ekip biçmek ve ba­kımıyla yükümlüydü.
Tımar rejimi içinde Tımar sahiplerinin ve rea­yanın hakları karşılıklı olarak düzenlenmiştir. Hiçbir zaman reayanın toprağı bırakıp gitmesine tımar sahibi izin vermezdi. Sipahi'nin çift bozan denilen bir tür tazminat vergisi alma hakkı vardı. Bunun yanın­da haksızlığa uğrayan köylünün de şikayet hakkı vardı. Eğer sipahi haksızsa hakkında işlem yapılır, dirliği elinden alınırdı.
Kuruluş ve Yükselme Dönemleri'nde tımar sis­temi iyi işlemiştir. Sefer esası üzerine kurulan bu sis­tem:
Savaşların uzaması.
Tımarların belli kimselerin elinde toplanması
Tımarların iltizama verilmesi
Tımarların rüşvet ve iltimasla satılması gibi nedenlerden dolayı bozulmuş II. Mahmut devrinde de kaldırılmıştır.
İltizam Sistemi
Osmanlı Devleti'nde tımar sistemi içine yerleştirilemeyen faaliyetlerin gerektirdiği parayı sağlayabil­mek için tımar sistemi yanında bir de iltizam usulü uygulanıyordu. XVI. yüzyılda bazı eyaletlerin ver­gilerinin açık artırma yoluyla belirli bir bedel karşılı­ğı peşin olarak mültezim adı verilen kişilere bırakıl­masına iltizam denir.
XVI. yüzyılda sınırların genişlemesi sonucu devle­tin giderleri arttı, uzak bölgelerdeki toprakların ver­gilerinin toplanması zorlaştı. Böylece uzak eyalet­lerde tımar sistemi yerine iltizam sistemi uygulandı. Bu sistem ilk defa Kanuni zamanında, Sadrazam Rüstem Paşa tarafından uygulandı. Devlet, uzak bölgelerin vergi gelirlerini açık artırmayla nakit ola­rak satmış, eyaletlerdeki askerler ve yöneticilerin maaşlarını ödemiştir. Mültezim, tımar sahibi gibi vergiye konu olan faaliyeti yapan zümreleri ve böl­geyi yöneten kişiydi. Dirlik sahibinin hakları mülte­zime de tanınmıştı. Merkezi idarenin zayıflamasıy­la, eyaletlerde asker yetiştirilmemiş ve halktan faz­la vergi alınarak reaya zor duruma düşürülmüştür.
Tarım
Osmanlı toplumunda ekonominin en önemli kolu tarımdı. Tarım politikasını belirleyen en önemli uy­gulama tımar sistemiydi. Bu sistemde toprağın mülkiyeti devlete, işleme görevi köylüye, vergisi si­pahiye aitti. Köylü, toprağı sürekli işleme ve miras bırakma hakkını devam ettirebilmek için bazı yü­kümlülükleri yerine getirmek zorundaydı:
Sebepsiz olarak toprağını terk edemezdi.
Öşür ve diğer vergileri sipahiye ödemek zo­rundaydı.
Toprağını sebepsiz olarak üç yıl üst üste boş bırakamazdı. Eğer bırakırsa toprak ken­disinden alınırdı.
Bu yükümlülüklere karşı devlet de halkın güvenliği­ni korumak ve düzeni sağlamakla görevliydi. Vergi­yi toplamakla görevli olan sipahinin de reayaya karşı yükümlülükleri vardı:
Üretimin devamlılığını sağlama.
Reayanın vergilerini toplama.
Cebelu denilen asker yetiştirme.
Asker toplama.
Asayiş ve düzeni sağlama.
Bayındırlık faaliyetlerini yapma.
Geniş topraklar, çeşitli iklim özelliklerinin varlığı ve toprak yönetiminin iyi olması nedeniyle tarımsal üretim yüksekti. Ürün fazlası Akdeniz ülkelerine sa­tılarak önemli gelir sağlanmıştır.
Hayvancılık
Hayvancılık tarım ekonomisinin ve genel ekonomi­nin önemli unsurlarından biridir. Osmanlı Dönemi'nin teknolojik seviyesi içinde hayvan, ulaşım ve üretimin en önemli güç kaynağı idi. Hayvancılık, daha çok Doğu.,Orta ve Batı Anadolu'daki göçebe­ler tarafından yapılmaktaydı. Adet-i ağnam adıyla önemli bir miktar teşkil eden hayvanlar için vergi toplanıyordu. Bursa'da ipek, Ankara'da tiftik, Sela­nik'te çuha, Bulgaristan'da aba üretimi hayvancılı­ğı önemli sanayilerin hammadde kaynağı durumu­na getirmiştir. Osmanlı Devleti'nde hayvancılığın gelişmesinde, boy ve Türkmen geleneklerinin yanı sıra ülkenin coğrafi koşullarının da etkisi olmuştur.
Sanayi
Esnaf Teşkilatı: Esnaf ve zanaatkârların çalışma ve pazar sorunlarını çözmek, mesleğe yeni ele­man yetiştirmek amacıyla lonca teşkilatı kurulmuştur. Osmanlı şehirlerindeki loncalar, ekonomik ha­yatın temeli durumundaydı. Loncaların dışında, esnaflık ve zanaatkârlık yapmak mümkün değildi. Loncalar, devletçe belirlenen kurallara uymak zo­rundaydı.
XVI. yüzyıla kadar Müslüman ve Hıristiyan esnaflar aynı loncaya üye olabilirken, daha sonra loncalar ayrıldı.
Loncaların Başlıca Görevleri
Ürünlerin kaliteli yapılmasını sağlamak ve fiyatları belirlemek
Esnafla hükümet arasında ilişkileri düzenle­mek
Üyelerinin zararlarını karşılamak ve kredi sağlamak
Halka mesleki eğitim vermek
Kendi aralarında iyi bir dayanışma sağlayan lonca yöneticileri, esnaf birliğinin sorunları kadar belde­nin sorunlarıyla da ilgileniyorlardı. Bu teşkilat halka mesleki eğitim vermeyi de ihmal etmemiştir.
Ticaret
Osmanlı Devleti'nin ilk dönemlerinde en önemli ti­caret merkezi Bursa idi. Fatih Dönemi'nde ülke sı­nırlarının genişlemesiyle birlikte ticaret de gelişti. Karadeniz kıyılarında Amasra ve Trabzon fethedil­miş, buralar önemli ticaret merkezleri haline gel­miştir.
XV. ve XVI. yüzyıllarda, Türk tüccarları uluslarara­sı ticaret faaliyetlerinde görülmeye başlamıştır.
XVI. yüzyılda Bursa, istanbul, Kahire, Halep, Kefe, Edirne ve Selanik önemli ticaret merkezleriydi.
ipek ve Baharat Yollarıyla gelen mallar, Türk tüc­carları tarafından Avrupa'ya nakledilirdi. Karadan yapılan ticaret, kervanlarla gerçekleştiriliyordu. Ti­caret devlet tarafından teşvik edilir ve ticaret eş­yasından alınan vergiler son derece düşük tutu­lurdu.
Hukuk
Osmanlı Devleti'nin İlk Yıllarında Hukuk
İlk dönemlerde yazılı bir hukuk olmadığından hu­kuksal anlaşmazlıklar töre ve geleneklere göre çö­zümleniyordu. Ayrıca Türkiye Selçuklularının hu­kuki uygulamaları da devam ettirilmiştir.
Osmanlı nüfusunun artması, topraklarının genişle­mesi her alanda olduğu gibi hukuk alanında da dü­zenlemelere yol açmıştır. Osmanlı Devleti fethetti­ği yerlerdeki halkın Osmanlı yönetimine uyum sağ­lamasını kolaylaştırmak amacıyla yürürlükteki ka­nunları bir süre kaldırmamıştır.
Osmanlı Hukuku'nun Temelleri
Osmanlı Devleti'nde hukuk; şer'i ve örfi hukuk ol­mak üzere iki temele dayanıyordu. Örfi hukukun şer'i hukuk kurallarına ters düşmemesine özen gösterilmiştir.
Osmanlı Hukukunun Gelişmesi
XV. yüzyılda Osmanlı hukuku gelişmeye başla­mıştır, ilk Osmanlı Kanunnamesi Fatih tarafından Kanunname-i Âli Osman adıyla düzenlendi. Fatih'ten sonraki padişahlar da kanunnameler yap­mışlardır. Bunların en meşhuru Kanuni Sultan Sü­leyman'ın kanunnamesidir. XV. ve XVI. yüzyıllarda Şeyhülislâmların verdiği fetvalar Şer'i hukukun ge­lişmesinde etkili olmuştur.
Osmanlı Devleti'nde Hukukun Uygulanışı
Osmanlı Devleti'nde bütün davalar Şer'i mahkeme­lerde çözümleniyordu. Mahkemelerde hâkim ola­rak kadılar görev yapıyordu. Kararlar Şer’iyye Sicillerine yazılırdı. Kadılar, Şer'i hukuk konularında karar veremediklerinde "Müftü"den fet­va isterlerdi. Mahkemeler herkese açıktı. Mahke­menin verdiği karan kabul etmeyenler bir üst mah­keme olan Divan-ı Hümayun'a müracaat ederlerdi. Burada verilen kararlar değiştirilemezdi. Kadıların yardımcıları (naipler) vardı. XVI. yüzyıl sonlarına kadar toprak kadılığı adıyla seyyar kadı­lar vardı. Soruşturmalar toprak kadıları tarafından yapılıyordu.
Kadıların Vazifeleri
İslam hukukunu uygularlar, kişiler arasında­ki anlaşmazlıkları çözümlerler.
Miras, ticaret ve nikâh işlemlerini karara bağlardı. (Noterlik hizmeti yapardı.)
Vergilerin toplanması ve bunların hazineye aktarılmasını sağlardı.
Görev bölgesinde denetim yapardı.
Merkezden gönderilen emirler halka duyu­rur, halkın şikâyetlerini de divana iletirdi.
Osmanlı Hukukunda Meydana Gelen Değişmeler
XIX yüzyılda Osmanlı hukukunda önemli değişiklikler olmuştur
Avrupa hukuk kuralları örnek alınmıştır.
Tanzimat Dönemi'nde, II. Mahmut'un kurduğu Davalar Nezareti; Adliye Nezareti adını aldı (1870). Ticaret ve Temyiz Mahkemeleri kurul­du. Avrupa ile ilişkilerin yoğunlaşması üzerine maliye, hukuk, ticaret, ekonomi, eğitim ve idare alanlarında birçok kanun ve yönetmelik çıkarıl­dı. Ceza Kanunu (1840), Ticaret Kanunu (1850), Deniz Ticaret Kanunu (1868) ve yeni çıkan ka­nunları bildiren Düstur adlı dergi çıkarıldı (1865). Ahmet Cevdet Paşa'nın başkanlığında (Mecel­le adı verilen) İslâm hukukuna dayalı medeni kanun hazırlandı (1866 – 1878).
19. yüzyıl Osmanlı adalet teşkilatının en önem­li eksiği mahkemelerde birlik olmamasıydı. Bu mahkemeler dört kategoride incelenebilir: Niza­miye Mahkemeleri (Adliye nezaretine bağlı yeni mahkemeler), Konsolosluk Mahkemele­ri (Elçilik ve konsolosluklara bağlıydı, yabancıların davalarına bakardı, dolayısıyla Dışişleri Bakanlığı’na bağlıydı), Şer'i Mahkemeler (Şeyhülislama bağlı, Müslüman halkın evlenme, boşanma, miras v.b. gibi davalarına bakardı), Cemaat Mahkemeleri (Gayri Müslimlerin davalarına bakan mahkemeler, sadrazama bağlıydı).


Atatürk'e Para Ödeten Milli Eğitim Bakanı

Yıl 1934, o dönemde Milli Eğitim Bakanlığı Ulus’tadır.Bakan ise Niğdeli Abidin ÖZMEN’dir.
Bakan,makamında çalışmaktadır.Kapı çalınır.Bakanın gür sesi:


"Giriniz!"

ATATÜRK’ün yaverlerinden biri,yanında iki çocukla makama girerler. Hoşbeşten sonra yaver,Bakan Abidin ÖZMEN’e bir zarf uzatır.Konuklara yer gösterir ve zarfı açar.ATATÜRK’ten gelen bir mektuptur bu:

"Bay Abidin ÖZMEN,Milli Eğitim Bakanı...."Abidin ÖZMEN zarfı özenle açar ve mektubu dikkatle okur:

"Yaver Bey'le,size iki fakir ve kimsesiz çocuk gönderiyorum.Bu çocukları,uygun göreceğiniz bir liseye (parasız yatılı olarak) kaydını yaptırıp..."

Bu, ATATÜRK’ün bir emridir.Kesinlikle yerine getirilecektir.Baka n Abidin ÖZMEN,Orta Öğretim Genel Müdürü’nü çağırtır ve şu direktifi verir:

"Yaver Bey'in yanındaki bu iki çocuğun evrakını alınız ve bu çocukları Haydarpaşa Lisesi'ne paralı yatılı olarak kaydını yaptırıp her ikisi için de üçer yıllık paralı yatılı makbuzlarının 'Veli ve ödeyen hanesine ATATÜRK’ün ismini yazdırarak bana getiriniz." der.

Bakanın emri yerine getirilmiştir.Abidin ÖZMEN de kısa bir mektup yazarak Yaver Bey'le ATATÜRK’e yollar.Mektubun içeriği şöyle:

"Muhterem ATATÜRK,Yaver Bey'le göndermiş olduğunuz iki çocuk hakkında emirlerinizi aldım.Ancak,arkasında Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu ve Cumhurbaşkanı ATATÜRK gibi biri bulunduğu için;bu iki çocuğu fakir ve kimsesiz olarak kabul etmeme,hem yasalarımız,hem de mantığımız izin vermedi.Bu nedenle her iki çocuğun da emirleriniz gereği Haydarpaşa Lisesi'ne paralı yatılı olarak kayıtlarını yaptırdım. Çocukların üçer yıllık okul taksitlerine ait makbuzları ekte takdim ediyorum..."

ATATÜRK bu mektup üzerine,devrin Başbakanı İsmet İnönü’ye telefon ederek: "Bak,senin Milli Eğitim Bakanın bana ne yaptı!" diyerek olayı anlatmış.İnönü,bakanı adına özür dilemiş

ATATÜRK: "Yok!" demiş "Özür dileme.Çok memnun oldum.Keşke her devlet adamı bu medeni cesarete sahip olabilse ve doğruyu gösterebilse..."

*Bu anı Yüksek Mimar H.Rahmi ÖZMEN’İN amcası, M.E.B. Bakanı Abidin ÖZMEN ve ATATÜRK arasında geçer.Tarihi değeri olan ve hiçbir yerde yayımlanmayan bu anının unutulup gitmesine gönlü razı olmayan Bakanın yeğeni H.Rahmi ÖZMEN 15.08.1985 günlü bir mektupla gazeteci yazar Vahap Okay'a iletir.O da 15.09.1985 tarihli KOLAY İLAN adli gazetesinde yayımlar.(Cumhuriyet,09.01.2002)

Atatürk Hakkında Dünya Basınında Yazılanlar


AMERİKA

Atatürk bu yüzyılın büyük insanlarından birinin tarihi başarılarını, Türk halkına ilham veren liderliğini, modern
dünyanın ileri görüşlü anlayışını ve bir askeri lider olarak kudret ve yüksek cesaretini hatırlatmaktadır. Çöküntü halinde bulunan bir imparatorluktan özgür Türkiye' nin doğması, yeni Türkiye' nin özgürlük ve bağımsızlığını şerefli bir şekilde ilan etmesi ve o zamandan beri koruması, Atatürk' ün Türk
halkının işidir. Şüphesiz ki, Türkiye' de giriştiği derin ve geniş inkilaplar kadar bir kitlenin kendisine olan güvenini daha başarı ile gösteren bir örnek yoktur.

John F. KENNEDY (A.B.D. Başkanı)


Benim üzüntüm, bu adamla tanışmak hususundaki şiddetli arzumun
gerçekleşmesine artık imkan kalmamış olmasıdır.

Franklin D. ROOSEVELT (A.B.D. Başkanı)


Asker-devlet adamı, çağımızın en büyük liderlerinden biri idi.
Kendisi, Türkiye' nin, dünyanın en ileri memleketleri arasında
hak ettiği yeri almasını sağlamıştır. Keza O, Türklere, bir
milletin büyüklüğünün temel taşını teşkil eden, kendine
güvenme ve dayanma duygusunu vermiştir.

General Mc ARTHUR


Sovyet Rusya Hariciye Nazırı Litvinof ile görüşürken kendisine
onun fikrince bütün Avrupa' nın en kıymetli ve en ziyade
dikkate değer devlet adamının kim olduğunu sordum. Bana
Avrupa' nın en kıymetli devlet adamının Türkiye Cumhurbaşkanı
Mustafa Kemal olduğunu söyledi.

Franklin D. ROOSEVELT A.B.D. Başkanı


Dünya sahnesinden tarihin en dikkatli, çekici adamlarından biri
geçti.

Chicago Tribune



Savaş sonrası döneminin en yetenekli liderlerinden biri.

New York Times


İnsanı teslim alıcı fevkalade önderlik kuvveti vardır. O,
tetiktir, hazır cevaptır, dikkati çekecek kadar zekidir.

Gladys Baker (Gazeteci)


ALMANYA

O kişisel kazanç ve ün peşinde koşan basit bir diktatör değil,
gelecek kuşaklar için sağlam temeller atmaya uğraşan bir
kahramandı.

Prof. Walter L. WRIHT Jr.


Atatürk Türkiye' yi tek düşman kalmaksızın bırakmıştır. Bu
zamanımızın hiçbir devlet şefinin başaramadığıdır.

Alman Volkischer Beobachter Gazetesi


Almanya, ATATÜRK' ün eserine ve mücadelesine hayrandır. Onda,
tarihi eseri, özgürlüğü seven bütün milletler için bir sembol
olarak kalacak kudretli bir kişilik görmektedir.

Berlin, Alman Ajansı


Istırap çeken dünyada barış ve esenliği yeniden kurmak ve
insanlığın yalnız maddi değil, manevi gelişmesini sağlamak
isteyenler Atatürk' ün iman verici ve yön göstericiliğinden
örnek ve kuvvet alsınlar.

Profesör Herbert MELZIG(Tarihçi)


Kendisinin tarihi büyüklüğü, eseri olan yeni Türkiye' ye
bakılarak bu günden ölçülebilir.
Çelik gibi azim ve gayreti, uzağı gören akıl ve hikmetle
birleşmiş olan bu gerçek halk önderi ve devlet adamı; Anadolu
dağlarının en uzak ve ıssız köşesindeki köylere bile başka bir
ruh aşılamıştır.

Illustrierte Dergisi



O, kendi milleti ve beşeriyet alemi için beslediği muhabbetle,
bir dahinin neler yarattığına dair, cihana fevkalade heyecanlı
bir sahne seyrettirmektedir.

Herbert MELZIG


FRANSA

İnsanlığın bütün belirtileri Onda kendini hemen gösteriyor.

Noelle Gazetesi


Eski Osmanlı İmparatorluğu bir hayal gibi ortadan silinirken,
milli bir Türk Devleti'nin kuruluşu, bu çağın en şaşırtıcı
başarılarından birisidir. Mustafa Kemal, yüce bir eser ortaya
koymuştur. Atatürk' ün parlak başarısı bütün sömürgeler için bir
örnek olmuştur.

Maurice BAUMANT(Profesör)


Çok büyük bir adamdı...bir siyasi dahiydi.

Excelsior Gazetesi


Dünyanın, çağdaş, en büyük kişilerinden biri.

Le Jour-Echo de Paris


Atatürk' ün yurt kurtarıcı olduğunu, milletlerin en vefalısı
olan Türkler asla unutmayacaklardır.

Noell Roger Gazetesi


Karşımdaki bu büyük adamda, keşfettiğim bu büyük meçhulde
maharet ve karakter o kadar iyi işlenmişti ki, sözlerinde
hiçbir şüphe aranamazdı.

Claude Farrer (Yazar)

Bu günün Türkleri, yüzyıllar önce Avrupa' yı titreten canlı
millet durumuna erişmiştir. Ve bu aksam O büyük ulunun başında
bekleyen Türkiye, güçlü ve dipdiri Türkiye' dir.

Pierre Dominique(Gazeteci)


Asırları asan adam !..

Fransa, Paris Basını

Akıllı ve barışçı yöntemlerle gerçekleştirdiği eseri halkların
tarihinde izlerini bırakacaktır.

Albert LEBRUN

Fransız Cumhurbaşkanı


Mevcut rütbelerin hepsini kaldırdığı bir memlekette, bu adam,
bütün rütbeleri, kazanmıştır. O memlekete, bulabilecek en
şerefli isim Ona verilmiştir.

Mercel Sauvage(Gazeteci)


Bu, insanlığa denenmiş bir felsefe örneği olarak sunulabilir.
Atatürk yüz yıllara sığabilecek işleri on yılda tamamladı.

Gerrad Tongas(Yazar)


Atatürk öldü. Barış kubbesinin Doğu sütunu yıkıldı. Artık
evrende barışı kimse garanti edemez. Nitekim Avrupalı devlet
adamları; O' nun 1930'da yaptığı uyarı ve tavsiyeleri
dinlememiş ve dünyayı 1939 yılında ikinci büyük savaş
felaketinin içine sürüklemişlerdir.

SANERWIN Gazetesi


Atatürk, bir milleti, birkaç yılda asrileştirmek mucizesini
göstermiştir.

Paris-Le Temps


Yeni Türk Devleti ile Ankara Antlaşması' nın imzalanması
nedeniyle; "Bizi arkadan vurdu, dağ başındaki haydutlarla,
Mustafa Kemallerle anlaştı" diyenlere Fransız Başbakanının
Mecliste verdiği cevap:
Dağ başındaki haydutlar diye isimlendirdiğiniz kahraman
Mustafa Kemal ve O' nun tüm askerleri burada olsalardı teker
teker hepsinin heykellerini dikerdik. Böylesine kahraman bir
antlaşma imzalamaktan gurur duyuyorum.

Fransız Başbakanı BRIAND



Sırasıyla ihtilalci ve asi, sonradan muzaffer bir kumandan
olan "Türklerin babası" Yeni Türkiye' yi yarattı, sultanları
kovdu, kadınlara hürriyet verdi fesi kaldırdı, ülkesinde
radikal bir inkilap yaptı.

Paris-Soir' den


Denilebilir ki onsuz, İslam alemi yolunu bulabilmek için elli
yıl daha bekleyecekti.

Berthe Georges-Gaulis


O, yüce bir dağa benzer. Eteğinde yaşayanlar bu yüceliği fark
edemezler. Bu dağın azametini kavrayabilmek için, Ona çok
uzaklardan bakmak gerekir.

Claude FARRER / Fransız Edibi


Türkiye tarihi, bugün her zamandan çok Batı ve Avrupa
tarihinden ayrılmaz bir haldedir. Ve Atatürk' ün bu yöndeki
gayretleri sonuçsuz kalmamıştır.
Memleketlerimiz arasındaki yüzyılları aşan dostluk, bu
gelişmenin temel öğelerinden biridir.

Charles De GAULLE


Kemal Atatürk' ün karakterinin bir cephesini göstermek
itibariyle bir noktayı hatırlatmak isterim. Bize savaşlarından birini anlatıyordu.
Birdenbire durdu: Görüyorsunuz ya, dedi: birçok zaferler kazandım. Fakat
bunların en büyüğünden sonra bile her akşam, savaş alanlarında
ölen bütün askerleri düşünerek içimde derin bir keder duyuyorum.
Cesaret ve zekasından başka yüreği bu kadar yüce olan böyle
bir Şef' in, yurdu için mucizeler yaratmış olmasına şaşılabilir mi?

George BENNES

Vu Gazetesi



Devrin yüksek şahsiyetleri kitaplarda, konferanslarda
Türkiye' nin asla değişmeyeceğini ve değişmeden öleceğini ilan
etmişlerdi. Halbuki ölmeden değişti. Hem de kökünden ve baştan
aşağı değişti. İnançlar, gelenekler, yöntemler yıkıldı. Son
döküntülerini de yabancı zırhlıları ve kapitülasyonlar gibi
memleketten sürüp attılar. Türkiye, ruhunu değiştirmişti.
Tamamen ve tasavvur edilmesi mümkün olduğu kadar.

Raymond CARTIER

Le Nouvelliste Gazetesi


İNGİLTERE

Savaş sonrasının en ileri gelen devlet adamlarından biri.
Kendi başına bir klas oluşturuyordu ve hemen her açıdan tekti.

The Fortnightly, Londra


Avrupa, savaştan sonra belirmiş az sayıdaki yapıcı devlet
adamlarından birini kaybetti.

Spectator


Çağımızda hiçbir isim Atatürk' ün adı kadar büyük saygı
yaratmamıştır.

Observer


İngiltere önce, cesur ve asil bir düşman, sonra da sadık bir
dost olarak tanıdığı büyük adamı selamlamaktadır.

Sunday Times


O, benzeri olmayan bir devlet adamı idi. Diktatörlerin tahammül
edemediği serbest bir nizamla, başaramadığı ve
başaramayacağı işler yapmıştır. Tarihte böyle adamlar
devirlerine kendi adlarını vermişlerdir.

Word Price



O, Türkiye' nin önceki kuşaklarından hiçbirine nasip olmayan
özgürlük ve güven dolu bir hayat sağladı. Başarıları,
Türkiye' nin Avrupa devleti olmasını sağladı, yakın doğunun
tarihini değiştirdi.

Times Gazetesi


Savaş Türkiye' yi kurtaran, Savaştan sonra da Türk Milletini
yeniden dirilten Atatürk' ün ölümü, yalnız yurdu için değil,
Avrupa için de büyük kayıptır. Her sınıf halkın O' nun ardından
döktükleri içten gözyaşları bu büyük kahraman ve modern
Türkiye'nin Ata' sına değer bir görünümden başka bir şey
değildir.

Winston CHURCHILL İngiltere Başbakanı


Atatürk, Türk Milleti'nin ruhunda Türk Bayrağı gibi dalgalanan
bir baştı.

Daily Telegraph


Cumhuriyet Türkiye' sinin Devlet Başkanı Kemal Atatürk, diğer
önderlerde görmeye alışmadığımız şu değerli nitelikleri
kişiliğinde toplamış bulunuyor: alçak gönüllülük, yeterlik ve
başarı.

The Truth Dergisi


O genç ve dahi Türk Şefi'nin o esnada Çanakkale de bulunması,
müttefikler bakımından tarihin en acı darbelerinden biridir.

Alan Moorehead (Yazar)


Atatürk, eskimiş bilimlerle boş yere kafasını yormamış
olduğundan daha taze ve cesur düşünen bir önderdir.
Kendisi için, bugünkü Avrupa' nın en güçlü Devlet Adamıdır
diyebileceğimiz Atatürk, hiç şüphesiz devlet adamlarının en
cesur ve orijinalidir.

Herbert Sideabotham (Yazar)



Herhangi bir olayı derinliğiyle kavramak, çıkar yolu görüp
birdenbire harekete geçmek iktidarı, O' nun eşsiz otoritesinin
başlıca kaynaklarından biridir.

Grace Ellison (Gazeteci)


AFGANİSTAN

O büyük insan yalnız Türkiye için değil, bütün doğu milletleri
için de en büyük önderdi.

Emanullah HAN

Afgan Kralı


ARNAVUTLUK

Bu Türk Milleti yastadır. Çünkü yeni Türkiye' nin yaratıcısı
olan eşsiz şefini kaybetmiştir.

Stipsi Gazetesi


AVUSTURYA

Büyük düşüncelerin adamı, bir devlet mimarıydı.

Neue Freie Presse, Viyana


Atatürk öyle bir insandır ki, hayali değildir. İstediğini
bilir, bildiğini yapar, yapamayacağı bir şeyi de istemez.

Avusturyalı Heykelci KRIPPEL


BELÇİKA

Atatürk, yirminci asrın en büyük gerçeğini yaratan adamdır.

Kopenhag-Nasyonal Tidende


Milletine bu kadar az zamanda bu ölçüde hizmet edebilen tek
devlet adamı Atatürk' tür.

Libre Belgique gazetesi


BULGARİSTAN

Hiçbir memleket, yeni Türkiye' nin Ata' sı tarafından başarılan
kadar güçlü, hızlı ve kökten bir yenilik hamlesine
erişmemiştir.

Bulgar Dness Gazetesi


ÇİN

Mustafa Kemal yeni Türkiye' nin kalbidir. Eski, yıpranmış bir
toplumdan yepyeni, güçlü bir millet yaratmış, eşsiz
kişiliğiyle kendini herkese saydırmış, enerjisiyle herkesi
kendine inandırmıştır.

Ma Shao-Cheng (Yazar)


DANİMARKA

Atatürk, şahsiyet ve yeteneğin dev gibi bir simgesi idi, O,
yirminci yüzyılın en görkemli olayını yaratan adamdı.

National Tidence Gazetesi


FİNLANDİYA

Atatürk, olağanüstü nitelikte bir devlet adamı, savaş sonrası
dünya tarihinin en önemli simalarından biri idi.

Hufvud Stadbladet Gazetesi


HİNDİSTAN

Dünyanın yetiştirdiği en büyük insanlardan biri.

Star of India


Atatürk, yalnız Türk Milleti'nin değil, özgürlüğü uğruna
savaşan bütün milletlerin önderiydi. O' nun direktifleri
altında siz bağımsızlığınıza kavuştunuz. Biz de o yoldan
yürüyerek özgürlüğümüze kavuştuk.

Bayan Sucheta KRIPALANI Hint Parlamento Heyeti Başkanı



İRAN

Atatürk gibi insanlar bir nesil için doğmadıkları gibi belli
bir devre için de doğmazlar. Onlar önderlikleriyle yüzyıllarca
milletlerin tarihinde hüküm sürecek insanlardır.

Tahran Gazetesi


Atatürk yalnız kahraman milletinin büyük bir Şef'i olmakla
kalmamıştır. O, aynı zamanda insanlığın da en büyük evladı
olmuştur.

Iran Gazetesi


İSRAİL

Dünya, çağımızın en dikkati çekici adamlarından birini
kaybetti.

Palestine Post


Mustafa Kemal Atatürk, kuşkusuz 20. yüzyılda dünya savaşından
önce yetişen en büyük devlet adamlarından biri, hiçbir millete
nasip olmayan cesur ve büyük bir inkilapcı olmuştur.

Ben Gurion İsrail Başbakanı


İSVEÇ

O olmasaydı modern Türkiye olmazdı. O' nun sayesinde Türkler,
O' nun olağanüstü eserini izleyebilecekler ve zaten dünyaca pek
yüksek olan onurlarını daha fazla yükseltebileceklerdir.

Nya Dagligt Gazetesi


İSVİÇRE

Türkiye' yi yaratan, tarihimizin bu en Büyük Adam' ını başımı en
derin hürmetle eğerek selamlarım.

Profesör MORRF

Yalnız bir asker değil, aynı zamanda yüzyılımızın bir daha
göremeyeceği bir dahi idi.

Profesör SEKRETAN


İTALYA

Hayatının sonuna kadar milleti' nin mutlak güveni ile kurduğu
devletin başında muzaffer kumandanının kişiliği, eşi
görülmemiş bir karakter örneğidir.

C.C.SFORZA


Üstün iradesi, tükenmez cesareti ve eşsiz sezişi ile
hasımlarını dize getirdi. Fazilet ve ciddiyeti, üç yılda
memleketine yalnız askeri değil, aynı zamanda tam ve doyurucu bir
siyasi zafer kazandırdı.

F.Perrone Di San Martino (Yazar)


Atatürk'ün ölümü ile Yakın Doğu' nun gelişmesine birinci
derecede etken olan son derece kuvvetli bir şahsiyet
kaybolmuştur.

Tribuna Gazetesi


JAPONYA

Şaşırtıcı ve çekici bir kişi. Asker olarak büyük, fakat devlet
adamı olarak daha büyük.

Japon Times


Yüzyıldan beri Küçük Asya'nın çıkardığı en büyük lider.

The Japon Chronicle


LÜBNAN

Büyük adamlar, kuşaklarının başındadır. Türk Milleti'nin
başındaki büyük ve dahi Atatürk, politika ve savaş alanlarında
yılmayan büyük ve yurtsever bir insandı.

Lübnan Başbakanı



Kelimenin tam anlamıyle bir yapıcı ve yaratıcı olan Atatürk,
dünya haritasında memleketine yepyeni bir sınır çizmiştir.

Loryan Gazetesi


Atatürk, dünyanın çok nadir yetiştirdiği dahilerdendir. O,
bütün bir tarihin seyrini değiştirmiştir.

Ennehar Gazetesi


Dünyanın çok nadir yetiştirdiği dahilerdendir. Dünya tarihinin
gidişini değiştirmiştir.

An Nahar


MACARİSTAN

Yüzyılımızda, "olmayacak hiçbir şey yoktur" şeklindeki tarihi
gerçeği ıspatlayan ilk adam olmuştur.

Esti Ujsag.Macar.


Dünya, bu savaş ve barış kahramanı büyük adamın ölümü ile
yoksul düşmüştür.

Pester lioyd Gazetesi


Türkiye'yi bir arı kovanına ve bütün Türkleri de bal aramağa
çıkmış çalışkan arı' lara benzetiyorum. Nasıl arı' lar beylerinin
etrafında toplanıp çalışırlarsa bütün Türk Milleti bu gün
büyük dahi Mustafa Kemal etrafında toplanmışlardır.

Prof. M. Zaajti Franes


MISIR

Çağının, belki de tüm tarihin en olağanüstü kişilerinden biri.

Egyptian Gazete



NORVEÇ

Atatürk, tarihte, memleketinin en büyük adamlarından biri
olarak kalacaktır.

Le Morgen Bladet Gazetesi


PAKİSTAN

Kemal Atatürk, yalnız bu yüzyılın en büyük adamlarından biri
değildir. Biz Pakistan'da, Onu geçmiş bütün çağların en
büyük adamlarından biri olarak görüyoruz. Askeri bir deha,
doğuştan bir lider ve büyük bir yurtsever.

Eyüp Han, Pakistan Cumhurbaşkanı


Bizim aslımız rengi uçmuş bir kıvılcım iken, O' nun bakışı ile
cihanı kaplayan ve aydınlatan bir güneş haline geldik.

İkbal (Şair)


POLANYA

O' nun yaratıcı ruhunun ve ateşli yurtseverliğinin harekete
geçmemiş olduğu hiçbir alan yoktur.

Gazeta Polska


ROMANYA

Atatürk, tarihte teşkilatcı bir dahi, bir milletin harikalar
yaratan yöneticisi ve memleketinin kurtarıcısı olarak
kalacaktır.

Independance Romaine Gazetesi

Bir milleti, uçurumun kenarından sarsılmaz azmiyle kurtaran,
kuvvetlendiren, yükselten yöneticiler arasında Atatürk, en
birincisidir.

Timpul Gazetesi



RUSYA

Şöhreti bütün cihana yayılmış olan tecrübeli başkanın yönetimi
herkesin sevgi ve saygısını çeken büyük Türk Milleti'nin milli
bağımsızlığını devamlı bir başarı ile kuvvetlendirmiş ve yeni
milli yapısını yaratmıştır.

Sovyet Başbakanı Kalinin


SURİYE

Vatanını muhakkak bir parçalanmaktan kurtararak devlet
gemisini güvenilir bir limana götürdükten sonra milletinden
bir taht istemedi. O, kelimesinin bütün anlamıyla bir insan,
eşsiz bir dahi, kahraman bir asker ve siyaset adamı idi...

Elifba Gazetesi


Atatürk'ün başardığı işler mucize ve harika kabilindedir.
Birkaç yıl içinde memleketinde yaptığı inkilaplar, birkaç
yüzyılda gerçekleştirilmeyecek işlerdir.

El Tekaddum Gazetesi


YUGOSLAVYA

Atatürk'ün dehası, tarihte Türk Milleti'nin taşıdığı ruhun
faziletine en yüksek örneklerinden birini teşkil edecektir.

Branko Aczemovic (Elçi)


Tarih, silinmez harflerle bu devlet adamının ismini
hak edecektir. Atatürk bir halk adamıdır. Kırılmaz azmi, keskin
zekası ve kudreti kendisini yendiği alın yazısının önüne
getirmiş, böylece yeni Türkiye'nin yaratıcısı olmuştur.

Politika Gazetesi


YUNANİSTAN

Türkiye, dost ve düşmanlarının hayran olduğu bir deha adama,
malik bulunmak bahtiyarlığına erişmiştir.

Katimerini

Atatürk'ün Peygamberimizi Rüyasında Görmesi

Atatürk ve Din , Atatürk'ün RESÜLÜ EKREMİ RÜYADA GÖRMESİ

AT A T Ü R K  V E  D İ N

Kaynak: Galibi Tarikatı Şeyhi ŞEYH GALİP HASAN KUŞCUOĞLU

HZ. KUR’AN’DA TESETTÜR HİCAP VE EDEP kitabından Alıntıdır…



Makamı cennet olsun, büyük insan Mustafa Kemal Atatürk bu noksanlığı düzeltmeyi üstlendi ve başardı sayılır. Çünkü bu icraat her şahsın yapacağı basit bir icraat değildi!..

Bu icraatı yapabilmek için evvelâ Allâh’ı bilmesi, tabi olup kabullendiği peygamberini, peygamberinin getirdiği şeriatını bilmesi ve kul olarak şahsının yaratılışındaki sırr-ı ilâhiyi bilmesi gerekli idi. Tedrisatı ve imanı müsaitti. Bu ilme yabancı değildi, biliyordu!..

Atatürk’ün, yaşadığı zamanın ulemasına kulak ver:

Ataya, itifaken ‘mehdi, resul’ demişlerdi!..

Nutuk’larını da iyi oku, anlarsın!..

Zamana uyum sağlamaya çaba gösteren, vatanın gerçek evlatlarını minnet ve rahmetle anıyorum.

Çünkü o büyük insandı. Aklı ermeyenlerin dinsiz zannettikleri; çıkarlarına kullananların zannettiği gibi dinsiz hiç değildi!.

Edindiğim intibaya göre ‘dindardı’ dersem mübalâğa etmiş sayılmam.

Tekrar ediyorum; ‘zamanının mehdi resülü’ diyorlardı, dindar büyüklerim.

Tevatüren hakkında söylenen menkıbelerin canlı şahidiyim.

Muhafız erlerinden bir tanesi şöyle anlatıyordu:

Sabaha kadar masa başından kalkamadılar. Alaca karanlıkda dışarı çıktı. Bataklık gibi olan Yenişehir tarafına doğru gidiyordu. Ben arkasını takip ettim, vazifem icabı. Geriye dönmeden, bana gelmememi söyledi. Ben görünmeden takibe devam ettim. Durdu bir yerde, yönünü dönmeden ‘yaklaş!’ dedi.

Biraz daha yaklaştım.

Gür bir sesle:

--Uhud Savaşında Hazreti Resulullah düşmana yalnız gitti; neyine güveniyordu? Neye sığınıyordu? Hazreti Allâh’a değil mi? Ben de Allâh’a sığınıyorum, rahat bırak beni!...

Muhafız öyle diyordu: “Vücudum sarsıldı, ister istemez geri çekildim.”

Medyada Fatih Çekirge’nin programında bu gerçeği anlatmak bana nasip olmuştu:

(Prof. Dr. Hanif Faruk, Urduca Yayınlarında Atatürk, An. Ün. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Yayınları, 1979, s. 102’de mevcuttur.)

Atatürk vefatından on beş gün evvel Dolmabahçe Sarayında hasta yatarken, zamanın hariciye vekili ve başbakanına:

“İslâm alemine mesaj veriyorum, bildirin” demişti. Ne yazık ki bildirmediler!..

Dünyaya bildirilmesini istediği gerçeği o büyük insan şöyle yazdırıyordu:


***

Bütün dünya müslümanları!

Allâh’ın son peygamberi Hazreti Muhammet (s.t.a.v.)’in gösterdiği yolu takip etmeli ve verdiği talimatları tam olarak tatbik etmeli!

Tüm müslümanlar Hazreti Muhammed’i örnek almalı ve kendisi gibi hareket etmeli!

İslâmiyet’in hükümlerini olduğu gibi yerine getirmeli.

Zira ancak bu şekilde insanlar kurtulabilir ve kalkınabilirler.


***

Ayrıca Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınlarından, Atatürk ve Din Eğitimi (Ahmet Gürtaş) kitabında bütün şahitleri ile görebilirsiniz: Aynı kitapta üçüncü hatıra.

Geçtiğimiz yıllarda yüz yaşını geçgin olarak İstanbul Merkez Efendi imam hatibi iken vefat eden, Cumhuriyetin ilânından önce İstanbul’da şeyhülmeşayıh ünvanı ile anılan Nurullah Efendi, özel doktoru Prof. Dr. Naci Bor Efendiye şu olayı bizat kendisi anlatıyor:

Nurullah Efendi, Atatürk’ün sekreteri olan amcazadesinden kendisini Atatürk’le görüştürmesini ister. O da Nurullah Efendiyi Ankara’ya davet eder.

O günlerde Atatürk bir vesile ile resepsiyon vermektedir.

Sekreter, Nurullah Efendiyi Atatürk ile resepsiyonda karşılaştırarak görüştürmeyi pilânlar ve bu maksatla resepsiyona Nurullah Efendiyi davet eder. Arzu edilen bu görüşme gerçekleşir.

Ve Atatürk, Nurullah Efendi ile bir köşede hayli sohbet eder.

O günlerde türbe, tekke ve zaviyeler kapatılmış bulunmaktadır!

Söz buna intikal edince Atatürk, Nurullah Efendiye der ki:

--Efendi Hazretleri! Tekke, türbe ve zaviyeleri ben kapattım! Allâh bana ömür verecek mi? Bilmiyorum; ama şayet ömrüm olursa, günü gelince bunları yine ben açacağım!

Atatürk bu hakikati gerçek şeyh efendiye ifşa etti.

Bir benzeri olay:

Atatürk, Mevlâna Celâleddin-i Rumi Hazretlerini ziyaret ettiğinde:

--Sen rahat uyu, ey koca şeyh! Bu icraatım sizlere değil.

Dediğinin gerçek yüzünü bilesin!...

Zira tertib ve tanzim-i ilâhi olan zuhuratların salikleri, haddi aşmadıkça kul ferden ve cemi, Allâh’ın muhafazasındadır!.

Allâh’ın tertıbini bozma ve kaldırma gibi, duygu ve hislerde o gerçek insanlardan uzak düşünülür!

Toplumlar emr-i ilahiye muti, zamana uyumlu yaşadıkları müddetçe, hiç düşünülmesin ki rahmet-i ilâhiye gene ihsan edilmez mi?

diye, yaptığın beşerî zaafın mahsülü hatalarından dolayı Hazreti Allâh’ı itham etmeyi bırak!...

Yolunu şaşırmış nefsini emr-i ilahiye uyumlu kılmaya çalış. Sırat-ı müstakim üzere gitmeye alış!

Atatürk’ün hayatında iman yönünde metafizik olaylardan internette de mevcut, manevi zevkini aldığım, yabancısı olmadığımız bildirilerin bir kaçını yazmadan geçemiyeceğim:

Memleketin her tarafında çetin bir mücadele ve mukavemet başlamıştı. Ankara bir kurtuluş burcu ve Mustafa Kemal’in adı bir bayrak olmuştu… Antep mücadele günlerinin acı bir devresiydi. Memlekette istiklâl şuurlaşmış, topyekün bir vuzuh kazanmıştı.

O zaman ilkokulun ihtiyat sınıfında idim. Bir sabah okula geldiğim zaman çocukların bahçede toplanmış olduğunu gördüm.

Din dersleri muallimi Hafız Halil efendinin konuşacağını söylediler.

Halk da okulun bahçesinde toplanmıştı. Az sonra Hafız Halil Efendi kürsüye çıktı, titrek fakat heyecanlı bir sesle:

--Din kardeşlerim! Sizi Şeyh Sünusi Hazretlerinin bir tebşiri için buraya topladım, Dedi ve şu vakayı anlattı:

Şeyh Sünusi Hazretleri bir gece Peygamberimiz’i rüyasında görmüş ve koşup elini öpmek istemiş. Peygamber kendisine sol elini uzatmış!

Buna şaşıran ve mahzun olan şeyh, Peygamber’e hiteben:

--Ya Resulâllah! Niçin sağ elinizi vermediniz?!.

Diye sual edince, şu cevabı almış:

--Sağ elimi Ankara’da Mustafa Kemal’e uzattım!

Bu rüyayı anlatan Hafız Halil Efendinin elleri, çenesi ve dili titriyordu! Gözleri dolu dolu oluyordu. Hitabeti kalabalığı etkilemişti. Birden gür ve imanlı bir sesle:

--Ey ahali! Mustafa Kemal muzaffer olacak! Peygamber Efendimiz’in sağ eli onun elindedir! Buna iman edin!

Diye haykırdı ve kürsüden indi.

Sonradan öğrendiğime göre merhum Hafız Halil Efendi bu rüyayı camide vaaz etmiş ve onu imanlı tefsirlerle tamamlamıştır.

Gene İstiklâl Harbi günlerinde.

Atatürk, günlük çalışmalarının büyük bir kısmını yürüttüğü ve bugün müze olarak değerlendirilen Ankara tren istasyonundaki evde, bir sabah erken kalktığı bir sırada, Çavuş Ali Metin’e “acele olarak Fevzi Paşa’yı telefonla ara, bul ve hemen buraya gelmesini söyle!” diyor.

Ali Metin, Fevzi Paşa’yı telefonla arayıp bulduğunda, Fevzi Paşa da Atatürk’ün yanına gelmek üzere hemen evden çıkmakta olduğunu söylüyor.

Fevzi Paşa, Atatürk’ün yanına gelince, Atatürk ona bir kağıt kalem uzatıp:

--Bugün gördüğün rüyayı yaz ve bana ver! diyor.

Kendisi de bir kalem kağıt alıp aynı şekilde o gün gördüğü rüyayı Fevzi Paşa’ya vermek üzere yazmaya başlıyor.

Yazma işi bittikden sonra birbirine bakıp sevinçle gülümsüyorlar!

Her ikisinin de yazdığını kendi kağıtlarından okuyan Ali Metin her iki kağıtta da şu rüyanın yazılmış olduğunu görüyor:

Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Hacı Bayrâm-ı Veli’ye diyor ki:

--Mustafa’ya söyle, korkmasın; sonunda zafer onların olacak!

Bilindiği gibi, aynı gecede rüyalarında Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Hacı Bayram-ı Veli’ye bu sözleri söylerken gören bu iki muzaffer kumandanın o günkü isimleri “Mustafa Kemal” ve “Mustafa Fevzi”dir!

(Ahmet Gürtaş, Atatürk ve Din Eğitimi, s. 160-161.) Cennet-mekân Atatürk’ün yaşantısında açık görülen manevi, dindar kesim, kültürlü halk arasında tevatüren anlatılan dini duyguların ve yaşantıların aleyhinde hiç bir zaman bulunmadığının kanıtları sayılamıyacak kadar çoktur.

Atatürk'ün Yazdığı Kitaplar

Mustafa Kemal Atatürk, hayatının her döneminde kitapla bütünleşmiştir. Bu okuma sevgisinin kendisine sağladığı bilgi birikimini zaman zaman yazmaya dönüştüren Atatürk, hayatının farklı dönemlerinde farklı konularda kitaplar yazmıştır.
Yazdıkları gerek güncelliği, gerekse yol göstericiliği açısından bu gün dahi tartışmasız greçekleri içermektedir. O'nun günümüzde hala geçerliliğini koruması ileri görüşlülüğünün ve akılcılığının göstergelerinden biridir. Mustafa Kemal, özellikle II. Meşrutiyet'in (23 Temmuz 1908) ilanından sonra tüm dikkat ve çalışmasını askerlik üzerine yoğunlaştırılmıştır. O,mesleki bilgileri artıracak yayınların yapılmasını gerkli görüyordu. Bu amaçla mesleğinin ilkn yıllarından itibaren askerlikle ilgili birikimlerini aşağıda isimleri belirtilen kitaplarda toparlanmıştır.

a) Takımın Muharebe Talimi b) Cumalı Ordugahı c) Tabiye Tatbikat ve Seyahati d) Bölüğün Muharebe Talimi e) Zabit ve Kumandan ile Hasbihal (Subay ve Komutan ile Konuşmalar) f) Tabiye Meselesinin Halli ve Emirlerin Sureti Tahririne Dair Nesayih

NUTUK

Yurdumuzun parçalanıp, işgal edildiği günlerden başlayarak, Türk tarihinde bir dönüm noktası olan İstiklal Savaşı'nı, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunu ve inkılapların yapılışını anlatan Nutuk, siyasi ve milli tarihimizin birinci elden, değerli bir kaynak eseridir.

Atatürk'ün kendi kaleminden çıkan bu eser, yine Atatürk tarafından, Cumhuriyet Halk Partisi'nin 15-20 Ekim 1927 tarihleri arasında Ankara'da toplanan İkinci Kurultayı'nda 36,5 saat süren ve altı günde okunan tarihi bir hitabeye dayandığı için Nutuk adını almıştır.

Nutuk yalnız geçmiş devrin bir hikayesi olarak dünümüzü anlatmakla kalmayıp, yakın tarihimizden alınan ibret dolu tecrübelerle, milli varlığımızın bugününe de yarınına da ışık tutabilen bir değer taşımaktadır.

Nutuk, milleti ülkenin geleceğini belirleyecek olan milli birlik ilkesi etrafında bilinçlendirip, kenetlendirerek, milli irade ve milli hakimiyet kavramlarının harekete dönüştürülmesi yoluyla, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin kuruluşundan Cumhuriyetin ilanına kadar uzanan başarılı bir tarihi akışın hikayesidir.

Nutuk ilk defa 1927 yılında, biri asıl metin, diğeri belgeler olmak üzere Arap harfleriyle iki cilt olarak yayınlanmıştır. Aynı yıl, tek cilt halinde lüks bir baskısı da yapılmıştır. Yazı inkılabından sonra, bu ilk metnin okunması güçleştiğinden, 1934 yılında, Milli Eğitim Bakanlığınca üç cilt olarak yeniden basılmıştır. Nutuk, Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezince yeniden basılmıştır.

BÖLÜĞÜN MUHAREBE EĞİTİMİ

"Bölük Muharebe Eğitimi" olarak yayınlanan eser, meskun yerlerde muharebe, savunma ve taarruz konularını kapsamaktadır. Meskun yerlerin sınırlayıcı durumlarının muharebeye etkisi, savunma mevziinin seçimi, savunma mevziinin hazırlanması, ateş sahalarının temizlenmesi, ateş taksimi, ateş tutmayan ölü bölgelerin kapatılması ve mevziin işgali gibi savunmanın esasını oluşturan konular işlenmiştir. Ayrıca taarruzda birliğin aldığı tertip ve düzen, ilerleme, ateş üstünlüğü, ihtiyatların kullanılması gibi taarruz harekatında her zaman karşılaşılacak konular ele alınmıştır.

Genç Kurmay Önyüzbaşı Mustafa Kemal (Atatürk) tarafından, Almanca aslından tercüme edilen ve bağlı olduğu ordunun eğitimine katkısı olan bu eserden yeni nesillerin de faydalanabilmeleri için bugünkü Türkçe'ye çevrilmiştir.

CUMALI ORDUGAHI

Cumalı Ordugahı; Makedonya bölgesinde, Köprülü - İştip yolu üzerinde bulunmaktadır. Bu ordugahta, 3. Süvari Tümen Komutanı Tuğgeneral Suphi Paşa'nın komutası altında kurulan bir süvari tugayına eğitim ve manevra yaptırılmıştır. Bu manevraya katılan Mustafa Kemal, "Cumalı Ordugahı" adlı eserini yazmış; süvari, bölük, alay, tugay eğitim ve manevralarını anlatmıştır.

Mustafa Kemal bir kurmay subay olarak teorik bilgilere önem vermekte, ancak askeri tatbikat ve manevralardan sadece katılanların yararlanmasını yeterli görmemektedir. Bu yüzden, 10 gün süren bu tatbikat sırasında tututuğu gözlem notlarını, hazırlanan meseleleri ve komutanların yaptıkları eleştirileri yazmış, bol kroki ile küçük bir broşür haline dönüştürmüştür. 12 Eylül 1909'da tamamladığı bu eseri, Selanik'te 1909 yılında matbaa harfleriyle basılmıştır. Eser; 39 sayfa metin ve 7 adet krokiden oluşmaktadır.

TAKIMIN MUHAREBE EĞİTİMİ

Bu kitap; Berlin Askeri Üniversitesi eski müdürlerinden General Litzmann'ın "Seferber Mevcudunda Takım, Bölük ve Taburun Muharebe Talimleri" adlı eserinin ilk bölümünü oluşturmakta olup, Selanik'te 3.Ordu Karargahı'nda görevli, Kurmay Kıdemli Yüzbaşı Mustafa Kemal tarafından Almanca'dan Osmanlıca diline çevrilmiş ve 1908 yılında Selanik Asır Matbaasında basılmıştır.

Kitabın özü; seferi tam mevcutlu bir takımın, değişik hava şartları ve çeşitli arazide, basit bir mesele içinde muharebe yöntemlerinin uygulaması, avcı hattı teşkiliyle bir avcı hattının ateş muharebesi üzerinde toplanmaktadır.

Mustafa Kemal Paşa, subayların arazide yetiştirilmesini amaçlayan tatbikatın, önemini vurgulayan bu eserini, 1911 yılında 5. Kolordu Harekat Şube Müdürü iken yazmıştır. Bu eserde, karşılıklı olarak kırmızı ve mavi muharebe birliklerinin Selanik-Kılkış arasında yaptıkları savunma ve taarruz uygulamalarının değerlendirilmesi yapılmıştır.

TAKTİK VE TATBİKAT GEZİSİ

Bu eserinde, bir muharebeyi sevk ve idarede belirli kuralların olamadığını vurgulaması yanında, komutan olan kişinin nitelikleri üzerinde de durmuştur. Bunlar ise; birliğini barışta ve savaşta eğitmek, yönetmek ve gözetmekteki üstün başarı, elindeki kuvvetin eksikliğini giderecek düşünce gücü ve astlarından her konuda üstünlüğü sağlamaktır. Bunun yanında, kişisel cesaret, başkalarının hareketini önceden seziş ve harekatını en uygun zamanda yapabilme yeteneği olmalıdır. Ortak amacın gerçekleştirilebilmesi için birliklerini başarılı bir şekilde yönetmeli, astları üzerinde etkili olmalı ve otoritesini kurabilmelidir.

Bu eserde ayrıca bir komutanın başarılı olabilmesi için bu kuralları sadece okumuş ve öğremiş olmanın yeterli olamadığı, bunların tatbikatının da önemi belirtilmiştir

GEOMETRİ

Atatürk bu kitabı ölümünden birbuçuk yıl önce III. Türk Dil Kurultayından hemen sonra 1936-1937 yılı kış aylarında Dolmabahçe Sarayında kendi eliyle yazmıştır. Atatürk Arapça ve Farsça terimlerle dolu ders kitaplarının öğrenciler açısından öğrenimi geciktireceğini düşünmüştü.

SUBAY VE KOMUTAN İLE KONUŞMALAR

"Subay ve Komutan ile Konuşmalar" Atatürkün askerliğe ilişkin eserlerinin en önemlilerinden birisidir. Bu eser, Atatürk, 1914 yılında Kurmay Yarbay rütbesiyle Sofya askeri Ataşesi olarak bulunduğu sırada, Nuri conker'in "Zabit ve Kumandan (Subay ve Komutan)" adlı kitabına karşılık olarak yazılmıştır.

Genç subayın, içinde bulunduğu ordudaki aksaklıkları, hataları nasıl sezdiğini; bunlara karşı tepkisiz kalmayarak üst makamlara hatalar ve çözüm yollarını nasıl sunduğunu; ülkenin içinde bulunduğu askeri ve siyasal durumdan duyduğu acıları kitabın birinci bölümünde bulmaktayız.

Atatürk, bir subayın taşıması gereken özveri, ölümü göze alma, emri altındakileri sevk ve idare edebilme, taarruz ruhu, insiyatif özellikleri hakkında, Nuri Conker'in görüşlerine katılmış ve kendi düşüncelerini de çeşitli örneklerle destekleyerek açıklamıştır.

Bunların yanı sıra, Türk kadınının, aslında toplumu yaratmada çok etkili olabilecekken, suskunluğu seçtiğini bütün açıklığıyla ortaya koymaktan kendini alamamıştır. Türk ulusu hakkında ise "kuşkusuz bizim ulusumuzun karakteri de bütün karakterler gibi yükselmeye ve istenen şekle girmeye elverişlidir. Fakat kendi kendisine olmak koşuluyla..."dedikten sonra, dışardan ulusumuzun karakterine yapılmak istenen etkilerin amacına ulaşamayacağını vurgulamıştır.

Subaylarda ve erlerdeki inisiyatif özelliğine eserinde geniş bir bölüm ayıran Atatürk, kendi dönemindeki ile daha önceki dönemlerde Osmanlı ordusunu kıyaslamıştır. Özellikle Trablusgarp Savaşı'nda edindiği deneyimler ile kendiliğinden hareket ve iş görme özelliğinin, olması gereken sınırını göstermiştir.

Atatürk, eserin son bölümünde, Kuzey Afrika'da birlikte çarpıştığı korkusuz ve yiğit silah arkadaşlarını anmış ve onları "yüksek askerlik niteliklerine" sahip insanlar olarak tanımlamıştır. Bu davranışı O'nun diğer bütün üstünlüklerinin yanı sıra insancıl yönünede tanıklık eder.