27 Nisan 2009 Pazartesi

İkinci Dünya Savaşı - Pearl Harbor: Part I..

Efendiim, bugünkü dersimizde filmlere şarkılara konu olmuş, İkinci Dünya Savaşı'nın en kritik aşamalarından birine başlıyoruz. Bir tarafta Japonya, bir tarafta ABD. Müthiş bir derbi. Hadi bakalım.

Gelişen dünyada kendine yer edinmek isteyen ezik Japonya, 1910 yılından itibaren "Hacı gelişelim, toprak kazanalım, asker yetiştirelim." politikası izlemiştir. Bu yüzden de çevresindeki Çin olsun, Tayvan olsun muhtelif çekik gözlü devleti "Arkadaşım bir saniye bakabilir misin." diye yaklaşarak perişan etmiştir. Kısacası, Japonya yükselmektedir. İkinci Çin-Japon Savaşı ile işin bokunu çıkarmıştır hatta.

Japonya'nın bu yersiz atarları, haliyle diğer devletleri rahatsız etmiştir. ABD olsun, İngiltere olsun, Fransa olsun; dünyadaki pek çok ülkenin başkanları bir araya gelerek Japonya'ya "Akıllı ol." şeklinde bir ültimatom vermiştir doğal olarak. Efendim zaten saldırgan devlet, böyle bir çıkış yapılınca "Vaay tamam hacı eyvallah." diyerek Birleşmiş Milletler'den çekildi Japonya. Peki ya bununla yetindiler mi? Hayır, bir de utanmadan faşist İtalya ve Almanya devletleriyle yakın arkadaş olarak birlikte Mihver Devletler'i kurdular. Şerefsizce bir hareket oldu tabii.

Savaş öncesi "Trip atma" dönemi bununla sınırlı kalmadı, buna nazire yapan ABD ve İngiltere Japonya'ya benzin vermemeye başladı bu sefer. Ne pis ilişkiniz varmış arkadaş ya. Onlar da böyle düşünmüş olacaklar ki "Hafız ne bu karı gibi trip atıyoruz ya, oturalım konuşalım insan gibi hem bir değişiklik olur." diyerek oturup anlaşmaya karar verdiler.

Ancak yemek tatsız oldu efendim. Taraflar sürekli birbirine laf soktu. Yok efendim siz şöyle dallamasınız biz böyle süperiz. Bir yere varılamadı tabii. Yaşanan gerilim Japonya'yı iyice gaza getirdi. Özellikle başkan Hideki Tojo, "Anneme küfrettiler olm duydunuz mu. Anneme küfrettiler görecek onlar." diye hiddetlenince, ortam iyice gerildi. Japonya cephesi bir basın açıklamasıyla "Şartlarımızı kabul etmezlerse, on gün içinde İngiltere olsun ABD olsun hepsine savaş açacağız, yalanımız yok bak." demecini verdi.

Efendim koca ABD'nin "Tamam hacı kusura bakmayın, kabul ediyoruz şartlarınızı falan." demesini beklemiyorsunuz herhalde. Beklemeyin zaten. Savaş kapıda. Bakalım. Esen kalın.

s.

24 Nisan 2009 Cuma

İkinci Dünya Savaşı - Stalingrad: Part II..


Efendiim ne demiştik? SSCB dolaylarını da ele geçirmek isteyen Naziler, şopar Romanlar ile iş birliği yapıp Stalin'i alt etmeye heveslenmişlerdi. Nitekim Ağustos ayı gelip çattığında, Akdeniz kıyılarına göç etmiş Rusların yokluğundan faydalanıp boş devlete bir güzel saldırdılar.

İlk başlarda Almanlar için gidişat güzeldi. Dediğimiz gibi, Ruslar tatilde o dönem. Almanlar tepelerine binince bir afalladılar tabii. "Dıbrıçka mıbrıçka." diye kaçan Ruslara Stalingrad'ı cehennem etti Hitler ve şürekası. Bunda çingen Romanya'nın etkisi de oldukça büyüktü. Taktik, strateji falan kasmadan, sadece çirkefliğe yönelik bir kampanya ile Alman üstünlüğünü pekiştirdiler sevgili şopar Romanlar.

Stalin'in tepesi attı tabii. Düşün, adam kendi adını vermiş şehre, o derece seviyor. Bu kadar kolay yar edecek hali yok üç-beş şopara. Bu noktada, geçen yazıda belirttiğimiz gibi, "Uranüs Operasyonu" kararı alındı Ruslar tarafından. Nedir Uranüs Operasyonu? "Hacı sıkıştıralım bir köşede, kaçamaz hiçbir yere."nin biraz daha geniş çaplı hali işte. Bir numarası yok. Ancak operasyon oldukçe güzel meyveler verdi. Cidden düşünüldüğü gibi Almanlar sıkıştırıldı, büyük dayaklar atıldı. Tezcanlı Nazi askerleri ve abeci Romanlar "Bırakın lan. Bırak la." diye Ruslara dalmaya kalksa da, Hitler soğukkanlılığını korudu ve "Beyler durun planlı programlı savaşacağız." kararını aldı. Hemen stratejiler belirlendi, Almanlar da "TuRkisH h@cKer Team" tadında bir isim verdikleri "Kış Fırtınası Operasyonu"na başladılar. 

Efendim görüyorsunuz işte, çocuk gibi dalaşıyorlar, olan zavallı insanlara oluyor vallahi. yok "Uranüs Operasyonu" yok "Kış Fırtınası", bu ne lan savaşçılık oynar gibi? Neyse efendim, sadede geliyorum. Almanların operasyonları ellerinde patlıyor ve Ruslar çember stratejileriyle savaşı lehlerine çevirmeyi başarıyorlar. Stalingrad, Rusların elinde kalıyor. Dünya anlıyor ki, "Vay lan, demek Almanlar da kaybedebiliyorlarmış."

İşte Almanların dünyayı kucakta öğütme politikasının sonunu getiren Stalingrad savaşı da böyle efendim. Hep Almanlar hep Almanlar çok sıkıldınız değil mi? Sizi biraz Pasifik dolaylarına götüreceğiz bir sonraki derste. Hani Pearl Harbor? Falan? Esen kalın efendim.

s. 

19 Nisan 2009 Pazar

İkinci Dünya Savaşı - Stalingrad: Part I..


Uzunca bir ayrılıktan sonra birlikteyiz, derslere tüm hızıyla devam ediyoruz. Nerede kaldığımızı hatırlatalım öncelikle. Hitler, Birinci Dünya Savaşı'nda Fransa'dan yenilen tokadın intikamını bir güzel almış, ülkeyi baştan aşağı işgal etmeyi başarmıştı. Bugün ise bir derbi mücadelesiyle karşınızdayız. Stalingrad şehri için yapılan mücadelede Kızıl Ordu'nun rakibi, Nazi Ordusu. Savaşın en pislik, en kanlı aşamalarından biri.

Efendim yıl 1942. İkinci Dünya Savaşı çılgın bir şekilde sürüyor. Dünya Hitler'in elinde maymun olmuş durumda. Nazi orduları yenilmez kabul ediliyor. Fransa'dan tut Yunanistan'a kadar her tarafta zorla bira-patates yediriliyor insanlara. Tabii Belçika'dır Çekoslovakya'dır; böyle Anadolu takımlarını yenmek kolay. "Almanlar dünyayı kucağında öğütsün." politikasının gerçekleşmesi için, SSCB gibi bir engelin de aşılması gerekiyor.

Hâl böyle olunca, Hitler de stratejisini belirlemiş, Ağustos ayında SSCB'ye dalma kararı almıştır. Ağustos ayını seçmesi; yaz aylarında ülkenin normale oranla daha boş olmasından, nüfusun Alanya, Antalya gibi tatil yörelerine gitmesinden kaynaklanıyor. Yani yine çakal aklını kullanıyor Hitler. Bu tarihe kadar da yaz boyunca Rusları sağdan soldan tartaklayıp tatsızlık çıkartan Hitler, 23 Ağustos 1942 tarihine gelindiğinde "Hadi Bismillah." diyerek Stalingrad yöresine akmaya başladı. Hem de ne başlamak. Nazi Ordusu, 2-3 gün durmadan şehri bomba içinde bırakarak aklını aldı zavallı Rusların. Kısacası, derbi maçta Almanların üstünlüğü bariz bir şekilde gözüküyor idi Rusya karşısında.

Almanlar bu savaşa dek tüm Avrupa kıtasını çılgınca işgal etmeyi başardı biliyorsunuz; ancak bu kez karşısında kolpa bir lider değil, Stalin vardı. "Lan kendi adımı verdiğim şehri üç-beş çapulcu Almana mı yar edicem lan, sesimizi çıkartmıyoruz diye fason mu sandınız lan yavşaklar." diye gürleyen Stalin, boş durmamış, stratejilerini belirlemeye başlamıştır. Bunun üzerine Ruslar çok klasik bir şekilde "Almanları çembere alıp sıkıştıralım, orada çakarız ağızlarına." stratejisinde karar kılmışlar, Adını da "Uranüs Operasyonu" koyarak süslemişlerdir. 19 Kasım 1942 sabahı, Ruslar Kızıl Ordu'yu toplamış, Alman birliklerini sıkıştırmaya başlamışlardır. Hitler de "Ne bu böyle şopar gibi sıkıştırma falan, biz de onların anlayacağı gibi saldıralım madem." diye düşünerek şopar Romanya devletiyle işbirliği yapmıştır.

Bakalım. Ne olacak. Esen kalın.

s.

7 Nisan 2009 Salı

İkinci Dünya Savaşı - Fransa Seferi..


Black Metal diyarı Finlandiya'daydık bir önceki dersimizde. Bugün güneylere ilerliyor, Hitler soytarısının Fransa'ya yaptığı sefere bir göz atıyoruz.

Efendim aylardan Şubat. Bahar geldi gelecek. İnsanların kanı kaynıyor. Ancak bu güzel mevsimde hâlâ aklı itliğe çalışan biri vardı. Tahmin edebileceğiniz gibi Adolf bu. Birinci Dünya Savaşı'ndaki hezimetler çok canını sıkmış olacak Hitler'in, Fransa benim olacak diye tutturuyor idi. Bunu gerçekleştirmek amacıyla da Almanya'nın önemli stratejistlerini bir araya topladı, "Ne yapalım hacı bir yol gösterin." diye dert yanmaya başladı.

Bunun üzerine bu stratejistlerin başında gelen Franz Halder, Birinci Dünya Savaşı'nda uygulanması düşünülen "Schieffen Planı"nı netten indirerek altına üç-beş yeni kaynak ekledi ve Hitler'e yedirmeye çalıştı. Toplanıldı edildi, başladı Franz planı anlatmaya "Efendim birinci bölük örs görevini üstlenecek, ikinci grup ise çenenin ön kısmını oluşturan çekiç pozisyonunu alacak." diye. Bunun üzerine Hitler'den "Ne diyon ya çekiç örs falan, anlamıyom ben." tepkisini alarak kovulan Halder'in yerine bu göreve general Manstein atandı.

Manstein'in planı oldukça orijinal idi ve Hitler tarafından da beğeni topladı. Bunun üzerine bu plan kabul edilerek savaş stratejisi belirlendi. Almanya'dan bu tarz bir saldırı bekleyen Fransa cephesi ise, "Bu kerizler Schieffen'i sokar devreye." diye düşündüğünden savaşa büyük bir dezavantajla girdiler. 

Askeri hazırlıklar bilmem ne derken aylardan Mayıs oldu, Almanya saldırmaya başladı. Öncelikle büyük bir hevesle, "Çok zevkliymiş olm." hayalleriyle üniversitelerde paraşüt kulüplerine giren mazlum öğrenciler Fransa sınırını aştılar. Hitler'in yanında kadim dostu, faşizm yoluna birlikte baş koyduğu kankası Mussolini vardı. Karşı taraftaki müttefikler ise Fransa, Hollanda, Belçika, Polonya gibi pek çok ülkeden oluşuyordu. Buna rağmen güç dengeleri eşit gibi diyebiliriz sanırım. Evet.

Mayıs ayının gelmesiyle gönül yayları gevşeyen, kırlara koşan Fransızlar; disiplinli Almanların bu baskın niteliğindeki saldırısına hazırlıksız yakalandı tabii. Önce Sedan işgal edildi. Havadan ve denizden saldırılar başladı. Almanlar gaza gelmişti. Adeta Birinci Dünya Savaşı'ndaki hezimetin acısını çıkarıyor, Fransa'yı maymun ediyordu. Bu kısımları fazla uzatıp sizleri baymıyorum. Haziran sonuna kadar süren saldırılar sonucunda Almanlar bariz bir şekilde üstündü işte.

23 Haziran 1940 tarihinde Fransa "Yeter lan tamam siz kazandınız kabul." diyerek savaşı kaybettiğini kabul etti. Almanya rövanşı almıştı. Hitler de büyük bir sevinçle o gün Paris'e giderek şehrin her tarafını dolaştı, fotoğraflar çekildi, "Ahaha benim lan buralar benim!" diye kendinden geçti.

Efendim o dönemde Paris-İstanbul seferi yapan "Şark Ekspresi" adında bir tren var idi. Birinci Dünya Savaşı sonunda Almanlar ve Fransızlar arasındaki antlaşma burada imzalanmıştı. Hitler de nasıl bir psikopattır ki, "Siz de orada imzalayacaksınız olm bana ne." diyerek trenin vagonunu söktürüp orada antlaşmayı imzalatmıştır. Manyak işte. Antlaşma sonucunda güney kısmı dışında bütün Fransa Almanya'nın eline geçti.

Ya işte böyle. İntikam alındı. Ancak dediğimiz gibi, manyak bu Hitler, daha durmayacak. Bekleyin siz. Esen kalın.

s.

4 Nisan 2009 Cumartesi

İkinci Dünya Savaşı - Kış Savaşı..


Arayı soğutmadan devam ediyoruz. Polonya'yı maymun eden Hitler'in hikâyesini anlatmıştık en son. Stalin'in de bu durumu kıskanarak Finlandiya'ya sataştığını söylemiştik. Efendim bu sataşma süreci Kasım-Mart ayları arasında gerçekleştiğinden ötürü tarihe "Kış Savaşı" olarak geçmiştir, haberiniz olsun.

Dediğimiz gibi, Polonya'nın işgalinin ardından Danzig limanına balık lokantalarını bir bir açan, rakısıyla mezesiyle şahane ortam kuran Hitler; bu başarılarıyla Josef Stalin'in kıskançlık duygularını açığa çıkardı. Bunun üzerine Leningrad sahiline Rus hatun avantajını da kullanarak daha süpersonik bir ortam kurmaya niyetlenen Stalin, Finlandiya'nın topraklarına sarkmaya başladı. 

Başlangıçta Stalin Fin hükümetine öküz gibi yaklaşmadı. "Bak hafız" dedi, "Şu güzelim sahil şeridini bana bırak, ben sana iç kesimden daha büyük daha çılgın bir ortam bırakacağım, sizin denizle işiniz olmuyor zaten pek.". Ancak Fin hükümeti Stalin'in düşündüğü kadar ezik değildi. Böyle bir tutumun Fin milliyetçiliğiyle bağdaşmayacağını, Misak-ı Milli sınırlarından taviz veremeyeceklerini Stalin'e uzun uzun açıkladılar. Bu ret cevabı, Stalin'i çileden çıkardı. Ancak yine de sinirlerine hakim olarak yeni bir teklifle gitmeye karar verdi. "Bak güzel kardeşim" dedi, "Finlandiya olarak üç-beş skindirik metal grubundan başka numaranız yok zaten, madem takasa yanaşmıyorsun çıkarayım parası neyse vereyim. Yanında Rus da ayarlarım bak.". Olmayınca olmuyor, Finlandiya hükümeti bu öneriyi de teessüf ederek reddetti, "Ülke satılık değil." cevabını verdi. Stalin cidden sinirlenmişti.

28 Kasım 1939 tarihinde kanyak içmekten leyla olan Stalin, sarhoşluğun verdiği cesaretle telefonuna sarıldı. "Hani biz sizle zamanında saldırmazlık anlaşması yaptıydık ya, hah, işte o size girsin." diyerek ipleri kopardı. Stalin insanlıktan çıkmıştı. İki gün sonra savaş ilan etmeye bile gerek duymadan Finlandiya sınırına dayandı ünlü Kızıl Ordu.

Efendim bir düşünün; yaklaşık bir milyon askerlik kızıl ordu, üç beş çapulcu metalciye karşı. Bu savaşın sonucu tartışılır mı? SSCB'nin zaferinden şüphe edilir mi? Ediliyor işte. Bilenler bilir, bu Fin milleti vatansever olur, milliyetçi olur. Stalin koca fin devletine karamürsel sepeti gibi muamele edince, bunlara iman gücü geldi tabii. Daha önce enerjilerini kilise yakmaya harcayan ünlü black metal grupları, fin ordusunun soğukkanlı askerlerine eklenince; ortaya olağanüstü bir mücadele çıktı. Sentenced olsun, Children of Bodom olsun; hepsi bir süreliğine çıkar çatışmalarını, kişisel hırsları bir kenara bıraktı, birbirlerinin solistlerini öldüreceklerine Rus askerlerini biçmeye başladılar.

Ne olursa olsun, orantısız güç kullanımı dengeleri değiştiriyor tabii. Kurtuluş Savaşı tadında olağanüstü mücadele sergileyen Fin askerleri de bir yerden sonra öküz Rus askerlerine karşı koyamamaya başladı. Zaten eldeki bir avuç askerden de olmak istemeyen Fin hükümeti, "Tamam hacı bitirelim yeter tamam ya." diye yaka silkti. Bunun üzerine taraflar masaya oturdu, Moskova Antlaşması hazırlandı, savaşta SSCB'nin yarısı kadar kayıp veren Finlandiya; bu antlaşmayla elde avuçta ne varsa Rusların kucağına oturttu.

Yaa işte böyle. Gördüğümüz üzere, güç dengesizliği olunca ortada; mazlum Finlandiya, askeri başarısını diplomatik başarıya dönüştüremedi. Şahsen bunları öğrendiğimde ezilenin yanında olan bendeniz, Stalin'e karşı çok kötü hisler besledim. Sizler ne hissedersiniz bilemiyorum, lafı daha fazla uzatmıyorum, esen kalmanızı diliyorum. Bir sonraki dersimizde Fransa dolaylarına gideceğiz gibi gözüküyor ama dur bakalım.

s.

3 Nisan 2009 Cuma

İkinci Dünya Savaşı - Almanya vs. Polonya: Part II..


Ne demiştik? "Sabah dinç kafayla güzelce savaşırız." diyen Hitler, Polonya'nın aklını almaya and içmişti hatırlarsanız. Tabii sarhoş kafayla kararlar aldı dediğime bakmayın siz, ne sinsidir o. Savaşa girmeden önce Stalin'i arayarak "Babuş ben böyle bir bok yiyorum, o sırada şerefsizlik yapıp Polonya seferimi piç etmezsen sana da ekmek atarız bu işten." demeyi akıl etti Adolf. Stalin'den de onayı alınca başladı hazırlıklara.

Hatırlarsanız Hitler'in Almanya'nın önündeki silahlanma sınırlarını güzelce kaldırdığını söylemiştik. Hâl böyle olunca çılgın bir ordu kurmakta vakit kaybetmedi Nazi Almanyası. 1 Eylül 1939 tarihinde saatler 05.00'ı gösterdiğinde de; daha güneş doğmamışken, bütün Polonya uyurken, televizyonda Sevimli Kahramanlar bile başlamamışken, Alman güçleri Polonya sınırını aşmaya başladı. 06.00 gibi ülkeyi kuşatmaya başlayan nazi birlikleri "Erken kalkan çok yol alır hacı." diyerek disiplinlerini tüm dünyaya gösteriyorlardı. 

Sabahın köründe daha ekmek bile almamış olan Polonyalılar karşılarında Almanları görünce dumur dalgası ülkeye yayıldı tabii. "Ne oluyor lan." demeye kalmadan güzelim Polonyalı hanımları patır patır indiren Alman birlikleri, savaşın başladığını tüm dünyaya haykırıyordu adeta. Nitekim kuşatma muşatma derken 3 Eylül günü geldi çattı, İngiltere ve Fransa "Almanya akıllı olsun yoksa akıllarını almayı biliriz." mealinde bir basın açıklaması yaptı. 

Efendim 10-15 gün sonunda Almanya işin bokunu çıkarıp Polonya'yı baştan aşağı işgal etmiş duruma geldi. Hatta daha önce Hitler'in ateşkes için mutabakata vardığı Stalin bile dayanamayıp savaşa girerek üç-beş bomba attı. Daha dün güzel sanatlar fakültesine gireyim diye desen çalışan Adolf, bugün "Polonya'yı alıcam, yahudileri yakıcam, Almanlık süper ya." diye kafayı sıyırmış idi. Bir de buna çarşı iznine çıkıp Polonyalı hatunları kesen lâkayıt Polonya askeri de eklenince, 6 Ekim'e girildiğinde ülkenin Almanya'nın eline geçmesi hiç de zor olmadı. "Sözüm söz cankuş, buyur." diyen Hitler; bir kısmını da Stalin'e vererek Polonya'yı ele geçirdi. Böylece "Dünya Alman olsun" politikası bir yerden başlamıştı.

Gördüğünüz üzere, yıllardır gerilen ipler bu şekilde koptu diyebiliriz. Savaş başladı. Liderler "Lan?!" diyerek yerlerinden kalktı. Bu liderlerden biri de Stalin. Polonya'dan aldığı üç beş kilometre toprak bizim hırslı Josef'e yeter mi hiç? Yetmedi tabii. Hitler anında kıyılara abanıp balık işinden parayı vurunca, Stalin hırsından köpürdü. "Ben de Leningrad sahiline kurarım mekanımı, nezih bir yer hem aile mekanı." diye düşündü. Ancak bir şeyi unutmuştu. Bu sahil şeridi bir yerden sonra Finlandiya topraklarına bağlanıyordu. 

Bir sonraki dersimizde, Black Metal diyarı Finlandiya'da olacağız. Kilise yakmaktaki başarılarını Ruslara karşı gösterebildiler mi, göreceğiz. Esen kalın!

s.

1 Nisan 2009 Çarşamba

İşçi Partisi (Türkiye)-Türkiye'de siyasi partiler tarihi,


İşçi Partisi, 10 Temmuz 1992 tarihinde kapatılan Sosyalist Parti'nin yerine , Doğu Perinçek tarafından kurulmuştur. Siyasi yelpazede solda yer alan ve sosyalizm ideolojisini ulusallaştırarak benimsemiş olan bir siyasi örgüttür. İşçi Partisi emeğin ve işçi haklarının yanında olduğunu savunur. Sömürgeciliğe ve küresel liberal-kapitalizme karşıdır. Son yıllarda parti ve Genel Başkan Doğu Perinçek, Ermeni Sorunu ve Kıbrıs konularında oldukça önemli çalışmalar içindedir. İşçi Partisi köklerini Türkiye İhtilâlci İşçi Köylü Partisi ve Türkiye İşçi Köylü Partisi'nden alır. Parti'nin gençlik kolu Öncü Gençlik, kadın kolları ise Öncü Kadın olarak adlandırılmıştır. İşçi Partisi haftalık bir dergi olan Aydınlık'ı aylık dergi Teori(dergi)'yi ve aylık bilim dergisi Bilim ve Ütopya'yı yayınlar. Ayrıca İşçi Partisi'nin desteklediği, Ulusal Kanal adında bir televizyon kanalı ve Kaynak Yayınları adında bir yayın evi vardır. Bayrağını "Kırmızı Üzerine Beyaz Çoban Yıldızı" olarak değiştirmiştir.

Parti Kolları

  • Öncü Gençlik
  • Öncü Kadın

Partinin Öncülük Yaptığı Eylemler

  • İncirlik Üssü'ne El Konulsun yürüyüşü
  • Diyarbakır Bismil Köylülerinin "Köylüye Toprak, Millete Birlik, Vatana Bütünlük Mücadelesi"
  • Lozan2005
  • Cumhuriyet Mitingleri
  • Tekirdağ Çıkış Yolu Mitingi
  • Atatürk ve Demokrasi Mitingleri

Ergenekon davası

Ergenekon Soruşturması kapsamında İşçi Partisi'nin bir çok yetkilisi tutuklandı. Tutuklananlar arasında İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, genel sekreteri Nusret Senem, Merkez Karar Kurulu Üyesi Uçkun Geray, İşçi Partisi Öncü Gençlik (Gençlik Kolları) Başkan Yardımcısı Tunç Akkoç İşçi Partisi Üyesi Nuran Gökdemir bulunuyor. Ayrıca partinin yayın organlarından Aydınlık Dergisi'nin Genel Yayın Yönetmeni Serhan Bolluk, Ulusal Kanal'ın Genel Yayın Yönetmeni Ferit İlsever ve bu kanalın çalışanlarından Yusuf Buldu da bu dava kapsamında yargılanacaklar arasında.

İşçi Partisi (Türkiye)-Türkiye'de siyasi partiler tarihi,


İşçi Partisi, 10 Temmuz 1992 tarihinde kapatılan Sosyalist Parti'nin yerine , Doğu Perinçek tarafından kurulmuştur. Siyasi yelpazede solda yer alan ve sosyalizm ideolojisini ulusallaştırarak benimsemiş olan bir siyasi örgüttür. İşçi Partisi emeğin ve işçi haklarının yanında olduğunu savunur. Sömürgeciliğe ve küresel liberal-kapitalizme karşıdır. Son yıllarda parti ve Genel Başkan Doğu Perinçek, Ermeni Sorunu ve Kıbrıs konularında oldukça önemli çalışmalar içindedir. İşçi Partisi köklerini Türkiye İhtilâlci İşçi Köylü Partisi ve Türkiye İşçi Köylü Partisi'nden alır. Parti'nin gençlik kolu Öncü Gençlik, kadın kolları ise Öncü Kadın olarak adlandırılmıştır. İşçi Partisi haftalık bir dergi olan Aydınlık'ı aylık dergi Teori(dergi)'yi ve aylık bilim dergisi Bilim ve Ütopya'yı yayınlar. Ayrıca İşçi Partisi'nin desteklediği, Ulusal Kanal adında bir televizyon kanalı ve Kaynak Yayınları adında bir yayın evi vardır. Bayrağını "Kırmızı Üzerine Beyaz Çoban Yıldızı" olarak değiştirmiştir.

Parti Kolları

  • Öncü Gençlik
  • Öncü Kadın

Partinin Öncülük Yaptığı Eylemler

  • İncirlik Üssü'ne El Konulsun yürüyüşü
  • Diyarbakır Bismil Köylülerinin "Köylüye Toprak, Millete Birlik, Vatana Bütünlük Mücadelesi"
  • Lozan2005
  • Cumhuriyet Mitingleri
  • Tekirdağ Çıkış Yolu Mitingi
  • Atatürk ve Demokrasi Mitingleri

Ergenekon davası

Ergenekon Soruşturması kapsamında İşçi Partisi'nin bir çok yetkilisi tutuklandı. Tutuklananlar arasında İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, genel sekreteri Nusret Senem, Merkez Karar Kurulu Üyesi Uçkun Geray, İşçi Partisi Öncü Gençlik (Gençlik Kolları) Başkan Yardımcısı Tunç Akkoç İşçi Partisi Üyesi Nuran Gökdemir bulunuyor. Ayrıca partinin yayın organlarından Aydınlık Dergisi'nin Genel Yayın Yönetmeni Serhan Bolluk, Ulusal Kanal'ın Genel Yayın Yönetmeni Ferit İlsever ve bu kanalın çalışanlarından Yusuf Buldu da bu dava kapsamında yargılanacaklar arasında.

Halkın Yükselişi Partisi-Türkiye'de siyasi partiler tarihi,


Halkın Yükselişi Partisi, 16 Şubat 2005 tarihinde kurulmuştur. Sağ - sol kavramlarından uzak durmayı prensip edinmiş, anti-emperyalizmi savduğunu söyleyen bir partidir. Kurucusu ve şu andaki genel başkanı Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk'tür.

Kur'an'ın tanımladığı Muhammed ile Türkiye'nin kurucusu Mustafa Kemal'in ortak paydalar taşıdığını, halkın ikisini birden takip edebileceğini anlatarak Türkiye'deki sağ ve sol akımları ortadan kaldırmaya çalışmaktadır.

12 Ocak 2008'de Yaşar Okuyan'ın genel başkanlığını yaptığı HÜRPARTİ'yi bünyesine katmıştır.


Yaşar Nuri Öztürk

Yaşar Nuri Öztürk, Bayburtlu bir anne ile Trabzonlu bir babanın çocuğu olarak Trabzon'un Sürmene ilçesinde doğup büyüdü. Hayatında iki evlilik geirdi. En son eşi Canan Öztürk kendisini Şahane Müftüoğlu'yla aldattığı gerekçesiyle boşanma davası açtı.

İlk eğitimini babasından Kur'an okuyarak aldı ve 9 yaşında hafız oldu. On yıllık klasik medrese eğitiminden sonra hukuk ve ilahiyat tahsilini tamamladı. 12 yıl imamlık ve vaizlik yaptıktan sonra, üniversiteye tekrar dönerek 1980 yılında "İslam Felsefesi" konulu doktorasını tamamladı ve 1986 yılında aynı dalda doçent oldu. Ortadoğu, Balkanlar, Avrupa ve Afrika ülkeleri, ABD, Güney Kore ve Japonya'da kendi alanı ile ilgili akademik araştırmalar yapan Öztürk, ayrıca Fransa'da Grenoble Üniversitesi'nde çalıştı. New York'ta "İslam Düşüncesi ve Çağdaş Sufi Düşünce" dersleri okuttu.

Halkın Yükselişi Partisi-Türkiye'de siyasi partiler tarihi,


Halkın Yükselişi Partisi, 16 Şubat 2005 tarihinde kurulmuştur. Sağ - sol kavramlarından uzak durmayı prensip edinmiş, anti-emperyalizmi savduğunu söyleyen bir partidir. Kurucusu ve şu andaki genel başkanı Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk'tür.

Kur'an'ın tanımladığı Muhammed ile Türkiye'nin kurucusu Mustafa Kemal'in ortak paydalar taşıdığını, halkın ikisini birden takip edebileceğini anlatarak Türkiye'deki sağ ve sol akımları ortadan kaldırmaya çalışmaktadır.

12 Ocak 2008'de Yaşar Okuyan'ın genel başkanlığını yaptığı HÜRPARTİ'yi bünyesine katmıştır.


Yaşar Nuri Öztürk

Yaşar Nuri Öztürk, Bayburtlu bir anne ile Trabzonlu bir babanın çocuğu olarak Trabzon'un Sürmene ilçesinde doğup büyüdü. Hayatında iki evlilik geirdi. En son eşi Canan Öztürk kendisini Şahane Müftüoğlu'yla aldattığı gerekçesiyle boşanma davası açtı.

İlk eğitimini babasından Kur'an okuyarak aldı ve 9 yaşında hafız oldu. On yıllık klasik medrese eğitiminden sonra hukuk ve ilahiyat tahsilini tamamladı. 12 yıl imamlık ve vaizlik yaptıktan sonra, üniversiteye tekrar dönerek 1980 yılında "İslam Felsefesi" konulu doktorasını tamamladı ve 1986 yılında aynı dalda doçent oldu. Ortadoğu, Balkanlar, Avrupa ve Afrika ülkeleri, ABD, Güney Kore ve Japonya'da kendi alanı ile ilgili akademik araştırmalar yapan Öztürk, ayrıca Fransa'da Grenoble Üniversitesi'nde çalıştı. New York'ta "İslam Düşüncesi ve Çağdaş Sufi Düşünce" dersleri okuttu.

Hak ve Özgürlükler Partisi-Türkiye'de siyasi partiler tarihi,


Hak ve Özgürlükler Partisi (HAK-PAR) Türkiye'de kurulu sol kanat bir siyasi partidir. Etnik Kürt kimliğiyle ön plana çıkmaktadır. Partinin başlıca kuruluş amacı, Türkiye'de yaşayan etnik Kürt vatandaşların sorunlarının çözümüne yardımcı olmak ve Kürt dilinin konuşulabilmesi başta olmak üzere birçok hak ve özgürlüğün teminat altına alınmasını sağlamak olarak gösterilmektedir. Siyasi arenada Türkiye'nin Federal bir yapıya bürünmesini savunan HAKPAR, bu yönüyle DTP gibi benzer partilerden ayrılmaktadır. Şu anki genel başkanı Bayram Bozyel'dir. Daha önce Sertaç Bucak ve Abdülmelik Fırat idi.

Hak ve Özgürlükler Partisi-Türkiye'de siyasi partiler tarihi,


Hak ve Özgürlükler Partisi (HAK-PAR) Türkiye'de kurulu sol kanat bir siyasi partidir. Etnik Kürt kimliğiyle ön plana çıkmaktadır. Partinin başlıca kuruluş amacı, Türkiye'de yaşayan etnik Kürt vatandaşların sorunlarının çözümüne yardımcı olmak ve Kürt dilinin konuşulabilmesi başta olmak üzere birçok hak ve özgürlüğün teminat altına alınmasını sağlamak olarak gösterilmektedir. Siyasi arenada Türkiye'nin Federal bir yapıya bürünmesini savunan HAKPAR, bu yönüyle DTP gibi benzer partilerden ayrılmaktadır. Şu anki genel başkanı Bayram Bozyel'dir. Daha önce Sertaç Bucak ve Abdülmelik Fırat idi.

Emek Partisi-Türkiye'de siyasi partiler tarihi


Emek Partisi (EP) kapatıldıktan sonra (1996), isim değişikliğine gitmiştir ve Emeğin Partisi (EMEP) adını alarak siyasî mücadelesine devam etmiştir. Konuyla ilgili davada AİHM, Türkiye devletini haksız bulmuştur. 2005 Kasım ayındaki olağan kongresinde, partinin isminin yeniden Emek Partisi (EMEP) olmasına karar verilmiştir.

Abdullah Levent Tüzel

Abdullah Levent Tüzel, 1961 Giresun doğumlu. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitiren Tüzel 1985'ten itibaren serbest avukatlık yaptı. Tüzel, İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi'nde Yönetim kurulu üyeliği, Çağdaş Hukukçular Derneği İstanbul Şubesi Başkanlığı yaptı. 1996 yılında Emek Partisi kurucu Genel Başkanı olan Abdullah Levent Tüzel, halen EMEP Genel Başkanlığını sürdürmektedir.

Emek Partisi-Türkiye'de siyasi partiler tarihi


Emek Partisi (EP) kapatıldıktan sonra (1996), isim değişikliğine gitmiştir ve Emeğin Partisi (EMEP) adını alarak siyasî mücadelesine devam etmiştir. Konuyla ilgili davada AİHM, Türkiye devletini haksız bulmuştur. 2005 Kasım ayındaki olağan kongresinde, partinin isminin yeniden Emek Partisi (EMEP) olmasına karar verilmiştir.

Abdullah Levent Tüzel

Abdullah Levent Tüzel, 1961 Giresun doğumlu. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitiren Tüzel 1985'ten itibaren serbest avukatlık yaptı. Tüzel, İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi'nde Yönetim kurulu üyeliği, Çağdaş Hukukçular Derneği İstanbul Şubesi Başkanlığı yaptı. 1996 yılında Emek Partisi kurucu Genel Başkanı olan Abdullah Levent Tüzel, halen EMEP Genel Başkanlığını sürdürmektedir.

Demokratik Toplum Partisi-Türkiye'de siyasi partiler tarihi


Demokratik Toplum Partisi (Kısa ismi: DTP), 9 Kasım 2005 tarihinde Türkiye'de kurulan 49. siyasi partidir. Genel merkezi Ankara'nın Çankaya ilçesinin Balgat semtinde olan partinin amblemi sarı zemin üzerine, yeşil yapraklı kırmızı güldür.

Demokratik Toplum Partisi, Demokratik Toplum Hareketi'nin partileşmesi sonucunda kurulmuştur. Partinin kurucuları arasında Demokrasi Partisi eski milletvekillerinden Leyla Zana ve Orhan Doğan ile Cumhuriyet Halk Partisi eski milletvekillerinden Ahmet Türk bulunmaktadır.

DTP, Sosyalist Enternasyonal'da[5] ve Avrupa Sosyalist Partisi'nde gözlemci statüsündedir[6][7].

Parti, Türkiye'de yapılan 2007 Genel Seçimleri'ne % 10 seçim barajını aşamama kaygısıyla bağımsız adaylarla katıldı. DTP, Seçimlerin ardından bugün TBMM'de 21 milletvekili ile seçmenlerini temsil etmektedir[8].

2009 Türkiye Cumhuriyeti Yerel Seçimlerinde Türkiye genelinde %5,2 oranında oy aldı.

Partinin tanımı

DTP'nin parti tüzüğünde parti şu şekilde tanımlanmıştır:

DTP, demokratik uygarlık çağı değerleri olan özgürlükçü, eşitlikçi adaletçi, barışçı, çoğulcu, katılımcı, çok kültürlü toplumu zenginlik olarak gören ve yenileşmeyi savunan; insan ve toplum odaklı diyalog ve uzlaşıya dayalı, otoriter- merkezi- hiyerarşik siyaset yapma tarzı yerine, demokratik- yerel –yatay işleyişi benimseyen, demokratik iç işleyişi kararlılıkla savunan, barışçıl demokratik siyaseti esas alan, evrensel değerlere sahip çıkan, her türlü ayırımcılığı ve ırkçılığı ret eden, insanlığın özgürleşmesini, cinsler arası eşitlikte gören, bu temelde özgür, demokratik-ekolojik toplumu hedefleyen demokratik özgürlükçü eşitlikçi sol bir kitle partisidir.

Tarihçe

DTP, Türkiye'de ilk defa eşbaşkanlık sistemini uygulayan siyasi partidir. Buna göre Aysel Tuğluk ile Ahmet Türk partinin eşbaşkanları olarak belirlenmiş, YSK'nın aldığı karar doğrultusunda, eşbaşkanlık sistemine son verilerek, partinin genel başkanlığı görevine geçici olarak tek başına Ahmet Türk seçilmiştir.[10] Demokratik Toplum Partisi’nin 2. Olağanüstü Büyük Kongresi’nde Nurettin Demirtaş Genel Başkanlığa seçilmiştir.[11] 21 Temmuz 2008 tarihinde yapılan olağanüstü kongrede genel başkanlığa adaylığını ilk olarak partinin eski Kars İl Başkanı olan Mahmut Alınak koymuş Ahmet Türk'ün aday olması üzerine Alınak, Türk'ün lehine namzet olmaktan vazgeçmiştir.[12]

Demokratik Toplum Partisi ilk seçim deneyimini 2007 Genel Seçimleri'nde yaşadı. %10'luk seçim barajını aşamama kaygısıyla bu partiye mensup üyeler ve bu partiyle birlikte hareket eden EMEP, ÖDP, SDP ve bazı sivil toplum örgütlerine mensup kişiler Bin Umut Adayları adıyla bu seçime bağımsız olarak katıldılar.[13] Seçim sonunda milletvekili olan hali hazırda DTP üyesi olan 19 kişi ve SDP Onursal Başkanı Akın Birdal DTP'ye geçerken[14], seçimlere bağımsız aday olarak girmek isteyen ve bu sebeple partisinden istifa eden Ufuk Uras ise tekrar ÖDP'ye geçti.[15] Hakkari bağımsız milletvekili Hamit Geylani siyasi partilere üye olamama cezasından dolayı, seçimlerden bir yıl sonra yapılan DTP Olağanüstü Kongresi'nde, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde grubu olan bu partiye geçerek milletvekili sayısının 21 olmasını sağlamıştı.[16][17]

Her ne kadar DTP'nin 3 senelik geçmişi olsa da DTP çizgisinin Türk siyasi hayatında 20 senelik bir geçmişi bulunmaktadır. DTP'den önce açılan HEP, DEP, HADEP ve DEHAP çeşitli gerekçelerle kapatıldılar. Bunların başında ise; bu partilerin PKK'yı destekledikleri, milletvekillerinin Kürtçe yemin ederek bölücülük yaptıkları, kongrelerinde PKK bayraklarının açılması, polise çeşitli saldırılar, PKK'ya gerek maddi gerek silah yardımı ve basında verdikleri demeçlerde PKK'yı övmeleri gibi neden yer almaktadır.

DTP de öncülleri gibi kapatılma ihtimalinde olan bir partidir. PKK'yı desteklemekle suçlanan parti hakkında Yargıtay Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya kapatma davası açmıştır. Davanın sonuçlanabilmesi için Anayasa Mahkemesi'nin çalışmalarını bitirmesi beklenmektedir.[18]

DTP, 26 Ekim 2008 tarihindeki Hakkari mitinginde PKK'nın tutuklu elebaşı Abdullah Öcalan için alenen özgürlük talep etmiştir

DTP-PKK

Türkiye'de birçok sivil toplum örgütü ve siyasi partiler ile kamu kurum ve kuruluşları Demokratik Toplum Partisi'ni PKK'nın siyasi kolu olmakla suçlamaktadır. Parti, PKK'nın tutuklu lideri Abdullah Öcalan'nın emirlerini yerine getirmekle suçlanmaktadır. DTP'li bazı belediyeler ölen PKK'lılar için düzenlenen cenaze törenlerini desteklemektedirler[20]. DTP, PKK'yı terör örgütü olarak görmemekte; Türkiye'nin, Kürt Sorunu'nu PKK ile diyalog kurarak barışcıl şekilde çözümlenmesinden yana hareket etmektedir[21].

Parti içi açıklamalar

DTP Van İl Başkanı Veysi Dilekçi aynı ilden Adalet ve Kalkınma Partisi İl Başkanı Mustafa Bilici'yi ziyaretinde PKK ile ilgili bir açıklama yaparak[22]

PKK, bu ülkenin bir gerçeğidir, bunu kabul etmek zorundayız. Bizim PKK ile organik değil, duygusal bağımız var. Çünkü bu ülkede PKK'nin militanlığını yapan insanların aileleri yaşamaktadır. Elbette bu annenin, babanın, kardeşin bir siyasi tercihi olacaktır. Bu insanlar DTP'yi tercih ediyorsa, bu PKK ile bir bağımız olduğu anlamına gelmiyor. PKK'nin militanları bu ülkenin evlatlarıdır. Devlet bunun için bir çözüm gerçekleştirmek zorundadır. Bu gerçek ile partimiz baskı altında tutulup, tecrit edilmektedir. Hükümetin, PKK'nin yaptığı ateşkese ve barış çağrısına cevap vermesini istiyoruz.

demiştir.

DTP'nin eş başkanlarından Emine Ayna partisinin PKK ile ilişkisi iddialarını şöyle açıklamaktadır[23]:

Biz PKK'yi desteklemiyoruz ama terör örgütü olarak ta görmüyoruz. Her ikside Kürt Sorunu'nun barışcıl yollardan çözümlenmesinden yana olup demokratik bir Türkiye Devleti'nden yanadır. Bizi PKK ile birleştiren sadece budur. Bizi ayıran nokta ise PKK'nin silahlı mücadele etmesi, bizim ise barıştan yana olmamızdır. PKK ancak diyalog yoluyla bitirilir.

Genel Başkanlar

Ahmet Türk

Ahmet Türk, 2 Temmuz 1942'de Mardin'de dünyaya geldi. Lise mezunu olan Türk önce HEP ve Demokratik Toplum Partisi'nin kurucu üyesi oldu. 15, 16, 18, 19 ve 23. Dönem Mardin Milletvekili olarak TBMM'ye girdi. 19. Dönem'de Türkiye Büyük Millet Meclisi İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı olarak görev yaptı. Halkın Emek Partisi Genel Başkanlığı görevinde bulundu. Demokratik Toplum Partisi Genel Başkanlığı görevini halen yürütmektedir.

Aysel Tuğluk

İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdi. Serbest avukat olarak çalıştı. Toplumsal Hukuk Araştırmaları Vakfı Yönetim Kurulu Üyeliğinde bulundu. İnsan Hakları Derneği Üyesi ve Yurtsever Kadınlar Derneği Kurucusu oldu. Demokratik Toplum Partisi Eşbaşkanlığı görevini yürüttü. XXIII.Dönem Diyarbakır milletvekilidir. Bekârdır.[25] Abdullah Öcalan'ın eski avukatıdır. Öcalan'ın arkadaşlarından Alaattin Tuğluk’un kız kardeşidir. Ağabeyinin PKK’daki aktif görevleri nedeniyle örgütle ilişkisi eskiye dayandığı iddia edilmektedir.[26]

DTP içindeki ılımlı kanattan olduğu iddia edilen ve Ahmet Türk'le beraber parti içinde "pasif ve uzlaşmacı" olmakla suçlanan Tuğluk, 9 Kasım 2007 tarihindeki DTP Olağanüstü Kongresi’nde eşbaşkanlık görevinden ayrıldı. [27][28][29]

Nurettin Demirtaş

Nurettin Demirtaş, 1972yılında doğdu. PKK'ya üye olmak suçundan on yıl hapis yattı. Cezasını çektikten sonra DTP'ye geçen Demirtaş sağlık sorunları olduğu gerekçesiyle askerliğe elverişsiz raporu alarak askerlikten muaf tutuldu. Büyükhanlı Park Otelde gerçekleştirilen 2. Olağanüstü Büyük Kongredeki seçimlerde ilk iki turda yeterli çoğunluğu sağlayamayan Demirtaş, 3. turda partinin Genel Başkanlığına seçildi. Askerlikten muafı ile ilgili raporun sahte olduğu mahkemece tespit edilip, hakkında tutuklama kararı çıkartıldı. Almanya'ya yaptığı bir geziden sonra Türkiye'ye dönen Demirtaş gözaltına altına alındı ve bir yıl hapis cezasına çarptırıldı. Daha sonra tahliye edilen Demirtaş, bugün Safranbolu'da askerlik yapmaktadır.[30][31][32]

Emine Ayna

Nurettin Demirtaş'ın cezası sebebiyle başkanlık görevi düştü. Bunun üzerine göreve 1 Temmuz 1968'de Diyarbakır'ın Dicle ilçesinde doğan 23. Dönem Mardin milletvekili Emine Ayna getirildi. Ayna lise mezunu olup milletvekilliği görevinden önce Gökkuşağı Kadın Derneği'nin kurucu üyeliği ve kurucu genel başkanlığını yaptı.[33] Emine Ayna'nın da yerine geldiği Nurettin Demirtaş gibi DTP içinde daha sert ve radikal söylemleri savunan şahin kanadın temsilcisi olduğu iddia edilmektedir.[34][35] Nitekim Ayna'nın, PKK'nın ilk silahlı eylemleri olan 1984 Eruh ve Şemdinli Saldırısı'nın yıldönümü olan 15 Ağustos 2008'de Diyarbakır'ın Lice ilçesinde DTP Lice İlçe Örgütü'nün düzenlediği “Hakla dayanışma” etkinliğinde 15 Ağustos 1984'de gerçekleştirilen eylemleri överek katılımcılara "15 Ağustos Zafer Bayramı'nız kutlu olsun" demesi tepkilere sebep olmuştur. [36] Ayna aynı şekilde 2 Aralık 2008'de Muş'un Varto ilçesinde yapılan DTP mitinginde "DTP dışında bir siyasi partiden aday olan Kürt değildir" sözleriyle de gündeme gelmiştir.


Demokratik Toplum Partisi-Türkiye'de siyasi partiler tarihi


Demokratik Toplum Partisi (Kısa ismi: DTP), 9 Kasım 2005 tarihinde Türkiye'de kurulan 49. siyasi partidir. Genel merkezi Ankara'nın Çankaya ilçesinin Balgat semtinde olan partinin amblemi sarı zemin üzerine, yeşil yapraklı kırmızı güldür.

Demokratik Toplum Partisi, Demokratik Toplum Hareketi'nin partileşmesi sonucunda kurulmuştur. Partinin kurucuları arasında Demokrasi Partisi eski milletvekillerinden Leyla Zana ve Orhan Doğan ile Cumhuriyet Halk Partisi eski milletvekillerinden Ahmet Türk bulunmaktadır.

DTP, Sosyalist Enternasyonal'da[5] ve Avrupa Sosyalist Partisi'nde gözlemci statüsündedir[6][7].

Parti, Türkiye'de yapılan 2007 Genel Seçimleri'ne % 10 seçim barajını aşamama kaygısıyla bağımsız adaylarla katıldı. DTP, Seçimlerin ardından bugün TBMM'de 21 milletvekili ile seçmenlerini temsil etmektedir[8].

2009 Türkiye Cumhuriyeti Yerel Seçimlerinde Türkiye genelinde %5,2 oranında oy aldı.

Partinin tanımı

DTP'nin parti tüzüğünde parti şu şekilde tanımlanmıştır:

DTP, demokratik uygarlık çağı değerleri olan özgürlükçü, eşitlikçi adaletçi, barışçı, çoğulcu, katılımcı, çok kültürlü toplumu zenginlik olarak gören ve yenileşmeyi savunan; insan ve toplum odaklı diyalog ve uzlaşıya dayalı, otoriter- merkezi- hiyerarşik siyaset yapma tarzı yerine, demokratik- yerel –yatay işleyişi benimseyen, demokratik iç işleyişi kararlılıkla savunan, barışçıl demokratik siyaseti esas alan, evrensel değerlere sahip çıkan, her türlü ayırımcılığı ve ırkçılığı ret eden, insanlığın özgürleşmesini, cinsler arası eşitlikte gören, bu temelde özgür, demokratik-ekolojik toplumu hedefleyen demokratik özgürlükçü eşitlikçi sol bir kitle partisidir.

Tarihçe

DTP, Türkiye'de ilk defa eşbaşkanlık sistemini uygulayan siyasi partidir. Buna göre Aysel Tuğluk ile Ahmet Türk partinin eşbaşkanları olarak belirlenmiş, YSK'nın aldığı karar doğrultusunda, eşbaşkanlık sistemine son verilerek, partinin genel başkanlığı görevine geçici olarak tek başına Ahmet Türk seçilmiştir.[10] Demokratik Toplum Partisi’nin 2. Olağanüstü Büyük Kongresi’nde Nurettin Demirtaş Genel Başkanlığa seçilmiştir.[11] 21 Temmuz 2008 tarihinde yapılan olağanüstü kongrede genel başkanlığa adaylığını ilk olarak partinin eski Kars İl Başkanı olan Mahmut Alınak koymuş Ahmet Türk'ün aday olması üzerine Alınak, Türk'ün lehine namzet olmaktan vazgeçmiştir.[12]

Demokratik Toplum Partisi ilk seçim deneyimini 2007 Genel Seçimleri'nde yaşadı. %10'luk seçim barajını aşamama kaygısıyla bu partiye mensup üyeler ve bu partiyle birlikte hareket eden EMEP, ÖDP, SDP ve bazı sivil toplum örgütlerine mensup kişiler Bin Umut Adayları adıyla bu seçime bağımsız olarak katıldılar.[13] Seçim sonunda milletvekili olan hali hazırda DTP üyesi olan 19 kişi ve SDP Onursal Başkanı Akın Birdal DTP'ye geçerken[14], seçimlere bağımsız aday olarak girmek isteyen ve bu sebeple partisinden istifa eden Ufuk Uras ise tekrar ÖDP'ye geçti.[15] Hakkari bağımsız milletvekili Hamit Geylani siyasi partilere üye olamama cezasından dolayı, seçimlerden bir yıl sonra yapılan DTP Olağanüstü Kongresi'nde, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde grubu olan bu partiye geçerek milletvekili sayısının 21 olmasını sağlamıştı.[16][17]

Her ne kadar DTP'nin 3 senelik geçmişi olsa da DTP çizgisinin Türk siyasi hayatında 20 senelik bir geçmişi bulunmaktadır. DTP'den önce açılan HEP, DEP, HADEP ve DEHAP çeşitli gerekçelerle kapatıldılar. Bunların başında ise; bu partilerin PKK'yı destekledikleri, milletvekillerinin Kürtçe yemin ederek bölücülük yaptıkları, kongrelerinde PKK bayraklarının açılması, polise çeşitli saldırılar, PKK'ya gerek maddi gerek silah yardımı ve basında verdikleri demeçlerde PKK'yı övmeleri gibi neden yer almaktadır.

DTP de öncülleri gibi kapatılma ihtimalinde olan bir partidir. PKK'yı desteklemekle suçlanan parti hakkında Yargıtay Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya kapatma davası açmıştır. Davanın sonuçlanabilmesi için Anayasa Mahkemesi'nin çalışmalarını bitirmesi beklenmektedir.[18]

DTP, 26 Ekim 2008 tarihindeki Hakkari mitinginde PKK'nın tutuklu elebaşı Abdullah Öcalan için alenen özgürlük talep etmiştir

DTP-PKK

Türkiye'de birçok sivil toplum örgütü ve siyasi partiler ile kamu kurum ve kuruluşları Demokratik Toplum Partisi'ni PKK'nın siyasi kolu olmakla suçlamaktadır. Parti, PKK'nın tutuklu lideri Abdullah Öcalan'nın emirlerini yerine getirmekle suçlanmaktadır. DTP'li bazı belediyeler ölen PKK'lılar için düzenlenen cenaze törenlerini desteklemektedirler[20]. DTP, PKK'yı terör örgütü olarak görmemekte; Türkiye'nin, Kürt Sorunu'nu PKK ile diyalog kurarak barışcıl şekilde çözümlenmesinden yana hareket etmektedir[21].

Parti içi açıklamalar

DTP Van İl Başkanı Veysi Dilekçi aynı ilden Adalet ve Kalkınma Partisi İl Başkanı Mustafa Bilici'yi ziyaretinde PKK ile ilgili bir açıklama yaparak[22]

PKK, bu ülkenin bir gerçeğidir, bunu kabul etmek zorundayız. Bizim PKK ile organik değil, duygusal bağımız var. Çünkü bu ülkede PKK'nin militanlığını yapan insanların aileleri yaşamaktadır. Elbette bu annenin, babanın, kardeşin bir siyasi tercihi olacaktır. Bu insanlar DTP'yi tercih ediyorsa, bu PKK ile bir bağımız olduğu anlamına gelmiyor. PKK'nin militanları bu ülkenin evlatlarıdır. Devlet bunun için bir çözüm gerçekleştirmek zorundadır. Bu gerçek ile partimiz baskı altında tutulup, tecrit edilmektedir. Hükümetin, PKK'nin yaptığı ateşkese ve barış çağrısına cevap vermesini istiyoruz.

demiştir.

DTP'nin eş başkanlarından Emine Ayna partisinin PKK ile ilişkisi iddialarını şöyle açıklamaktadır[23]:

Biz PKK'yi desteklemiyoruz ama terör örgütü olarak ta görmüyoruz. Her ikside Kürt Sorunu'nun barışcıl yollardan çözümlenmesinden yana olup demokratik bir Türkiye Devleti'nden yanadır. Bizi PKK ile birleştiren sadece budur. Bizi ayıran nokta ise PKK'nin silahlı mücadele etmesi, bizim ise barıştan yana olmamızdır. PKK ancak diyalog yoluyla bitirilir.

Genel Başkanlar

Ahmet Türk

Ahmet Türk, 2 Temmuz 1942'de Mardin'de dünyaya geldi. Lise mezunu olan Türk önce HEP ve Demokratik Toplum Partisi'nin kurucu üyesi oldu. 15, 16, 18, 19 ve 23. Dönem Mardin Milletvekili olarak TBMM'ye girdi. 19. Dönem'de Türkiye Büyük Millet Meclisi İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı olarak görev yaptı. Halkın Emek Partisi Genel Başkanlığı görevinde bulundu. Demokratik Toplum Partisi Genel Başkanlığı görevini halen yürütmektedir.

Aysel Tuğluk

İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdi. Serbest avukat olarak çalıştı. Toplumsal Hukuk Araştırmaları Vakfı Yönetim Kurulu Üyeliğinde bulundu. İnsan Hakları Derneği Üyesi ve Yurtsever Kadınlar Derneği Kurucusu oldu. Demokratik Toplum Partisi Eşbaşkanlığı görevini yürüttü. XXIII.Dönem Diyarbakır milletvekilidir. Bekârdır.[25] Abdullah Öcalan'ın eski avukatıdır. Öcalan'ın arkadaşlarından Alaattin Tuğluk’un kız kardeşidir. Ağabeyinin PKK’daki aktif görevleri nedeniyle örgütle ilişkisi eskiye dayandığı iddia edilmektedir.[26]

DTP içindeki ılımlı kanattan olduğu iddia edilen ve Ahmet Türk'le beraber parti içinde "pasif ve uzlaşmacı" olmakla suçlanan Tuğluk, 9 Kasım 2007 tarihindeki DTP Olağanüstü Kongresi’nde eşbaşkanlık görevinden ayrıldı. [27][28][29]

Nurettin Demirtaş

Nurettin Demirtaş, 1972yılında doğdu. PKK'ya üye olmak suçundan on yıl hapis yattı. Cezasını çektikten sonra DTP'ye geçen Demirtaş sağlık sorunları olduğu gerekçesiyle askerliğe elverişsiz raporu alarak askerlikten muaf tutuldu. Büyükhanlı Park Otelde gerçekleştirilen 2. Olağanüstü Büyük Kongredeki seçimlerde ilk iki turda yeterli çoğunluğu sağlayamayan Demirtaş, 3. turda partinin Genel Başkanlığına seçildi. Askerlikten muafı ile ilgili raporun sahte olduğu mahkemece tespit edilip, hakkında tutuklama kararı çıkartıldı. Almanya'ya yaptığı bir geziden sonra Türkiye'ye dönen Demirtaş gözaltına altına alındı ve bir yıl hapis cezasına çarptırıldı. Daha sonra tahliye edilen Demirtaş, bugün Safranbolu'da askerlik yapmaktadır.[30][31][32]

Emine Ayna

Nurettin Demirtaş'ın cezası sebebiyle başkanlık görevi düştü. Bunun üzerine göreve 1 Temmuz 1968'de Diyarbakır'ın Dicle ilçesinde doğan 23. Dönem Mardin milletvekili Emine Ayna getirildi. Ayna lise mezunu olup milletvekilliği görevinden önce Gökkuşağı Kadın Derneği'nin kurucu üyeliği ve kurucu genel başkanlığını yaptı.[33] Emine Ayna'nın da yerine geldiği Nurettin Demirtaş gibi DTP içinde daha sert ve radikal söylemleri savunan şahin kanadın temsilcisi olduğu iddia edilmektedir.[34][35] Nitekim Ayna'nın, PKK'nın ilk silahlı eylemleri olan 1984 Eruh ve Şemdinli Saldırısı'nın yıldönümü olan 15 Ağustos 2008'de Diyarbakır'ın Lice ilçesinde DTP Lice İlçe Örgütü'nün düzenlediği “Hakla dayanışma” etkinliğinde 15 Ağustos 1984'de gerçekleştirilen eylemleri överek katılımcılara "15 Ağustos Zafer Bayramı'nız kutlu olsun" demesi tepkilere sebep olmuştur. [36] Ayna aynı şekilde 2 Aralık 2008'de Muş'un Varto ilçesinde yapılan DTP mitinginde "DTP dışında bir siyasi partiden aday olan Kürt değildir" sözleriyle de gündeme gelmiştir.


Demokratik Sol Parti-Türkiye'de siyasi partiler tarihi


Demokratik Sol Parti (DSP), Rahşan Ecevit tarafından 14 Kasım 1985'te kurulan Türk siyasi partisi.

Tarihçesi

12 Eylül Öncesi - Demokratik Sol'un Temelleri

Demokratik Sol'un temelleri, Ortanın Solu adıyla 1960'ların başında atıldı. 1963'de demokratik işçi hakları için verilen ve kazanılan mücadeleden doğan bu hareket, İsmet İnönü'nün başkanlığını yaptığı CHP'de parti içi muhalefete dönüştü.

Ortanın Solu hareketindeki "sol" sözcüğü parti içinde ve dışında yoğun tepkilerle karşılaştı; fakat hareketi başlatanların direnci Türkiye'deki solculuk anlayışına siyasal meşruluk kazandırdı. Ortanın Solu Hareketi bunu, Marksizm'den farklılığını vurgulayarak yaptı. Hareketi toplumsal ve ulusal özelliklere dayandırarak, inançlara saygılı laikliği benimsediler. Bu sayede halkın güvenini kazandılar.

Bülent Ecevit'in öncülüğündeki Ortanın Solu Hareketi, 1960'ların sonlarında Demokratik Sol adını benimsedi. Bu hareket 12 Mart 1971 Muhtırası'nın ardından adeta bir demokrasi mücadelesine girişerek, askerin siyasete müdahalesine karşı çıktı. Bu konuda İnönü ile ters düşen Ecevit, genel sekreterlik görevinden istifa ederek, parti içinde çalışmalarını daha etkin bir biçimde sürdürdü. Milli Şef parti meclisi seçiminde Ecevit'e yenilerek, bunun üzerine 34 yıllık (11 Kasım 1938 - 8 Mayıs 1972) genel başkanlığını bıraktı.

Ecevit, 14 Mayıs 1972'de Atatürk ve İsmet İnönü'nün ardından Cumhuriyet Halk Partisi'nin genel başkanı oldu. Parti, Ecevit'in genel başkanlığı ve Demokratik Sol akımıyla büyük bir ivme kazanarak yükselişe geçti. Bunun en somut göstergesi dönemin CHP'sinin oy oranlarındaki değişimdir. 1969 Seçimleri'nde CHP'nin oyları %27,37'e kadar gerilemişken, 1973'te %33.30'a, 1977'de %41.38'e yükselmiştir. "Umudumuz Karaoğlan!" sloganları da 1973 Seçimleri'nde atılmaya başlanmıştır.

12 Eylül Sonrası - Demokratik Sol'un Partileşmesi

Türk Silahlı Kuvvetleri'nin yaptığı 12 Eylül 1980 Darbesi'nin ardından diğer parti başkanlarıyla beraber Bülent Ecevit de siyasetten uzaklaştırıldı ve bir süre gözaltında tutuldu. Daha sonra bütün partilerin ileri gelenleriyle birlikte 10 yıl süreyle siyasete girmesi yasaklandı. Bu sırada gazeteciliğe yaptı ve 21 Şubat 1981'de Arayış dergisini çıkarmaya başladı. Arayış'a ya da başka kanallara verdiği demeçlerden dolayı yargılandı ve cezaevine girdi. MGK, 16 Ekim 1981'de tüm siyasi partilerle birlikte Cumhuriyet Halk Partisi'ni de kapattı.

Ecevit siyasi yasaklıydı ve çevresindeki destekçilerini tek tek kaybetmişti. Bu dönemle ilgili "Mücadelenin güçlüklerini göze alamayanlarla yollarımız ayrıldı." demiştir. Bülent Ecevit, Demokratik Sol söylemi bir partiyle yeniden hayata döndürmek istiyordu. Bunun sonucunda, yasaklı olan Bülent Ecevit'in yerine eşi Rahşan Ecevit 14 Kasım 1985 bu projeyi hayata geçirdi ve Demokratik Sol Parti'yi kurdu. Rahşan Ecevit'in örgütlenme konusunda, kurduğu köylü derneklerinden gelen bir deneyimi vardı. İki odalı bir bodrum katında kurulan partinin gelişiminde rol oynayan etmenlerden biri de budur.

Siyasi Yasakların Kalkışı - Ecevit'in Siyasete Dönüşü

6 Eylül 1987'de siyasi yasakların kalkması yönünde yapılan halkoylaması sonucunda eski siyasetçilerin önündeki siyaset yasağı kalktı. Bunun üzerine DSP'nin başına Bülent Ecevit geçti. Bülent Ecevit'in liderliğinde girilen 29 Kasım 1987 Seçimleri'nde parti 2.044.576 kişinin oyuyla %8.53'lük bir sonuç aldı ve Meclis dışı kaldı. Bu sonucun ardından Ecevit genel başkanlıktan istifa etti.

Boşalan genel başkanlığa 7 Mart 1988'de Necdet Karababa getirildi. Genel başkanlık görevini bir yıldan az sürdüren Karababa'nın görevi bırakmasından sonra, 15 Ocak 1989'da Bülent Ecevit partililer tarafından liderliğe yeniden getirildi. Bu dönemin ardından 26 Mart 1989 yerel seçimlerinde %9,09 oy alan DSP, 20 Ekim 1991 genel seçimlerinde %10.75 alarak TBMM'ye 7 milletvekiliyle girdi. Bu sayı çeşitli istifalarla 4'e düştü.

1995 Seçimleri - Demokratik Sol Parti Solun Birinci Partisi

DSP’nin oyları 24 Aralık 1995 erken genel seçimlerinde %14.64’e, milletvekili sayısı 76’ya yükseldi ve Demokratik Sol Parti solun en büyük partisi konumuna geldi. 6 Mart 1996'da Anavatan Partisi ve Doğru Yol Partisi, Demokratik Sol Parti'nin dışarıdan desteğiyle ANAYOL Azınlık Hükümeti kuruldu. Bu hükümet Refah Partisi'nin verdiği gensoru önergesiyle 28 Haziran 1996'da düştü; yerine DYP ile RP'nin kurduğu REFAHYOL Hükümeti başa geldi. 28 Şubat süreci içerisinde 28 Şubat 1997'de toplanan Milli Güvenlik Kurulu'nun 9 saatlik toplantısı sonunda bu hükümet istifa etmiştir.

28 Şubat'ın Ardından - Demokratik Sol Parti İktidarda

28 Şubat süreciyle birlikte, Demokratik Sol Parti, Anavatan Partisi ve Demokrat Türkiye Partisi ile 30 Haziran 1997'de Mesut Yılmaz'ın başbakanlığında kurulan ANASOL-D Koalisyon Hükümeti'nde yer aldı. 25 Kasım 1998'de Mesut Yılmaz için verilen gensoru önergesinin TBMM'de kabul edildi ve Yılmaz başbakanlıktan istifa etti. ANASOL-D Hükümeti de Ocak 1999'da sona erdi.

Azınlık Hükümeti - Ecevit Yeniden Başbakan

11 Ocak 1999'da ülkeyi seçime götürmek için, diğer partilerin de üzerinde anlaşması üzerine DSP bir azınlık hükümeti kurdu. CHP dışındaki bütün partilerin ve çeşitli demokratik kitle ve sivil toplum örgütlerinin ortak desteğiyle kurulan DSP azınlık hükümeti ile Bülent Ecevit dördüncü kez başbakanlık koltuğuna oturdu.

Yolsuzlukların ve siyasal yozlaşmanın arttığı bir dönemde Ecevit'in dürüst kişiliği ve DSP'nin yolsuzluğa bulaşmamış yapısı toplumda heyecan, umut ve güven yarattı. Böyle bir ortamda bölücü terör örgütü PKK'nın başının Kenya'da CIA ve MİT'in ortak operasyonu ile yakalanması da olumlu atmosferi pekiştirdi. 18 Nisan 1999 Seçimleri'nde DSP oylarını yüzde 14.65'ten yüzde 22,19'a çıkardı ve birinci parti oldu. ANAP ve MHP ile birlikte bir üçlü koalisyon kurdu.

ABD'nin Irak'ı işgaline Ecevit'in karşı çıkması, parti içinde bir bölünmeye neden oldu. Kemal Derviş, Hüsamettin Özkan ve İsmail Cem'in öncülük ettiği bu bölünme sonucunda bir grup DSP'li milletvekili partilerinden istifa etti ve bu kadro, Yeni Türkiye Partisi'ni kurdu. Bu durum, koalisyon hükümetinin geleceğini tehlikeye attı ve MHP lideri Bahçeli'nin erken seçim çağrısı ile seçime 1 buçuk yıl kala bir erken seçime gidildi. Üçlü koalisyon hükümeti sırasında yaşanan ekonomik krizin etkileri yeni yeni sarılmışken ve yapılan reformların olumlu sonuçları henüz hissedilmemişken gidilen erken seçim sonucunda DSP ve diğer koalisyon ortakları yüzde 10'luk seçim barajını geçemedi.

24 Temmuz 2004 yılında toplanan DSP 6. Olağan Kurultayı'nda Zeki Sezer DSP Genel Başkanlığına seçildi. Demokratik Sol Parti, 22 Temmuz 2007 Genel Seçimlerine katılmadı. Bu seçimlerde, CHP listesinden aday olan 13 DSP'li, milletvekili seçilerek, parlamentoya girdi. [1]

Genel Başkanları

  • Rahşan Ecevit (14 Kasım 1985 - 1987)
  • Bülent Ecevit (1987 - 7 Mart 1988)
  • Necdet Karababa (7 Mart 1988 - 15 Ocak 1989)
  • Bülent Ecevit (15 Ocak 1989 - 25 Temmuz 2004)A
  • Zeki Sezer (25 Temmuz 2004 - Günümüz)

1985 yılında Rahşan Ecevit ilk genel başkan oldu. 1987 yılında, bazı liderlerin siyaset yasağı kalkınca, Bülent Ecevit genel başkanlığa aday oldu ve seçildi.

29 Nisan 2001'de yapılan 5. Olağan Büyük Kurultayında Bülent Ecevit 963 oyla yeniden genel başkan seçilirken, rakibi Sema Pişkinsüt 68 oy aldı. 35 oy geçersiz sayıldı. Bu kurultayda genel başkanlığa adaylığını koyan Aydın Milletvekili Sema Pişkinsüt'ün Kurultay öncesi gerginlik yaratıcı bir üslup kullanarak Ecevit'e yüklenmesi sonucu kurultay gergin geçti.

2002 seçimlerinden sonra, Bülent Ecevit 2004 yılında parti liderliğini bıraktı. Aynı yıl yapılan kongrede DSP'den Ankara milletvekili Zeki Sezer genel başkan seçildi.

Siyasi ideoloji

DSP siyasi yelpazede merkez solda yer alan, parlamenter düzene ve anayasaya bağlı olan demokratik sol bir partidir. Demokratik sol öğeleri bünyesinde barındırmakla birlikte Marksizm'den uzak bir ideolojisi vardır. DSP ideolojisi marksizmden kaynaklanmayan yerli bir söylemdir.

Parti programı

Demokratik Sol Parti Meclisi'nin 3 Ekim 2003 tarihli toplantısında günün koşullarına göre yenilenmek için ele alınan programın tam metni, 6 Ekim 2003 Pazartesi günü açıklanmıştır. Program; küreselleşme, kayıtdışı ekonomi, emek-sermaye ilişkisi, üretim, girişimcilik, işsizlik, kültür, bilgi toplumu, uzay teknolojisi, kamu yönetimi ve “yerel yönetim anlayışı”, sendikalaşma ve “üniversitelere bakış açısı” gibi çok sayıda konuyu içermektedir.

Demokratik Sol Parti-Türkiye'de siyasi partiler tarihi


Demokratik Sol Parti (DSP), Rahşan Ecevit tarafından 14 Kasım 1985'te kurulan Türk siyasi partisi.

Tarihçesi

12 Eylül Öncesi - Demokratik Sol'un Temelleri

Demokratik Sol'un temelleri, Ortanın Solu adıyla 1960'ların başında atıldı. 1963'de demokratik işçi hakları için verilen ve kazanılan mücadeleden doğan bu hareket, İsmet İnönü'nün başkanlığını yaptığı CHP'de parti içi muhalefete dönüştü.

Ortanın Solu hareketindeki "sol" sözcüğü parti içinde ve dışında yoğun tepkilerle karşılaştı; fakat hareketi başlatanların direnci Türkiye'deki solculuk anlayışına siyasal meşruluk kazandırdı. Ortanın Solu Hareketi bunu, Marksizm'den farklılığını vurgulayarak yaptı. Hareketi toplumsal ve ulusal özelliklere dayandırarak, inançlara saygılı laikliği benimsediler. Bu sayede halkın güvenini kazandılar.

Bülent Ecevit'in öncülüğündeki Ortanın Solu Hareketi, 1960'ların sonlarında Demokratik Sol adını benimsedi. Bu hareket 12 Mart 1971 Muhtırası'nın ardından adeta bir demokrasi mücadelesine girişerek, askerin siyasete müdahalesine karşı çıktı. Bu konuda İnönü ile ters düşen Ecevit, genel sekreterlik görevinden istifa ederek, parti içinde çalışmalarını daha etkin bir biçimde sürdürdü. Milli Şef parti meclisi seçiminde Ecevit'e yenilerek, bunun üzerine 34 yıllık (11 Kasım 1938 - 8 Mayıs 1972) genel başkanlığını bıraktı.

Ecevit, 14 Mayıs 1972'de Atatürk ve İsmet İnönü'nün ardından Cumhuriyet Halk Partisi'nin genel başkanı oldu. Parti, Ecevit'in genel başkanlığı ve Demokratik Sol akımıyla büyük bir ivme kazanarak yükselişe geçti. Bunun en somut göstergesi dönemin CHP'sinin oy oranlarındaki değişimdir. 1969 Seçimleri'nde CHP'nin oyları %27,37'e kadar gerilemişken, 1973'te %33.30'a, 1977'de %41.38'e yükselmiştir. "Umudumuz Karaoğlan!" sloganları da 1973 Seçimleri'nde atılmaya başlanmıştır.

12 Eylül Sonrası - Demokratik Sol'un Partileşmesi

Türk Silahlı Kuvvetleri'nin yaptığı 12 Eylül 1980 Darbesi'nin ardından diğer parti başkanlarıyla beraber Bülent Ecevit de siyasetten uzaklaştırıldı ve bir süre gözaltında tutuldu. Daha sonra bütün partilerin ileri gelenleriyle birlikte 10 yıl süreyle siyasete girmesi yasaklandı. Bu sırada gazeteciliğe yaptı ve 21 Şubat 1981'de Arayış dergisini çıkarmaya başladı. Arayış'a ya da başka kanallara verdiği demeçlerden dolayı yargılandı ve cezaevine girdi. MGK, 16 Ekim 1981'de tüm siyasi partilerle birlikte Cumhuriyet Halk Partisi'ni de kapattı.

Ecevit siyasi yasaklıydı ve çevresindeki destekçilerini tek tek kaybetmişti. Bu dönemle ilgili "Mücadelenin güçlüklerini göze alamayanlarla yollarımız ayrıldı." demiştir. Bülent Ecevit, Demokratik Sol söylemi bir partiyle yeniden hayata döndürmek istiyordu. Bunun sonucunda, yasaklı olan Bülent Ecevit'in yerine eşi Rahşan Ecevit 14 Kasım 1985 bu projeyi hayata geçirdi ve Demokratik Sol Parti'yi kurdu. Rahşan Ecevit'in örgütlenme konusunda, kurduğu köylü derneklerinden gelen bir deneyimi vardı. İki odalı bir bodrum katında kurulan partinin gelişiminde rol oynayan etmenlerden biri de budur.

Siyasi Yasakların Kalkışı - Ecevit'in Siyasete Dönüşü

6 Eylül 1987'de siyasi yasakların kalkması yönünde yapılan halkoylaması sonucunda eski siyasetçilerin önündeki siyaset yasağı kalktı. Bunun üzerine DSP'nin başına Bülent Ecevit geçti. Bülent Ecevit'in liderliğinde girilen 29 Kasım 1987 Seçimleri'nde parti 2.044.576 kişinin oyuyla %8.53'lük bir sonuç aldı ve Meclis dışı kaldı. Bu sonucun ardından Ecevit genel başkanlıktan istifa etti.

Boşalan genel başkanlığa 7 Mart 1988'de Necdet Karababa getirildi. Genel başkanlık görevini bir yıldan az sürdüren Karababa'nın görevi bırakmasından sonra, 15 Ocak 1989'da Bülent Ecevit partililer tarafından liderliğe yeniden getirildi. Bu dönemin ardından 26 Mart 1989 yerel seçimlerinde %9,09 oy alan DSP, 20 Ekim 1991 genel seçimlerinde %10.75 alarak TBMM'ye 7 milletvekiliyle girdi. Bu sayı çeşitli istifalarla 4'e düştü.

1995 Seçimleri - Demokratik Sol Parti Solun Birinci Partisi

DSP’nin oyları 24 Aralık 1995 erken genel seçimlerinde %14.64’e, milletvekili sayısı 76’ya yükseldi ve Demokratik Sol Parti solun en büyük partisi konumuna geldi. 6 Mart 1996'da Anavatan Partisi ve Doğru Yol Partisi, Demokratik Sol Parti'nin dışarıdan desteğiyle ANAYOL Azınlık Hükümeti kuruldu. Bu hükümet Refah Partisi'nin verdiği gensoru önergesiyle 28 Haziran 1996'da düştü; yerine DYP ile RP'nin kurduğu REFAHYOL Hükümeti başa geldi. 28 Şubat süreci içerisinde 28 Şubat 1997'de toplanan Milli Güvenlik Kurulu'nun 9 saatlik toplantısı sonunda bu hükümet istifa etmiştir.

28 Şubat'ın Ardından - Demokratik Sol Parti İktidarda

28 Şubat süreciyle birlikte, Demokratik Sol Parti, Anavatan Partisi ve Demokrat Türkiye Partisi ile 30 Haziran 1997'de Mesut Yılmaz'ın başbakanlığında kurulan ANASOL-D Koalisyon Hükümeti'nde yer aldı. 25 Kasım 1998'de Mesut Yılmaz için verilen gensoru önergesinin TBMM'de kabul edildi ve Yılmaz başbakanlıktan istifa etti. ANASOL-D Hükümeti de Ocak 1999'da sona erdi.

Azınlık Hükümeti - Ecevit Yeniden Başbakan

11 Ocak 1999'da ülkeyi seçime götürmek için, diğer partilerin de üzerinde anlaşması üzerine DSP bir azınlık hükümeti kurdu. CHP dışındaki bütün partilerin ve çeşitli demokratik kitle ve sivil toplum örgütlerinin ortak desteğiyle kurulan DSP azınlık hükümeti ile Bülent Ecevit dördüncü kez başbakanlık koltuğuna oturdu.

Yolsuzlukların ve siyasal yozlaşmanın arttığı bir dönemde Ecevit'in dürüst kişiliği ve DSP'nin yolsuzluğa bulaşmamış yapısı toplumda heyecan, umut ve güven yarattı. Böyle bir ortamda bölücü terör örgütü PKK'nın başının Kenya'da CIA ve MİT'in ortak operasyonu ile yakalanması da olumlu atmosferi pekiştirdi. 18 Nisan 1999 Seçimleri'nde DSP oylarını yüzde 14.65'ten yüzde 22,19'a çıkardı ve birinci parti oldu. ANAP ve MHP ile birlikte bir üçlü koalisyon kurdu.

ABD'nin Irak'ı işgaline Ecevit'in karşı çıkması, parti içinde bir bölünmeye neden oldu. Kemal Derviş, Hüsamettin Özkan ve İsmail Cem'in öncülük ettiği bu bölünme sonucunda bir grup DSP'li milletvekili partilerinden istifa etti ve bu kadro, Yeni Türkiye Partisi'ni kurdu. Bu durum, koalisyon hükümetinin geleceğini tehlikeye attı ve MHP lideri Bahçeli'nin erken seçim çağrısı ile seçime 1 buçuk yıl kala bir erken seçime gidildi. Üçlü koalisyon hükümeti sırasında yaşanan ekonomik krizin etkileri yeni yeni sarılmışken ve yapılan reformların olumlu sonuçları henüz hissedilmemişken gidilen erken seçim sonucunda DSP ve diğer koalisyon ortakları yüzde 10'luk seçim barajını geçemedi.

24 Temmuz 2004 yılında toplanan DSP 6. Olağan Kurultayı'nda Zeki Sezer DSP Genel Başkanlığına seçildi. Demokratik Sol Parti, 22 Temmuz 2007 Genel Seçimlerine katılmadı. Bu seçimlerde, CHP listesinden aday olan 13 DSP'li, milletvekili seçilerek, parlamentoya girdi. [1]

Genel Başkanları

  • Rahşan Ecevit (14 Kasım 1985 - 1987)
  • Bülent Ecevit (1987 - 7 Mart 1988)
  • Necdet Karababa (7 Mart 1988 - 15 Ocak 1989)
  • Bülent Ecevit (15 Ocak 1989 - 25 Temmuz 2004)A
  • Zeki Sezer (25 Temmuz 2004 - Günümüz)

1985 yılında Rahşan Ecevit ilk genel başkan oldu. 1987 yılında, bazı liderlerin siyaset yasağı kalkınca, Bülent Ecevit genel başkanlığa aday oldu ve seçildi.

29 Nisan 2001'de yapılan 5. Olağan Büyük Kurultayında Bülent Ecevit 963 oyla yeniden genel başkan seçilirken, rakibi Sema Pişkinsüt 68 oy aldı. 35 oy geçersiz sayıldı. Bu kurultayda genel başkanlığa adaylığını koyan Aydın Milletvekili Sema Pişkinsüt'ün Kurultay öncesi gerginlik yaratıcı bir üslup kullanarak Ecevit'e yüklenmesi sonucu kurultay gergin geçti.

2002 seçimlerinden sonra, Bülent Ecevit 2004 yılında parti liderliğini bıraktı. Aynı yıl yapılan kongrede DSP'den Ankara milletvekili Zeki Sezer genel başkan seçildi.

Siyasi ideoloji

DSP siyasi yelpazede merkez solda yer alan, parlamenter düzene ve anayasaya bağlı olan demokratik sol bir partidir. Demokratik sol öğeleri bünyesinde barındırmakla birlikte Marksizm'den uzak bir ideolojisi vardır. DSP ideolojisi marksizmden kaynaklanmayan yerli bir söylemdir.

Parti programı

Demokratik Sol Parti Meclisi'nin 3 Ekim 2003 tarihli toplantısında günün koşullarına göre yenilenmek için ele alınan programın tam metni, 6 Ekim 2003 Pazartesi günü açıklanmıştır. Program; küreselleşme, kayıtdışı ekonomi, emek-sermaye ilişkisi, üretim, girişimcilik, işsizlik, kültür, bilgi toplumu, uzay teknolojisi, kamu yönetimi ve “yerel yönetim anlayışı”, sendikalaşma ve “üniversitelere bakış açısı” gibi çok sayıda konuyu içermektedir.

Demokrat Parti (2007)-Türkiye'de siyasi partiler tarihi,


Demokrat Parti, 27 Mayıs 2007 tarihinde 1983 yılında kurulmuş olan Doğru Yol Partisi'nin Büyük Anadolu Oteli'nde yaptığı 2. Olağanüstü Genel Kongresi'nde adını ve logosunu değiştirmesiyle oluşan Türk siyasi partisi.

Mehmet Ağar'ın Genel Başkanlığı'nda isim değişlikliği yapılmıştır. İsim değişikliğinin temel nedeni olarak Türk sağını tek çatı altında toplamak gösterilmiş; Anavatan Partisi'nin kendisini DP'ye katması düşünülmüştür.

Bu sayede merkez sağda bir alternatif yaratma planlanmıştır. Burada eşbaşkanlık sistemi uygulanmak istenmiş; fakat daha sonra bu birleşme Mehmet Ağar ile Anavatan Genel Başkanı Erkan Mumcu arasında çıkan anlaşmazlık sonucu gerçekleşememiştir. Bu durum dolayısıyla Anavatan seçime girememiş, DP seçime tek başına girmiştir. Merkez sağa yakın seçmenler üzerinde hayal kırıklığı yaratan bu durum sandığa yansımış; DP 22 Temmuz seçimleri %5.4 oy oranı almıştır. Genel Başkan Mehmet Ağar %9'larda aldığı DYP'yi %4 puan aşağıya çekmesi üzerine görevinden istifa etmiştir.

6 Ocak 2008 tarihinde yapılan DP 4. Olağanüstü Büyük Kongresi’nde parti genel başkanlığına 3. turda geçerli 800 oyun 529'unu alarak Süleyman Soylu seçilmiştir. Diğer aday Çağrı Erhan ise 271 oyda kalmıştır.[1]15 Kasım 2008'de gerçekleştirilen Nevval Sevindi ve Refaiddin Şahin'in de aday olduğu DP 9. Olağan Kongresi'nde 993 oy geçerli oyun 922'sini alan Soylu, genel başkanlığa yeniden seçilmiştir.

Doğru Yol Partisi

Doğru Yol Partisi kısaca DYP, Demokrat Parti (DP) ve Adalet Partisi (AP)'nin devamı olarak kabul edilen siyasal parti. 1983'te Adalet Partisi'nin devamı olarak kurulmuş, 2007'de Demokrat Parti adını almıştır.

DYP, 1983 yılında kurulduğunda Genel Başkanlığında Ahmet Nusret Tuna vardı ve ancak 1 ay kadar partiye başkanlık etti. Ardından Yıldırım Avcı başkanlığa geldi ve 1985'teki olağan kurultayda Hüsamettin Cindoruk'a başkanlık görevini bıraktı. Hüsamettin Cindoruk ise 1987 yılında siyasi yasakların kalkması üzerine Süleyman Demirel'in genel başkanlığa geçmesi amacıyla istifa etmiştir ve bununla beraber Süleyman Demirel genel başkanlığa seçilmiş ve 6 yıl boyunca (1987-1993) genel başkanlıkta kalmıştır. 1987'de %19,14 oyla meclise giren DYP, 1991'de %27,03 oy ile 1.parti konumuna gelmiş ancak tek başına iktidara gelebilecek kadar oy alamadığından Erdal İnönü'nün Genel Başkanlığında bulunduğu Sosyaldemokrat Halkçı Parti (SHP)ile koalisyon kuruldu ve Süleyman Demirel'in başkanlığında 49. hükümet kurulmuş oldu ve 1993'ün 14 Haziran'ına kadar devam etti çünkü 17 Nisan 1993'te cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın vefat etmesi üzerine 16 Mayıs 1993'te Süleyman Demirel cumhurbaşkanlığına seçilmiş ve hükümet de Mehmet Gölhan'ın vekaleten başkanlığını yapmasıyla devam etmiş oldu. Genel Başkanlığa, Milli Eğitim Bakanı Köksal Toptan, İçişleri Bakanı İsmet Sezgin ve Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Tansu Çiller adaylıklarını koydular ancak ilk turda yeterli oyu alamamasına karşın Tansu Çiller'in yüksek oy alması diğer adayların adaylıktan çekilmelerine sebep olmuş ve 13 Haziran 1993'te Genel Başkanlığa Tansu Çiller seçilmiştir ve 14 Haziran'da, Süleyman Demirel de 50. hükümeti kurma görevini Tansu Çiller'e vermiştir. Bundan sonra DYP,Tansu Çiller'in başbakanlığında bulunduğu aralıksız üç hükümeti görmüştür. Ancak 24 Aralık 1995'te yapılan seçimler sonucu %19,18 ile koltuk bakımından 2.parti(135 Mv.),oy bakımından ise 3.parti olan DYP 6 Mart 1996'da ANAP ile koalisyona katılmış fakat bu hükümet kısa ömürlü olmuş ve Refah Partisi'nin(RP) verdiği gensoru önergesiyle 28 Haziran 1996'da düşürülmüş, yerine DYP ile 1.parti konumundaki RP'nin kurduğu REFAHYOL hükümeti başa gelmiştir. Bu dönemde görülen en önemli olay 28 Şubat Kararları'dır bu kararlar ordunun MGK'nın 9 saatlik toplantısında verilmiş ve bu 28 Şubat Kararlarının ardından hükümet istifasını vermiştir yani bir diğer deyişle Postmodern Darbe olmuştur. (Postmodern darbe denmesinin sebebi ordu tamamiyle devlet işlerine el koymamış ancak bir bildirgeyle hükümeti istifaya zorlamıştır ve tanklar burada bir uyarı anlamına gelmektedir çünkü 1997'de Tokat'ta tanklar uyarı amacıyla yollarda dolaşmıştır)

Bu olayların ardından ANAP-DSP-DTP koalisyonu(ANASOL-D)kurulmuştur ve DYP muhalefete geçmiştir. 18 Nisan 1999 yılında yapılan seçimlerde %12 oy ile 5.parti olarak meclise giren DYP, 3 Kasım 2002 tarihinde yapılan seçimlerde %10'luk seçim barajını kılpayıyla geçememiştir(%9,54 oy ile)ve bunun ardından Tansu Çiller bundan sonraki parti kurultaylarında genel başkanlığa aday olmayacağını açıkladı ve yerini üst üste iki dönem (DYP'den ayrıldıktan sonra)Elazığ Bağımsız milletvekili seçilen K. Mehmet Ağar Genel Başkanlığa seçilmiş oldu. 5 Mayıs 2007 günü DYP Genel Başkanı Mehmet Ağar ve Anavatan Genel Başkanı Erkan Mumcu iki partinin Demokrat Parti adı ile bütünleşmesi konusunda protokol imzaladılar. 27 Mayıs 2007 günkü kongrede partinin adı Demokrat Parti olarak değiştirilerek DYP kapatıldı. Bir gün sonra eski partililer tarafından Çetin Özaçıkgöz'ün Kurucu Başkanlığında Doğru Yol Partisi tekrar kuruldu. 25 Ağustos 2007 deki büyük kongrede Çetin Özaçıkgöz tekrar Genel Başkan seçildi.Şu Andaki Genel Başkanı'ı Av.Çetin Özaçıkgöz'dür.

Demokrat Parti (2007)-Türkiye'de siyasi partiler tarihi,


Demokrat Parti, 27 Mayıs 2007 tarihinde 1983 yılında kurulmuş olan Doğru Yol Partisi'nin Büyük Anadolu Oteli'nde yaptığı 2. Olağanüstü Genel Kongresi'nde adını ve logosunu değiştirmesiyle oluşan Türk siyasi partisi.

Mehmet Ağar'ın Genel Başkanlığı'nda isim değişlikliği yapılmıştır. İsim değişikliğinin temel nedeni olarak Türk sağını tek çatı altında toplamak gösterilmiş; Anavatan Partisi'nin kendisini DP'ye katması düşünülmüştür.

Bu sayede merkez sağda bir alternatif yaratma planlanmıştır. Burada eşbaşkanlık sistemi uygulanmak istenmiş; fakat daha sonra bu birleşme Mehmet Ağar ile Anavatan Genel Başkanı Erkan Mumcu arasında çıkan anlaşmazlık sonucu gerçekleşememiştir. Bu durum dolayısıyla Anavatan seçime girememiş, DP seçime tek başına girmiştir. Merkez sağa yakın seçmenler üzerinde hayal kırıklığı yaratan bu durum sandığa yansımış; DP 22 Temmuz seçimleri %5.4 oy oranı almıştır. Genel Başkan Mehmet Ağar %9'larda aldığı DYP'yi %4 puan aşağıya çekmesi üzerine görevinden istifa etmiştir.

6 Ocak 2008 tarihinde yapılan DP 4. Olağanüstü Büyük Kongresi’nde parti genel başkanlığına 3. turda geçerli 800 oyun 529'unu alarak Süleyman Soylu seçilmiştir. Diğer aday Çağrı Erhan ise 271 oyda kalmıştır.[1]15 Kasım 2008'de gerçekleştirilen Nevval Sevindi ve Refaiddin Şahin'in de aday olduğu DP 9. Olağan Kongresi'nde 993 oy geçerli oyun 922'sini alan Soylu, genel başkanlığa yeniden seçilmiştir.

Doğru Yol Partisi

Doğru Yol Partisi kısaca DYP, Demokrat Parti (DP) ve Adalet Partisi (AP)'nin devamı olarak kabul edilen siyasal parti. 1983'te Adalet Partisi'nin devamı olarak kurulmuş, 2007'de Demokrat Parti adını almıştır.

DYP, 1983 yılında kurulduğunda Genel Başkanlığında Ahmet Nusret Tuna vardı ve ancak 1 ay kadar partiye başkanlık etti. Ardından Yıldırım Avcı başkanlığa geldi ve 1985'teki olağan kurultayda Hüsamettin Cindoruk'a başkanlık görevini bıraktı. Hüsamettin Cindoruk ise 1987 yılında siyasi yasakların kalkması üzerine Süleyman Demirel'in genel başkanlığa geçmesi amacıyla istifa etmiştir ve bununla beraber Süleyman Demirel genel başkanlığa seçilmiş ve 6 yıl boyunca (1987-1993) genel başkanlıkta kalmıştır. 1987'de %19,14 oyla meclise giren DYP, 1991'de %27,03 oy ile 1.parti konumuna gelmiş ancak tek başına iktidara gelebilecek kadar oy alamadığından Erdal İnönü'nün Genel Başkanlığında bulunduğu Sosyaldemokrat Halkçı Parti (SHP)ile koalisyon kuruldu ve Süleyman Demirel'in başkanlığında 49. hükümet kurulmuş oldu ve 1993'ün 14 Haziran'ına kadar devam etti çünkü 17 Nisan 1993'te cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın vefat etmesi üzerine 16 Mayıs 1993'te Süleyman Demirel cumhurbaşkanlığına seçilmiş ve hükümet de Mehmet Gölhan'ın vekaleten başkanlığını yapmasıyla devam etmiş oldu. Genel Başkanlığa, Milli Eğitim Bakanı Köksal Toptan, İçişleri Bakanı İsmet Sezgin ve Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Tansu Çiller adaylıklarını koydular ancak ilk turda yeterli oyu alamamasına karşın Tansu Çiller'in yüksek oy alması diğer adayların adaylıktan çekilmelerine sebep olmuş ve 13 Haziran 1993'te Genel Başkanlığa Tansu Çiller seçilmiştir ve 14 Haziran'da, Süleyman Demirel de 50. hükümeti kurma görevini Tansu Çiller'e vermiştir. Bundan sonra DYP,Tansu Çiller'in başbakanlığında bulunduğu aralıksız üç hükümeti görmüştür. Ancak 24 Aralık 1995'te yapılan seçimler sonucu %19,18 ile koltuk bakımından 2.parti(135 Mv.),oy bakımından ise 3.parti olan DYP 6 Mart 1996'da ANAP ile koalisyona katılmış fakat bu hükümet kısa ömürlü olmuş ve Refah Partisi'nin(RP) verdiği gensoru önergesiyle 28 Haziran 1996'da düşürülmüş, yerine DYP ile 1.parti konumundaki RP'nin kurduğu REFAHYOL hükümeti başa gelmiştir. Bu dönemde görülen en önemli olay 28 Şubat Kararları'dır bu kararlar ordunun MGK'nın 9 saatlik toplantısında verilmiş ve bu 28 Şubat Kararlarının ardından hükümet istifasını vermiştir yani bir diğer deyişle Postmodern Darbe olmuştur. (Postmodern darbe denmesinin sebebi ordu tamamiyle devlet işlerine el koymamış ancak bir bildirgeyle hükümeti istifaya zorlamıştır ve tanklar burada bir uyarı anlamına gelmektedir çünkü 1997'de Tokat'ta tanklar uyarı amacıyla yollarda dolaşmıştır)

Bu olayların ardından ANAP-DSP-DTP koalisyonu(ANASOL-D)kurulmuştur ve DYP muhalefete geçmiştir. 18 Nisan 1999 yılında yapılan seçimlerde %12 oy ile 5.parti olarak meclise giren DYP, 3 Kasım 2002 tarihinde yapılan seçimlerde %10'luk seçim barajını kılpayıyla geçememiştir(%9,54 oy ile)ve bunun ardından Tansu Çiller bundan sonraki parti kurultaylarında genel başkanlığa aday olmayacağını açıkladı ve yerini üst üste iki dönem (DYP'den ayrıldıktan sonra)Elazığ Bağımsız milletvekili seçilen K. Mehmet Ağar Genel Başkanlığa seçilmiş oldu. 5 Mayıs 2007 günü DYP Genel Başkanı Mehmet Ağar ve Anavatan Genel Başkanı Erkan Mumcu iki partinin Demokrat Parti adı ile bütünleşmesi konusunda protokol imzaladılar. 27 Mayıs 2007 günkü kongrede partinin adı Demokrat Parti olarak değiştirilerek DYP kapatıldı. Bir gün sonra eski partililer tarafından Çetin Özaçıkgöz'ün Kurucu Başkanlığında Doğru Yol Partisi tekrar kuruldu. 25 Ağustos 2007 deki büyük kongrede Çetin Özaçıkgöz tekrar Genel Başkan seçildi.Şu Andaki Genel Başkanı'ı Av.Çetin Özaçıkgöz'dür.