31 Ağustos 2009 Pazartesi
27 Mayıs - Zom..
Efendim hatırlar mısınız bilmem; Ankara'dan ve İstanbul'dan birtakım subaylar gaza gelip örgütlenmiş, ihtilal yemini etmişlerdi. Heh. Şimdi siz onları bir kenara koyun. Onlar takılıyorlar kendi hallerinde, örgütlenmeye devam ediyorlar. Bu sırada Menderes'in olaylarla uzaktan yakından alâkası yok tabii. 1954 seçimlerini almış, seçim sonra ortalığın mına koymuş rahatlamış çok affedersiniz, kafası rahat yani.
Yine de mecliste İsmet Paşa'ya atar yaptığı günü unutamamış olacak kendisi, "Ulan ayıp oldu ya." diye düşünerek İnönü'ye mesaj attı: "Paşam gençlik hatası yeaa kusura bakmayın, yarın Kızılay'da buluşup bir şeyler içelim buzları eritelim ok kib." İnönü de ayıp olmasın diye kabul etti ve ertesi gün ikili Sakarya Caddesi'nde 3 milyonluk sulu sulu Efes'leri devirdikçe devirdiler. Hadi Menderes'i geçtim, İnönü yaşlı adam, kalbi malbi var. Bu yüzden Menderes "Paşam zom oldunuz biraz ben bırakayım sizi eve eheh." diyerek götürdü eve İnönü'yü. Anlayacağınız buzlar biraz erimiş gibiydi.
Tabii uzun sürmedi efendim. Şöyle ki, o dönemlerde İnönü'nün damadı gazeteci bir arkadaş var. Metin Toker. Kendisi de Akis diye dergi çıkartıyor falan. İşte o derginin Mayıs 1955 sayısında derginin yazarlarından Cüneyt Arcayürek "DP hükümeti şöyledir böyledir." diye atıp tutunca, içeri tıkılıvermez mi. Cüneyt Arcayürek kim bildin mi? Hani Kanaltürk'te Tuncay Özkan'la yardıran bir amca vardı? Neyse dağıtmayalım konuyu. Menderes bu konuyu "Babuş arkamızdan atıp tutanı tıkarım kodese, Paşa'nın damadı falan çok da fifi." diye açıklayınca, güzel günler hemencecik sona ermişti.
Efendim o dönem Menderes'in bu derece atarlı olmasının bir sebebi de, ekonomide pis dönemler yaşıyor olmamızdı. Eskisi gibi deli krediler falan vermiyor tabii Amerika'dır bilmem nedir. Zor günler başlamıştı. O sırada 15-20 milletvekili de DP'den ayrılıp Hürriyet Partisi diye parti kurdu. İşte böyle pis işlerle uğraşarak yazı bitirdi efendim Menderes hükümeti. "Offffffff ulan her şey üst üste geliyo yaa." diye düşünürken Menderes, 6 Eylül 1955 sabahına daha da pis işlerle uyanacaktı. 6-7 Eylül hani. Filmi bile var. Hadi bakalım görüşürüz.
s.
26 Ağustos 2009 Çarşamba
27 Mayıs - Yemin..
"Artık sadece CHP'lilerin değil, başkalarının da canı sıkılmaya başlamıştı. " diye bitirmişiz. Kim o başkaları? He? Askerler tabii ki efendim, kim olacak.
O dönemler askerlere "İsmet Paşa." dediniz miydi akan sular duruyordu. Boru değil, adam Kurtuluş Savaşı'nı kazanmış, Atatürk'ün silah arkadaşı falan. Bütün ordu da "Off deli kumandan, yarmış insan, kıymetlimiz." gözüyle bakıyor kendisine. İşte Adnan Menderes kayışı koparıp Paşa'ya diklenmeye kalkınca da, zaten bir süredir hükümete kıl kapmakta olan askerler "Nooluyo yaa." demeye başladı.
Efendim bu "Nooluyo yaa."ların ilk kıvılcımı da bir gün İstanbul'da iki genç subay tarafından çıkarıldı. Günlerden bir gün, eğitimden çıkıp kantinde Çizi mizi bir şeyler atıştıran bu iki genç subay, Dündar Seyhan ve Orhan Kabibay, "Ne olacak bu memleketin hâli?" tadında geyikler yaparken; ortaya "Hacı aslında yapıcaksın ihtilali alıcaksın yönetimi, çok deli karizmamız olur ha ehehe." fikri çıktı. Yok efendim "Yirmi milyar verseler ihtilal yapar mısın?", "İhtilal yapsak hangimiz başbakan olucaz." tadında makara yaparken bu ikili, muhabbetin sonunda "Ulan harbiden neden olmasın yaa." sonucuna vardılar. "Adam toplayalım hafız, çok kıyak iş bu ihtilal yalan olmasın bak." diye anlaşan ikili, işlerine güçlerine döndü.
Ertesi gün bu iki subay fikirlerini "Çok kral adamdır." diye düşünerek, binbaşı Faruk Güventürk'e açtılar. Kore gazisi olan Faruk Güventürk de anında gaz olup "Yapalım lan, beni de Kore'ye gönderdi bu lavuklar zaten ayar oluyorum, ben varım gençler." diye coşkuyla onayladı. aynı dönemde Ankara'da da Binbaşı Talat Aydemir benzer planlar kurmasın mı? Bu birbirinden gizli iki oluşumun birbirinden haberdar olması ise tamamen tesadüfen oldu efendim. Facebook'ta ortak arkadaşlar çıktı falan bir şeyler oldu, bilirsiniz bu durumları. Ya da açıkçası, ben bilmiyorum nasıl oldu bu iş lan. Neyse. Aynı amacı güden bu iki topluluk İstanbul'da bir buluşma düzenledi. İhtilale hevesli tüm subaylar Facebook'ta "Attending" seçeneğini coşkuyla tıkladı. Buluşma gerçekleşti.
Efendim Faruk Güventürk bu buluşmada çok açık konuştu. "Beyler burada Kurtlar Vadisi tadında gizli işler çeviriyoruz. İhtilal mihtilal şaka değil bunlar haa, kan alırlar bi taraflarımızdan, tırsan adam varsa gitsin babuş kırılmaca yok." diyerek tavrını ortaya koydu. Arada "Lan gitsek mi." diye düşünenler çıksa da, rezil olmamak adına ses etmediler. İşte o gün, orada, ilk kez "Bu ihtilal yapılacak!" yemini edildi efendim. Sonra akşam oldu, dağıldılar.
s.
22 Ağustos 2009 Cumartesi
27 Mayıs - Papaz..
Ortamın pisliğinden, alemin göt olduğundan, CHP'nin her şeyine haciz geldiğinden falan bahsetmiştik iki gün önce hatırlarsınız. Heh. İşte bu zamanda artık 1954 seçimleri için propagandalar başlıyordu.
İsmet Paşa "Ulan burada otur otur olmuyor, üç beş şehir gezelim." diye düşündüğünden Malatya'dan başlayarak pek çok ili gezip "Sizden biri, halk adamı İnönü :)" imajını yerleştirmeye çalıştı. Bir de bunun yanında diğer kozları, seçim öncesi yapılan haciz maciz olaylarıydı. "Yemin ediyorum her şeylerimizi aldı herifler, bak bu mitinge bile kendi cebimizden geldik :(" diye haykıran İnönü, mağdur olduklarını herkese göstermeye çalışıyordu.
DP'nin de öncelikle kozu seçimden önce aldıkları tarım aletleri, baraj falandı. Menderes meydanlarda "Valla bu CHP'nin kırk yılda yapamayacağı şeyi üç beş yılda yaptık şerefsizim. Ha yani bilmiyorum oyunu kime verirsin bunun üstüne sen bilirsin tabii." diye halka sesleniyor, bir yandan da Bayar'dan "Çok iyi çocuktur bu, buna verin oyunuzu." desteği alıyordu. Bu sırada CHP Genel Sekreteri Kasım Gülek'in cübbeli mezuniyet fotoğrafını buldu efendim bu DP'liler Facebook'ta. Kasım Gülek Avrupa görmüş adam, biliyor böyle şeyleri. DP bünyesindeki birtakım dallamalar fotoğrafın altına "Bu ne la, papaz olmuş bu la, sünnetsiz bu la." diye yorumlar yaparak ortamı gerdiler. Kasım Gülek'in tüm bu iftiralara verdiği cevabı ise hiç dokunmadan belirtmek isterim: "Kızınız da amma gevezeymiş ;))"
Efendim biraz seviyesiz bir ortam var anlayacağınız. Bu seviyesiz ortamda seçime gidildi, haliyle DP yüzde elli yedi gibi hayvani bir oranla seçimi kazandı. Seçim sonunda DP 541 sandalyeden 501'ini alarak mecliste Meksika dalgası yapacak kıvama sonunda geldi. Menderes'in içinin yağı erimişti. "Ooooh bunun üstüne bi Amerika tatili yaparım hacı. Üç-beş temasta da bulunuruz hem gitmişken, borç alırız falan eki eki." diye düşündü, atladı uçağa düştü yollara.
Menderes Amerika'ya 30 yaşlarında üniversitedeyken bir hevesle "Work And Travel" yaparak gitmişti. İşte o zamanlar Amerika'ya balık ayıklamaya giden bu yağız delikanlı, şimdi başbakan sıfatıyla oradaydı. Uçaktan inince dönemin ABD Başkanı Eisenhower ile birtakım yapmacık şakalar, enseye tokat göte parmak espriler falan yapan Menderes; kapalı kapılar ardında da bu samimiyeti sürdürüp "Babuş gelmişken bi 300 milyon dolar kadar sakal atarsınız di mi hehehe." diye sordu. Ama artık ortam ciddileşmişti. "Hacı sen ne diyon yaa. Almadığın bok kalmadı zaten hâla ne 300'ünden bahsediyosun lan. Ronaldo bile 94 milyon, Menderes'e mi vericez 300 allaasen. 30 veririz hadi sadaka olsun, onu da harcama hemen haa." karşılığını alan Menderes, müthiş bozuldu tabii.
Ayarı alıp Türkiye'ye dönen Menderes, sinirden kuduruyordu efendim. Hemen hırsını başka şeylerden çıkarmaya başladı. CHP'ye çok oy veren Kırşehir'i ilçe yaptı, Malatya'yı ikiye bölüp bir yarısını Adıyaman yaptı. Bütün gün sinire kesip "Skerim lan memurların hakkını kısıtlayın, şurayı kapatın burayı ilçe yapın." diye emirler yağdırıyordu. Mecliste İnönü'nün bir konuşması esnasında da kayışı iyice kopardı. Kırk yıllık İnönü'ye "Şşşşşşşşşş İsmet akıllı ol oluuuğğm, senin lafın geçmez burda haa. Arkada 500 vekil var bi lafıma bakar hepsiii." diye bağırdığı yetmiyormuş gibi sağ elini makas yapıp boynuna götüren Menderes; işin bokunu çıkarmıştı. Artık sadece CHP'lilerin değil, başkalarının da canı sıkılmaya başlamıştı.
s.
21 Ağustos 2009 Cuma
Brüksel Oyuncak Müzesi
Çocuklar gibi mutlu bir gün geçirdiğim oyuncak müzesine hayran kaldım.Tarihlerine ve eserlerine, kısaca kendi kültürlerine büyük değer veren Belçikalıların müzecilik anlayışlarına hayran kalmamak elde değildi. Müzeyi yaşlı ve ton ton bir dede oluşturmuş. Kendisine ait eski bir evi restore ederek müzeye dönüştürmüş. Topladığı binlerce oyuncağın yanısıra çocukların oynayabileceği oyuncaklara da yer vermiş. Çocuklar müzeyi gezerken bu dede de onların arasında gezerek büyük bir keyifle oyunlarına eşlik ediyor, onlarla sohbet ediyor. Belli aralıklarla kurmalı oyuncaklar ile ilgili de work shoplar sergiliyor.
Brüksel Çizgi Film Müzesi
Bu yaz gittiğim Belçika'da ziyaret ettiğim pek çok müzenin en ilgi çekici olanlarından birisi Çizgi Film müzesiydi. Çocuklar için olduğu kadar yetişkinler için de eğlenceli bir müzeydi. büyük bir keyifle gezdim. Ten Ten gibi tanınmış pek çok çizgi film ustalarını unutmayan Belçikalılar onların biyografileri ve eserlerinin yer aldığı müze inşa etmişler. Sergilenen pek çok çizgi film eskizlerinin yanı sıra bazı odalarda da çizgi film gösterileri vardı. Bazı salonlarda ise çizgi film yapımını anlatan sinevizyon gösterileri ve bir salonda da çocuklara work shoplar yer alıyordu. Yine çizgi romanların yer aldığı büyük bir kütüphanesi görülmeye değerdi.
20 Ağustos 2009 Perşembe
27 Mayıs - Baraj..
Efendiiim, işte yeniden buradayız. Hatırlıyor musunuz nerede kaldığımızı? Nereden hatırlayacaksınız, 10 gün olmuş. Kısaca demiştik ki; "Marshall Yardımı" ile ülkemize çılgın bir para akışı olmuş, tarım araçları alınmış, üretim zirve yapmış, süper şeyler olmuştu. Oradan devam ediyoruz.
Şimdi bu kadar üretim olunca ne oluyor? Haliyle sulama yapmak gerekiyor. Elektrik gerekiyor. Di mi? Bu yüzdendir ki, "Seyhan'a bir baraj yapsak ya lan?" fikri ortaya atıldı o dönem. Para yemeye alıştığımız için "Amaaan isteriz birilerinden 40-50 milyon dolar be hacı." şeklinde düşünen Menderes, hemen gidip bu meramını Dünya Bankası'na da iletti. Dünya Bankası'ndan yetkililer geldi, "Çok para hafız olmaz o iş." şeklinde bir rapor vererek Menderes'i de şoka uğrattı.
"Lan gadasını aldığımın hayatında kaç kere gittin Seyhan'a da böyle rapor veriyosun lan. Gel ben seni Adana'ya götüreyim bi porsiyon kebap üstüne de bici bici yedireyim bi de o zaman karar ver ha." diyerek tepkisini ortaya koyan Menderes, araya dönemin ABD Başkanı Truman'ın da girmesiyle parayı 25 milyon dolar olarak aldı. Barajın yapımına başlandı. Ustabaşı olarak da, DSİ'den Süleyman Demirel adında genç bir mühendis atandı.
DP'ye para tatlı geldi efendim. Sürekli yabancı firmalar falan yatırım yapmaya teşvik ediliyordu, "Gelin burada petrol bulalım çok para kazanalım:))" kampanyaları düzenleniyordu. O aralar mevcut olan çılgın gazla 1952 yerel seçimlerine giren DP, üç-beş belediye dışında hepsini de ele geçirivermesin mi.
"Kralı gelse tutamaz lan beni." diye gaza gelen Menderes bir hamle daha yaptı efendim. Bu hamlesinde işin bokunu çıkardığının Bayar dahi farkındaydı lakin "Bunun gözü dönmüş ellemeyelim." diye düşündüklerinden ses etmediler. Bu hamle doğrultusunda, CHP'nin tek parti döneminde sahip olduğu her şeye el koyulacaktı. Gerekçesini "Ne var olum tek parti mek parti diye götürmüşsünüz malları o ara, yok öyle yağmaaaa, TMSF el koyacak bunlara." diye açıklayan Menderes, ortamı gerim gerim gerdi. Meclisteki görüşmeler sonucu CHP Genel Merkezi'nden Ulus Gazetesi'ne kadar CHP'nin her şeyine el konuldu. İnönü kürsüye çıkıp "Şu yaptığınız insanlık değil lan şerefsizler." tadında bir konuşma yapıp tüm vekillerle meclisi terk etti. Tam da 1954 seçimleri öncesi CHP ortada kalıverdi.
Dur gitmeden ortamı iyice gereyim: O aralar gericiliği mericiliği eleştiren çılgın bir köşe yazarı vardı Vatan gazetesinde, Ahmet Emin Yalman. Bu pis ortamda onu da vuruvermesinler mi. Kim vurdu peki? Ha? Onu da aşağıda yorumlara yazan ilk okura 100 veriyoruz sözlü notu olarak. Esen kalın.
s.
10 Ağustos 2009 Pazartesi
27 Mayıs - Kore..
Ne dedik? Kore Savaşı. Hatta bir de "Bize ne ki lan Kore Savaşı'ndan?" demiştik. Anlatalım. Efendim hatırlayabileceğiniz üzere İkinci Dünya Savaşı'na girmemiştik biz. "Aman hacı aman tarafsız olmak en iyisi." diye düşündük ancak, savaştan sonra "Yeni dünya düzeni" geyiği ortaya çıkmış, ülkeler Rusya'nın ve Amerika'nın önderliğinde ikiye bölnmüştü. Bizim alâkamız yok tabii olayla, "Biz neredeniz lan Batı mı Doğu mu ne yapsak." diye dolanıyoruz ortalıklarda.
İşte bu aşamada, Kuzey Kore birdenbire "Heeeeeoey." diye Güney Kore'ye saldırdı. Böyle olunca ABD olsun Avrupa ülkeleri olsun, hepsi "Şşş noluyo biraaader?" diye duruma el koydu. Güney Kore'ye destek birlikler falan gönderildi. bizim DP hükümeti de "Yenilik menilik." vaatleriyle geldiğinden ötürü bu noktada "Olm biraz yalakalık yapmak lazım, biz de yardım edelim şu Güney Kore'ye, bakarsın NATO'ya falan alırlar haa, askeri yardım hesaabı." diye düşündü ve Kore'ye üç-beş bin tane asker yollama kararı aldı. "Ehehehe biz çok severiz ya Güney Kore'yi. Canımız onlar bizim. Onlar da bizi sever zaten İlhan Mansız felan ehehe." diyerek savaşa giriş gerekçesini de açıklayan Menderes, kararı bir güzel yürürlüğe koydu.
Kararın ardından askerler gemiye atlayıp Kore yollarına düştü. Gemide sürekli "Olum biz niye gidiyoruz la? Kore neresi la?" tadında muhabbetler dönüyordu. Kimse ne bok olduğunun farkında değildi. Nihayetinde de askerler Kore'ye ulaştı, bir kısmı öldü, bir kısmı geri döndü, bir kısmı kayboldu falan filan. Sonuçta ise hiçbir bok olmadı efendim, ne Kuzey ne de Güney Kore bir sonuç elde edebildi. Ancak "Tamam bee tamam off." diyen Avrupalılar da bizi el mahkum NATO'ya soktu.
Bu esnada bir diğer kıyak da ABD'den gelmekteydi bize: Marshall Yardımı. Dönemin ABD Dışişleri Bakanı Marshall, içki sofrasında bir anlık gaza gelerek Türkiye'ye 10 yıllık bir sürece yayarak 3 milyar dolar vereceğini söyledi. Sadece tek bir şartı vardı, "Olum dünyanın parasını veriyoruz bari tarihe geçelim, Marshall yardımı diyeceksiniz buna haa ülkece." diyerek bunu da DP hükümetine iletti. Başbakan Menderes'ten de "Babuş sen o parayı ver de oğlumun adını bile Marshall koyarım ben kehkehkeh." yanıtını alınca, iş resmiyete döküldü. Artık paralar akıyordu. Tarım araçları alınıyordu. Karayolları yapılıyordu. Ne güzel di mi? Göreceğiz bakalım.
s.
Not: Bir hafta ders yok. Tatil. Dağılabilirsiniz.
6 Ağustos 2009 Perşembe
27 Mayıs - Ezan..
Ne dedik? Menderes başbakan oldu, kürsüye çıktı, yardırdı. Her şey şöyle değişecek böyle değişecek falan. Sözünü tuttu, hemen de icraata başladı efendim: Ezan.
O zamanlar ezan Türkçe. Müezzin minareden "Tanrı uludur, Tanrı uluduuuur." diye okuyor. Atatürk koymuştu bu kanunu "Öteki türlü millet anlamıyo abi nedir yani." diye düşünerek. İşte Demokrat Parti mitinglerle seçimlere hazırlanırken, halktan "Valla ben oyumu veririm ama şu ezanı Arapça yaparsanız. Ezan Arapçadır abi, orijinal şeysi yani." şeklinde talepler aldı. Celal Bayar da bunları "He canım he." diyerek geçiştirdi tabii. Ancak Menderes iktidara gelir gelmez birden gaz oldu ve "Adamlar haklı abi Ezanı Arapça yapıcaz." diye coştu.
Bu ani çıkış herkesi şaşırttı tabii. Celal Bayar dostlarına "Noluyo lan gelir gelmez şımardı bu herif." diye söylenmeye başladı. Bu konudaki fikirlerini Menderes'e de mesaj atarak iletti: "Olum ne karıştırıyosun ortalığı gelir gelmez ezan mezan diye, bi rahat dur." Bayar'dan ayar alan Menderes oldukça bozum oldu. "Ha öyle mi. Sen böyle benim her şeyime karışıcaksın yani? Ha tamaam tamaam, istifa ediyorum ben." diyerek tavrını ortaya koydu. İki gün önce "Abiie abiie" diye peşinden koştuğu Bayar'a şimdi rest çekiyordu. Celal bayar'ın iyice siniri bozuldu. "Off." dedi, "Bu herifle işimiz var." Ortalığı karıştırmak istemediğinden dolayı ezan yasasını da el mahkûm onayladı.
Ha o değil de, CHP tarafında ne oluyor o sıralar? CHP'liler emo gibi devamlı bir hüzün halindeler idi hâlâ. Sürekli nerede hata yaptıklarını düşünüyorlardı. İsmet İnönü, "Bizim sorunumuz belli hafız, halkın içine inemiyoruz ki. Böyle pembe köşkte yayılmakla olmayacak, biz de bütünleşelim halkla bi yenilikler bişeyler yapalım." diyerek özetledi sorunu. CHP'de yeniliğin ilk aşaması olarak "Genel Sekreter" sistemine geçildi. "Bi tane genel sekreter atarız, gider bütünleşir halkla ya eheh."diye düşünen İnönü, Nihat Erim'i aday gösterdi. Her ne kadar İnönü'nün adayı o olsa da, seçim öncesi kapıda "Abi beni seçin beaa, hadi beea." diye milleti darlayan bir diğer isim kazandı seçimi: Kasım Gülek. Artık CHP'de yeniliği sağlamakla görevli isim 8-9 tane dil bilen Kasım Gülek idi.
Gördüğünüz gibi iki tarafta da birtakım çabalar var. İki taraf da yenilik yapmaya çalışıyor. Derkeen, o sırada bir savaş patlak verdi efendim: Kore Savaşı. "Haydaa, bize ne lan elin Korelisinden." diyebilirsiniz tabii ama, öyle olmadı. Neden olmadı? Anlatırız onu da.
s.
1 Ağustos 2009 Cumartesi
27 Mayıs - Başbakan..
Ne oldu en son? DP seçimi kazandıı, Bayar cumhurbaşkanı olduu, sıra geldi başbakanın belirlenmesine. Dediğimiz gibi başbakanlık için favori Fuad Köprülü, plase ise Adnan Menderes idi.
Köprülü ve Bayar sıkı kankalardı. Öyle ki, Facebook'ta "Celal Bayar'i ne kadar tanıyorsun?" testinde Köprülü tam puan almış, Menderes ise yüzde otuzda kalmıştı. Her ne kadar Menderes bunu "Yaaa sorular çok kazıktıııı amaaa :))))" diye açıklasa da, Köprülü'nün Bayar'la daha yakın olduğu aşikardı. Bu yüzden hemen herkesin başbakanlık için tahmini Köprülü'de birleşiyordu.
İşte kabinenin kurulacağı bu zamanlardan birinde, Menderes "Abi bi ihtiyacın var mı?" diye Bayar'ın köşkteki ofisine gitti. Köy çocuğu Menderes'in bu samimi tavırları Bayar'ın hep hoşuna giderdi efendim. Bu kez de hoşuna gitti. "Ulan Adnan" dedi, "Ulan seni başbakan yapıcam bee." Bir anlık gazla Köprülü'yü satmış, Adnan'a bu şerefi layık görmüştü. Menderes de yazık hiç beklemiyordu böyle bir hareketi tabii, kalpten gidecekti zavallı. "Hasskt.. Öhm a-abi çok teşekkür ederim hakkını ödeyemem abi sağol abi." diye sarıldı Bayar'a heyecanla. Artık yeni hükümetin başı da belli olmuştu. Bir zamanlar Bank Asya 1. Lig'de top koşturan, köyünde karpuz yetiştiren Menderes; başbakan oluvermesin mi. Neredeeen nereye.
Köprülü başta bozuldu tabii bu duruma ama Bayar'dan "Üzülme beeaoolum seni de Dışişleri Bakanı yapıcam ben." vaadini alınca pek ses etmedi. Artık Başbakan'ın kabinesini kurma vakti gelmişti. Menderes, kuruluştan beri parti için didinen, sürekli emek veren önemli isimleri bakanlık koltuğuna oturtmamış; bunun yerine toplum içinde ses getirecek "popüler" isimleri bakan yapmaya karar vermişti. Bu hareketi çok tepki çekti tabii. "Olm bak Real Madrid modeliyle ilerliyosun ama yanlış yapıyosun. Bak Barcelona hep altyapıdan çıkarıyo, kendi evlatlarını oynatıyo, bütün kupaları da onlar topluyo. Bu sene de görüceksin haa Ronaldo falan hikaye." diye tepkiler alsa da Menderes, bildiğini okudu. Meclis başkanlığına da Refik Koraltan getirilince, takım tamamlandı.
Artık mecliste DP sesleri yükseliyordu efendim. Yeminler edildi, alkışlar koptu, yeni kabine göreve geldi. Başbakan olan Adnan Menderes de, ilk gününde kürsüye çıkıp partinin amaçlarını, yapacaklarını falan içeren programı okudu. Bu programda özetle şöyle diyordu DP: "Ya işte deli yenilikler yapıcaz. Her şey süper olucak. Tabii böyle topluma mâl olmuş, yerleşmiş şeyleri değiştirmicez. Ne biliim işte, dildir bayraktır. Bunlar aynı kalıcak. Onun dışında her şey değişebilir. Change. We Can."
Her ne kadar kulağa hoş gelse de, pek çok kişi "Onun dışında her şey değişebilir." kısmına takıldı haliyle. Neler değişecekti? Ne çakallıklar vardı bunların aklında? Gelir gelmez neyin peşindeydi bu herifler? Görücez bakalım.
s.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)