Yurdumuzda çalışan nüfusun çoğunluğu hangi ekonomik faaliyet alanında toplanmıştır,neden ?
-Yurdumuzda çalışan nüfus daha çok Tarım sektöründe toplanmıştır,çünkü tarımsal faaliyet kırsal kesimde yapıldığı gibi şehirlerde oturanların bir kısmıda tarımla uğraşmaktadır.
29 Mayıs 2010 Cumartesi
Yurdumuzda çalışan nüfusun çoğunluğu hangi ekonomik faaliyet alanında toplanmıştır,neden ?
Yurdumuzda çalışan nüfusun çoğunluğu hangi ekonomik faaliyet alanında toplanmıştır,neden ?
-Yurdumuzda çalışan nüfus daha çok Tarım sektöründe toplanmıştır,çünkü tarımsal faaliyet kırsal kesimde yapıldığı gibi şehirlerde oturanların bir kısmıda tarımla uğraşmaktadır.
-Yurdumuzda çalışan nüfus daha çok Tarım sektöründe toplanmıştır,çünkü tarımsal faaliyet kırsal kesimde yapıldığı gibi şehirlerde oturanların bir kısmıda tarımla uğraşmaktadır.
27 Mayıs 2010 Perşembe
Yurdumuzda çalışan nüfus hangi ekonomik faaliyet kollarında toplanmıştır ?
Yurdumuzda çalışan nüfus hangi ekonomik faaliyet kollarında toplanmıştır ?
-a-Tarım,hayvancılık b-sanayi c- hizmet grubu
-a-Tarım,hayvancılık b-sanayi c- hizmet grubu
Yurdumuzda çalışan nüfus hangi ekonomik faaliyet kollarında toplanmıştır ?
Yurdumuzda çalışan nüfus hangi ekonomik faaliyet kollarında toplanmıştır ?
-a-Tarım,hayvancılık b-sanayi c- hizmet grubu
-a-Tarım,hayvancılık b-sanayi c- hizmet grubu
7.sinif matematik doğru grafiği testi sorulari
Ekol hoca ilköğretim ortaikinci sınıf yedinci sınıf 7.sınıf sbs 2010 matematik testi ile ilgili dersleri miz kapsamında şimdi de sizlere ekolhoca 7.sınıf matematik doğru grafiği testi soru çözümleri online cevap anahtarı soruların en altında olan yaprak testi ile yandaki resim şeklindeki vidyomuzdaki yirmi doğru grafiği sorusunu çözerek ikibinon yedinci sınıf sbs ye hazırlanmaya devam edebilirsiniz. Ben 7.sınıf matematik konu anlatımları çalışmak istiyorum diyenler de buradan bakabilir. Ekol hoca tüm sınavlarınızda sizlere başarılar diler.
7.sinif matematik doğru grafiği testi sorulari
Ekol hoca ilköğretim ortaikinci sınıf yedinci sınıf 7.sınıf sbs 2010 matematik testi ile ilgili dersleri miz kapsamında şimdi de sizlere ekolhoca 7.sınıf matematik doğru grafiği testi soru çözümleri online cevap anahtarı soruların en altında olan yaprak testi ile yandaki resim şeklindeki vidyomuzdaki yirmi doğru grafiği sorusunu çözerek ikibinon yedinci sınıf sbs ye hazırlanmaya devam edebilirsiniz. Ben 7.sınıf matematik konu anlatımları çalışmak istiyorum diyenler de buradan bakabilir. Ekol hoca tüm sınavlarınızda sizlere başarılar diler.
ALTAMİRA MAĞARASI, Dünyanın büyük mağaraları, COĞRAFYA 11.SINIF, LİSE 3.SINIF
ALTAMİRA MAĞARASI, Dünyanın büyük mağaraları, COĞRAFYA 11.SINIF, LİSE 3.SINIF
Kuzey İspanya’da Santander yakınlarında, tarih öncesine ait önemli resimlerin bulunduğu mağara.
keşfedilen ilk mağara. m.ö 40000 yılında keşfedilmiştir. bu mağarada yaşayan ilkel insanlar duvara yaptıkları resimlerle ayinler yapmışlardır. ışık, hareket ve resimin birlikte kullanılışıyla, sinemanın tarihi bu mağaraya kadar uzanır.Kayalar oyularak oluşturulmuş çizimlerin bizon, geyik, vahşi boğa ve diğer hayvan resimlerinin, paleolitik çağa ait olduğu saptanmıştır. 1879’da Marcolino de Sautuola adlı bir arkeolog tarafından keşfedilen mağaradaki resimler önce, bir hile olarak yorumlandı. Fransa’nın güneyinde tarih öncesi devirlere ait başka mağaralar bulunduktan sonra, Fransız Bilimler Akademisi, Altamira Mağarası’nı tarih öncesine ait bir mağara olarak kabul etti. Kahverengi, siyah ve kırmızı renklerden oluşan resimler, aşıboyası ve toz hâline getirilmiş minerallere yağ katılarak elde edilen boyalarla yapılmıştır.
Dünyanın büyük mağaraları
İsim Yer - Özellikleri
Aggtelek Macaristan En büyük sarkıtları olan mağara
Altamira Mağarası Santander, ıspanya Çok eski kaya resimleri
Blue Grotto Carpri Adası Yarı sualtında olan mağarada mavi ışıkların parlaması
Carlsbad Mağarası New Mexico, ABD Dünyanın en büyük mağarası
Jenolan Mağarası Blue Mountains, Avustralya Güzel sarkıt ve dikit oluşumları
Kent Mağarası Torquay, ıngiltere Antropolojik bulgu merkezi
Mammoth Mağarası Kentucky, ABD Mağaranın çapı 16 km dir ve içindeki geçitlerin uzunluğu 482 km yi bulur
Peak Mağarası veya şeytan Deliği (Devil's Hole) Derbyshire, ıngiltere Mağara bir dağın içine yaklaşıık 685 m kadar girer ve yüzeyin 182 m. altına iner
Postojna Grotto Trieste, ıtalya Avrupa' daki en büyük skolastik mağara
Singing Cave (şarkı söyleyen mağara) ızlanda ıçeride şarkı söyleyenlerin seslerinin yankılanması ile ünlüdür.
Wind Mağarası South Dakota, ABD Kızılderili Sioux kabilesine göre insan ırkının doğduğu mağara.
Kuzey İspanya’da Santander yakınlarında, tarih öncesine ait önemli resimlerin bulunduğu mağara.
keşfedilen ilk mağara. m.ö 40000 yılında keşfedilmiştir. bu mağarada yaşayan ilkel insanlar duvara yaptıkları resimlerle ayinler yapmışlardır. ışık, hareket ve resimin birlikte kullanılışıyla, sinemanın tarihi bu mağaraya kadar uzanır.Kayalar oyularak oluşturulmuş çizimlerin bizon, geyik, vahşi boğa ve diğer hayvan resimlerinin, paleolitik çağa ait olduğu saptanmıştır. 1879’da Marcolino de Sautuola adlı bir arkeolog tarafından keşfedilen mağaradaki resimler önce, bir hile olarak yorumlandı. Fransa’nın güneyinde tarih öncesi devirlere ait başka mağaralar bulunduktan sonra, Fransız Bilimler Akademisi, Altamira Mağarası’nı tarih öncesine ait bir mağara olarak kabul etti. Kahverengi, siyah ve kırmızı renklerden oluşan resimler, aşıboyası ve toz hâline getirilmiş minerallere yağ katılarak elde edilen boyalarla yapılmıştır.
Dünyanın büyük mağaraları
İsim Yer - Özellikleri
Aggtelek Macaristan En büyük sarkıtları olan mağara
Altamira Mağarası Santander, ıspanya Çok eski kaya resimleri
Blue Grotto Carpri Adası Yarı sualtında olan mağarada mavi ışıkların parlaması
Carlsbad Mağarası New Mexico, ABD Dünyanın en büyük mağarası
Jenolan Mağarası Blue Mountains, Avustralya Güzel sarkıt ve dikit oluşumları
Kent Mağarası Torquay, ıngiltere Antropolojik bulgu merkezi
Mammoth Mağarası Kentucky, ABD Mağaranın çapı 16 km dir ve içindeki geçitlerin uzunluğu 482 km yi bulur
Peak Mağarası veya şeytan Deliği (Devil's Hole) Derbyshire, ıngiltere Mağara bir dağın içine yaklaşıık 685 m kadar girer ve yüzeyin 182 m. altına iner
Postojna Grotto Trieste, ıtalya Avrupa' daki en büyük skolastik mağara
Singing Cave (şarkı söyleyen mağara) ızlanda ıçeride şarkı söyleyenlerin seslerinin yankılanması ile ünlüdür.
Wind Mağarası South Dakota, ABD Kızılderili Sioux kabilesine göre insan ırkının doğduğu mağara.
ALTAMİRA MAĞARASI, Dünyanın büyük mağaraları, COĞRAFYA 11.SINIF, LİSE 3.SINIF
ALTAMİRA MAĞARASI, Dünyanın büyük mağaraları, COĞRAFYA 11.SINIF, LİSE 3.SINIF
Kuzey İspanya’da Santander yakınlarında, tarih öncesine ait önemli resimlerin bulunduğu mağara.
keşfedilen ilk mağara. m.ö 40000 yılında keşfedilmiştir. bu mağarada yaşayan ilkel insanlar duvara yaptıkları resimlerle ayinler yapmışlardır. ışık, hareket ve resimin birlikte kullanılışıyla, sinemanın tarihi bu mağaraya kadar uzanır.Kayalar oyularak oluşturulmuş çizimlerin bizon, geyik, vahşi boğa ve diğer hayvan resimlerinin, paleolitik çağa ait olduğu saptanmıştır. 1879’da Marcolino de Sautuola adlı bir arkeolog tarafından keşfedilen mağaradaki resimler önce, bir hile olarak yorumlandı. Fransa’nın güneyinde tarih öncesi devirlere ait başka mağaralar bulunduktan sonra, Fransız Bilimler Akademisi, Altamira Mağarası’nı tarih öncesine ait bir mağara olarak kabul etti. Kahverengi, siyah ve kırmızı renklerden oluşan resimler, aşıboyası ve toz hâline getirilmiş minerallere yağ katılarak elde edilen boyalarla yapılmıştır.
Dünyanın büyük mağaraları
İsim Yer - Özellikleri
Aggtelek Macaristan En büyük sarkıtları olan mağara
Altamira Mağarası Santander, ıspanya Çok eski kaya resimleri
Blue Grotto Carpri Adası Yarı sualtında olan mağarada mavi ışıkların parlaması
Carlsbad Mağarası New Mexico, ABD Dünyanın en büyük mağarası
Jenolan Mağarası Blue Mountains, Avustralya Güzel sarkıt ve dikit oluşumları
Kent Mağarası Torquay, ıngiltere Antropolojik bulgu merkezi
Mammoth Mağarası Kentucky, ABD Mağaranın çapı 16 km dir ve içindeki geçitlerin uzunluğu 482 km yi bulur
Peak Mağarası veya şeytan Deliği (Devil's Hole) Derbyshire, ıngiltere Mağara bir dağın içine yaklaşıık 685 m kadar girer ve yüzeyin 182 m. altına iner
Postojna Grotto Trieste, ıtalya Avrupa' daki en büyük skolastik mağara
Singing Cave (şarkı söyleyen mağara) ızlanda ıçeride şarkı söyleyenlerin seslerinin yankılanması ile ünlüdür.
Wind Mağarası South Dakota, ABD Kızılderili Sioux kabilesine göre insan ırkının doğduğu mağara.
Kuzey İspanya’da Santander yakınlarında, tarih öncesine ait önemli resimlerin bulunduğu mağara.
keşfedilen ilk mağara. m.ö 40000 yılında keşfedilmiştir. bu mağarada yaşayan ilkel insanlar duvara yaptıkları resimlerle ayinler yapmışlardır. ışık, hareket ve resimin birlikte kullanılışıyla, sinemanın tarihi bu mağaraya kadar uzanır.Kayalar oyularak oluşturulmuş çizimlerin bizon, geyik, vahşi boğa ve diğer hayvan resimlerinin, paleolitik çağa ait olduğu saptanmıştır. 1879’da Marcolino de Sautuola adlı bir arkeolog tarafından keşfedilen mağaradaki resimler önce, bir hile olarak yorumlandı. Fransa’nın güneyinde tarih öncesi devirlere ait başka mağaralar bulunduktan sonra, Fransız Bilimler Akademisi, Altamira Mağarası’nı tarih öncesine ait bir mağara olarak kabul etti. Kahverengi, siyah ve kırmızı renklerden oluşan resimler, aşıboyası ve toz hâline getirilmiş minerallere yağ katılarak elde edilen boyalarla yapılmıştır.
Dünyanın büyük mağaraları
İsim Yer - Özellikleri
Aggtelek Macaristan En büyük sarkıtları olan mağara
Altamira Mağarası Santander, ıspanya Çok eski kaya resimleri
Blue Grotto Carpri Adası Yarı sualtında olan mağarada mavi ışıkların parlaması
Carlsbad Mağarası New Mexico, ABD Dünyanın en büyük mağarası
Jenolan Mağarası Blue Mountains, Avustralya Güzel sarkıt ve dikit oluşumları
Kent Mağarası Torquay, ıngiltere Antropolojik bulgu merkezi
Mammoth Mağarası Kentucky, ABD Mağaranın çapı 16 km dir ve içindeki geçitlerin uzunluğu 482 km yi bulur
Peak Mağarası veya şeytan Deliği (Devil's Hole) Derbyshire, ıngiltere Mağara bir dağın içine yaklaşıık 685 m kadar girer ve yüzeyin 182 m. altına iner
Postojna Grotto Trieste, ıtalya Avrupa' daki en büyük skolastik mağara
Singing Cave (şarkı söyleyen mağara) ızlanda ıçeride şarkı söyleyenlerin seslerinin yankılanması ile ünlüdür.
Wind Mağarası South Dakota, ABD Kızılderili Sioux kabilesine göre insan ırkının doğduğu mağara.
26 Mayıs 2010 Çarşamba
25 Mayıs 2010 Salı
Göçlerin başlıca nedenlerini yazınız?
Göçlerin başlıca nedenlerini yazınız?
1-Ekonomik faktörler
2-Savaşlar
3-İç karışıklıklar
4-İhtilaller
5-Sınır değişiklikleri
6-Doğal afetler
1-Ekonomik faktörler
2-Savaşlar
3-İç karışıklıklar
4-İhtilaller
5-Sınır değişiklikleri
6-Doğal afetler
Göçlerin başlıca nedenlerini yazınız?
Göçlerin başlıca nedenlerini yazınız?
1-Ekonomik faktörler
2-Savaşlar
3-İç karışıklıklar
4-İhtilaller
5-Sınır değişiklikleri
6-Doğal afetler
1-Ekonomik faktörler
2-Savaşlar
3-İç karışıklıklar
4-İhtilaller
5-Sınır değişiklikleri
6-Doğal afetler
Doğal Hayatı Koruma Derneği'nin Kuruluş Amacı ve Görevleri PERFORMANS ÖDEVİ SAYFA 183 COĞRAFYA 12.SINIF LİSE 4.SINIF
Doğal Hayatı Koruma Derneği'nin Kuruluş Amacı ve Görevleri PERFORMANS ÖDEVİ SAYFA 183 COĞRAFYA 12.SINIF LİSE 4.SINIF
Doğal Hayatı Koruma Derneği'nin amacı Türkiye'nin olağanüstü zengin bitki ve hayvan türleri ile bunların doğal yaşam alanlarının değerinin farkına varılması, koruma altına alınmasıdır.
DHKD bu amaçla koruma projeleri yürütmekte; ilgili yasaların uygulanabilmesi için lobi faaliyetleri sürdürmekte; kamuoyu, yerel/merkezi yöneticiler ve şirketlerle işbirliği yapmaktadır.DHKD Türkiye'nin biyolojik çeşitliliğini koruma sorumluluğunun iş dünyası, resmi kurumlar, bireyler ve genel kamuoyu tarafından paylaşılması gerektiğine inanmaktadır.
Bu bağlamda da tanıtım ve bilgilendirme çalışmalarına ağırlık vererek toplumun her kesiminden aktif katılım beklemektedir.
Doğal Hayatı Koruma Derneği'nin amacı Türkiye'nin olağanüstü zengin bitki ve hayvan türleri ile bunların doğal yaşam alanlarının değerinin farkına varılması, koruma altına alınmasıdır.
DHKD bu amaçla koruma projeleri yürütmekte; ilgili yasaların uygulanabilmesi için lobi faaliyetleri sürdürmekte; kamuoyu, yerel/merkezi yöneticiler ve şirketlerle işbirliği yapmaktadır.DHKD Türkiye'nin biyolojik çeşitliliğini koruma sorumluluğunun iş dünyası, resmi kurumlar, bireyler ve genel kamuoyu tarafından paylaşılması gerektiğine inanmaktadır.
Bu bağlamda da tanıtım ve bilgilendirme çalışmalarına ağırlık vererek toplumun her kesiminden aktif katılım beklemektedir.
Doğal Hayatı Koruma Derneği'nin Kuruluş Amacı ve Görevleri PERFORMANS ÖDEVİ SAYFA 183 COĞRAFYA 12.SINIF LİSE 4.SINIF
Doğal Hayatı Koruma Derneği'nin Kuruluş Amacı ve Görevleri PERFORMANS ÖDEVİ SAYFA 183 COĞRAFYA 12.SINIF LİSE 4.SINIF
Doğal Hayatı Koruma Derneği'nin amacı Türkiye'nin olağanüstü zengin bitki ve hayvan türleri ile bunların doğal yaşam alanlarının değerinin farkına varılması, koruma altına alınmasıdır.
DHKD bu amaçla koruma projeleri yürütmekte; ilgili yasaların uygulanabilmesi için lobi faaliyetleri sürdürmekte; kamuoyu, yerel/merkezi yöneticiler ve şirketlerle işbirliği yapmaktadır.DHKD Türkiye'nin biyolojik çeşitliliğini koruma sorumluluğunun iş dünyası, resmi kurumlar, bireyler ve genel kamuoyu tarafından paylaşılması gerektiğine inanmaktadır.
Bu bağlamda da tanıtım ve bilgilendirme çalışmalarına ağırlık vererek toplumun her kesiminden aktif katılım beklemektedir.
Doğal Hayatı Koruma Derneği'nin amacı Türkiye'nin olağanüstü zengin bitki ve hayvan türleri ile bunların doğal yaşam alanlarının değerinin farkına varılması, koruma altına alınmasıdır.
DHKD bu amaçla koruma projeleri yürütmekte; ilgili yasaların uygulanabilmesi için lobi faaliyetleri sürdürmekte; kamuoyu, yerel/merkezi yöneticiler ve şirketlerle işbirliği yapmaktadır.DHKD Türkiye'nin biyolojik çeşitliliğini koruma sorumluluğunun iş dünyası, resmi kurumlar, bireyler ve genel kamuoyu tarafından paylaşılması gerektiğine inanmaktadır.
Bu bağlamda da tanıtım ve bilgilendirme çalışmalarına ağırlık vererek toplumun her kesiminden aktif katılım beklemektedir.
Göç nedir?
Göç nedir?
—İnsanların bir yerden başka bir yere çeşitli nedenlerle yer değiştirmesi olayına göç denir.
—İnsanların bir yerden başka bir yere çeşitli nedenlerle yer değiştirmesi olayına göç denir.
Göç nedir?
Göç nedir?
—İnsanların bir yerden başka bir yere çeşitli nedenlerle yer değiştirmesi olayına göç denir.
—İnsanların bir yerden başka bir yere çeşitli nedenlerle yer değiştirmesi olayına göç denir.
Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT), PERFORMANS ÖDEVİ SAYFA 183 COĞRAFYA 12.SINIF LİSE 4.SINIF
Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT), PERFORMANS ÖDEVİ SAYFA 183 COĞRAFYA 12.SINIF LİSE 4.SINIF
http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/6/65/OSCE_members_and_partners.png/800px-OSCE_members_and_partners.png
"Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı" adı altında 1970'li yılların başında soğuk savaş koşullarındaki Avrupa’nın bölünmüşlüğüne son verilmesi, güvenlik ve istikrarın sağlanması ve katılan devletler arasinda bu amaca yönelik işbirliğinin geliştirilmesi düşüncesiyle kurulmuş teşkilattır.
AGİT’in görevi doğu ve batı arasında çok taraflı bir müzakere ve diyalog forumu olarak belirlenmiştir. 1975’den 1990’a kadar AGİT, yeni yükümlülüklerin ele alındığı ve uygulamaların gözden geçirildiği bir dizi konferans ve toplantılar şeklinde devam etmiştir. 1990 yılında yapılan Paris Zirvesi soğuk savaş sonrası dönemde ortaya çıkan tehlikeleri karşılamayı amaçlayan bir kurumsallaşmanın başlangıcını işaret etmiştir.
Avrupa’da güvenlik ve istikrar , 1950’lerin ortasından itibaren Doğu Bloku tarafindan ortaya atilan bir fikirdir. Almanya’nin bölünmüşlüğü ve Berlin sorunu soğuk savaş döneminde Avrupa’nın sınırlarını yasalaştırma girişimine neden olmuştur. Bu çerçevede 1955’lerde Varşova Paktı tarafından yapılan Avrupa güvenliği anlaşma önerisi Batılılar tarafından kabul edilmemiştir. Doğu Blokunun bu yöndeki önerileri 1970’lerin başında ABD ile SSCB arasında imzalanan SALT 1 Andlaşması ve Batı Almanya’nın, Polonya ve Çekoslovakya ile olan Doğu sınırlarını tanıması ve Doğu Almanya ile ilişkiye girmeyi kabul etmesi sonucu meydana gelen yumuşama ortamı ile değer kazanmaya başlamıştır. Bu koşullarda Batı Avrupa güvenliği konusunda görüşmelere girişmeyi kabul etmiştir. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı, 15 Ocak 1973 tarihinde Helsinki’de çalışmalarına başlamıştır. İki yılı aşkın bir süre devam eden konferans 1 Ağustos 1975’de Helsinki Nihai Senedi ’nin 33 Avrupa ülkesi ile ABD ve Kanada tarafından Devlet ve Hükümet Başkanları düzeyinde imzalanmasıyla sonuçlanmıştır.
35 imzacı devlet arasındaki ilişkilere rehberlik edecek 10 temel ilke ortaya konmuştur. Bunlar:
* Egemen eşitlik ve egemenliğe saygı,
* Kuvvet kullanmaktan veya kuvvet kullanma tehdidinden kaçınma,
* Sınırların ihlal edilmezliği
* Devletlerin toprak bütünlüğünün korunması
* Anlaşmazlıkların barışçıl yollardan çözümü
* İçişlerine karışmama
* İnsan hakları ve temel özgürlüklere saygı
* Halklarin eşit haklardan ve kendi kaderlerini tayin hakkından yararlanması
* Devletler arasında işbirliği
* Uluslararası hukuktan doğan yükümlülüklerin iyi niyetle yerine getirilmesi
AGİT’in temelini oluşturan Helsinki Nihai Senedi’nde; katılımcı devletlerin karşılıklı ilişkilerinde izleyecekleri temel ilkelerdir. Bunların başında devletlerin egemen eşitliği, sınırların dokunulmazlığı, içişlerine karışmama, toprak bütünlüğüne ve insan haklarına ve temel özgürlüklere saygı yer almaktadır. İnsan hakları ve temel özgürlüklere saygının, güvenliğinde bir unsuru haline getirilmesi, Sovyetler Birliği’nin ve komunist sistemin çözülmesinde etkili bir araç olmuştur.
Helsinki Nihai Senedi 3 temel bölüme ayrılmıştır:
1. Avrupa güvenliği ile ilgili sorunlar
2. Çevre, teknoloji, bilim ve ekonomi alanlarında işbirliği
3. İnsani boyut ve diğerlerinde işbirliği
Nihai Sened, siyasi diyaloğu sürdürmek, işbirliğini geliştirmek için yeni standart ve normlar koyacak AGİT andlaşmalarının uygulanmasını gözden geçirecek düzenli olarak izleme toplantıları düzenlenmesini de karara bağlamıştır. İzleme toplantıları Belgrad, Madrid ve Viyana'da yapılmıştır. Bu toplantılara katılan devletler, insan hakları ve devletler arasında güveni artırıcı önlemler konusunda yeni yükümlülükleri kabul etmişlerdir. Bu toplantılara ilave olarak demokratik kurumlar, insan hakları, sorunların barışçıl çözümü, çevre, medya, bilim, kültür ve ekonomik işbirliği gibi spesifik konularda uzmanlar toplantısı gerçekleştirilmiştir.
Helsinki toplantısından sonra AGİT diplomatik bir konferans olmaktan ileri gitmemiştir. Bu konferansı esnek tutabilmek için daimi bir yapılanmaya gidilmemiş, 1989-1990 yılarında devletler, AGİT organlarının oluşturulması gerektiği üzerinde anlaşmışlardır.
1970-1980 yılları arasında AGİT’in en büyük avantajı sorunlara kapsamlı yaklaşma yeteneği olmuştur. AGİT insan hakları ile genel güvenlik ve işbirliği arasindaki bağa önem vermiştir. Bu nedenle AGİT kendi vatandaşlarının temel özgürlüklerini sistematik olarak ihlal eden devleti uluslararası alanda güvenilemeyen ve hatta diğer ülkelerinin güvenliklerine potansiyel bir tehdit olarak değerlendirmiştir.
Nihai Sened “sosyalist” sistemi ortadan kaldırıcı sihirli bir formül taşımamaktadır. AGİT kompleks ve kapsamlı bir sürecin bir unsuru olarak görülmüştür. AGİT’in sağladığı gelişmeler değişen gerçekliğin bir sonucudur. AGİT Varşova Paktı ülkelerinde yaşanan demokratik değişikliklere moral desteği ve siyasi bir platform sağlamıştır. Nihai Senet, uluslararasi hukuk açısından bağlayıcı bir belge olarak görülmemekte, siyasi bağlayıcılığı bulunduğu ileri sürülmektedir. AGİT’in Nihai Senet’te ifadesini bulan, güvenlik, insani boyut ve ekonomik konulardan ilk ikisi büyük bir gelişme göstermiştir. AGİT’e taraf devletler arasinda itimadın geliştirilmesi ve askeri faaliyetlerde şeffallığın sağlanması ve böylece askeri çatışma tehlikesinin giderilmesi düşüncesiyle kabul edilen güven ve güvenlik artırıcı önlemler Nihai Senet’te yer almış ve bunlar daha sonra Avrupa Silahsızlanma Konferansı (1986) ve Güven ve Güvenlik Artırıcı önlemler müzakerelerinin temelini oluşturmuştur. Bu sürecin en önemli sonucu Avrupa’da Konvansiyonel Silahlı Kuvvetler Andlaşması’nın imzalanmasıdır.
II. Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’da meydana gelen bloklaşmanın koşullarında başlatılan AGİT süreci, 1975 yılından soğuk savaş bitimine kadar Doğu-Batı ilişkilerinin en önemli forumu haline gelmiştir. AGİT süreci bu dönemde Doğu ile Batı arasında bir ölçüde sürtüşme ve çatışma forumu niteliğinde cereyan ederken, Sovyetler Birliği’nin dağılması ve Doğu Avrupa’daki demokratikleşme hareketlerinin başladığı 1989’dan itibaren farklı bir niteliğe bürünmüştür. Bu tarihten sonra AGİT toplantılarında, çatışma ve sürtüşmelerin yerini önemli ölçüde işbirliği ve diyalog almıştır.
AGİT geleneksel bloklararası siyasetin geride kalmaya başlamasıyla ortaya çıkan geçiş dönemine uygun, geniş katılımlı, çok boyutlu ve tecrübe edilmiş bir sürece dayanan yeni bir düzenin kurulmasına yardımcı olabilecek bir forum olarak görülmüştür.
http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/6/65/OSCE_members_and_partners.png/800px-OSCE_members_and_partners.png
"Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı" adı altında 1970'li yılların başında soğuk savaş koşullarındaki Avrupa’nın bölünmüşlüğüne son verilmesi, güvenlik ve istikrarın sağlanması ve katılan devletler arasinda bu amaca yönelik işbirliğinin geliştirilmesi düşüncesiyle kurulmuş teşkilattır.
AGİT’in görevi doğu ve batı arasında çok taraflı bir müzakere ve diyalog forumu olarak belirlenmiştir. 1975’den 1990’a kadar AGİT, yeni yükümlülüklerin ele alındığı ve uygulamaların gözden geçirildiği bir dizi konferans ve toplantılar şeklinde devam etmiştir. 1990 yılında yapılan Paris Zirvesi soğuk savaş sonrası dönemde ortaya çıkan tehlikeleri karşılamayı amaçlayan bir kurumsallaşmanın başlangıcını işaret etmiştir.
Avrupa’da güvenlik ve istikrar , 1950’lerin ortasından itibaren Doğu Bloku tarafindan ortaya atilan bir fikirdir. Almanya’nin bölünmüşlüğü ve Berlin sorunu soğuk savaş döneminde Avrupa’nın sınırlarını yasalaştırma girişimine neden olmuştur. Bu çerçevede 1955’lerde Varşova Paktı tarafından yapılan Avrupa güvenliği anlaşma önerisi Batılılar tarafından kabul edilmemiştir. Doğu Blokunun bu yöndeki önerileri 1970’lerin başında ABD ile SSCB arasında imzalanan SALT 1 Andlaşması ve Batı Almanya’nın, Polonya ve Çekoslovakya ile olan Doğu sınırlarını tanıması ve Doğu Almanya ile ilişkiye girmeyi kabul etmesi sonucu meydana gelen yumuşama ortamı ile değer kazanmaya başlamıştır. Bu koşullarda Batı Avrupa güvenliği konusunda görüşmelere girişmeyi kabul etmiştir. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı, 15 Ocak 1973 tarihinde Helsinki’de çalışmalarına başlamıştır. İki yılı aşkın bir süre devam eden konferans 1 Ağustos 1975’de Helsinki Nihai Senedi ’nin 33 Avrupa ülkesi ile ABD ve Kanada tarafından Devlet ve Hükümet Başkanları düzeyinde imzalanmasıyla sonuçlanmıştır.
35 imzacı devlet arasındaki ilişkilere rehberlik edecek 10 temel ilke ortaya konmuştur. Bunlar:
* Egemen eşitlik ve egemenliğe saygı,
* Kuvvet kullanmaktan veya kuvvet kullanma tehdidinden kaçınma,
* Sınırların ihlal edilmezliği
* Devletlerin toprak bütünlüğünün korunması
* Anlaşmazlıkların barışçıl yollardan çözümü
* İçişlerine karışmama
* İnsan hakları ve temel özgürlüklere saygı
* Halklarin eşit haklardan ve kendi kaderlerini tayin hakkından yararlanması
* Devletler arasında işbirliği
* Uluslararası hukuktan doğan yükümlülüklerin iyi niyetle yerine getirilmesi
AGİT’in temelini oluşturan Helsinki Nihai Senedi’nde; katılımcı devletlerin karşılıklı ilişkilerinde izleyecekleri temel ilkelerdir. Bunların başında devletlerin egemen eşitliği, sınırların dokunulmazlığı, içişlerine karışmama, toprak bütünlüğüne ve insan haklarına ve temel özgürlüklere saygı yer almaktadır. İnsan hakları ve temel özgürlüklere saygının, güvenliğinde bir unsuru haline getirilmesi, Sovyetler Birliği’nin ve komunist sistemin çözülmesinde etkili bir araç olmuştur.
Helsinki Nihai Senedi 3 temel bölüme ayrılmıştır:
1. Avrupa güvenliği ile ilgili sorunlar
2. Çevre, teknoloji, bilim ve ekonomi alanlarında işbirliği
3. İnsani boyut ve diğerlerinde işbirliği
Nihai Sened, siyasi diyaloğu sürdürmek, işbirliğini geliştirmek için yeni standart ve normlar koyacak AGİT andlaşmalarının uygulanmasını gözden geçirecek düzenli olarak izleme toplantıları düzenlenmesini de karara bağlamıştır. İzleme toplantıları Belgrad, Madrid ve Viyana'da yapılmıştır. Bu toplantılara katılan devletler, insan hakları ve devletler arasında güveni artırıcı önlemler konusunda yeni yükümlülükleri kabul etmişlerdir. Bu toplantılara ilave olarak demokratik kurumlar, insan hakları, sorunların barışçıl çözümü, çevre, medya, bilim, kültür ve ekonomik işbirliği gibi spesifik konularda uzmanlar toplantısı gerçekleştirilmiştir.
Helsinki toplantısından sonra AGİT diplomatik bir konferans olmaktan ileri gitmemiştir. Bu konferansı esnek tutabilmek için daimi bir yapılanmaya gidilmemiş, 1989-1990 yılarında devletler, AGİT organlarının oluşturulması gerektiği üzerinde anlaşmışlardır.
1970-1980 yılları arasında AGİT’in en büyük avantajı sorunlara kapsamlı yaklaşma yeteneği olmuştur. AGİT insan hakları ile genel güvenlik ve işbirliği arasindaki bağa önem vermiştir. Bu nedenle AGİT kendi vatandaşlarının temel özgürlüklerini sistematik olarak ihlal eden devleti uluslararası alanda güvenilemeyen ve hatta diğer ülkelerinin güvenliklerine potansiyel bir tehdit olarak değerlendirmiştir.
Nihai Sened “sosyalist” sistemi ortadan kaldırıcı sihirli bir formül taşımamaktadır. AGİT kompleks ve kapsamlı bir sürecin bir unsuru olarak görülmüştür. AGİT’in sağladığı gelişmeler değişen gerçekliğin bir sonucudur. AGİT Varşova Paktı ülkelerinde yaşanan demokratik değişikliklere moral desteği ve siyasi bir platform sağlamıştır. Nihai Senet, uluslararasi hukuk açısından bağlayıcı bir belge olarak görülmemekte, siyasi bağlayıcılığı bulunduğu ileri sürülmektedir. AGİT’in Nihai Senet’te ifadesini bulan, güvenlik, insani boyut ve ekonomik konulardan ilk ikisi büyük bir gelişme göstermiştir. AGİT’e taraf devletler arasinda itimadın geliştirilmesi ve askeri faaliyetlerde şeffallığın sağlanması ve böylece askeri çatışma tehlikesinin giderilmesi düşüncesiyle kabul edilen güven ve güvenlik artırıcı önlemler Nihai Senet’te yer almış ve bunlar daha sonra Avrupa Silahsızlanma Konferansı (1986) ve Güven ve Güvenlik Artırıcı önlemler müzakerelerinin temelini oluşturmuştur. Bu sürecin en önemli sonucu Avrupa’da Konvansiyonel Silahlı Kuvvetler Andlaşması’nın imzalanmasıdır.
II. Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’da meydana gelen bloklaşmanın koşullarında başlatılan AGİT süreci, 1975 yılından soğuk savaş bitimine kadar Doğu-Batı ilişkilerinin en önemli forumu haline gelmiştir. AGİT süreci bu dönemde Doğu ile Batı arasında bir ölçüde sürtüşme ve çatışma forumu niteliğinde cereyan ederken, Sovyetler Birliği’nin dağılması ve Doğu Avrupa’daki demokratikleşme hareketlerinin başladığı 1989’dan itibaren farklı bir niteliğe bürünmüştür. Bu tarihten sonra AGİT toplantılarında, çatışma ve sürtüşmelerin yerini önemli ölçüde işbirliği ve diyalog almıştır.
AGİT geleneksel bloklararası siyasetin geride kalmaya başlamasıyla ortaya çıkan geçiş dönemine uygun, geniş katılımlı, çok boyutlu ve tecrübe edilmiş bir sürece dayanan yeni bir düzenin kurulmasına yardımcı olabilecek bir forum olarak görülmüştür.
Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT), PERFORMANS ÖDEVİ SAYFA 183 COĞRAFYA 12.SINIF LİSE 4.SINIF
Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT), PERFORMANS ÖDEVİ SAYFA 183 COĞRAFYA 12.SINIF LİSE 4.SINIF
http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/6/65/OSCE_members_and_partners.png/800px-OSCE_members_and_partners.png
"Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı" adı altında 1970'li yılların başında soğuk savaş koşullarındaki Avrupa’nın bölünmüşlüğüne son verilmesi, güvenlik ve istikrarın sağlanması ve katılan devletler arasinda bu amaca yönelik işbirliğinin geliştirilmesi düşüncesiyle kurulmuş teşkilattır.
AGİT’in görevi doğu ve batı arasında çok taraflı bir müzakere ve diyalog forumu olarak belirlenmiştir. 1975’den 1990’a kadar AGİT, yeni yükümlülüklerin ele alındığı ve uygulamaların gözden geçirildiği bir dizi konferans ve toplantılar şeklinde devam etmiştir. 1990 yılında yapılan Paris Zirvesi soğuk savaş sonrası dönemde ortaya çıkan tehlikeleri karşılamayı amaçlayan bir kurumsallaşmanın başlangıcını işaret etmiştir.
Avrupa’da güvenlik ve istikrar , 1950’lerin ortasından itibaren Doğu Bloku tarafindan ortaya atilan bir fikirdir. Almanya’nin bölünmüşlüğü ve Berlin sorunu soğuk savaş döneminde Avrupa’nın sınırlarını yasalaştırma girişimine neden olmuştur. Bu çerçevede 1955’lerde Varşova Paktı tarafından yapılan Avrupa güvenliği anlaşma önerisi Batılılar tarafından kabul edilmemiştir. Doğu Blokunun bu yöndeki önerileri 1970’lerin başında ABD ile SSCB arasında imzalanan SALT 1 Andlaşması ve Batı Almanya’nın, Polonya ve Çekoslovakya ile olan Doğu sınırlarını tanıması ve Doğu Almanya ile ilişkiye girmeyi kabul etmesi sonucu meydana gelen yumuşama ortamı ile değer kazanmaya başlamıştır. Bu koşullarda Batı Avrupa güvenliği konusunda görüşmelere girişmeyi kabul etmiştir. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı, 15 Ocak 1973 tarihinde Helsinki’de çalışmalarına başlamıştır. İki yılı aşkın bir süre devam eden konferans 1 Ağustos 1975’de Helsinki Nihai Senedi ’nin 33 Avrupa ülkesi ile ABD ve Kanada tarafından Devlet ve Hükümet Başkanları düzeyinde imzalanmasıyla sonuçlanmıştır.
35 imzacı devlet arasındaki ilişkilere rehberlik edecek 10 temel ilke ortaya konmuştur. Bunlar:
* Egemen eşitlik ve egemenliğe saygı,
* Kuvvet kullanmaktan veya kuvvet kullanma tehdidinden kaçınma,
* Sınırların ihlal edilmezliği
* Devletlerin toprak bütünlüğünün korunması
* Anlaşmazlıkların barışçıl yollardan çözümü
* İçişlerine karışmama
* İnsan hakları ve temel özgürlüklere saygı
* Halklarin eşit haklardan ve kendi kaderlerini tayin hakkından yararlanması
* Devletler arasında işbirliği
* Uluslararası hukuktan doğan yükümlülüklerin iyi niyetle yerine getirilmesi
AGİT’in temelini oluşturan Helsinki Nihai Senedi’nde; katılımcı devletlerin karşılıklı ilişkilerinde izleyecekleri temel ilkelerdir. Bunların başında devletlerin egemen eşitliği, sınırların dokunulmazlığı, içişlerine karışmama, toprak bütünlüğüne ve insan haklarına ve temel özgürlüklere saygı yer almaktadır. İnsan hakları ve temel özgürlüklere saygının, güvenliğinde bir unsuru haline getirilmesi, Sovyetler Birliği’nin ve komunist sistemin çözülmesinde etkili bir araç olmuştur.
Helsinki Nihai Senedi 3 temel bölüme ayrılmıştır:
1. Avrupa güvenliği ile ilgili sorunlar
2. Çevre, teknoloji, bilim ve ekonomi alanlarında işbirliği
3. İnsani boyut ve diğerlerinde işbirliği
Nihai Sened, siyasi diyaloğu sürdürmek, işbirliğini geliştirmek için yeni standart ve normlar koyacak AGİT andlaşmalarının uygulanmasını gözden geçirecek düzenli olarak izleme toplantıları düzenlenmesini de karara bağlamıştır. İzleme toplantıları Belgrad, Madrid ve Viyana'da yapılmıştır. Bu toplantılara katılan devletler, insan hakları ve devletler arasında güveni artırıcı önlemler konusunda yeni yükümlülükleri kabul etmişlerdir. Bu toplantılara ilave olarak demokratik kurumlar, insan hakları, sorunların barışçıl çözümü, çevre, medya, bilim, kültür ve ekonomik işbirliği gibi spesifik konularda uzmanlar toplantısı gerçekleştirilmiştir.
Helsinki toplantısından sonra AGİT diplomatik bir konferans olmaktan ileri gitmemiştir. Bu konferansı esnek tutabilmek için daimi bir yapılanmaya gidilmemiş, 1989-1990 yılarında devletler, AGİT organlarının oluşturulması gerektiği üzerinde anlaşmışlardır.
1970-1980 yılları arasında AGİT’in en büyük avantajı sorunlara kapsamlı yaklaşma yeteneği olmuştur. AGİT insan hakları ile genel güvenlik ve işbirliği arasindaki bağa önem vermiştir. Bu nedenle AGİT kendi vatandaşlarının temel özgürlüklerini sistematik olarak ihlal eden devleti uluslararası alanda güvenilemeyen ve hatta diğer ülkelerinin güvenliklerine potansiyel bir tehdit olarak değerlendirmiştir.
Nihai Sened “sosyalist” sistemi ortadan kaldırıcı sihirli bir formül taşımamaktadır. AGİT kompleks ve kapsamlı bir sürecin bir unsuru olarak görülmüştür. AGİT’in sağladığı gelişmeler değişen gerçekliğin bir sonucudur. AGİT Varşova Paktı ülkelerinde yaşanan demokratik değişikliklere moral desteği ve siyasi bir platform sağlamıştır. Nihai Senet, uluslararasi hukuk açısından bağlayıcı bir belge olarak görülmemekte, siyasi bağlayıcılığı bulunduğu ileri sürülmektedir. AGİT’in Nihai Senet’te ifadesini bulan, güvenlik, insani boyut ve ekonomik konulardan ilk ikisi büyük bir gelişme göstermiştir. AGİT’e taraf devletler arasinda itimadın geliştirilmesi ve askeri faaliyetlerde şeffallığın sağlanması ve böylece askeri çatışma tehlikesinin giderilmesi düşüncesiyle kabul edilen güven ve güvenlik artırıcı önlemler Nihai Senet’te yer almış ve bunlar daha sonra Avrupa Silahsızlanma Konferansı (1986) ve Güven ve Güvenlik Artırıcı önlemler müzakerelerinin temelini oluşturmuştur. Bu sürecin en önemli sonucu Avrupa’da Konvansiyonel Silahlı Kuvvetler Andlaşması’nın imzalanmasıdır.
II. Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’da meydana gelen bloklaşmanın koşullarında başlatılan AGİT süreci, 1975 yılından soğuk savaş bitimine kadar Doğu-Batı ilişkilerinin en önemli forumu haline gelmiştir. AGİT süreci bu dönemde Doğu ile Batı arasında bir ölçüde sürtüşme ve çatışma forumu niteliğinde cereyan ederken, Sovyetler Birliği’nin dağılması ve Doğu Avrupa’daki demokratikleşme hareketlerinin başladığı 1989’dan itibaren farklı bir niteliğe bürünmüştür. Bu tarihten sonra AGİT toplantılarında, çatışma ve sürtüşmelerin yerini önemli ölçüde işbirliği ve diyalog almıştır.
AGİT geleneksel bloklararası siyasetin geride kalmaya başlamasıyla ortaya çıkan geçiş dönemine uygun, geniş katılımlı, çok boyutlu ve tecrübe edilmiş bir sürece dayanan yeni bir düzenin kurulmasına yardımcı olabilecek bir forum olarak görülmüştür.
http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/6/65/OSCE_members_and_partners.png/800px-OSCE_members_and_partners.png
"Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı" adı altında 1970'li yılların başında soğuk savaş koşullarındaki Avrupa’nın bölünmüşlüğüne son verilmesi, güvenlik ve istikrarın sağlanması ve katılan devletler arasinda bu amaca yönelik işbirliğinin geliştirilmesi düşüncesiyle kurulmuş teşkilattır.
AGİT’in görevi doğu ve batı arasında çok taraflı bir müzakere ve diyalog forumu olarak belirlenmiştir. 1975’den 1990’a kadar AGİT, yeni yükümlülüklerin ele alındığı ve uygulamaların gözden geçirildiği bir dizi konferans ve toplantılar şeklinde devam etmiştir. 1990 yılında yapılan Paris Zirvesi soğuk savaş sonrası dönemde ortaya çıkan tehlikeleri karşılamayı amaçlayan bir kurumsallaşmanın başlangıcını işaret etmiştir.
Avrupa’da güvenlik ve istikrar , 1950’lerin ortasından itibaren Doğu Bloku tarafindan ortaya atilan bir fikirdir. Almanya’nin bölünmüşlüğü ve Berlin sorunu soğuk savaş döneminde Avrupa’nın sınırlarını yasalaştırma girişimine neden olmuştur. Bu çerçevede 1955’lerde Varşova Paktı tarafından yapılan Avrupa güvenliği anlaşma önerisi Batılılar tarafından kabul edilmemiştir. Doğu Blokunun bu yöndeki önerileri 1970’lerin başında ABD ile SSCB arasında imzalanan SALT 1 Andlaşması ve Batı Almanya’nın, Polonya ve Çekoslovakya ile olan Doğu sınırlarını tanıması ve Doğu Almanya ile ilişkiye girmeyi kabul etmesi sonucu meydana gelen yumuşama ortamı ile değer kazanmaya başlamıştır. Bu koşullarda Batı Avrupa güvenliği konusunda görüşmelere girişmeyi kabul etmiştir. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı, 15 Ocak 1973 tarihinde Helsinki’de çalışmalarına başlamıştır. İki yılı aşkın bir süre devam eden konferans 1 Ağustos 1975’de Helsinki Nihai Senedi ’nin 33 Avrupa ülkesi ile ABD ve Kanada tarafından Devlet ve Hükümet Başkanları düzeyinde imzalanmasıyla sonuçlanmıştır.
35 imzacı devlet arasındaki ilişkilere rehberlik edecek 10 temel ilke ortaya konmuştur. Bunlar:
* Egemen eşitlik ve egemenliğe saygı,
* Kuvvet kullanmaktan veya kuvvet kullanma tehdidinden kaçınma,
* Sınırların ihlal edilmezliği
* Devletlerin toprak bütünlüğünün korunması
* Anlaşmazlıkların barışçıl yollardan çözümü
* İçişlerine karışmama
* İnsan hakları ve temel özgürlüklere saygı
* Halklarin eşit haklardan ve kendi kaderlerini tayin hakkından yararlanması
* Devletler arasında işbirliği
* Uluslararası hukuktan doğan yükümlülüklerin iyi niyetle yerine getirilmesi
AGİT’in temelini oluşturan Helsinki Nihai Senedi’nde; katılımcı devletlerin karşılıklı ilişkilerinde izleyecekleri temel ilkelerdir. Bunların başında devletlerin egemen eşitliği, sınırların dokunulmazlığı, içişlerine karışmama, toprak bütünlüğüne ve insan haklarına ve temel özgürlüklere saygı yer almaktadır. İnsan hakları ve temel özgürlüklere saygının, güvenliğinde bir unsuru haline getirilmesi, Sovyetler Birliği’nin ve komunist sistemin çözülmesinde etkili bir araç olmuştur.
Helsinki Nihai Senedi 3 temel bölüme ayrılmıştır:
1. Avrupa güvenliği ile ilgili sorunlar
2. Çevre, teknoloji, bilim ve ekonomi alanlarında işbirliği
3. İnsani boyut ve diğerlerinde işbirliği
Nihai Sened, siyasi diyaloğu sürdürmek, işbirliğini geliştirmek için yeni standart ve normlar koyacak AGİT andlaşmalarının uygulanmasını gözden geçirecek düzenli olarak izleme toplantıları düzenlenmesini de karara bağlamıştır. İzleme toplantıları Belgrad, Madrid ve Viyana'da yapılmıştır. Bu toplantılara katılan devletler, insan hakları ve devletler arasında güveni artırıcı önlemler konusunda yeni yükümlülükleri kabul etmişlerdir. Bu toplantılara ilave olarak demokratik kurumlar, insan hakları, sorunların barışçıl çözümü, çevre, medya, bilim, kültür ve ekonomik işbirliği gibi spesifik konularda uzmanlar toplantısı gerçekleştirilmiştir.
Helsinki toplantısından sonra AGİT diplomatik bir konferans olmaktan ileri gitmemiştir. Bu konferansı esnek tutabilmek için daimi bir yapılanmaya gidilmemiş, 1989-1990 yılarında devletler, AGİT organlarının oluşturulması gerektiği üzerinde anlaşmışlardır.
1970-1980 yılları arasında AGİT’in en büyük avantajı sorunlara kapsamlı yaklaşma yeteneği olmuştur. AGİT insan hakları ile genel güvenlik ve işbirliği arasindaki bağa önem vermiştir. Bu nedenle AGİT kendi vatandaşlarının temel özgürlüklerini sistematik olarak ihlal eden devleti uluslararası alanda güvenilemeyen ve hatta diğer ülkelerinin güvenliklerine potansiyel bir tehdit olarak değerlendirmiştir.
Nihai Sened “sosyalist” sistemi ortadan kaldırıcı sihirli bir formül taşımamaktadır. AGİT kompleks ve kapsamlı bir sürecin bir unsuru olarak görülmüştür. AGİT’in sağladığı gelişmeler değişen gerçekliğin bir sonucudur. AGİT Varşova Paktı ülkelerinde yaşanan demokratik değişikliklere moral desteği ve siyasi bir platform sağlamıştır. Nihai Senet, uluslararasi hukuk açısından bağlayıcı bir belge olarak görülmemekte, siyasi bağlayıcılığı bulunduğu ileri sürülmektedir. AGİT’in Nihai Senet’te ifadesini bulan, güvenlik, insani boyut ve ekonomik konulardan ilk ikisi büyük bir gelişme göstermiştir. AGİT’e taraf devletler arasinda itimadın geliştirilmesi ve askeri faaliyetlerde şeffallığın sağlanması ve böylece askeri çatışma tehlikesinin giderilmesi düşüncesiyle kabul edilen güven ve güvenlik artırıcı önlemler Nihai Senet’te yer almış ve bunlar daha sonra Avrupa Silahsızlanma Konferansı (1986) ve Güven ve Güvenlik Artırıcı önlemler müzakerelerinin temelini oluşturmuştur. Bu sürecin en önemli sonucu Avrupa’da Konvansiyonel Silahlı Kuvvetler Andlaşması’nın imzalanmasıdır.
II. Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’da meydana gelen bloklaşmanın koşullarında başlatılan AGİT süreci, 1975 yılından soğuk savaş bitimine kadar Doğu-Batı ilişkilerinin en önemli forumu haline gelmiştir. AGİT süreci bu dönemde Doğu ile Batı arasında bir ölçüde sürtüşme ve çatışma forumu niteliğinde cereyan ederken, Sovyetler Birliği’nin dağılması ve Doğu Avrupa’daki demokratikleşme hareketlerinin başladığı 1989’dan itibaren farklı bir niteliğe bürünmüştür. Bu tarihten sonra AGİT toplantılarında, çatışma ve sürtüşmelerin yerini önemli ölçüde işbirliği ve diyalog almıştır.
AGİT geleneksel bloklararası siyasetin geride kalmaya başlamasıyla ortaya çıkan geçiş dönemine uygun, geniş katılımlı, çok boyutlu ve tecrübe edilmiş bir sürece dayanan yeni bir düzenin kurulmasına yardımcı olabilecek bir forum olarak görülmüştür.
24 Mayıs 2010 Pazartesi
Almanca "Zorunluluk Fiili Müssen" Videolu Anlatimi
Ders:Almanca Dersi
Konu:Zorunluluk Fiili "Müssen"
Ekol hoca lise almanca dersleri kapsamında ve ücretsiz toefl hazırlık aile birleşimi sınavı konuları ndan olan "müssen" fiilini anlatacağız bugün sizlere. Almanca da müssen fiili zorunda olmak ve gereklilik gibi iki eylem türünde kullanılıyor.
Konu:Zorunluluk Fiili "Müssen"
Ekol hoca lise almanca dersleri kapsamında ve ücretsiz toefl hazırlık aile birleşimi sınavı konuları ndan olan "müssen" fiilini anlatacağız bugün sizlere. Almanca da müssen fiili zorunda olmak ve gereklilik gibi iki eylem türünde kullanılıyor.
Almanca "Zorunluluk Fiili Müssen" Videolu Anlatimi
Ders:Almanca Dersi
Konu:Zorunluluk Fiili "Müssen"
Ekol hoca lise almanca dersleri kapsamında ve ücretsiz toefl hazırlık aile birleşimi sınavı konuları ndan olan "müssen" fiilini anlatacağız bugün sizlere. Almanca da müssen fiili zorunda olmak ve gereklilik gibi iki eylem türünde kullanılıyor.
Konu:Zorunluluk Fiili "Müssen"
Ekol hoca lise almanca dersleri kapsamında ve ücretsiz toefl hazırlık aile birleşimi sınavı konuları ndan olan "müssen" fiilini anlatacağız bugün sizlere. Almanca da müssen fiili zorunda olmak ve gereklilik gibi iki eylem türünde kullanılıyor.
23 Mayıs 2010 Pazar
Verdiği göçlerle nüfusu azalan başlıca illeri yazınız?
Verdiği göçlerle nüfusu azalan başlıca illeri yazınız?
—Kars, Erzurum, Gümüşhane, Sivas, Artvin, Ağrı
—Kars, Erzurum, Gümüşhane, Sivas, Artvin, Ağrı
Verdiği göçlerle nüfusu azalan başlıca illeri yazınız?
Verdiği göçlerle nüfusu azalan başlıca illeri yazınız?
—Kars, Erzurum, Gümüşhane, Sivas, Artvin, Ağrı
—Kars, Erzurum, Gümüşhane, Sivas, Artvin, Ağrı
22 Mayıs 2010 Cumartesi
Almanca Ayrilabilen Fiiler Videolu Konu Anlatimi
Ders:Almanca
Konu:Ayrilabilen Fiiler Videolu Konu Anlatimi
Sizlere ücretsiz üyeliksiz olarak Lise 1-9.sınıf Lise 2 10.sınıf lise 3 11.sınıf lise 4 12.sınıf yds almanca kpds sınavı gibi sınavlara ayrıca aile birleşimi sınavı online dersleri çalışmaya devam ediyoruz. Bu vidyomuzda almanca ayrılabilen fiiler eylemler konusu nu anlatacağız. Almanca ayrılabilen fiiler şunlardır; anfengen, aufhören, anrufen, aufmachen, zumachen,abholen gibi.. Ayrıca w-fragen konusu nu da anlatmaya başlayalım.
Konu:Ayrilabilen Fiiler Videolu Konu Anlatimi
Sizlere ücretsiz üyeliksiz olarak Lise 1-9.sınıf Lise 2 10.sınıf lise 3 11.sınıf lise 4 12.sınıf yds almanca kpds sınavı gibi sınavlara ayrıca aile birleşimi sınavı online dersleri çalışmaya devam ediyoruz. Bu vidyomuzda almanca ayrılabilen fiiler eylemler konusu nu anlatacağız. Almanca ayrılabilen fiiler şunlardır; anfengen, aufhören, anrufen, aufmachen, zumachen,abholen gibi.. Ayrıca w-fragen konusu nu da anlatmaya başlayalım.
Almanca Ayrilabilen Fiiler Videolu Konu Anlatimi
Ders:Almanca
Konu:Ayrilabilen Fiiler Videolu Konu Anlatimi
Sizlere ücretsiz üyeliksiz olarak Lise 1-9.sınıf Lise 2 10.sınıf lise 3 11.sınıf lise 4 12.sınıf yds almanca kpds sınavı gibi sınavlara ayrıca aile birleşimi sınavı online dersleri çalışmaya devam ediyoruz. Bu vidyomuzda almanca ayrılabilen fiiler eylemler konusu nu anlatacağız. Almanca ayrılabilen fiiler şunlardır; anfengen, aufhören, anrufen, aufmachen, zumachen,abholen gibi.. Ayrıca w-fragen konusu nu da anlatmaya başlayalım.
Konu:Ayrilabilen Fiiler Videolu Konu Anlatimi
Sizlere ücretsiz üyeliksiz olarak Lise 1-9.sınıf Lise 2 10.sınıf lise 3 11.sınıf lise 4 12.sınıf yds almanca kpds sınavı gibi sınavlara ayrıca aile birleşimi sınavı online dersleri çalışmaya devam ediyoruz. Bu vidyomuzda almanca ayrılabilen fiiler eylemler konusu nu anlatacağız. Almanca ayrılabilen fiiler şunlardır; anfengen, aufhören, anrufen, aufmachen, zumachen,abholen gibi.. Ayrıca w-fragen konusu nu da anlatmaya başlayalım.
En çok göç alan ilimiz hangisidir neden?
En çok göç alan ilimiz hangisidir neden?
—İstanbul en çok göç alır,çünkü ist. Sanayi, ticaret,turizm,tarım,eğitim,sağlık alanında gelişmiştir
—İstanbul en çok göç alır,çünkü ist. Sanayi, ticaret,turizm,tarım,eğitim,sağlık alanında gelişmiştir
En çok göç alan ilimiz hangisidir neden?
En çok göç alan ilimiz hangisidir neden?
—İstanbul en çok göç alır,çünkü ist. Sanayi, ticaret,turizm,tarım,eğitim,sağlık alanında gelişmiştir
—İstanbul en çok göç alır,çünkü ist. Sanayi, ticaret,turizm,tarım,eğitim,sağlık alanında gelişmiştir
21 Mayıs 2010 Cuma
EROZYON nedir? erozyon ÇEŞİTLERİ NELERDİR?
EROZYON nedir? erozyon ÇEŞİTLERİ NELERDİR?
Erozyonun kelime anlamı:
Bir varlığın bir değeri yerine getirilemeyecek şekilde yok olmasıdır. Toprak biliminde ise; yeryüzündeki ana materyalin çeşitli etkenlerle aşınıp taşınması olayıdır. Erozyon, tabiatın normal süreci içinde meydana geliyorsa normal erozyon; insanın tabiattaki toprak, su ve bitki arasındaki dengeyi bozucu nitelikteki müdahaleleri sonucu meydana geliyorsa hızlandırılmış erozyon adını almaktadır. Normal erozyon, genellikle insan müdahalesi olmayan yerlerde görülür ve çok yavaş olarak gelişir. Meraların aşırı derecede otlatılması, ormanların tahrip edilmesi ile daha az korunan toprak, su ile kolayca taşınabilmektedir ve erozyon hızlanmaktadır.
Yapıcı Unsurlara Göre Erozyonun Çeşitleri
Özellikle ülkemizde tahribatı büyük boyutlara ulaşan su erozyonu, erozyon çeşitleri içerisinde en önemlisidir. Su erozyonundan sonra diğer erozyon çeşitleri önem sırasına göre; rüzgar, çığlar, heyelanlar ve buzullar olarak sıralayabiliriz. Çığ zaman zaman can ve mal kayıplarına neden oluyorsa da su erozyonu afeti karşısında ikinci planda kalmaktadır.
1- Su Erozyonu
Su erozyonu, diğer erozyon çeşitleri içerisinde en yaygın ve en etkili olanıdır. Bunun için, toprak erozyonu denildiğinde akla su erozyonu gelmektedir. Türkiye topraklarının % 86'sında erozyon vardır. Böylece su erozyonunun etkilediği alan 66.9 milyon hektarı bulmaktadır. Yurdumuzdaki önemli can ve mal kayıpları su erozyonu sonucu meydana gelmektedir.
2- Çığlar
Türkiye'nin aşırı derecede ormansızlaşmış, yükseltisi yurdun diğer kısımlarına oranla daha fazla ve yağışların genel olarak % 45' den sonraki meyilde kar şeklinde düştüğü Kuzey- Kuzeydoğu ve Doğu Anadolu'da çığ olaylarına sıkça rastlanmakta, can ve mal kayıplarına neden olduğu gibi yerleşim yerlerini, yolları, turistik tesisleri ve devlet yatırımlarını tehdit etmektedir. Türkiye'de yalnız 1985 yılından bugüne kadar 233 çığ olayı tespit olunmuş ve bu süre içinde 604 kişi hayatını kaybetmiştir. Çığ, pürüzsüzlüğü olmayan eğimi yüksek kayalık ve otlu satıhlara düşen aşırı kar yağışlarının kaygan satıhtan kopması ile aşağı kısımlara doğru hızını ve miktarını arttırarak meydana gelen bir kar kitlesi akımı olayıdır. Bu kar kitlesi önüne gelen insanların ölümüne neden olabildiği gibi ev, ahır, sınai tesis v.b. gibi yerlere zarar vererek kara ve demiryollarını kapatabilmekte günlerce trafiği aksatabilmekte ve sportif amaçlı gezilerde insan ölümlerine neden olmaktadır.
3- Rüzgar Erozyonu
Rüzgar erozyonu sonucu verimli toprakların kaybı, buharlaşmanın hızlanmasıyla toprak emliliğinin azalması, bitki büyümesinin yavaşlaması, ulaşımın aksaması ve verimin düşmesi olumsuzluklarını ortaya çıkarmaktadır. Taşınan kum ve verimsiz toprak, üretken tarım topraklarını kaplayarak, tarım yapılamaz hale getirmektedir.
Mevcut Durum
Türkiye jeomorfolojik yapısı itibariyle engebeli bir ülkedir. Nitekim ülkemizin toplam alanının % 46'sını % 40'dan fazla eğime ve % 80'den fazlasını da % 15'den fazla eğime sahip sahalar teşkil etmektedir. İklim yarı kurak, yağışlar düzensiz ve şiddetli sağanak şeklindedir. Bütün bu olumsuz faktörlerin yanında, toprağı normal yapısı ile koruması gereken ormanlar, yangın ve kaçak kesim sonucu koruyucu vasfını büyük ölçüde yitirmiş, meralarda aşırı otlatma ve tarla açmaları ile korumasız hale gelmiştir. Erozyon bütün Dünyada değişik şekil ve şiddette meydana gelmekte ise de yurdumuzda özellikle daha yaygın ve hızlı seyretmekte ve hemen hemen her çeşidi bulunmaktadır. Yüzeysel erozyon, oyuntu erozyonu, arazi kaymaları, rüzgar erozyonu ve çığlar bunların başlıcalarıdır.
Buna karşın Türkiye'de, erozyonla savaş çalışmaları ne yasal, ne teknik ve ne de sosyo-ekonomik yönlerden rayına oturmuştur. Bunun sonucu olarak ta toprak servetinin kaybı yanında sık sık sel felaketleri meydana gelmektedir. En yakın örnek olarak 1998'de Batı Karadeniz selinde 30, 1995 İzmir selinde 63, ve yine 1995 Senirkent selinde 74 vatandaşımız hayatını kaybetmiş, rakamlara dökülmesi çok zor maddi zarar meydana gelmiş, insanlarımız acı çekmişlerdir
EROZYONUN NEDENLERİ
Doğal Yapıdan Kaynaklanan Nedenler
1- İklim
İklimin erozyon üzerine etkisi; yağış, sıcaklık ve rüzgarla olmaktadır. Bunların içerisinde en önemlisi yağış olup, yağışın da şekli, şiddeti, süresi ve rejimi erozyona farklı etkiler yapmaktadır. diğer taraftan sıcaklık, yağışların çeşidini, toprağın donmasını ve nem içeriğini etkilemek suretiyle detaylı olarak erozyonun şiddetine tesir etmektedir. Bu açıdan Doğu Anadolu Bölgemizde toprağın 50 cm. derinliğe kadar donması ve sıcak havalarda gevşemesi olayı, diğer bölgelerimizde yağmur ve rüzgar, erozyon olayları açısından önemlidir.Ülkemizin dünyadaki konumu nedeniyle özellikle İç Anadolu, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri'nde yaz kuraklığı ve yağış azlığı/yetersizliği diğer bölgelere göre daha fazladır. Bu nedenden dolayı, bitki örtüsünün zayıf olduğu bu bölgeler ülkemizin erozyondan en fazla etkilenen bölgeleridir. Çünkü, kurak ve yarı kurak sahaların mevcut ekosistemlerinin bozulması kolay ve hızlı olmakta ve bozulan ekosistemlerinin tekrar eski haline getirilmesi de zor ve pahalı olmaktadır.
2- Topografya
Yamacın eğim ve uzunluğu erozyonda etkili topografik etkenlerdir. Erozyonun şiddeti ve toprağın yüzeysel akışla taşınmasına neden olan faktörlerin başında eğim gelmektedir. Dünyada kara kütlesinin ortalama yüksekliği 700 m., Avrupa'nın 330 m., Afrika'nın 600 m., Asya'nın 1010 m. olmasına rağmen Türkiye'nin ortalama yüksekliği 1132 m. 'ye ulaşmaktadır. Yükselti basamakları dikkate alınarak yapılan değerlendirmede de 0-500 metre arasındaki alanlar ülkemizin %17,5'u, 500-1000 metre arasındaki sahalar % 26,6'sını kaplamakta , 1000-2000 metre arasındaki alanlar ise % 45,9' a ulaşmaktadır.
Ülkemiz arazisinin eğimli ve engebeli olması, orman ve ot örtüsünün tahrip edildiği alanlarda doğal dengenin hızla bozulması sonucunu doğurmaktadır. Doğal dengenin bozulması sonucu hızla toprakların aşınması süreci başlamaktadır. Erozyonun şiddetli olarak devam ettiği alanlarda altta bulunan jeolojik yapı yer yer taşlı ve kayalık araziler halinde ortaya çıkmaktadır.
3- Jeolojik ve Toprak Yapısı
Ülkemizin jeolojik ve toprak yapısı; genelde pekişme durumu zayıf, ayrışmaya ve değişmeye karşı fazla direnç göstermeyen taneli, tortul ve volkaniktir. Toprak ile jeolojik yapı arasında sıkı bir ilişki vardır. En fazla aşınmaya uğrayan zeminler Eosen ve Neogen zamanlara ait araziler ile volkanik kül ve tüflerdir. Genelde pekişme durumu zayıf, ayrışmaya ve erozyona karşı fazla direnç göstermeyen gevşek yapılardan oluşan topraklarımız erozyona hassas bir yapıdadır. Bu nedenle, en fazla aşınan ve sellere en fazla malzeme veren kaynaklar kumlu, şiltli, çakıllı olan pekişmemiş araziler ile bünyesine su aldığında kısa sürede eriyebilen tuzlu ve alkali maddeler bakımından zengin, milli ve killi depolar olmaktadır. Ülkemizde, toprak örtüsünün tamamen yok olduğu eğimli alanlarda erozyonun şeklini, şiddet ve seyrini; jeolojik yapıyı oluşturan ana materyalin yapısı, bünye özelliği, yağış sularını tutma ve geçirme kapasitesi gibi fiziksel ve kimyasal özellikleri belirler. Öte yandan, kurak ve sıcak iklim şartları altında Anadolu'nun kapalı havzalarında çökelmiş olan tuzlu, alkali maddeler bakımından zengin killi, marnlı ve jipsli depolarda kimyasal erozyon ön plana geçmiştir. Ülkemizde, bazı ana kayalar üzerinde oluşan toprak aşınması; kayalık-taşlık alanların ortaya çıkmasına ve dolayısıyla buraların VIII. sınıfa giren araziler haline gelmesine yol açmıştır.
4- Bitki Örtüsü ve Ölü Örtü
Çıplak arazilere oranla bitki örtüsü ile kaplı arazilerde erozyon daha az meydana gelmektedir; çünkü, bitki örtüsü intersepsiyonla toprağa ulaşan yağışın miktarını, şiddetini ve mekanik etkisini azaltır,kökleriyle toprağı sarar ve taşınmasını önler. Orman toprakları ise, suyun akış hızını azaltır ve suyun toprağa sızmasını artırarak erozyonun şiddetini düşürür. Ayrıca; bitki örtüsü, toprak yüzeyinde biriktirdiği ölü örtü ile toprağı yağmura karşı korumaktadır. Özellikle, orman ölü örtüsü, en şiddetli yağışları yüzeysel akıma geçmeden toprak içerisine kolaylıkla geçirebilecek bir infiltrasyon kapasitesine sahiptir.
SOSYAL VE EKONOMİK NEDENLER
1- Ormanların Tahribi
Ülkemiz ormanları, bilinçsiz ve usulsüz faydalanmalar, otlatma, tarla açma ve bilinçsiz endüstrileşme gibi çok değişik kullanım amaçları ile tahrip edilmekte ve antropojen step alanına dönüştürülmektedir. Diğer taraftan bu alanlarımız orman niteliğini kaybettiği gerekçesiyle 6831 Sayılı Orman Kanunu'nun 2B maddesi ile orman sınırları dışarısına çıkarılmakta ve böylece ormansızlaşma yaratılmaktadır. Mesela 1974-1994 yılları arasında 412:000 hektar alan orman tahdit alanı dışına çıkartılmıştır. Son yıllarda sık sık sel afetlerine uğrayan Bolu ilinin Düzce, Yığılca ve Kaynaşlı yerleşim birimlerinde 1968-1986 yılları arasında bu yasalarla ortaya çıkan orman azalmasının sırasıyla, 3876 ha., 2382 ha. ve 83,9 ha.olduğu saptanmıştır. Ayrıca, Anadolu köylüsü, orman alanlarının tümünü adeta bir mera alanı gibi görmekte ve herhangi bir izin almaya gerek görmeksizin bu alanlarda gelişigüzel-başıboş hayvan otlatmacılığını sürdürmektedir. Ancak, orman idaresince gençleştirmeye tefrik edilen sahaların dikenli tel ile koruma altına alınması halinde bu otlatmaya zorda olsa engel olunabilmektedir. Bu şekilde; devlete ait orman alanlarının ve mera niteliği taşımayan hazine arazilerinin düzensiz ve aşırı otlatma amaçlı kullanılması da Türkiye'deki erozyonun artmasının ana etkenlerinden birini oluşturmaktadır. Her yıl meydana gelen yüzlerce orman yangını ile de binlerce hektar orman yok olmaktadır. Yüksek eğimli orman alanlarında, ormanın ortadan kalkması sonucunda erozyon hareketleri hızla artmaktadır: Yeşil örtünün bir anda yangınlarla yok olması, sağanak şeklinde yağan ilk yağışlarla birlikte toprak kaybına ve bir çok yerin bir daha yeşil örtü ile kaplanamayacak şekilde elden çıkmasına, sahanın taş ve kayalığa dönüşmesine neden olmaktadır.
2- Tarım Alanlarında Yanlış Arazi Kullanımı
Ülkemizde yetenek sınıflarına göre tarıma uygun olmadığı halde tarım yapılan ve bu şekilde yanlış kullanılan arazinin alanı 6.1 milyon hektarı bulmaktadır. Yanlış arazi kullanımı, değişik amaçlara yönelik uygulamalarla giderek artmaktadır. I. II.III. ve IV. sınıf arazilerdeki yaklaşık 172000 hektar arazi yerleşme alanı ve sanayi alanı olarak kullanılmaktadır. Özellikle son 20 yıldan bu yana tarım alanları yerleşim ve ticari tesislerle işgal edilmesi büyük bir ivme kazanmıştır. Bu durum tarımda verimi azaltırken aynı zamanda sel ve taşkınları da artırmıştır. Diğer taraftan 2634 Sayılı Turizmi Teşvik Kanunu, 2547 Sayılı Yüksek Öğretim Kanunu'na 3711 Sayılı Kanun'la eklenen 18. Madde, 6831 Sayılı Orman Kanunu’nun 17. ve 115. Maddeleri, 2924 Sayılı Orman Köylerinin Kalkındırılması Hakkındaki Kanun ve değişiklikleri ( 3763 ve 4127 Sayılı kanunlar), 3213 Sayılı Maden Kanunu önemli ölçüde orman tahribatına yol açmaktadır.
3- Meralarda Aşırı Otlatma
Verim kapasitesinin çok üzerinde ve düzensiz otlatılan meralarda ot örtüsünün tahrip olması yüzey erozyonunu arttırmaktadır. Mera kapasitesi aşıldığı andan itibaren, meradaki bitki örtüsü ve toprağın yapısı bozularak erozyona elverişli hale gelir. Meralarda, doğru otlatma mevsiminin seçilememesi ve aksine ağır otlatma yapılması, meraların aşırı derecede tahrip edilmesine ve toprağın kompaktlaşmasına neden olur. Dolayısıyla erozyonun kaynağı olarak vasfını kaybetmiş meralar büyük önem taşır.
4- Dağınık ve Düzensiz Kırsal Yerleşme
Tabiatı en çok kullanan, en çok bozan ve en çok düzelten de insandır. Zaten insan müdahalesi olmadan meydana gelen erozyona normal erozyon denilmektedir. İnsan; tarımsal, sosyal ve ekonomik ihtiyaçları için bitki örtüsünü kaldırarak, toprağı diğer kullanım şekillerine dönüştürmektedir. 1997 nüfus sayımına göre, yurdumuzda orman içi ve civarı köylerde 7.050 milyon insan yaşamaktadır. Bu köylerin çoğu özellikle dağlık alanlarda birden fazla mahallenin birleşmesinden meydana gelmektedir.Bu köylerin önemli bir bölümünde yeterli ekonomik gelire sahip olmayan fakir insanlar yaşamaktadır. Bu durum, rakımı yüksek dağlık alanlarda ekosistemin bozulmasına ve böylece erozyonun hızlanmasına neden olmaktadır.
Erozyonun kelime anlamı:
Bir varlığın bir değeri yerine getirilemeyecek şekilde yok olmasıdır. Toprak biliminde ise; yeryüzündeki ana materyalin çeşitli etkenlerle aşınıp taşınması olayıdır. Erozyon, tabiatın normal süreci içinde meydana geliyorsa normal erozyon; insanın tabiattaki toprak, su ve bitki arasındaki dengeyi bozucu nitelikteki müdahaleleri sonucu meydana geliyorsa hızlandırılmış erozyon adını almaktadır. Normal erozyon, genellikle insan müdahalesi olmayan yerlerde görülür ve çok yavaş olarak gelişir. Meraların aşırı derecede otlatılması, ormanların tahrip edilmesi ile daha az korunan toprak, su ile kolayca taşınabilmektedir ve erozyon hızlanmaktadır.
Yapıcı Unsurlara Göre Erozyonun Çeşitleri
Özellikle ülkemizde tahribatı büyük boyutlara ulaşan su erozyonu, erozyon çeşitleri içerisinde en önemlisidir. Su erozyonundan sonra diğer erozyon çeşitleri önem sırasına göre; rüzgar, çığlar, heyelanlar ve buzullar olarak sıralayabiliriz. Çığ zaman zaman can ve mal kayıplarına neden oluyorsa da su erozyonu afeti karşısında ikinci planda kalmaktadır.
1- Su Erozyonu
Su erozyonu, diğer erozyon çeşitleri içerisinde en yaygın ve en etkili olanıdır. Bunun için, toprak erozyonu denildiğinde akla su erozyonu gelmektedir. Türkiye topraklarının % 86'sında erozyon vardır. Böylece su erozyonunun etkilediği alan 66.9 milyon hektarı bulmaktadır. Yurdumuzdaki önemli can ve mal kayıpları su erozyonu sonucu meydana gelmektedir.
2- Çığlar
Türkiye'nin aşırı derecede ormansızlaşmış, yükseltisi yurdun diğer kısımlarına oranla daha fazla ve yağışların genel olarak % 45' den sonraki meyilde kar şeklinde düştüğü Kuzey- Kuzeydoğu ve Doğu Anadolu'da çığ olaylarına sıkça rastlanmakta, can ve mal kayıplarına neden olduğu gibi yerleşim yerlerini, yolları, turistik tesisleri ve devlet yatırımlarını tehdit etmektedir. Türkiye'de yalnız 1985 yılından bugüne kadar 233 çığ olayı tespit olunmuş ve bu süre içinde 604 kişi hayatını kaybetmiştir. Çığ, pürüzsüzlüğü olmayan eğimi yüksek kayalık ve otlu satıhlara düşen aşırı kar yağışlarının kaygan satıhtan kopması ile aşağı kısımlara doğru hızını ve miktarını arttırarak meydana gelen bir kar kitlesi akımı olayıdır. Bu kar kitlesi önüne gelen insanların ölümüne neden olabildiği gibi ev, ahır, sınai tesis v.b. gibi yerlere zarar vererek kara ve demiryollarını kapatabilmekte günlerce trafiği aksatabilmekte ve sportif amaçlı gezilerde insan ölümlerine neden olmaktadır.
3- Rüzgar Erozyonu
Rüzgar erozyonu sonucu verimli toprakların kaybı, buharlaşmanın hızlanmasıyla toprak emliliğinin azalması, bitki büyümesinin yavaşlaması, ulaşımın aksaması ve verimin düşmesi olumsuzluklarını ortaya çıkarmaktadır. Taşınan kum ve verimsiz toprak, üretken tarım topraklarını kaplayarak, tarım yapılamaz hale getirmektedir.
Mevcut Durum
Türkiye jeomorfolojik yapısı itibariyle engebeli bir ülkedir. Nitekim ülkemizin toplam alanının % 46'sını % 40'dan fazla eğime ve % 80'den fazlasını da % 15'den fazla eğime sahip sahalar teşkil etmektedir. İklim yarı kurak, yağışlar düzensiz ve şiddetli sağanak şeklindedir. Bütün bu olumsuz faktörlerin yanında, toprağı normal yapısı ile koruması gereken ormanlar, yangın ve kaçak kesim sonucu koruyucu vasfını büyük ölçüde yitirmiş, meralarda aşırı otlatma ve tarla açmaları ile korumasız hale gelmiştir. Erozyon bütün Dünyada değişik şekil ve şiddette meydana gelmekte ise de yurdumuzda özellikle daha yaygın ve hızlı seyretmekte ve hemen hemen her çeşidi bulunmaktadır. Yüzeysel erozyon, oyuntu erozyonu, arazi kaymaları, rüzgar erozyonu ve çığlar bunların başlıcalarıdır.
Buna karşın Türkiye'de, erozyonla savaş çalışmaları ne yasal, ne teknik ve ne de sosyo-ekonomik yönlerden rayına oturmuştur. Bunun sonucu olarak ta toprak servetinin kaybı yanında sık sık sel felaketleri meydana gelmektedir. En yakın örnek olarak 1998'de Batı Karadeniz selinde 30, 1995 İzmir selinde 63, ve yine 1995 Senirkent selinde 74 vatandaşımız hayatını kaybetmiş, rakamlara dökülmesi çok zor maddi zarar meydana gelmiş, insanlarımız acı çekmişlerdir
EROZYONUN NEDENLERİ
Doğal Yapıdan Kaynaklanan Nedenler
1- İklim
İklimin erozyon üzerine etkisi; yağış, sıcaklık ve rüzgarla olmaktadır. Bunların içerisinde en önemlisi yağış olup, yağışın da şekli, şiddeti, süresi ve rejimi erozyona farklı etkiler yapmaktadır. diğer taraftan sıcaklık, yağışların çeşidini, toprağın donmasını ve nem içeriğini etkilemek suretiyle detaylı olarak erozyonun şiddetine tesir etmektedir. Bu açıdan Doğu Anadolu Bölgemizde toprağın 50 cm. derinliğe kadar donması ve sıcak havalarda gevşemesi olayı, diğer bölgelerimizde yağmur ve rüzgar, erozyon olayları açısından önemlidir.Ülkemizin dünyadaki konumu nedeniyle özellikle İç Anadolu, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri'nde yaz kuraklığı ve yağış azlığı/yetersizliği diğer bölgelere göre daha fazladır. Bu nedenden dolayı, bitki örtüsünün zayıf olduğu bu bölgeler ülkemizin erozyondan en fazla etkilenen bölgeleridir. Çünkü, kurak ve yarı kurak sahaların mevcut ekosistemlerinin bozulması kolay ve hızlı olmakta ve bozulan ekosistemlerinin tekrar eski haline getirilmesi de zor ve pahalı olmaktadır.
2- Topografya
Yamacın eğim ve uzunluğu erozyonda etkili topografik etkenlerdir. Erozyonun şiddeti ve toprağın yüzeysel akışla taşınmasına neden olan faktörlerin başında eğim gelmektedir. Dünyada kara kütlesinin ortalama yüksekliği 700 m., Avrupa'nın 330 m., Afrika'nın 600 m., Asya'nın 1010 m. olmasına rağmen Türkiye'nin ortalama yüksekliği 1132 m. 'ye ulaşmaktadır. Yükselti basamakları dikkate alınarak yapılan değerlendirmede de 0-500 metre arasındaki alanlar ülkemizin %17,5'u, 500-1000 metre arasındaki sahalar % 26,6'sını kaplamakta , 1000-2000 metre arasındaki alanlar ise % 45,9' a ulaşmaktadır.
Ülkemiz arazisinin eğimli ve engebeli olması, orman ve ot örtüsünün tahrip edildiği alanlarda doğal dengenin hızla bozulması sonucunu doğurmaktadır. Doğal dengenin bozulması sonucu hızla toprakların aşınması süreci başlamaktadır. Erozyonun şiddetli olarak devam ettiği alanlarda altta bulunan jeolojik yapı yer yer taşlı ve kayalık araziler halinde ortaya çıkmaktadır.
3- Jeolojik ve Toprak Yapısı
Ülkemizin jeolojik ve toprak yapısı; genelde pekişme durumu zayıf, ayrışmaya ve değişmeye karşı fazla direnç göstermeyen taneli, tortul ve volkaniktir. Toprak ile jeolojik yapı arasında sıkı bir ilişki vardır. En fazla aşınmaya uğrayan zeminler Eosen ve Neogen zamanlara ait araziler ile volkanik kül ve tüflerdir. Genelde pekişme durumu zayıf, ayrışmaya ve erozyona karşı fazla direnç göstermeyen gevşek yapılardan oluşan topraklarımız erozyona hassas bir yapıdadır. Bu nedenle, en fazla aşınan ve sellere en fazla malzeme veren kaynaklar kumlu, şiltli, çakıllı olan pekişmemiş araziler ile bünyesine su aldığında kısa sürede eriyebilen tuzlu ve alkali maddeler bakımından zengin, milli ve killi depolar olmaktadır. Ülkemizde, toprak örtüsünün tamamen yok olduğu eğimli alanlarda erozyonun şeklini, şiddet ve seyrini; jeolojik yapıyı oluşturan ana materyalin yapısı, bünye özelliği, yağış sularını tutma ve geçirme kapasitesi gibi fiziksel ve kimyasal özellikleri belirler. Öte yandan, kurak ve sıcak iklim şartları altında Anadolu'nun kapalı havzalarında çökelmiş olan tuzlu, alkali maddeler bakımından zengin killi, marnlı ve jipsli depolarda kimyasal erozyon ön plana geçmiştir. Ülkemizde, bazı ana kayalar üzerinde oluşan toprak aşınması; kayalık-taşlık alanların ortaya çıkmasına ve dolayısıyla buraların VIII. sınıfa giren araziler haline gelmesine yol açmıştır.
4- Bitki Örtüsü ve Ölü Örtü
Çıplak arazilere oranla bitki örtüsü ile kaplı arazilerde erozyon daha az meydana gelmektedir; çünkü, bitki örtüsü intersepsiyonla toprağa ulaşan yağışın miktarını, şiddetini ve mekanik etkisini azaltır,kökleriyle toprağı sarar ve taşınmasını önler. Orman toprakları ise, suyun akış hızını azaltır ve suyun toprağa sızmasını artırarak erozyonun şiddetini düşürür. Ayrıca; bitki örtüsü, toprak yüzeyinde biriktirdiği ölü örtü ile toprağı yağmura karşı korumaktadır. Özellikle, orman ölü örtüsü, en şiddetli yağışları yüzeysel akıma geçmeden toprak içerisine kolaylıkla geçirebilecek bir infiltrasyon kapasitesine sahiptir.
SOSYAL VE EKONOMİK NEDENLER
1- Ormanların Tahribi
Ülkemiz ormanları, bilinçsiz ve usulsüz faydalanmalar, otlatma, tarla açma ve bilinçsiz endüstrileşme gibi çok değişik kullanım amaçları ile tahrip edilmekte ve antropojen step alanına dönüştürülmektedir. Diğer taraftan bu alanlarımız orman niteliğini kaybettiği gerekçesiyle 6831 Sayılı Orman Kanunu'nun 2B maddesi ile orman sınırları dışarısına çıkarılmakta ve böylece ormansızlaşma yaratılmaktadır. Mesela 1974-1994 yılları arasında 412:000 hektar alan orman tahdit alanı dışına çıkartılmıştır. Son yıllarda sık sık sel afetlerine uğrayan Bolu ilinin Düzce, Yığılca ve Kaynaşlı yerleşim birimlerinde 1968-1986 yılları arasında bu yasalarla ortaya çıkan orman azalmasının sırasıyla, 3876 ha., 2382 ha. ve 83,9 ha.olduğu saptanmıştır. Ayrıca, Anadolu köylüsü, orman alanlarının tümünü adeta bir mera alanı gibi görmekte ve herhangi bir izin almaya gerek görmeksizin bu alanlarda gelişigüzel-başıboş hayvan otlatmacılığını sürdürmektedir. Ancak, orman idaresince gençleştirmeye tefrik edilen sahaların dikenli tel ile koruma altına alınması halinde bu otlatmaya zorda olsa engel olunabilmektedir. Bu şekilde; devlete ait orman alanlarının ve mera niteliği taşımayan hazine arazilerinin düzensiz ve aşırı otlatma amaçlı kullanılması da Türkiye'deki erozyonun artmasının ana etkenlerinden birini oluşturmaktadır. Her yıl meydana gelen yüzlerce orman yangını ile de binlerce hektar orman yok olmaktadır. Yüksek eğimli orman alanlarında, ormanın ortadan kalkması sonucunda erozyon hareketleri hızla artmaktadır: Yeşil örtünün bir anda yangınlarla yok olması, sağanak şeklinde yağan ilk yağışlarla birlikte toprak kaybına ve bir çok yerin bir daha yeşil örtü ile kaplanamayacak şekilde elden çıkmasına, sahanın taş ve kayalığa dönüşmesine neden olmaktadır.
2- Tarım Alanlarında Yanlış Arazi Kullanımı
Ülkemizde yetenek sınıflarına göre tarıma uygun olmadığı halde tarım yapılan ve bu şekilde yanlış kullanılan arazinin alanı 6.1 milyon hektarı bulmaktadır. Yanlış arazi kullanımı, değişik amaçlara yönelik uygulamalarla giderek artmaktadır. I. II.III. ve IV. sınıf arazilerdeki yaklaşık 172000 hektar arazi yerleşme alanı ve sanayi alanı olarak kullanılmaktadır. Özellikle son 20 yıldan bu yana tarım alanları yerleşim ve ticari tesislerle işgal edilmesi büyük bir ivme kazanmıştır. Bu durum tarımda verimi azaltırken aynı zamanda sel ve taşkınları da artırmıştır. Diğer taraftan 2634 Sayılı Turizmi Teşvik Kanunu, 2547 Sayılı Yüksek Öğretim Kanunu'na 3711 Sayılı Kanun'la eklenen 18. Madde, 6831 Sayılı Orman Kanunu’nun 17. ve 115. Maddeleri, 2924 Sayılı Orman Köylerinin Kalkındırılması Hakkındaki Kanun ve değişiklikleri ( 3763 ve 4127 Sayılı kanunlar), 3213 Sayılı Maden Kanunu önemli ölçüde orman tahribatına yol açmaktadır.
3- Meralarda Aşırı Otlatma
Verim kapasitesinin çok üzerinde ve düzensiz otlatılan meralarda ot örtüsünün tahrip olması yüzey erozyonunu arttırmaktadır. Mera kapasitesi aşıldığı andan itibaren, meradaki bitki örtüsü ve toprağın yapısı bozularak erozyona elverişli hale gelir. Meralarda, doğru otlatma mevsiminin seçilememesi ve aksine ağır otlatma yapılması, meraların aşırı derecede tahrip edilmesine ve toprağın kompaktlaşmasına neden olur. Dolayısıyla erozyonun kaynağı olarak vasfını kaybetmiş meralar büyük önem taşır.
4- Dağınık ve Düzensiz Kırsal Yerleşme
Tabiatı en çok kullanan, en çok bozan ve en çok düzelten de insandır. Zaten insan müdahalesi olmadan meydana gelen erozyona normal erozyon denilmektedir. İnsan; tarımsal, sosyal ve ekonomik ihtiyaçları için bitki örtüsünü kaldırarak, toprağı diğer kullanım şekillerine dönüştürmektedir. 1997 nüfus sayımına göre, yurdumuzda orman içi ve civarı köylerde 7.050 milyon insan yaşamaktadır. Bu köylerin çoğu özellikle dağlık alanlarda birden fazla mahallenin birleşmesinden meydana gelmektedir.Bu köylerin önemli bir bölümünde yeterli ekonomik gelire sahip olmayan fakir insanlar yaşamaktadır. Bu durum, rakımı yüksek dağlık alanlarda ekosistemin bozulmasına ve böylece erozyonun hızlanmasına neden olmaktadır.
EROZYON nedir? erozyon ÇEŞİTLERİ NELERDİR?
EROZYON nedir? erozyon ÇEŞİTLERİ NELERDİR?
Erozyonun kelime anlamı:
Bir varlığın bir değeri yerine getirilemeyecek şekilde yok olmasıdır. Toprak biliminde ise; yeryüzündeki ana materyalin çeşitli etkenlerle aşınıp taşınması olayıdır. Erozyon, tabiatın normal süreci içinde meydana geliyorsa normal erozyon; insanın tabiattaki toprak, su ve bitki arasındaki dengeyi bozucu nitelikteki müdahaleleri sonucu meydana geliyorsa hızlandırılmış erozyon adını almaktadır. Normal erozyon, genellikle insan müdahalesi olmayan yerlerde görülür ve çok yavaş olarak gelişir. Meraların aşırı derecede otlatılması, ormanların tahrip edilmesi ile daha az korunan toprak, su ile kolayca taşınabilmektedir ve erozyon hızlanmaktadır.
Yapıcı Unsurlara Göre Erozyonun Çeşitleri
Özellikle ülkemizde tahribatı büyük boyutlara ulaşan su erozyonu, erozyon çeşitleri içerisinde en önemlisidir. Su erozyonundan sonra diğer erozyon çeşitleri önem sırasına göre; rüzgar, çığlar, heyelanlar ve buzullar olarak sıralayabiliriz. Çığ zaman zaman can ve mal kayıplarına neden oluyorsa da su erozyonu afeti karşısında ikinci planda kalmaktadır.
1- Su Erozyonu
Su erozyonu, diğer erozyon çeşitleri içerisinde en yaygın ve en etkili olanıdır. Bunun için, toprak erozyonu denildiğinde akla su erozyonu gelmektedir. Türkiye topraklarının % 86'sında erozyon vardır. Böylece su erozyonunun etkilediği alan 66.9 milyon hektarı bulmaktadır. Yurdumuzdaki önemli can ve mal kayıpları su erozyonu sonucu meydana gelmektedir.
2- Çığlar
Türkiye'nin aşırı derecede ormansızlaşmış, yükseltisi yurdun diğer kısımlarına oranla daha fazla ve yağışların genel olarak % 45' den sonraki meyilde kar şeklinde düştüğü Kuzey- Kuzeydoğu ve Doğu Anadolu'da çığ olaylarına sıkça rastlanmakta, can ve mal kayıplarına neden olduğu gibi yerleşim yerlerini, yolları, turistik tesisleri ve devlet yatırımlarını tehdit etmektedir. Türkiye'de yalnız 1985 yılından bugüne kadar 233 çığ olayı tespit olunmuş ve bu süre içinde 604 kişi hayatını kaybetmiştir. Çığ, pürüzsüzlüğü olmayan eğimi yüksek kayalık ve otlu satıhlara düşen aşırı kar yağışlarının kaygan satıhtan kopması ile aşağı kısımlara doğru hızını ve miktarını arttırarak meydana gelen bir kar kitlesi akımı olayıdır. Bu kar kitlesi önüne gelen insanların ölümüne neden olabildiği gibi ev, ahır, sınai tesis v.b. gibi yerlere zarar vererek kara ve demiryollarını kapatabilmekte günlerce trafiği aksatabilmekte ve sportif amaçlı gezilerde insan ölümlerine neden olmaktadır.
3- Rüzgar Erozyonu
Rüzgar erozyonu sonucu verimli toprakların kaybı, buharlaşmanın hızlanmasıyla toprak emliliğinin azalması, bitki büyümesinin yavaşlaması, ulaşımın aksaması ve verimin düşmesi olumsuzluklarını ortaya çıkarmaktadır. Taşınan kum ve verimsiz toprak, üretken tarım topraklarını kaplayarak, tarım yapılamaz hale getirmektedir.
Mevcut Durum
Türkiye jeomorfolojik yapısı itibariyle engebeli bir ülkedir. Nitekim ülkemizin toplam alanının % 46'sını % 40'dan fazla eğime ve % 80'den fazlasını da % 15'den fazla eğime sahip sahalar teşkil etmektedir. İklim yarı kurak, yağışlar düzensiz ve şiddetli sağanak şeklindedir. Bütün bu olumsuz faktörlerin yanında, toprağı normal yapısı ile koruması gereken ormanlar, yangın ve kaçak kesim sonucu koruyucu vasfını büyük ölçüde yitirmiş, meralarda aşırı otlatma ve tarla açmaları ile korumasız hale gelmiştir. Erozyon bütün Dünyada değişik şekil ve şiddette meydana gelmekte ise de yurdumuzda özellikle daha yaygın ve hızlı seyretmekte ve hemen hemen her çeşidi bulunmaktadır. Yüzeysel erozyon, oyuntu erozyonu, arazi kaymaları, rüzgar erozyonu ve çığlar bunların başlıcalarıdır.
Buna karşın Türkiye'de, erozyonla savaş çalışmaları ne yasal, ne teknik ve ne de sosyo-ekonomik yönlerden rayına oturmuştur. Bunun sonucu olarak ta toprak servetinin kaybı yanında sık sık sel felaketleri meydana gelmektedir. En yakın örnek olarak 1998'de Batı Karadeniz selinde 30, 1995 İzmir selinde 63, ve yine 1995 Senirkent selinde 74 vatandaşımız hayatını kaybetmiş, rakamlara dökülmesi çok zor maddi zarar meydana gelmiş, insanlarımız acı çekmişlerdir
EROZYONUN NEDENLERİ
Doğal Yapıdan Kaynaklanan Nedenler
1- İklim
İklimin erozyon üzerine etkisi; yağış, sıcaklık ve rüzgarla olmaktadır. Bunların içerisinde en önemlisi yağış olup, yağışın da şekli, şiddeti, süresi ve rejimi erozyona farklı etkiler yapmaktadır. diğer taraftan sıcaklık, yağışların çeşidini, toprağın donmasını ve nem içeriğini etkilemek suretiyle detaylı olarak erozyonun şiddetine tesir etmektedir. Bu açıdan Doğu Anadolu Bölgemizde toprağın 50 cm. derinliğe kadar donması ve sıcak havalarda gevşemesi olayı, diğer bölgelerimizde yağmur ve rüzgar, erozyon olayları açısından önemlidir.Ülkemizin dünyadaki konumu nedeniyle özellikle İç Anadolu, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri'nde yaz kuraklığı ve yağış azlığı/yetersizliği diğer bölgelere göre daha fazladır. Bu nedenden dolayı, bitki örtüsünün zayıf olduğu bu bölgeler ülkemizin erozyondan en fazla etkilenen bölgeleridir. Çünkü, kurak ve yarı kurak sahaların mevcut ekosistemlerinin bozulması kolay ve hızlı olmakta ve bozulan ekosistemlerinin tekrar eski haline getirilmesi de zor ve pahalı olmaktadır.
2- Topografya
Yamacın eğim ve uzunluğu erozyonda etkili topografik etkenlerdir. Erozyonun şiddeti ve toprağın yüzeysel akışla taşınmasına neden olan faktörlerin başında eğim gelmektedir. Dünyada kara kütlesinin ortalama yüksekliği 700 m., Avrupa'nın 330 m., Afrika'nın 600 m., Asya'nın 1010 m. olmasına rağmen Türkiye'nin ortalama yüksekliği 1132 m. 'ye ulaşmaktadır. Yükselti basamakları dikkate alınarak yapılan değerlendirmede de 0-500 metre arasındaki alanlar ülkemizin %17,5'u, 500-1000 metre arasındaki sahalar % 26,6'sını kaplamakta , 1000-2000 metre arasındaki alanlar ise % 45,9' a ulaşmaktadır.
Ülkemiz arazisinin eğimli ve engebeli olması, orman ve ot örtüsünün tahrip edildiği alanlarda doğal dengenin hızla bozulması sonucunu doğurmaktadır. Doğal dengenin bozulması sonucu hızla toprakların aşınması süreci başlamaktadır. Erozyonun şiddetli olarak devam ettiği alanlarda altta bulunan jeolojik yapı yer yer taşlı ve kayalık araziler halinde ortaya çıkmaktadır.
3- Jeolojik ve Toprak Yapısı
Ülkemizin jeolojik ve toprak yapısı; genelde pekişme durumu zayıf, ayrışmaya ve değişmeye karşı fazla direnç göstermeyen taneli, tortul ve volkaniktir. Toprak ile jeolojik yapı arasında sıkı bir ilişki vardır. En fazla aşınmaya uğrayan zeminler Eosen ve Neogen zamanlara ait araziler ile volkanik kül ve tüflerdir. Genelde pekişme durumu zayıf, ayrışmaya ve erozyona karşı fazla direnç göstermeyen gevşek yapılardan oluşan topraklarımız erozyona hassas bir yapıdadır. Bu nedenle, en fazla aşınan ve sellere en fazla malzeme veren kaynaklar kumlu, şiltli, çakıllı olan pekişmemiş araziler ile bünyesine su aldığında kısa sürede eriyebilen tuzlu ve alkali maddeler bakımından zengin, milli ve killi depolar olmaktadır. Ülkemizde, toprak örtüsünün tamamen yok olduğu eğimli alanlarda erozyonun şeklini, şiddet ve seyrini; jeolojik yapıyı oluşturan ana materyalin yapısı, bünye özelliği, yağış sularını tutma ve geçirme kapasitesi gibi fiziksel ve kimyasal özellikleri belirler. Öte yandan, kurak ve sıcak iklim şartları altında Anadolu'nun kapalı havzalarında çökelmiş olan tuzlu, alkali maddeler bakımından zengin killi, marnlı ve jipsli depolarda kimyasal erozyon ön plana geçmiştir. Ülkemizde, bazı ana kayalar üzerinde oluşan toprak aşınması; kayalık-taşlık alanların ortaya çıkmasına ve dolayısıyla buraların VIII. sınıfa giren araziler haline gelmesine yol açmıştır.
4- Bitki Örtüsü ve Ölü Örtü
Çıplak arazilere oranla bitki örtüsü ile kaplı arazilerde erozyon daha az meydana gelmektedir; çünkü, bitki örtüsü intersepsiyonla toprağa ulaşan yağışın miktarını, şiddetini ve mekanik etkisini azaltır,kökleriyle toprağı sarar ve taşınmasını önler. Orman toprakları ise, suyun akış hızını azaltır ve suyun toprağa sızmasını artırarak erozyonun şiddetini düşürür. Ayrıca; bitki örtüsü, toprak yüzeyinde biriktirdiği ölü örtü ile toprağı yağmura karşı korumaktadır. Özellikle, orman ölü örtüsü, en şiddetli yağışları yüzeysel akıma geçmeden toprak içerisine kolaylıkla geçirebilecek bir infiltrasyon kapasitesine sahiptir.
SOSYAL VE EKONOMİK NEDENLER
1- Ormanların Tahribi
Ülkemiz ormanları, bilinçsiz ve usulsüz faydalanmalar, otlatma, tarla açma ve bilinçsiz endüstrileşme gibi çok değişik kullanım amaçları ile tahrip edilmekte ve antropojen step alanına dönüştürülmektedir. Diğer taraftan bu alanlarımız orman niteliğini kaybettiği gerekçesiyle 6831 Sayılı Orman Kanunu'nun 2B maddesi ile orman sınırları dışarısına çıkarılmakta ve böylece ormansızlaşma yaratılmaktadır. Mesela 1974-1994 yılları arasında 412:000 hektar alan orman tahdit alanı dışına çıkartılmıştır. Son yıllarda sık sık sel afetlerine uğrayan Bolu ilinin Düzce, Yığılca ve Kaynaşlı yerleşim birimlerinde 1968-1986 yılları arasında bu yasalarla ortaya çıkan orman azalmasının sırasıyla, 3876 ha., 2382 ha. ve 83,9 ha.olduğu saptanmıştır. Ayrıca, Anadolu köylüsü, orman alanlarının tümünü adeta bir mera alanı gibi görmekte ve herhangi bir izin almaya gerek görmeksizin bu alanlarda gelişigüzel-başıboş hayvan otlatmacılığını sürdürmektedir. Ancak, orman idaresince gençleştirmeye tefrik edilen sahaların dikenli tel ile koruma altına alınması halinde bu otlatmaya zorda olsa engel olunabilmektedir. Bu şekilde; devlete ait orman alanlarının ve mera niteliği taşımayan hazine arazilerinin düzensiz ve aşırı otlatma amaçlı kullanılması da Türkiye'deki erozyonun artmasının ana etkenlerinden birini oluşturmaktadır. Her yıl meydana gelen yüzlerce orman yangını ile de binlerce hektar orman yok olmaktadır. Yüksek eğimli orman alanlarında, ormanın ortadan kalkması sonucunda erozyon hareketleri hızla artmaktadır: Yeşil örtünün bir anda yangınlarla yok olması, sağanak şeklinde yağan ilk yağışlarla birlikte toprak kaybına ve bir çok yerin bir daha yeşil örtü ile kaplanamayacak şekilde elden çıkmasına, sahanın taş ve kayalığa dönüşmesine neden olmaktadır.
2- Tarım Alanlarında Yanlış Arazi Kullanımı
Ülkemizde yetenek sınıflarına göre tarıma uygun olmadığı halde tarım yapılan ve bu şekilde yanlış kullanılan arazinin alanı 6.1 milyon hektarı bulmaktadır. Yanlış arazi kullanımı, değişik amaçlara yönelik uygulamalarla giderek artmaktadır. I. II.III. ve IV. sınıf arazilerdeki yaklaşık 172000 hektar arazi yerleşme alanı ve sanayi alanı olarak kullanılmaktadır. Özellikle son 20 yıldan bu yana tarım alanları yerleşim ve ticari tesislerle işgal edilmesi büyük bir ivme kazanmıştır. Bu durum tarımda verimi azaltırken aynı zamanda sel ve taşkınları da artırmıştır. Diğer taraftan 2634 Sayılı Turizmi Teşvik Kanunu, 2547 Sayılı Yüksek Öğretim Kanunu'na 3711 Sayılı Kanun'la eklenen 18. Madde, 6831 Sayılı Orman Kanunu’nun 17. ve 115. Maddeleri, 2924 Sayılı Orman Köylerinin Kalkındırılması Hakkındaki Kanun ve değişiklikleri ( 3763 ve 4127 Sayılı kanunlar), 3213 Sayılı Maden Kanunu önemli ölçüde orman tahribatına yol açmaktadır.
3- Meralarda Aşırı Otlatma
Verim kapasitesinin çok üzerinde ve düzensiz otlatılan meralarda ot örtüsünün tahrip olması yüzey erozyonunu arttırmaktadır. Mera kapasitesi aşıldığı andan itibaren, meradaki bitki örtüsü ve toprağın yapısı bozularak erozyona elverişli hale gelir. Meralarda, doğru otlatma mevsiminin seçilememesi ve aksine ağır otlatma yapılması, meraların aşırı derecede tahrip edilmesine ve toprağın kompaktlaşmasına neden olur. Dolayısıyla erozyonun kaynağı olarak vasfını kaybetmiş meralar büyük önem taşır.
4- Dağınık ve Düzensiz Kırsal Yerleşme
Tabiatı en çok kullanan, en çok bozan ve en çok düzelten de insandır. Zaten insan müdahalesi olmadan meydana gelen erozyona normal erozyon denilmektedir. İnsan; tarımsal, sosyal ve ekonomik ihtiyaçları için bitki örtüsünü kaldırarak, toprağı diğer kullanım şekillerine dönüştürmektedir. 1997 nüfus sayımına göre, yurdumuzda orman içi ve civarı köylerde 7.050 milyon insan yaşamaktadır. Bu köylerin çoğu özellikle dağlık alanlarda birden fazla mahallenin birleşmesinden meydana gelmektedir.Bu köylerin önemli bir bölümünde yeterli ekonomik gelire sahip olmayan fakir insanlar yaşamaktadır. Bu durum, rakımı yüksek dağlık alanlarda ekosistemin bozulmasına ve böylece erozyonun hızlanmasına neden olmaktadır.
Erozyonun kelime anlamı:
Bir varlığın bir değeri yerine getirilemeyecek şekilde yok olmasıdır. Toprak biliminde ise; yeryüzündeki ana materyalin çeşitli etkenlerle aşınıp taşınması olayıdır. Erozyon, tabiatın normal süreci içinde meydana geliyorsa normal erozyon; insanın tabiattaki toprak, su ve bitki arasındaki dengeyi bozucu nitelikteki müdahaleleri sonucu meydana geliyorsa hızlandırılmış erozyon adını almaktadır. Normal erozyon, genellikle insan müdahalesi olmayan yerlerde görülür ve çok yavaş olarak gelişir. Meraların aşırı derecede otlatılması, ormanların tahrip edilmesi ile daha az korunan toprak, su ile kolayca taşınabilmektedir ve erozyon hızlanmaktadır.
Yapıcı Unsurlara Göre Erozyonun Çeşitleri
Özellikle ülkemizde tahribatı büyük boyutlara ulaşan su erozyonu, erozyon çeşitleri içerisinde en önemlisidir. Su erozyonundan sonra diğer erozyon çeşitleri önem sırasına göre; rüzgar, çığlar, heyelanlar ve buzullar olarak sıralayabiliriz. Çığ zaman zaman can ve mal kayıplarına neden oluyorsa da su erozyonu afeti karşısında ikinci planda kalmaktadır.
1- Su Erozyonu
Su erozyonu, diğer erozyon çeşitleri içerisinde en yaygın ve en etkili olanıdır. Bunun için, toprak erozyonu denildiğinde akla su erozyonu gelmektedir. Türkiye topraklarının % 86'sında erozyon vardır. Böylece su erozyonunun etkilediği alan 66.9 milyon hektarı bulmaktadır. Yurdumuzdaki önemli can ve mal kayıpları su erozyonu sonucu meydana gelmektedir.
2- Çığlar
Türkiye'nin aşırı derecede ormansızlaşmış, yükseltisi yurdun diğer kısımlarına oranla daha fazla ve yağışların genel olarak % 45' den sonraki meyilde kar şeklinde düştüğü Kuzey- Kuzeydoğu ve Doğu Anadolu'da çığ olaylarına sıkça rastlanmakta, can ve mal kayıplarına neden olduğu gibi yerleşim yerlerini, yolları, turistik tesisleri ve devlet yatırımlarını tehdit etmektedir. Türkiye'de yalnız 1985 yılından bugüne kadar 233 çığ olayı tespit olunmuş ve bu süre içinde 604 kişi hayatını kaybetmiştir. Çığ, pürüzsüzlüğü olmayan eğimi yüksek kayalık ve otlu satıhlara düşen aşırı kar yağışlarının kaygan satıhtan kopması ile aşağı kısımlara doğru hızını ve miktarını arttırarak meydana gelen bir kar kitlesi akımı olayıdır. Bu kar kitlesi önüne gelen insanların ölümüne neden olabildiği gibi ev, ahır, sınai tesis v.b. gibi yerlere zarar vererek kara ve demiryollarını kapatabilmekte günlerce trafiği aksatabilmekte ve sportif amaçlı gezilerde insan ölümlerine neden olmaktadır.
3- Rüzgar Erozyonu
Rüzgar erozyonu sonucu verimli toprakların kaybı, buharlaşmanın hızlanmasıyla toprak emliliğinin azalması, bitki büyümesinin yavaşlaması, ulaşımın aksaması ve verimin düşmesi olumsuzluklarını ortaya çıkarmaktadır. Taşınan kum ve verimsiz toprak, üretken tarım topraklarını kaplayarak, tarım yapılamaz hale getirmektedir.
Mevcut Durum
Türkiye jeomorfolojik yapısı itibariyle engebeli bir ülkedir. Nitekim ülkemizin toplam alanının % 46'sını % 40'dan fazla eğime ve % 80'den fazlasını da % 15'den fazla eğime sahip sahalar teşkil etmektedir. İklim yarı kurak, yağışlar düzensiz ve şiddetli sağanak şeklindedir. Bütün bu olumsuz faktörlerin yanında, toprağı normal yapısı ile koruması gereken ormanlar, yangın ve kaçak kesim sonucu koruyucu vasfını büyük ölçüde yitirmiş, meralarda aşırı otlatma ve tarla açmaları ile korumasız hale gelmiştir. Erozyon bütün Dünyada değişik şekil ve şiddette meydana gelmekte ise de yurdumuzda özellikle daha yaygın ve hızlı seyretmekte ve hemen hemen her çeşidi bulunmaktadır. Yüzeysel erozyon, oyuntu erozyonu, arazi kaymaları, rüzgar erozyonu ve çığlar bunların başlıcalarıdır.
Buna karşın Türkiye'de, erozyonla savaş çalışmaları ne yasal, ne teknik ve ne de sosyo-ekonomik yönlerden rayına oturmuştur. Bunun sonucu olarak ta toprak servetinin kaybı yanında sık sık sel felaketleri meydana gelmektedir. En yakın örnek olarak 1998'de Batı Karadeniz selinde 30, 1995 İzmir selinde 63, ve yine 1995 Senirkent selinde 74 vatandaşımız hayatını kaybetmiş, rakamlara dökülmesi çok zor maddi zarar meydana gelmiş, insanlarımız acı çekmişlerdir
EROZYONUN NEDENLERİ
Doğal Yapıdan Kaynaklanan Nedenler
1- İklim
İklimin erozyon üzerine etkisi; yağış, sıcaklık ve rüzgarla olmaktadır. Bunların içerisinde en önemlisi yağış olup, yağışın da şekli, şiddeti, süresi ve rejimi erozyona farklı etkiler yapmaktadır. diğer taraftan sıcaklık, yağışların çeşidini, toprağın donmasını ve nem içeriğini etkilemek suretiyle detaylı olarak erozyonun şiddetine tesir etmektedir. Bu açıdan Doğu Anadolu Bölgemizde toprağın 50 cm. derinliğe kadar donması ve sıcak havalarda gevşemesi olayı, diğer bölgelerimizde yağmur ve rüzgar, erozyon olayları açısından önemlidir.Ülkemizin dünyadaki konumu nedeniyle özellikle İç Anadolu, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri'nde yaz kuraklığı ve yağış azlığı/yetersizliği diğer bölgelere göre daha fazladır. Bu nedenden dolayı, bitki örtüsünün zayıf olduğu bu bölgeler ülkemizin erozyondan en fazla etkilenen bölgeleridir. Çünkü, kurak ve yarı kurak sahaların mevcut ekosistemlerinin bozulması kolay ve hızlı olmakta ve bozulan ekosistemlerinin tekrar eski haline getirilmesi de zor ve pahalı olmaktadır.
2- Topografya
Yamacın eğim ve uzunluğu erozyonda etkili topografik etkenlerdir. Erozyonun şiddeti ve toprağın yüzeysel akışla taşınmasına neden olan faktörlerin başında eğim gelmektedir. Dünyada kara kütlesinin ortalama yüksekliği 700 m., Avrupa'nın 330 m., Afrika'nın 600 m., Asya'nın 1010 m. olmasına rağmen Türkiye'nin ortalama yüksekliği 1132 m. 'ye ulaşmaktadır. Yükselti basamakları dikkate alınarak yapılan değerlendirmede de 0-500 metre arasındaki alanlar ülkemizin %17,5'u, 500-1000 metre arasındaki sahalar % 26,6'sını kaplamakta , 1000-2000 metre arasındaki alanlar ise % 45,9' a ulaşmaktadır.
Ülkemiz arazisinin eğimli ve engebeli olması, orman ve ot örtüsünün tahrip edildiği alanlarda doğal dengenin hızla bozulması sonucunu doğurmaktadır. Doğal dengenin bozulması sonucu hızla toprakların aşınması süreci başlamaktadır. Erozyonun şiddetli olarak devam ettiği alanlarda altta bulunan jeolojik yapı yer yer taşlı ve kayalık araziler halinde ortaya çıkmaktadır.
3- Jeolojik ve Toprak Yapısı
Ülkemizin jeolojik ve toprak yapısı; genelde pekişme durumu zayıf, ayrışmaya ve değişmeye karşı fazla direnç göstermeyen taneli, tortul ve volkaniktir. Toprak ile jeolojik yapı arasında sıkı bir ilişki vardır. En fazla aşınmaya uğrayan zeminler Eosen ve Neogen zamanlara ait araziler ile volkanik kül ve tüflerdir. Genelde pekişme durumu zayıf, ayrışmaya ve erozyona karşı fazla direnç göstermeyen gevşek yapılardan oluşan topraklarımız erozyona hassas bir yapıdadır. Bu nedenle, en fazla aşınan ve sellere en fazla malzeme veren kaynaklar kumlu, şiltli, çakıllı olan pekişmemiş araziler ile bünyesine su aldığında kısa sürede eriyebilen tuzlu ve alkali maddeler bakımından zengin, milli ve killi depolar olmaktadır. Ülkemizde, toprak örtüsünün tamamen yok olduğu eğimli alanlarda erozyonun şeklini, şiddet ve seyrini; jeolojik yapıyı oluşturan ana materyalin yapısı, bünye özelliği, yağış sularını tutma ve geçirme kapasitesi gibi fiziksel ve kimyasal özellikleri belirler. Öte yandan, kurak ve sıcak iklim şartları altında Anadolu'nun kapalı havzalarında çökelmiş olan tuzlu, alkali maddeler bakımından zengin killi, marnlı ve jipsli depolarda kimyasal erozyon ön plana geçmiştir. Ülkemizde, bazı ana kayalar üzerinde oluşan toprak aşınması; kayalık-taşlık alanların ortaya çıkmasına ve dolayısıyla buraların VIII. sınıfa giren araziler haline gelmesine yol açmıştır.
4- Bitki Örtüsü ve Ölü Örtü
Çıplak arazilere oranla bitki örtüsü ile kaplı arazilerde erozyon daha az meydana gelmektedir; çünkü, bitki örtüsü intersepsiyonla toprağa ulaşan yağışın miktarını, şiddetini ve mekanik etkisini azaltır,kökleriyle toprağı sarar ve taşınmasını önler. Orman toprakları ise, suyun akış hızını azaltır ve suyun toprağa sızmasını artırarak erozyonun şiddetini düşürür. Ayrıca; bitki örtüsü, toprak yüzeyinde biriktirdiği ölü örtü ile toprağı yağmura karşı korumaktadır. Özellikle, orman ölü örtüsü, en şiddetli yağışları yüzeysel akıma geçmeden toprak içerisine kolaylıkla geçirebilecek bir infiltrasyon kapasitesine sahiptir.
SOSYAL VE EKONOMİK NEDENLER
1- Ormanların Tahribi
Ülkemiz ormanları, bilinçsiz ve usulsüz faydalanmalar, otlatma, tarla açma ve bilinçsiz endüstrileşme gibi çok değişik kullanım amaçları ile tahrip edilmekte ve antropojen step alanına dönüştürülmektedir. Diğer taraftan bu alanlarımız orman niteliğini kaybettiği gerekçesiyle 6831 Sayılı Orman Kanunu'nun 2B maddesi ile orman sınırları dışarısına çıkarılmakta ve böylece ormansızlaşma yaratılmaktadır. Mesela 1974-1994 yılları arasında 412:000 hektar alan orman tahdit alanı dışına çıkartılmıştır. Son yıllarda sık sık sel afetlerine uğrayan Bolu ilinin Düzce, Yığılca ve Kaynaşlı yerleşim birimlerinde 1968-1986 yılları arasında bu yasalarla ortaya çıkan orman azalmasının sırasıyla, 3876 ha., 2382 ha. ve 83,9 ha.olduğu saptanmıştır. Ayrıca, Anadolu köylüsü, orman alanlarının tümünü adeta bir mera alanı gibi görmekte ve herhangi bir izin almaya gerek görmeksizin bu alanlarda gelişigüzel-başıboş hayvan otlatmacılığını sürdürmektedir. Ancak, orman idaresince gençleştirmeye tefrik edilen sahaların dikenli tel ile koruma altına alınması halinde bu otlatmaya zorda olsa engel olunabilmektedir. Bu şekilde; devlete ait orman alanlarının ve mera niteliği taşımayan hazine arazilerinin düzensiz ve aşırı otlatma amaçlı kullanılması da Türkiye'deki erozyonun artmasının ana etkenlerinden birini oluşturmaktadır. Her yıl meydana gelen yüzlerce orman yangını ile de binlerce hektar orman yok olmaktadır. Yüksek eğimli orman alanlarında, ormanın ortadan kalkması sonucunda erozyon hareketleri hızla artmaktadır: Yeşil örtünün bir anda yangınlarla yok olması, sağanak şeklinde yağan ilk yağışlarla birlikte toprak kaybına ve bir çok yerin bir daha yeşil örtü ile kaplanamayacak şekilde elden çıkmasına, sahanın taş ve kayalığa dönüşmesine neden olmaktadır.
2- Tarım Alanlarında Yanlış Arazi Kullanımı
Ülkemizde yetenek sınıflarına göre tarıma uygun olmadığı halde tarım yapılan ve bu şekilde yanlış kullanılan arazinin alanı 6.1 milyon hektarı bulmaktadır. Yanlış arazi kullanımı, değişik amaçlara yönelik uygulamalarla giderek artmaktadır. I. II.III. ve IV. sınıf arazilerdeki yaklaşık 172000 hektar arazi yerleşme alanı ve sanayi alanı olarak kullanılmaktadır. Özellikle son 20 yıldan bu yana tarım alanları yerleşim ve ticari tesislerle işgal edilmesi büyük bir ivme kazanmıştır. Bu durum tarımda verimi azaltırken aynı zamanda sel ve taşkınları da artırmıştır. Diğer taraftan 2634 Sayılı Turizmi Teşvik Kanunu, 2547 Sayılı Yüksek Öğretim Kanunu'na 3711 Sayılı Kanun'la eklenen 18. Madde, 6831 Sayılı Orman Kanunu’nun 17. ve 115. Maddeleri, 2924 Sayılı Orman Köylerinin Kalkındırılması Hakkındaki Kanun ve değişiklikleri ( 3763 ve 4127 Sayılı kanunlar), 3213 Sayılı Maden Kanunu önemli ölçüde orman tahribatına yol açmaktadır.
3- Meralarda Aşırı Otlatma
Verim kapasitesinin çok üzerinde ve düzensiz otlatılan meralarda ot örtüsünün tahrip olması yüzey erozyonunu arttırmaktadır. Mera kapasitesi aşıldığı andan itibaren, meradaki bitki örtüsü ve toprağın yapısı bozularak erozyona elverişli hale gelir. Meralarda, doğru otlatma mevsiminin seçilememesi ve aksine ağır otlatma yapılması, meraların aşırı derecede tahrip edilmesine ve toprağın kompaktlaşmasına neden olur. Dolayısıyla erozyonun kaynağı olarak vasfını kaybetmiş meralar büyük önem taşır.
4- Dağınık ve Düzensiz Kırsal Yerleşme
Tabiatı en çok kullanan, en çok bozan ve en çok düzelten de insandır. Zaten insan müdahalesi olmadan meydana gelen erozyona normal erozyon denilmektedir. İnsan; tarımsal, sosyal ve ekonomik ihtiyaçları için bitki örtüsünü kaldırarak, toprağı diğer kullanım şekillerine dönüştürmektedir. 1997 nüfus sayımına göre, yurdumuzda orman içi ve civarı köylerde 7.050 milyon insan yaşamaktadır. Bu köylerin çoğu özellikle dağlık alanlarda birden fazla mahallenin birleşmesinden meydana gelmektedir.Bu köylerin önemli bir bölümünde yeterli ekonomik gelire sahip olmayan fakir insanlar yaşamaktadır. Bu durum, rakımı yüksek dağlık alanlarda ekosistemin bozulmasına ve böylece erozyonun hızlanmasına neden olmaktadır.
BUHARLAŞMA NEDİR? Buharlaşmayı Etkiyen Faktörler Nelerdir?
BUHARLAŞMA NEDİR? Buharlaşmayı Etkiyen Faktörler Nelerdir?
Tabiatta suyun hidrolojik çevriminin önemli bir unsurunu teşkil eden buharlaşma, yeryüzünde sıvı ve katı halde değişik şekil ve şartlarda bulunan suyun meteorolojik faktörler etkisiyle atmosfere gaz halinde dönüşü olarak tarif edilir.Yeryüzünde suyu ihtiva eden her yüzey, atmosferdeki su buharının kaynağıdır.Denizler, göller, akarsular, nemli topraklar, karla örtülü veya buzla kaplı yüzeyler, ormanlar, bitki örtüsüne sahip araziler üzerinde devamlı buharlaşma meydana gelmektedir.
Su yüzeyinde meydana gelen su kayıplarına buharlaşma (evaporasyon), bitkilerden meydana gelen su kaybına terleme (transpirasyon) denir.Bitkilerden ve civarındaki topraktan meydana gelen su kaybına ise evapotranspirasyon adı verilir.
Buharlaşmaya Etki Eden Faktörler
Su yüzeyi ve ıslak yüzeylerde meydana gelen buharlaşma devamlı bir harekettir. Su yüzeyini terk eden su buharı miktarı, birim saha üzerindeki havanın özelliklerine (meteorolojik şartlar), suyun ve çevrenin özelliklerine göre değişim gösterir. Suda meydana gelen bu değişiklik bir enerji etkisiyle olmaktadır. 1 gram suyun buhar haline gelebilmesi için 539 - 597 kalorilik ısıya ihtiyaç vardır.
Buharlaşma; difüzyon, konveksiyon veya rüzgar tesiriyle meydana gelir. Havanın buhar basıncı, su sıcaklığına paralel olarak doymuş buhar basıncının altına düşünceye kadar difüzyon olayı devam eder. Su havadan daha sıcak olduğu zaman konveksiyon (dikey yönde hareket) hareketi başlar. Bu değerlendirmenin ışığı altında buharlaşmaya etki eden faktörleri aşağıdaki şekilde sıralayabiliriz.
1- Meteorolojik Faktörler
Güneş radyasyonu, hava buhar basıncı, sıcaklık, basınç ve rüzgar buharlaşmayı etkileyen önemli meteorolojik faktörler arasındadır.
a) Güneş Radyasyonu:
Isının başlıca kaynağı güneşten gelen radyasyondur. Azalan veya artan ısı değişimleri, buharlaşma miktarı için önemli bir faktördür. Güneşten gelen enerji miktarı mevsime, günün saatine ve havanın bulutlu veya açık olmasına göre değişir.
Radyasyon enerjisi, aynı zamanda enlem, yükseklik ve yöne göre de değişiklik gösterir.
b) Hava Buhar Basıncı:
Buharlaşma, su yüzeyindeki buhar basıncı ile suyun üstündeki buhar basıncının arasındaki fark ile orantılıdır. Sudaki buhar basıncı (ew), havadaki buhar basıncından (ea) büyük olduğu müddetçe buharlaşma devam eder ve ew= ea olunca buharlaşma durur.Buna göre hava buhar basıncı arttıkça buharlaşma miktarı azalır.
c) Sıcaklık:
Doymuş buhar basıncı sıcaklığa bağlı olduğundan buharlaşma oranı, hava ve su sıcaklıklarından büyük miktarda etkilenir. Buharlaşmanın günlük ve yıllık değişmeleri, sıcaklığın günlük ve yıllık değişmelerine çok benzer.
Gün esnasında buharlaşma sabah saatlerinde minimum, öğleden sonra 1200-1500 saatleri arasında ise maksimum değerine ulaşır. Yine sıcaklıkla ilgili olarak buharlaşma soğuk mevsimde az, sıcak mevsimde fazladır.
d) Rüzgar:
Buharlaşmanın devam etmesi için difüzyon ve konveksiyon ile su buharının su yüzeyinden uzaklaşması gerekir. Bu durum havanın hareketi (rüzgar) ile mümkündür. Rüzgar hızı ne kadar fazla olursa buharlaşma o kadar fazla olur.
e) Basınç:
Hava basıncı arttıkça birim hacimdeki molekül sayısı artar ve sudan havaya sıçrayan moleküllerin hava moleküllerine çarpıp yeniden suya dönmeleri ihtimali yükselmiş olacağından buharlaşma azalır. Ancak bu etki diğerlerinin yanında önemsizdir. Yükseklikle basınç azaldığından, yüksek yerlerde buharlaşma fazlalaşır.
2- Coğrafik ve Topoğrafik Faktörler
Buharlaşma olayında buharlaşmanın gerçekleşeceği bölgenin, çoğrafik konumu ve güneşe karşı konumu önemli yer tutmaktadır.
a) Enlem:
Özellikle serbest su yüzeylerinden meydana gelen buharlaşma miktarının enlem derecelerine göre değişmekte olduğu tespit edilmiştir.
Enlem Derecesi Ortalama Buharlaşma mm/yıl)0°- 10° ( Ekvator Bölgesi )115010°- 30° ( Alize Bölgesinde )225030° - 40° arası160040° - 50° arası100050° - 60° arası450
b) Yükseklik:
Diğer faktörler değişmediği taktirde yükseklik arttıkça buharlaşma miktarı artar.Çünkü yükseldikçe hava basıncı azalır.Diğer taraftan yükseldikçe havanın sıcaklığı azalacağından buharlaşma miktarı da azalır.Fakat bu azalma hava basıncından ileri gelen çoğalmayı telafi edemediğinden yükseldikçe buharlaşmanın az bir miktar arttığı kabul edilir.
c) Bakı:
Güneye ve Batıya bakan yamaçlardaki sular güneş ışınlarına daha çok maruz olduklarından buharlaşma Kuzey ve Doğuya bakan yamaçlara göre daha fazla olur.
3-Suyun Kalitesi ve Bulunduğu ortam
Su kütlesinin büyüklüğü, tuzluluk durumu, bulanıklılığı ve hareketliliği buharlaşma miktarı üzerinde etkilidir.
a) Su Kütlesinin Büyüklüğü:
Derin su kütleleri hava sıcaklığındaki değişimlere geç uyarlar. Bu sebeple derin sularda buharlaşma, sığ su kütlelerine göre yazın daha az, kışın daha çok olur.
b) Tuz Durumu:
Tuzlu sular, tatlı sulara göre daha az buharlaşır.Çünkü suda erimiş tuzlar buhar basıncını azaltır.
c) Kirlenme:
Durgun su yüzeyinde biriken yabancı maddeler toz veya yağ tabakaları, buharlaşma oranına olumsuz etki yapar.
d) Dalgalı ve hareket halindeki su:
Akan sulardaki buharlaşmanın durgun sulardaki buharlaşmadan %7 ile %9 oranında yüksek olduğu araştırmalarla bulunmuştur.
Buharlaşma miktarları direkt olarak aletlerle ölçülür veya ampirik formüller kullanılarak hesaplanır.Don mevsimi boyunca buharlaşma ölçüm aletlerinin kullanılamaması nedeniyle, bu mevsimdeki buharlaşma miktarlarının bulunmasında ampirik formüllerden faydalanılır. Çok sayıda ampirik formül bulunmasına rağmen, en çok kullanılan ampirik metotlar, Penman, Thornwait, Blaney-Crıddle, formülleridir.
Buharlaşma rasatları ülkemizde sadece büyük klima istasyonlarında yapılmakta olup, gölgede ve açık su yüzeyinde olmak üzere iki şekilde ölçüm yapılmaktadır.
Hidrometeorolojik ve hidrolojik açıdan açık su yüzeyinde yapılan buharlaşma ölçümleri önemli olduğu için bu çalışmamızda serbest su yüzeylerinden buharlaşma konusu incelenecektir. Açık su yüzeyindeki buharlaşma miktarı ölçümünde, bu rasadı yapan istasyonlarımızın tümünde Class A Pan tipi yuvarlak buharlaşma havuzları kullanılmaktadır.
Galvaniz sac veya paslanmaz çelikten yapılmış, silindir biçimindeki yuvarlak buharlaşma havuzlarıdır.Çapları 112.9 cm veya 120.7 cm olup, 25.4 cm derinliğe sahiptirler.
Buharlaşma havuzları rasat parklarının yağış, rüzgar ve güneş almaya müsait yerlerine kurulur.
Tabiatta suyun hidrolojik çevriminin önemli bir unsurunu teşkil eden buharlaşma, yeryüzünde sıvı ve katı halde değişik şekil ve şartlarda bulunan suyun meteorolojik faktörler etkisiyle atmosfere gaz halinde dönüşü olarak tarif edilir.Yeryüzünde suyu ihtiva eden her yüzey, atmosferdeki su buharının kaynağıdır.Denizler, göller, akarsular, nemli topraklar, karla örtülü veya buzla kaplı yüzeyler, ormanlar, bitki örtüsüne sahip araziler üzerinde devamlı buharlaşma meydana gelmektedir.
Su yüzeyinde meydana gelen su kayıplarına buharlaşma (evaporasyon), bitkilerden meydana gelen su kaybına terleme (transpirasyon) denir.Bitkilerden ve civarındaki topraktan meydana gelen su kaybına ise evapotranspirasyon adı verilir.
Buharlaşmaya Etki Eden Faktörler
Su yüzeyi ve ıslak yüzeylerde meydana gelen buharlaşma devamlı bir harekettir. Su yüzeyini terk eden su buharı miktarı, birim saha üzerindeki havanın özelliklerine (meteorolojik şartlar), suyun ve çevrenin özelliklerine göre değişim gösterir. Suda meydana gelen bu değişiklik bir enerji etkisiyle olmaktadır. 1 gram suyun buhar haline gelebilmesi için 539 - 597 kalorilik ısıya ihtiyaç vardır.
Buharlaşma; difüzyon, konveksiyon veya rüzgar tesiriyle meydana gelir. Havanın buhar basıncı, su sıcaklığına paralel olarak doymuş buhar basıncının altına düşünceye kadar difüzyon olayı devam eder. Su havadan daha sıcak olduğu zaman konveksiyon (dikey yönde hareket) hareketi başlar. Bu değerlendirmenin ışığı altında buharlaşmaya etki eden faktörleri aşağıdaki şekilde sıralayabiliriz.
1- Meteorolojik Faktörler
Güneş radyasyonu, hava buhar basıncı, sıcaklık, basınç ve rüzgar buharlaşmayı etkileyen önemli meteorolojik faktörler arasındadır.
a) Güneş Radyasyonu:
Isının başlıca kaynağı güneşten gelen radyasyondur. Azalan veya artan ısı değişimleri, buharlaşma miktarı için önemli bir faktördür. Güneşten gelen enerji miktarı mevsime, günün saatine ve havanın bulutlu veya açık olmasına göre değişir.
Radyasyon enerjisi, aynı zamanda enlem, yükseklik ve yöne göre de değişiklik gösterir.
b) Hava Buhar Basıncı:
Buharlaşma, su yüzeyindeki buhar basıncı ile suyun üstündeki buhar basıncının arasındaki fark ile orantılıdır. Sudaki buhar basıncı (ew), havadaki buhar basıncından (ea) büyük olduğu müddetçe buharlaşma devam eder ve ew= ea olunca buharlaşma durur.Buna göre hava buhar basıncı arttıkça buharlaşma miktarı azalır.
c) Sıcaklık:
Doymuş buhar basıncı sıcaklığa bağlı olduğundan buharlaşma oranı, hava ve su sıcaklıklarından büyük miktarda etkilenir. Buharlaşmanın günlük ve yıllık değişmeleri, sıcaklığın günlük ve yıllık değişmelerine çok benzer.
Gün esnasında buharlaşma sabah saatlerinde minimum, öğleden sonra 1200-1500 saatleri arasında ise maksimum değerine ulaşır. Yine sıcaklıkla ilgili olarak buharlaşma soğuk mevsimde az, sıcak mevsimde fazladır.
d) Rüzgar:
Buharlaşmanın devam etmesi için difüzyon ve konveksiyon ile su buharının su yüzeyinden uzaklaşması gerekir. Bu durum havanın hareketi (rüzgar) ile mümkündür. Rüzgar hızı ne kadar fazla olursa buharlaşma o kadar fazla olur.
e) Basınç:
Hava basıncı arttıkça birim hacimdeki molekül sayısı artar ve sudan havaya sıçrayan moleküllerin hava moleküllerine çarpıp yeniden suya dönmeleri ihtimali yükselmiş olacağından buharlaşma azalır. Ancak bu etki diğerlerinin yanında önemsizdir. Yükseklikle basınç azaldığından, yüksek yerlerde buharlaşma fazlalaşır.
2- Coğrafik ve Topoğrafik Faktörler
Buharlaşma olayında buharlaşmanın gerçekleşeceği bölgenin, çoğrafik konumu ve güneşe karşı konumu önemli yer tutmaktadır.
a) Enlem:
Özellikle serbest su yüzeylerinden meydana gelen buharlaşma miktarının enlem derecelerine göre değişmekte olduğu tespit edilmiştir.
Enlem Derecesi Ortalama Buharlaşma mm/yıl)0°- 10° ( Ekvator Bölgesi )115010°- 30° ( Alize Bölgesinde )225030° - 40° arası160040° - 50° arası100050° - 60° arası450
b) Yükseklik:
Diğer faktörler değişmediği taktirde yükseklik arttıkça buharlaşma miktarı artar.Çünkü yükseldikçe hava basıncı azalır.Diğer taraftan yükseldikçe havanın sıcaklığı azalacağından buharlaşma miktarı da azalır.Fakat bu azalma hava basıncından ileri gelen çoğalmayı telafi edemediğinden yükseldikçe buharlaşmanın az bir miktar arttığı kabul edilir.
c) Bakı:
Güneye ve Batıya bakan yamaçlardaki sular güneş ışınlarına daha çok maruz olduklarından buharlaşma Kuzey ve Doğuya bakan yamaçlara göre daha fazla olur.
3-Suyun Kalitesi ve Bulunduğu ortam
Su kütlesinin büyüklüğü, tuzluluk durumu, bulanıklılığı ve hareketliliği buharlaşma miktarı üzerinde etkilidir.
a) Su Kütlesinin Büyüklüğü:
Derin su kütleleri hava sıcaklığındaki değişimlere geç uyarlar. Bu sebeple derin sularda buharlaşma, sığ su kütlelerine göre yazın daha az, kışın daha çok olur.
b) Tuz Durumu:
Tuzlu sular, tatlı sulara göre daha az buharlaşır.Çünkü suda erimiş tuzlar buhar basıncını azaltır.
c) Kirlenme:
Durgun su yüzeyinde biriken yabancı maddeler toz veya yağ tabakaları, buharlaşma oranına olumsuz etki yapar.
d) Dalgalı ve hareket halindeki su:
Akan sulardaki buharlaşmanın durgun sulardaki buharlaşmadan %7 ile %9 oranında yüksek olduğu araştırmalarla bulunmuştur.
Buharlaşma miktarları direkt olarak aletlerle ölçülür veya ampirik formüller kullanılarak hesaplanır.Don mevsimi boyunca buharlaşma ölçüm aletlerinin kullanılamaması nedeniyle, bu mevsimdeki buharlaşma miktarlarının bulunmasında ampirik formüllerden faydalanılır. Çok sayıda ampirik formül bulunmasına rağmen, en çok kullanılan ampirik metotlar, Penman, Thornwait, Blaney-Crıddle, formülleridir.
Buharlaşma rasatları ülkemizde sadece büyük klima istasyonlarında yapılmakta olup, gölgede ve açık su yüzeyinde olmak üzere iki şekilde ölçüm yapılmaktadır.
Hidrometeorolojik ve hidrolojik açıdan açık su yüzeyinde yapılan buharlaşma ölçümleri önemli olduğu için bu çalışmamızda serbest su yüzeylerinden buharlaşma konusu incelenecektir. Açık su yüzeyindeki buharlaşma miktarı ölçümünde, bu rasadı yapan istasyonlarımızın tümünde Class A Pan tipi yuvarlak buharlaşma havuzları kullanılmaktadır.
Galvaniz sac veya paslanmaz çelikten yapılmış, silindir biçimindeki yuvarlak buharlaşma havuzlarıdır.Çapları 112.9 cm veya 120.7 cm olup, 25.4 cm derinliğe sahiptirler.
Buharlaşma havuzları rasat parklarının yağış, rüzgar ve güneş almaya müsait yerlerine kurulur.
BUHARLAŞMA NEDİR? Buharlaşmayı Etkiyen Faktörler Nelerdir?
BUHARLAŞMA NEDİR? Buharlaşmayı Etkiyen Faktörler Nelerdir?
Tabiatta suyun hidrolojik çevriminin önemli bir unsurunu teşkil eden buharlaşma, yeryüzünde sıvı ve katı halde değişik şekil ve şartlarda bulunan suyun meteorolojik faktörler etkisiyle atmosfere gaz halinde dönüşü olarak tarif edilir.Yeryüzünde suyu ihtiva eden her yüzey, atmosferdeki su buharının kaynağıdır.Denizler, göller, akarsular, nemli topraklar, karla örtülü veya buzla kaplı yüzeyler, ormanlar, bitki örtüsüne sahip araziler üzerinde devamlı buharlaşma meydana gelmektedir.
Su yüzeyinde meydana gelen su kayıplarına buharlaşma (evaporasyon), bitkilerden meydana gelen su kaybına terleme (transpirasyon) denir.Bitkilerden ve civarındaki topraktan meydana gelen su kaybına ise evapotranspirasyon adı verilir.
Buharlaşmaya Etki Eden Faktörler
Su yüzeyi ve ıslak yüzeylerde meydana gelen buharlaşma devamlı bir harekettir. Su yüzeyini terk eden su buharı miktarı, birim saha üzerindeki havanın özelliklerine (meteorolojik şartlar), suyun ve çevrenin özelliklerine göre değişim gösterir. Suda meydana gelen bu değişiklik bir enerji etkisiyle olmaktadır. 1 gram suyun buhar haline gelebilmesi için 539 - 597 kalorilik ısıya ihtiyaç vardır.
Buharlaşma; difüzyon, konveksiyon veya rüzgar tesiriyle meydana gelir. Havanın buhar basıncı, su sıcaklığına paralel olarak doymuş buhar basıncının altına düşünceye kadar difüzyon olayı devam eder. Su havadan daha sıcak olduğu zaman konveksiyon (dikey yönde hareket) hareketi başlar. Bu değerlendirmenin ışığı altında buharlaşmaya etki eden faktörleri aşağıdaki şekilde sıralayabiliriz.
1- Meteorolojik Faktörler
Güneş radyasyonu, hava buhar basıncı, sıcaklık, basınç ve rüzgar buharlaşmayı etkileyen önemli meteorolojik faktörler arasındadır.
a) Güneş Radyasyonu:
Isının başlıca kaynağı güneşten gelen radyasyondur. Azalan veya artan ısı değişimleri, buharlaşma miktarı için önemli bir faktördür. Güneşten gelen enerji miktarı mevsime, günün saatine ve havanın bulutlu veya açık olmasına göre değişir.
Radyasyon enerjisi, aynı zamanda enlem, yükseklik ve yöne göre de değişiklik gösterir.
b) Hava Buhar Basıncı:
Buharlaşma, su yüzeyindeki buhar basıncı ile suyun üstündeki buhar basıncının arasındaki fark ile orantılıdır. Sudaki buhar basıncı (ew), havadaki buhar basıncından (ea) büyük olduğu müddetçe buharlaşma devam eder ve ew= ea olunca buharlaşma durur.Buna göre hava buhar basıncı arttıkça buharlaşma miktarı azalır.
c) Sıcaklık:
Doymuş buhar basıncı sıcaklığa bağlı olduğundan buharlaşma oranı, hava ve su sıcaklıklarından büyük miktarda etkilenir. Buharlaşmanın günlük ve yıllık değişmeleri, sıcaklığın günlük ve yıllık değişmelerine çok benzer.
Gün esnasında buharlaşma sabah saatlerinde minimum, öğleden sonra 1200-1500 saatleri arasında ise maksimum değerine ulaşır. Yine sıcaklıkla ilgili olarak buharlaşma soğuk mevsimde az, sıcak mevsimde fazladır.
d) Rüzgar:
Buharlaşmanın devam etmesi için difüzyon ve konveksiyon ile su buharının su yüzeyinden uzaklaşması gerekir. Bu durum havanın hareketi (rüzgar) ile mümkündür. Rüzgar hızı ne kadar fazla olursa buharlaşma o kadar fazla olur.
e) Basınç:
Hava basıncı arttıkça birim hacimdeki molekül sayısı artar ve sudan havaya sıçrayan moleküllerin hava moleküllerine çarpıp yeniden suya dönmeleri ihtimali yükselmiş olacağından buharlaşma azalır. Ancak bu etki diğerlerinin yanında önemsizdir. Yükseklikle basınç azaldığından, yüksek yerlerde buharlaşma fazlalaşır.
2- Coğrafik ve Topoğrafik Faktörler
Buharlaşma olayında buharlaşmanın gerçekleşeceği bölgenin, çoğrafik konumu ve güneşe karşı konumu önemli yer tutmaktadır.
a) Enlem:
Özellikle serbest su yüzeylerinden meydana gelen buharlaşma miktarının enlem derecelerine göre değişmekte olduğu tespit edilmiştir.
Enlem Derecesi Ortalama Buharlaşma mm/yıl)0°- 10° ( Ekvator Bölgesi )115010°- 30° ( Alize Bölgesinde )225030° - 40° arası160040° - 50° arası100050° - 60° arası450
b) Yükseklik:
Diğer faktörler değişmediği taktirde yükseklik arttıkça buharlaşma miktarı artar.Çünkü yükseldikçe hava basıncı azalır.Diğer taraftan yükseldikçe havanın sıcaklığı azalacağından buharlaşma miktarı da azalır.Fakat bu azalma hava basıncından ileri gelen çoğalmayı telafi edemediğinden yükseldikçe buharlaşmanın az bir miktar arttığı kabul edilir.
c) Bakı:
Güneye ve Batıya bakan yamaçlardaki sular güneş ışınlarına daha çok maruz olduklarından buharlaşma Kuzey ve Doğuya bakan yamaçlara göre daha fazla olur.
3-Suyun Kalitesi ve Bulunduğu ortam
Su kütlesinin büyüklüğü, tuzluluk durumu, bulanıklılığı ve hareketliliği buharlaşma miktarı üzerinde etkilidir.
a) Su Kütlesinin Büyüklüğü:
Derin su kütleleri hava sıcaklığındaki değişimlere geç uyarlar. Bu sebeple derin sularda buharlaşma, sığ su kütlelerine göre yazın daha az, kışın daha çok olur.
b) Tuz Durumu:
Tuzlu sular, tatlı sulara göre daha az buharlaşır.Çünkü suda erimiş tuzlar buhar basıncını azaltır.
c) Kirlenme:
Durgun su yüzeyinde biriken yabancı maddeler toz veya yağ tabakaları, buharlaşma oranına olumsuz etki yapar.
d) Dalgalı ve hareket halindeki su:
Akan sulardaki buharlaşmanın durgun sulardaki buharlaşmadan %7 ile %9 oranında yüksek olduğu araştırmalarla bulunmuştur.
Buharlaşma miktarları direkt olarak aletlerle ölçülür veya ampirik formüller kullanılarak hesaplanır.Don mevsimi boyunca buharlaşma ölçüm aletlerinin kullanılamaması nedeniyle, bu mevsimdeki buharlaşma miktarlarının bulunmasında ampirik formüllerden faydalanılır. Çok sayıda ampirik formül bulunmasına rağmen, en çok kullanılan ampirik metotlar, Penman, Thornwait, Blaney-Crıddle, formülleridir.
Buharlaşma rasatları ülkemizde sadece büyük klima istasyonlarında yapılmakta olup, gölgede ve açık su yüzeyinde olmak üzere iki şekilde ölçüm yapılmaktadır.
Hidrometeorolojik ve hidrolojik açıdan açık su yüzeyinde yapılan buharlaşma ölçümleri önemli olduğu için bu çalışmamızda serbest su yüzeylerinden buharlaşma konusu incelenecektir. Açık su yüzeyindeki buharlaşma miktarı ölçümünde, bu rasadı yapan istasyonlarımızın tümünde Class A Pan tipi yuvarlak buharlaşma havuzları kullanılmaktadır.
Galvaniz sac veya paslanmaz çelikten yapılmış, silindir biçimindeki yuvarlak buharlaşma havuzlarıdır.Çapları 112.9 cm veya 120.7 cm olup, 25.4 cm derinliğe sahiptirler.
Buharlaşma havuzları rasat parklarının yağış, rüzgar ve güneş almaya müsait yerlerine kurulur.
Tabiatta suyun hidrolojik çevriminin önemli bir unsurunu teşkil eden buharlaşma, yeryüzünde sıvı ve katı halde değişik şekil ve şartlarda bulunan suyun meteorolojik faktörler etkisiyle atmosfere gaz halinde dönüşü olarak tarif edilir.Yeryüzünde suyu ihtiva eden her yüzey, atmosferdeki su buharının kaynağıdır.Denizler, göller, akarsular, nemli topraklar, karla örtülü veya buzla kaplı yüzeyler, ormanlar, bitki örtüsüne sahip araziler üzerinde devamlı buharlaşma meydana gelmektedir.
Su yüzeyinde meydana gelen su kayıplarına buharlaşma (evaporasyon), bitkilerden meydana gelen su kaybına terleme (transpirasyon) denir.Bitkilerden ve civarındaki topraktan meydana gelen su kaybına ise evapotranspirasyon adı verilir.
Buharlaşmaya Etki Eden Faktörler
Su yüzeyi ve ıslak yüzeylerde meydana gelen buharlaşma devamlı bir harekettir. Su yüzeyini terk eden su buharı miktarı, birim saha üzerindeki havanın özelliklerine (meteorolojik şartlar), suyun ve çevrenin özelliklerine göre değişim gösterir. Suda meydana gelen bu değişiklik bir enerji etkisiyle olmaktadır. 1 gram suyun buhar haline gelebilmesi için 539 - 597 kalorilik ısıya ihtiyaç vardır.
Buharlaşma; difüzyon, konveksiyon veya rüzgar tesiriyle meydana gelir. Havanın buhar basıncı, su sıcaklığına paralel olarak doymuş buhar basıncının altına düşünceye kadar difüzyon olayı devam eder. Su havadan daha sıcak olduğu zaman konveksiyon (dikey yönde hareket) hareketi başlar. Bu değerlendirmenin ışığı altında buharlaşmaya etki eden faktörleri aşağıdaki şekilde sıralayabiliriz.
1- Meteorolojik Faktörler
Güneş radyasyonu, hava buhar basıncı, sıcaklık, basınç ve rüzgar buharlaşmayı etkileyen önemli meteorolojik faktörler arasındadır.
a) Güneş Radyasyonu:
Isının başlıca kaynağı güneşten gelen radyasyondur. Azalan veya artan ısı değişimleri, buharlaşma miktarı için önemli bir faktördür. Güneşten gelen enerji miktarı mevsime, günün saatine ve havanın bulutlu veya açık olmasına göre değişir.
Radyasyon enerjisi, aynı zamanda enlem, yükseklik ve yöne göre de değişiklik gösterir.
b) Hava Buhar Basıncı:
Buharlaşma, su yüzeyindeki buhar basıncı ile suyun üstündeki buhar basıncının arasındaki fark ile orantılıdır. Sudaki buhar basıncı (ew), havadaki buhar basıncından (ea) büyük olduğu müddetçe buharlaşma devam eder ve ew= ea olunca buharlaşma durur.Buna göre hava buhar basıncı arttıkça buharlaşma miktarı azalır.
c) Sıcaklık:
Doymuş buhar basıncı sıcaklığa bağlı olduğundan buharlaşma oranı, hava ve su sıcaklıklarından büyük miktarda etkilenir. Buharlaşmanın günlük ve yıllık değişmeleri, sıcaklığın günlük ve yıllık değişmelerine çok benzer.
Gün esnasında buharlaşma sabah saatlerinde minimum, öğleden sonra 1200-1500 saatleri arasında ise maksimum değerine ulaşır. Yine sıcaklıkla ilgili olarak buharlaşma soğuk mevsimde az, sıcak mevsimde fazladır.
d) Rüzgar:
Buharlaşmanın devam etmesi için difüzyon ve konveksiyon ile su buharının su yüzeyinden uzaklaşması gerekir. Bu durum havanın hareketi (rüzgar) ile mümkündür. Rüzgar hızı ne kadar fazla olursa buharlaşma o kadar fazla olur.
e) Basınç:
Hava basıncı arttıkça birim hacimdeki molekül sayısı artar ve sudan havaya sıçrayan moleküllerin hava moleküllerine çarpıp yeniden suya dönmeleri ihtimali yükselmiş olacağından buharlaşma azalır. Ancak bu etki diğerlerinin yanında önemsizdir. Yükseklikle basınç azaldığından, yüksek yerlerde buharlaşma fazlalaşır.
2- Coğrafik ve Topoğrafik Faktörler
Buharlaşma olayında buharlaşmanın gerçekleşeceği bölgenin, çoğrafik konumu ve güneşe karşı konumu önemli yer tutmaktadır.
a) Enlem:
Özellikle serbest su yüzeylerinden meydana gelen buharlaşma miktarının enlem derecelerine göre değişmekte olduğu tespit edilmiştir.
Enlem Derecesi Ortalama Buharlaşma mm/yıl)0°- 10° ( Ekvator Bölgesi )115010°- 30° ( Alize Bölgesinde )225030° - 40° arası160040° - 50° arası100050° - 60° arası450
b) Yükseklik:
Diğer faktörler değişmediği taktirde yükseklik arttıkça buharlaşma miktarı artar.Çünkü yükseldikçe hava basıncı azalır.Diğer taraftan yükseldikçe havanın sıcaklığı azalacağından buharlaşma miktarı da azalır.Fakat bu azalma hava basıncından ileri gelen çoğalmayı telafi edemediğinden yükseldikçe buharlaşmanın az bir miktar arttığı kabul edilir.
c) Bakı:
Güneye ve Batıya bakan yamaçlardaki sular güneş ışınlarına daha çok maruz olduklarından buharlaşma Kuzey ve Doğuya bakan yamaçlara göre daha fazla olur.
3-Suyun Kalitesi ve Bulunduğu ortam
Su kütlesinin büyüklüğü, tuzluluk durumu, bulanıklılığı ve hareketliliği buharlaşma miktarı üzerinde etkilidir.
a) Su Kütlesinin Büyüklüğü:
Derin su kütleleri hava sıcaklığındaki değişimlere geç uyarlar. Bu sebeple derin sularda buharlaşma, sığ su kütlelerine göre yazın daha az, kışın daha çok olur.
b) Tuz Durumu:
Tuzlu sular, tatlı sulara göre daha az buharlaşır.Çünkü suda erimiş tuzlar buhar basıncını azaltır.
c) Kirlenme:
Durgun su yüzeyinde biriken yabancı maddeler toz veya yağ tabakaları, buharlaşma oranına olumsuz etki yapar.
d) Dalgalı ve hareket halindeki su:
Akan sulardaki buharlaşmanın durgun sulardaki buharlaşmadan %7 ile %9 oranında yüksek olduğu araştırmalarla bulunmuştur.
Buharlaşma miktarları direkt olarak aletlerle ölçülür veya ampirik formüller kullanılarak hesaplanır.Don mevsimi boyunca buharlaşma ölçüm aletlerinin kullanılamaması nedeniyle, bu mevsimdeki buharlaşma miktarlarının bulunmasında ampirik formüllerden faydalanılır. Çok sayıda ampirik formül bulunmasına rağmen, en çok kullanılan ampirik metotlar, Penman, Thornwait, Blaney-Crıddle, formülleridir.
Buharlaşma rasatları ülkemizde sadece büyük klima istasyonlarında yapılmakta olup, gölgede ve açık su yüzeyinde olmak üzere iki şekilde ölçüm yapılmaktadır.
Hidrometeorolojik ve hidrolojik açıdan açık su yüzeyinde yapılan buharlaşma ölçümleri önemli olduğu için bu çalışmamızda serbest su yüzeylerinden buharlaşma konusu incelenecektir. Açık su yüzeyindeki buharlaşma miktarı ölçümünde, bu rasadı yapan istasyonlarımızın tümünde Class A Pan tipi yuvarlak buharlaşma havuzları kullanılmaktadır.
Galvaniz sac veya paslanmaz çelikten yapılmış, silindir biçimindeki yuvarlak buharlaşma havuzlarıdır.Çapları 112.9 cm veya 120.7 cm olup, 25.4 cm derinliğe sahiptirler.
Buharlaşma havuzları rasat parklarının yağış, rüzgar ve güneş almaya müsait yerlerine kurulur.
En çok göç veren bölgelerimiz hangileridir?
En çok göç veren bölgelerimiz hangileridir?
—Doğu Anadolu, Güneydoğu Anadolu ve Karadeniz
—Doğu Anadolu, Güneydoğu Anadolu ve Karadeniz
En çok göç veren bölgelerimiz hangileridir?
En çok göç veren bölgelerimiz hangileridir?
—Doğu Anadolu, Güneydoğu Anadolu ve Karadeniz
—Doğu Anadolu, Güneydoğu Anadolu ve Karadeniz
20 Mayıs 2010 Perşembe
Zonguldak, Karabük, Ereğli, İskenderun, Batman ve Seydişehir’in göç almalarındaki ortak neden nedir?
Zonguldak, Karabük, Ereğli, İskenderun, Batman ve Seydişehir’in göç almalarındaki ortak neden nedir?
— Madencilik ve sanayi yatırım alanları olmaları
— Madencilik ve sanayi yatırım alanları olmaları
Zonguldak, Karabük, Ereğli, İskenderun, Batman ve Seydişehir’in göç almalarındaki ortak neden nedir?
Zonguldak, Karabük, Ereğli, İskenderun, Batman ve Seydişehir’in göç almalarındaki ortak neden nedir?
— Madencilik ve sanayi yatırım alanları olmaları
— Madencilik ve sanayi yatırım alanları olmaları
İÇ KUVVETLER, DAĞOLUŞUMU HAREKETLERİ, (OROJENEZ), KITA OLUŞUMU HAREKETLERİ ,(EPİROJENEZ)
A. DAĞOLUŞUMU HAREKETLERİ (OROJENEZ)
1. Kıvrılma
Akarsular, rüzgârlar ve buzullar gibi dış kuvvetlerin aşındırdığı maddeler, yer kabuğunun büyük çukurluklarında biriktirilir. Bu çukurluklara jeosenklinal adı verilir.
Jeosenklinallerde biriktirilen tortul maddeler, çeşitli yan basınçlara uğrarlarsa kıvrılarak deniz yüzeyine çıkarlar. Böylece yeryüzünün büyük kıvrım dağları oluşmuş olur. Kıvrılma sonucunda yüksekte kalan kesimlere antiklinal, alçakta kalan kesimlere de senklinal denir. Avrupada Alpler, Asyada Himalayalar, Türkiyede Toros ve Kuzey Anadolu Dağları bu tür hareketlerle meydana gelmişlerdir.
2. Kırılma
Yer kabuğunun eskiden beri kara haline geçmiş, katılaşmış kısımları, yan basınçlara uğradığı zaman bükülüp katlanamazlar. Bu nedenle, bu gibi yerlerde kıvrılmalar yerine kırıklar meydana gelir. Kırıkların iki yanındaki kısım birbirine göre yer değiştirirse, bu özellikteki kırığa fay denir. Kırılma sonucunda yüksekte kalan kesimlere horst, alçakta kalan kesimlere de graben denir.
Türkiyede, en yaygın horst ve graben sistemi Ege Bölgesinde bulunmaktadır.
TÜRKİYE'DEKİ FAY HATLARI
Kuzey Anadolu Fay Hattı (KAF): Saroz Körfezinden başlar, Marmara Denizi, Sapanca Gölü, Adapazarı, Tosya ve Erzincan üzerinden Van Gölü kuzeyine kadar uzanır.
Doğu Anadolu Fay Hattı (DAF): Hatay grabeninden başlar, K. Maraş, Adıyaman, Malatya ve Elazığ ovalarından geçerek Bingöle kadar sokulur.
Batı Anadolu Fay Hattı (BAF): Ege Bölgesinde, kuzeyden güneye doğru uzanan çok sayıdaki fay hatlarından oluşur.
Fay hatları, yer kabuğunun zayıf ve hareket halindeki bölgeleridir. Volkanik sahalar, genç kıvrım dağları ve deprem alanlarının uzanışı fay hatlarıyla paralellik gösterir.
B. KITA OLUŞUMU HAREKETLERİ (EPİROJENEZ)
Kara ve denizlerde düşey doğrultudaki alçalma yükselme hareketlerine epirojenez denir. Başka bir ifade ile, yer kabuğunun geniş alanlı yaylanma hareketleridir.
Farklı yoğunluktaki yer kabuğu parçaları manto üzerinde dengeli bir biçimde dururlar. Bu olaya izostazi, dengeye ise izostatik denge denir. Herhangi bir yerde epirojenez olayının olabilmesi için, izostatik dengenin bozulması gereklidir. İzostatik dengeyi bozan olaylar şunlardır:
İklim değişiklikleri
Yeni bir dağ oluşumu
Engebeli yüksek yerlerin fazla aşınması
Deniz çukurluklarında tortulanmanın fazla olması
İzostatik dengeyi bozan yukarıdaki olaylar sonucu karalar hafiflemekte ve yükselmektedir. Karalar yükselince deniz seviyesi gerilemekte, deniz altındaki alanlar kara haline gelmektedir. Bu şekilde, deniz seviyesinin alçalması olayına regresyon denir.
Karalardaki, lâvlar, birikmeler, buzullaşma, vb. olaylar sonucunda da karaların yükü artmakta ve ağırlaşarak ya da iç kuvvetlerin etkisiyle çökmektedir.
Bu alçalma sonucunda denizler karalara doğru ilerlemekte ve kara parçaları sular altında kalmaktadır. Bu şekilde, deniz seviyesinin yükselmesi olayına da transgresyon adı verilir.
Epirojenik hareketlere örnek olarak, İskandinav Yarımadası ve Kanada verilebilir. Buzul çağında buralarda 1 – 2 km kalınlığında bir buz tabakası vardı. Sonradan buzullar eriyince, karaların üzerindeki yük azaldı ve mağmaya doğru gömülen bu kara parçaları tekrar yükselmeye başladı. Bu yükselme, günümüzde de yavaş yavaş devam etmektedir.
Epirojenik hareketler, Türkiyede de olmaktadır. Anadolu milyonlarca yıldır yükselmekte, buna karşılık Karadeniz ve Doğu Akdeniz havzaları çökmektedir. Buna bağlı olarak, Çukurova Havzası ile Ergene Ovası hızlı bir çökme içine girmişler ve tortulanma alanı olmuşlardır.
C. VOLKANİK HAREKETLER (VOLKANİZMA)
Yerin derinliklerinde bulunan mağmanın, yerkabuğunun zayıf kısımlarından yeryüzüne doğru yükselmesine volkanizma denir.
Katı, sıvı ya da gaz halindeki maddelerin yeryüzüne çıktığı yere volkan ya da yanardağ, bu maddelerin çıkışına da püskürme denir. Püskürdüğü bilinen volkanlar etkin volkanlar, püskürdüğü bilinmeyen volkanlar da sönmüş volkanlar olarak adlandırılır.
Volkanlardan çıkan akışkan maddelere lav, katı maddelere de volkan tüfü (proklastik maddeler) denir. Lavların ve tüflerin yeryüzüne çıkmak için izledikleri yola volkan bacası adı verilir. Yüzeye çıkan lav ve tüfün oluşturduğu yer şekline volkan konisi, koninin tepe kısmındaki çukur kısmına da volkan ağzı (krater) denilmektedir.
Kraterlerin patlamalar ya da çökmelerle genişlemiş şekillerine kaldera denir. Kalderalar kraterlere göre daha dik yamaçlıdırlar ve genişlikleri derinliklerine oranla daha fazladır.
Volkanların şekli ve püskürme özellikleri çıkardıkları maddelere göre değişir. Volkanik etkinlikler bazen yalnızca gaz patlaması şeklindedir. Bu durumda patlama çukurları oluşur. İç Anadoluda Karapınar ve Nevşehir dolaylarında bu tür patlama çukurları yaygındır.
Bu patlama çukurları maar olarak adlandırılır. Maarlar, volkanik faaliyetlerin yeni başladığı veya sona erdiği yerlerde daha çok görülürler.
Türkiyedeki Volkanik Sahalar
Doğu Anadolu Bölgesinde; Büyük Ağrı, Küçük Ağrı, Süphan, Tendürek ve Nemrut dağları
İç Anadolu Bölgesinde; Erciyes, Hasandağı, Melendiz, Karadağ, Karacadağ ve Karapınar çevresi
Güneydoğu Anadolu Bölgesinde; Karacadağ
Kuzeybatı Anadoluda; Köroğlu Dağları
Akdeniz Bölgesinde; Hatay yakınında Hassa çevresi
Ege Bölgesinde; Kula (Manisa) çevresi
D. SEİZMA HAREKETLERİ (DEPREMLER)
Yerkabuğundaki herhangi bir sarsıntının, çevreye doğru yayılan titreşim biçimindeki hareketine deprem denir.
1. Volkanik depremler
Volkanik püskürmeler esnasında görülen ve etki alanları dar olan depremlerdir.
2. Çöküntü (Göçme) depremleri
Kayatuzu, jips, kalker gibi kolay eriyebilen karstik sahalarda, zamanla yer altında büyük boşluklar oluşur. Bu boşlukların üstü bir müddet sonra çökerse sarsıntılar oluşur. Etki alanları en dar olan depremler bunlardır.
3. Tektonik (Dislokasyon) depremler
Yer kabuğunun derinliklerinde basınç ve gerilimler sonucu, katmanların yer değiştirme, oynama ve kırılma gibi hareketlerinin ortaya çıkardığı sarsıntılardır. Etki alanları en geniş olan ve en çok hasara neden olan depremler bunlardır.
Depremin, yerin içinde oluştuğu kısmına iç merkez (hiposantr) denir. Depremin yeryüzüne en kısa yoldan ulaştığı yere de dış merkez (episantr) denir. Deprem bilimi sismoloji, deprem şiddetini ölçen alet de sismograf olarak adlandırılır.
Depremlerin ne kadar kuvvetli olduğunu belirlemek için iki türlü ölçek kullanılır.
Richter (Rihter) ölçeği
Mercalli - Sieberg ölçeği (Şiddet Iskalası)
Mercalli - Sieberg ölçeği sarsıntının yol açtığı zarar ve değişikliklere göre düzenlenmiştir. Richter ölçeği ise, iç merkezde depremle boşalan enerjinin ölçülmesi esasına dayanır. Deprem sırasında boşalan bu enerjiye depremin büyüklüğü (magnitüdü) denir.
Yeryüzündeki en sık ve en şiddetli deprem kuşakları, ana çizgileriyle, genç kıvrımlı dağlar kuşağına ve Dünyanın başlıca kırıklı alanlarına tekabül etmektedir.
Pasifik Okyanusu, Japonya çevresi, Antil Adaları, Doğu Hint Adaları, Akdeniz çevresi ve Amerika kıtalarının batı kesimleri yeryüzünde depremlerin en çok olduğu alanlardır. Buna karşılık, eski jeolojik devirlerde oluşan Doğu Avrupa, Kanada, Sibirya, Grönland Adası, Avustralya ve İskandinav Yarımadasında hemen hemen hiç deprem olmamaktadır.
Türkiyedeki Deprem Alanları
Türkiye nüfusunun % 60'a yakını, faal olan ve zarar verebilen deprem alanları üzerinde yerleşmiştir.
Daha önce görülen Erzurum, Erzincan, Van, Bolu, Çankırı, Tokat, Adapazarı, Kütahya, Burdur, Lice, Bingöl, Dinar, Ceyhan, Gölcük ve Düzce depremlerinin büyük oranda can ve mal kaybına neden olmasında, bu kentlerin fay hatları üzerinde yer almalarının önemli rolü olmuştur.
Konya Ovası, Karaman, Mersin (Taşeli Plâtosu çevresi), Ergene Havzası ve Mardin Eşiği deprem bakımından tehlikesi az olan yerlerdir.
Depremlerden korunmak ve etkisini azaltmak için,
Kırık (fay) hatlarından uzak, sağlam zeminlere yerleşmek,
Mümkün olduğunca ovalarda yerleşmemek,
Depreme dayanıklı binalar inşa etmek,
Halkı, depremde alınacak sivil savunma önlemleri konusunda eğitmek, vb. önlemler gereklidir.
İÇ KUVVETLER, DAĞOLUŞUMU HAREKETLERİ, (OROJENEZ), KITA OLUŞUMU HAREKETLERİ ,(EPİROJENEZ)
A. DAĞOLUŞUMU HAREKETLERİ (OROJENEZ)
1. Kıvrılma
Akarsular, rüzgârlar ve buzullar gibi dış kuvvetlerin aşındırdığı maddeler, yer kabuğunun büyük çukurluklarında biriktirilir. Bu çukurluklara jeosenklinal adı verilir.
Jeosenklinallerde biriktirilen tortul maddeler, çeşitli yan basınçlara uğrarlarsa kıvrılarak deniz yüzeyine çıkarlar. Böylece yeryüzünün büyük kıvrım dağları oluşmuş olur. Kıvrılma sonucunda yüksekte kalan kesimlere antiklinal, alçakta kalan kesimlere de senklinal denir. Avrupada Alpler, Asyada Himalayalar, Türkiyede Toros ve Kuzey Anadolu Dağları bu tür hareketlerle meydana gelmişlerdir.
2. Kırılma
Yer kabuğunun eskiden beri kara haline geçmiş, katılaşmış kısımları, yan basınçlara uğradığı zaman bükülüp katlanamazlar. Bu nedenle, bu gibi yerlerde kıvrılmalar yerine kırıklar meydana gelir. Kırıkların iki yanındaki kısım birbirine göre yer değiştirirse, bu özellikteki kırığa fay denir. Kırılma sonucunda yüksekte kalan kesimlere horst, alçakta kalan kesimlere de graben denir.
Türkiyede, en yaygın horst ve graben sistemi Ege Bölgesinde bulunmaktadır.
TÜRKİYE'DEKİ FAY HATLARI
Kuzey Anadolu Fay Hattı (KAF): Saroz Körfezinden başlar, Marmara Denizi, Sapanca Gölü, Adapazarı, Tosya ve Erzincan üzerinden Van Gölü kuzeyine kadar uzanır.
Doğu Anadolu Fay Hattı (DAF): Hatay grabeninden başlar, K. Maraş, Adıyaman, Malatya ve Elazığ ovalarından geçerek Bingöle kadar sokulur.
Batı Anadolu Fay Hattı (BAF): Ege Bölgesinde, kuzeyden güneye doğru uzanan çok sayıdaki fay hatlarından oluşur.
Fay hatları, yer kabuğunun zayıf ve hareket halindeki bölgeleridir. Volkanik sahalar, genç kıvrım dağları ve deprem alanlarının uzanışı fay hatlarıyla paralellik gösterir.
B. KITA OLUŞUMU HAREKETLERİ (EPİROJENEZ)
Kara ve denizlerde düşey doğrultudaki alçalma yükselme hareketlerine epirojenez denir. Başka bir ifade ile, yer kabuğunun geniş alanlı yaylanma hareketleridir.
Farklı yoğunluktaki yer kabuğu parçaları manto üzerinde dengeli bir biçimde dururlar. Bu olaya izostazi, dengeye ise izostatik denge denir. Herhangi bir yerde epirojenez olayının olabilmesi için, izostatik dengenin bozulması gereklidir. İzostatik dengeyi bozan olaylar şunlardır:
İklim değişiklikleri
Yeni bir dağ oluşumu
Engebeli yüksek yerlerin fazla aşınması
Deniz çukurluklarında tortulanmanın fazla olması
İzostatik dengeyi bozan yukarıdaki olaylar sonucu karalar hafiflemekte ve yükselmektedir. Karalar yükselince deniz seviyesi gerilemekte, deniz altındaki alanlar kara haline gelmektedir. Bu şekilde, deniz seviyesinin alçalması olayına regresyon denir.
Karalardaki, lâvlar, birikmeler, buzullaşma, vb. olaylar sonucunda da karaların yükü artmakta ve ağırlaşarak ya da iç kuvvetlerin etkisiyle çökmektedir.
Bu alçalma sonucunda denizler karalara doğru ilerlemekte ve kara parçaları sular altında kalmaktadır. Bu şekilde, deniz seviyesinin yükselmesi olayına da transgresyon adı verilir.
Epirojenik hareketlere örnek olarak, İskandinav Yarımadası ve Kanada verilebilir. Buzul çağında buralarda 1 – 2 km kalınlığında bir buz tabakası vardı. Sonradan buzullar eriyince, karaların üzerindeki yük azaldı ve mağmaya doğru gömülen bu kara parçaları tekrar yükselmeye başladı. Bu yükselme, günümüzde de yavaş yavaş devam etmektedir.
Epirojenik hareketler, Türkiyede de olmaktadır. Anadolu milyonlarca yıldır yükselmekte, buna karşılık Karadeniz ve Doğu Akdeniz havzaları çökmektedir. Buna bağlı olarak, Çukurova Havzası ile Ergene Ovası hızlı bir çökme içine girmişler ve tortulanma alanı olmuşlardır.
C. VOLKANİK HAREKETLER (VOLKANİZMA)
Yerin derinliklerinde bulunan mağmanın, yerkabuğunun zayıf kısımlarından yeryüzüne doğru yükselmesine volkanizma denir.
Katı, sıvı ya da gaz halindeki maddelerin yeryüzüne çıktığı yere volkan ya da yanardağ, bu maddelerin çıkışına da püskürme denir. Püskürdüğü bilinen volkanlar etkin volkanlar, püskürdüğü bilinmeyen volkanlar da sönmüş volkanlar olarak adlandırılır.
Volkanlardan çıkan akışkan maddelere lav, katı maddelere de volkan tüfü (proklastik maddeler) denir. Lavların ve tüflerin yeryüzüne çıkmak için izledikleri yola volkan bacası adı verilir. Yüzeye çıkan lav ve tüfün oluşturduğu yer şekline volkan konisi, koninin tepe kısmındaki çukur kısmına da volkan ağzı (krater) denilmektedir.
Kraterlerin patlamalar ya da çökmelerle genişlemiş şekillerine kaldera denir. Kalderalar kraterlere göre daha dik yamaçlıdırlar ve genişlikleri derinliklerine oranla daha fazladır.
Volkanların şekli ve püskürme özellikleri çıkardıkları maddelere göre değişir. Volkanik etkinlikler bazen yalnızca gaz patlaması şeklindedir. Bu durumda patlama çukurları oluşur. İç Anadoluda Karapınar ve Nevşehir dolaylarında bu tür patlama çukurları yaygındır.
Bu patlama çukurları maar olarak adlandırılır. Maarlar, volkanik faaliyetlerin yeni başladığı veya sona erdiği yerlerde daha çok görülürler.
Türkiyedeki Volkanik Sahalar
Doğu Anadolu Bölgesinde; Büyük Ağrı, Küçük Ağrı, Süphan, Tendürek ve Nemrut dağları
İç Anadolu Bölgesinde; Erciyes, Hasandağı, Melendiz, Karadağ, Karacadağ ve Karapınar çevresi
Güneydoğu Anadolu Bölgesinde; Karacadağ
Kuzeybatı Anadoluda; Köroğlu Dağları
Akdeniz Bölgesinde; Hatay yakınında Hassa çevresi
Ege Bölgesinde; Kula (Manisa) çevresi
D. SEİZMA HAREKETLERİ (DEPREMLER)
Yerkabuğundaki herhangi bir sarsıntının, çevreye doğru yayılan titreşim biçimindeki hareketine deprem denir.
1. Volkanik depremler
Volkanik püskürmeler esnasında görülen ve etki alanları dar olan depremlerdir.
2. Çöküntü (Göçme) depremleri
Kayatuzu, jips, kalker gibi kolay eriyebilen karstik sahalarda, zamanla yer altında büyük boşluklar oluşur. Bu boşlukların üstü bir müddet sonra çökerse sarsıntılar oluşur. Etki alanları en dar olan depremler bunlardır.
3. Tektonik (Dislokasyon) depremler
Yer kabuğunun derinliklerinde basınç ve gerilimler sonucu, katmanların yer değiştirme, oynama ve kırılma gibi hareketlerinin ortaya çıkardığı sarsıntılardır. Etki alanları en geniş olan ve en çok hasara neden olan depremler bunlardır.
Depremin, yerin içinde oluştuğu kısmına iç merkez (hiposantr) denir. Depremin yeryüzüne en kısa yoldan ulaştığı yere de dış merkez (episantr) denir. Deprem bilimi sismoloji, deprem şiddetini ölçen alet de sismograf olarak adlandırılır.
Depremlerin ne kadar kuvvetli olduğunu belirlemek için iki türlü ölçek kullanılır.
Richter (Rihter) ölçeği
Mercalli - Sieberg ölçeği (Şiddet Iskalası)
Mercalli - Sieberg ölçeği sarsıntının yol açtığı zarar ve değişikliklere göre düzenlenmiştir. Richter ölçeği ise, iç merkezde depremle boşalan enerjinin ölçülmesi esasına dayanır. Deprem sırasında boşalan bu enerjiye depremin büyüklüğü (magnitüdü) denir.
Yeryüzündeki en sık ve en şiddetli deprem kuşakları, ana çizgileriyle, genç kıvrımlı dağlar kuşağına ve Dünyanın başlıca kırıklı alanlarına tekabül etmektedir.
Pasifik Okyanusu, Japonya çevresi, Antil Adaları, Doğu Hint Adaları, Akdeniz çevresi ve Amerika kıtalarının batı kesimleri yeryüzünde depremlerin en çok olduğu alanlardır. Buna karşılık, eski jeolojik devirlerde oluşan Doğu Avrupa, Kanada, Sibirya, Grönland Adası, Avustralya ve İskandinav Yarımadasında hemen hemen hiç deprem olmamaktadır.
Türkiyedeki Deprem Alanları
Türkiye nüfusunun % 60'a yakını, faal olan ve zarar verebilen deprem alanları üzerinde yerleşmiştir.
Daha önce görülen Erzurum, Erzincan, Van, Bolu, Çankırı, Tokat, Adapazarı, Kütahya, Burdur, Lice, Bingöl, Dinar, Ceyhan, Gölcük ve Düzce depremlerinin büyük oranda can ve mal kaybına neden olmasında, bu kentlerin fay hatları üzerinde yer almalarının önemli rolü olmuştur.
Konya Ovası, Karaman, Mersin (Taşeli Plâtosu çevresi), Ergene Havzası ve Mardin Eşiği deprem bakımından tehlikesi az olan yerlerdir.
Depremlerden korunmak ve etkisini azaltmak için,
Kırık (fay) hatlarından uzak, sağlam zeminlere yerleşmek,
Mümkün olduğunca ovalarda yerleşmemek,
Depreme dayanıklı binalar inşa etmek,
Halkı, depremde alınacak sivil savunma önlemleri konusunda eğitmek, vb. önlemler gereklidir.
18 Mayıs 2010 Salı
Göç veren illerimizin ortak özellikleri
Göç veren illerimizin ortak özelliği nedir?
A-Doğum oranının çok yüksek olması
B-Kısıtlı iş olanakları
C-Olumsuz doğal şartlar
A-Doğum oranının çok yüksek olması
B-Kısıtlı iş olanakları
C-Olumsuz doğal şartlar
Göç veren illerimizin ortak özellikleri
Göç veren illerimizin ortak özelliği nedir?
A-Doğum oranının çok yüksek olması
B-Kısıtlı iş olanakları
C-Olumsuz doğal şartlar
A-Doğum oranının çok yüksek olması
B-Kısıtlı iş olanakları
C-Olumsuz doğal şartlar
Ingilizce Wish Clauses Konusu Video Anlatimi
İngilizce Wish Clauses Konusu Video Anlatimi
Sizlerle birlikte bugün wish clauses (keşkeli cümleler) videolu konu anlatımı dır. I wish (keşke) manasına gelir. one the back (bir geçmiş zaman) manasına gelir. Bu kalıpları aktarmalı cümlelerde kullanıyoruz. Bu konu kpds 2010 yds 2010 konuları nın en favori konuları ndan olduğunu söyleyebiliriz. Bu konuyu simple present tense, present continuous tense, simple past tense, past continuous tense, present perfect tense, present perfect continuous tense ve en son past perfect continuous tense kalıpları üzerinden görelim.
Sizlerle birlikte bugün wish clauses (keşkeli cümleler) videolu konu anlatımı dır. I wish (keşke) manasına gelir. one the back (bir geçmiş zaman) manasına gelir. Bu kalıpları aktarmalı cümlelerde kullanıyoruz. Bu konu kpds 2010 yds 2010 konuları nın en favori konuları ndan olduğunu söyleyebiliriz. Bu konuyu simple present tense, present continuous tense, simple past tense, past continuous tense, present perfect tense, present perfect continuous tense ve en son past perfect continuous tense kalıpları üzerinden görelim.
Ingilizce Wish Clauses Konusu Video Anlatimi
İngilizce Wish Clauses Konusu Video Anlatimi
Sizlerle birlikte bugün wish clauses (keşkeli cümleler) videolu konu anlatımı dır. I wish (keşke) manasına gelir. one the back (bir geçmiş zaman) manasına gelir. Bu kalıpları aktarmalı cümlelerde kullanıyoruz. Bu konu kpds 2010 yds 2010 konuları nın en favori konuları ndan olduğunu söyleyebiliriz. Bu konuyu simple present tense, present continuous tense, simple past tense, past continuous tense, present perfect tense, present perfect continuous tense ve en son past perfect continuous tense kalıpları üzerinden görelim.
Sizlerle birlikte bugün wish clauses (keşkeli cümleler) videolu konu anlatımı dır. I wish (keşke) manasına gelir. one the back (bir geçmiş zaman) manasına gelir. Bu kalıpları aktarmalı cümlelerde kullanıyoruz. Bu konu kpds 2010 yds 2010 konuları nın en favori konuları ndan olduğunu söyleyebiliriz. Bu konuyu simple present tense, present continuous tense, simple past tense, past continuous tense, present perfect tense, present perfect continuous tense ve en son past perfect continuous tense kalıpları üzerinden görelim.
Türkiye’nin iklimi Türkiye İkliminde Etkili Faktörler Türkiye’de İklim Elemanları Türkiye’yi en çok etkileyen basınç merkezleri
Türkiye’nin iklimi
Türkiye’nin iklimi Türkiye İkliminde Etkili Faktörler Türkiye’de İklim Elemanları Türkiye’yi en çok etkileyen basınç merkezleri
Türkiye’nin iklimi Türkiye İkliminde Etkili Faktörler Türkiye’de İklim Elemanları Türkiye’yi en çok etkileyen basınç merkezleri
Türkiye, genelde Akdeniz ikliminin etkisi altındadır. Ancak bununla beraber, birbirlerinden belirgin farklarla ayrılabilen karasal ve Karadeniz iklimleri de etkili olmaktadır.
Türkiye İkliminde Etkili Faktörler
Matematik Konumu
Türkiye konumu itibariyle güneş ışınlarının dik geldiği alanın dışındadır. Güneş ışınlarının düşme açısında yıl boyunca büyük farklar vardır. Bunun sonucu olarak Türkiye iklimlerinde yıllık sıcaklık farkları fazladır. Dört mevsim belirgin olarak yaşanır.
Türkiye bulunduğu konumdan farklı hava kütlelerinin karşılaştığı yerde bulunmaktadır.
Kıyılarımızda sıcaklık güneyden kuzeye doğru azalır.
Yer şekilleri (Yükselti ,dağların uzanış doğrultusu ve bakı)
Türkiye’de yer şekillerinin çeşitlilik göstermesinden dolayı kısa mesafede iklim değişimi fazladır ve aynı tarihlerde farklı mevsim özellikleri yaşanabilmektedir
Yurdumuzun kuzeyinde ve güneyinde dağlar kıyıya paralel uzandığından kıyı ile iç kesim arasında buralarda iklim farklılığı fazladır. Ege Bölgesi’nde ise dağlar kıyıya dik uzandığından farklılık azdır.
Yükseltinin etkisiyle sıcaklık Türkiye’de batıdan doğuya doğru azalır.
Bakı etkisinden dolayı dağlarımızın güneye bakan yamaçları bütün yıl kuzey yamaçlarına göre daha sıcaktır.
Denize göre konum
Kıyı bölgelerde nem fazla olduğunda buralarda kışlar ılık , yağışlar fazla ve sıcaklık farkları azdır.
Rüzgarların esme yönü
Türkiye’ye kuzeyden gelen rüzgarlar sıcaklığı düşürürken, güneyden gelenler sıcaklığı artırır (enlem etkisinden dolayı).
Basınç merkezleri
Türkiye etrafında oluşan basınç merkezleri de rüzgar ve yağış rejimi üzerinde etkili olmaktadır.
Yaz mevsiminde Atlas Okyanusu üzerinde oluşup genişleyen yüksek basınç ve Basra Körfezi üzerinde oluşan alçak basınç etkisi altına girer.
Kış mevsiminde ise, kuzeyden gelen soğuk hava, Akdeniz üzerinden gelen ılık ve nemli havanın etkisine girmektedir. Bu iki hava kütlesinin karşılaşması ile cepheler oluşmakta ve kıyılarda çoğunlukla yağmur, Trakya, iç ve yüksek kesimlerde kar yağışına neden olmaktadır.
Türkiye’de İklim Elemanları
a) Sıcaklık
Türkiye’de sıcaklık, kıyılarda enlem farkına, iç kesimlerde ise
denizden uzaklık, yükselti, yer şekilleri gibi faktörlere bağlı olarak
değişir.
1. Yıllık Ortalama Sıcaklık Dağılışı
Kıyı kesimler iç kesimlerden daha sıcaktır (deniz etkisinden dolayı).
Güney kıyılarımızdan kuzey kıyılarımıza doğru enlemin etkisiyle
sıcaklık azalır.
Türkiye’de gözlem yapılan istasyonlardaki uzun yıllar ortalamalarına göre, yıllık ortalama sıcaklıklar 4-20 °C arasında değişmektedir.
Ülkenin en sıcak kesimleri Güneydoğu Anadolu’nun güneyi ile Akdeniz kıyı kuşağıdır. Buralarda yıllık ortalama sıcaklık 16 °C’nin üzerindedir.
Erzurum ve Kars platolarının yüksek kesimlerinde 4 °C nin altına düşer. Sebepleri : Yükseltisinin fazla olması, karasallıktır.
2. Ocak Ayı Ortalama Sıcaklık Dağılışı
En yüksek sıcaklıklar Akdeniz bölgesinin kıyı kesiminde görülür. Sebepleri : Enlem , deniz etkisi ve Toros kıvrım dağlarının kuzeyden gelen soğuk hava kütlelerini engellemesidir.
En düşük sıcaklıklar Doğu Anadolu’da Erzurum-Kars bölümünde görülür. Sebepleri : Yükseltinin fazla olması, karasallık ,kuzeyden gelen soğuk rüzgarlardır.
Kıyı ile iç kesim arasındaki sıcaklık farkı fazladır.
3. Türkiye Temmuz Ayı Sıcaklık Dağılışı
Kıyı ile iç kesim arasında sıcaklık farkı azalmıştır.
En yüksek sıcaklıklar Güney Doğu Anadolu’da görülür. Sebepleri : Karasallık ve Güneyden gelen sıcak rüzgarların etkisidir.
En düşük sıcaklıklar bu dönemde de Erzurum-Kars Bölümünde görülür. Sebebi ,yükseltisinin fazla olmasıdır.
Basınçlar
Türkiye’de mevsimlere, yerel ısınma farklarına , deniz ve karalara bağlı olarak oluşan basınç merkezlerinin yanı sıra, Türkiye’nin dışında oluşan ve Türkiye’yi etkisine alan gezici basınç merkezleri de bulunmaktadır.
Türkiye’yi en çok etkileyen basınç merkezleri şunlardır:
Yüksek Basınçlar
Sibirya Termik Y.B
60° enlemlerinde soğuma ile oluşmuştur. Türkiye’de kışın etkilidir. Etkili olduğu dönemlerde kışlar çok soğuk ve kar yağışlı geçer. Türkiye’ye Kuzeydoğudan sokulur.
Asor Dinamik Y.B
30° enlemlerinden kaynağını alır. Türkiye’de bütün yıl etkilidir. En fazla yazın etkilidir. Etkili olduğu yaz mevsiminin kurak olmasının başlıca sebebidir (Alçalıcı hava hareketinden dolayı).
Kış mevsiminde Sibirya Y.B ile birleşerek Türkiye üzerinde etkili olduğunda İzlanda A.B Türkiye’ye sokulamaz. Bunun sonucunda da ülkemizde kışlar soğuk, sert ve kar yağışlı geçer.
İzlanda Dinamik A.B
60° enleminde kaynağını alır. Türkiye’de kışın etkilidir. Etkili olduğu dönemde kışlar ılık ve yağışlı geçer. Kuzeybatıdan sokulur.
Basra Termik A.B
Basra Körfezi çevresinin aşırı ısınmasıyla oluşur. Türkiye’de yazın ekilidir. Samyeli rüzgarları vasıtasıyla Akdeniz ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde etkili olur. 30° Kuzey enlemi çevresinde oluşmasına rağmen, ısınmadan dolayı termik kökenlidir
Rüzgarlar
Türkiye batı rüzgarları kuşağında olmasına rağmen daha çok yerel rüzgarların etkisindedir. Sebebi yer şekilleridir.
Rüzgar frekans gülünde gösterilen rüzgarlar haricinde yaz mevsiminde Ege kıyılarında deniz meltemi olan imbat rüzgarı etkilidir. Ege Denizi’nde, yazın kuzeyden poyraz benzeri rüzgarlar eserler. Bu rüzgarlara etezyen denilmektedir.
Ayrıca , özellikle Karadeniz ve Akdeniz Bölgelerinde Föhn rüzgarı da etkilidir.
Nemlilik ve Yağış
Kıyı bölgelerinin nemliliği iç kesimlerden daha yüksektir. Bundan dolayı kıyı kesimlerde yağışlar fazla ve sıcaklık farkları azdır.
Bağıl (nispi) nem en yüksek Doğu Karadeniz Bölümündedir. En düşük Güney Doğu Anadolu’dadır. Güney Doğu Anadolu’da bağıl(nispi) nem %40-%50, Karadeniz Bölgesinde ise %70-%80 civarındadır.
Türkiye’de bulut kapalılığı kuzeyde fazla, güneyde azdır. Doğu Karadeniz’de kapalılığın yüksek olması ile yağışlar arasında doğru bir orantı vardır.
Güneşlenme süresi bulut kapalılığı ile ters orantılıdır. Güneyde güneşlenme süre ve şiddeti daha fazladır.
Karasal iklim bölgelerinde kışın görülen yağışlar genellikle kar şeklindedir. Türkiye’de karla örtülü gün sayısının en fazla olduğu bölge Doğu Anadolu Bölgesidir.
Türkiye’de kar örtülerinin yerde kalma süresi batıdan doğuya doğru artar. Kar yağışı ve don olayının en az görüldüğü bölgemiz Akdeniz Bölgesidir.
Türkiye’de yağışın dağılışını incelediğimizde şu özellikler görülür:
Türkiye’de yağış dağılışı haritası ile yer şekilleri haritası karşılaştırıldığında, aralarında yakın ilgi bulunduğu tespit edilmektedir.
Türkiye’de fazla yağış alan yerler (800 mm. den fazla)
Doğu ve Batı Karadeniz bölümleri , Ege’de Menteşe yöresi, Akdeniz’de Batı ve Orta Toroslar, Hatay’da Nur Dağları ve G.Doğu Toroslar’da Hakkari çevresidir. Ayrıca Doğu ve Batı Anadolu’daki bazı yüksek dağlar.
En fazla yağış alan yer Rize çevresidir. (2400 mm. den fazla) Sebebi;güneyindeki yüksek dağların hakim rüzgar yönüne dik olması etkilidir.
Türkiye’de az yağış alan yerler (500 mm’nin altında), İç Anadolu, Güneydoğu Anadolu ve yer yer Doğu Anadolu’nun çukur yerleridir. En az yağış alan yer, Tuz Gölü çevresi ile Iğdır Ovası civarıdır. (250 mm nin altında)
Not: En az yağış alan bölge İç Anadolu Bölgesi olmasına rağmen en kurak bölge Güney Doğu Anadolu Bölgesidir. Sebebi ; buharlaşmanın fazla olmasıdır.
Yağışın mevsimlere dağılımı (yağış rejimi) bakımından bölgeler arasında önemli farklılıklar görülür.
Türkiye İkliminde Etkili Faktörler
Matematik Konumu
Türkiye konumu itibariyle güneş ışınlarının dik geldiği alanın dışındadır. Güneş ışınlarının düşme açısında yıl boyunca büyük farklar vardır. Bunun sonucu olarak Türkiye iklimlerinde yıllık sıcaklık farkları fazladır. Dört mevsim belirgin olarak yaşanır.
Türkiye bulunduğu konumdan farklı hava kütlelerinin karşılaştığı yerde bulunmaktadır.
Kıyılarımızda sıcaklık güneyden kuzeye doğru azalır.
Yer şekilleri (Yükselti ,dağların uzanış doğrultusu ve bakı)
Türkiye’de yer şekillerinin çeşitlilik göstermesinden dolayı kısa mesafede iklim değişimi fazladır ve aynı tarihlerde farklı mevsim özellikleri yaşanabilmektedir
Yurdumuzun kuzeyinde ve güneyinde dağlar kıyıya paralel uzandığından kıyı ile iç kesim arasında buralarda iklim farklılığı fazladır. Ege Bölgesi’nde ise dağlar kıyıya dik uzandığından farklılık azdır.
Yükseltinin etkisiyle sıcaklık Türkiye’de batıdan doğuya doğru azalır.
Bakı etkisinden dolayı dağlarımızın güneye bakan yamaçları bütün yıl kuzey yamaçlarına göre daha sıcaktır.
Denize göre konum
Kıyı bölgelerde nem fazla olduğunda buralarda kışlar ılık , yağışlar fazla ve sıcaklık farkları azdır.
Rüzgarların esme yönü
Türkiye’ye kuzeyden gelen rüzgarlar sıcaklığı düşürürken, güneyden gelenler sıcaklığı artırır (enlem etkisinden dolayı).
Basınç merkezleri
Türkiye etrafında oluşan basınç merkezleri de rüzgar ve yağış rejimi üzerinde etkili olmaktadır.
Yaz mevsiminde Atlas Okyanusu üzerinde oluşup genişleyen yüksek basınç ve Basra Körfezi üzerinde oluşan alçak basınç etkisi altına girer.
Kış mevsiminde ise, kuzeyden gelen soğuk hava, Akdeniz üzerinden gelen ılık ve nemli havanın etkisine girmektedir. Bu iki hava kütlesinin karşılaşması ile cepheler oluşmakta ve kıyılarda çoğunlukla yağmur, Trakya, iç ve yüksek kesimlerde kar yağışına neden olmaktadır.
Türkiye’de İklim Elemanları
a) Sıcaklık
Türkiye’de sıcaklık, kıyılarda enlem farkına, iç kesimlerde ise
denizden uzaklık, yükselti, yer şekilleri gibi faktörlere bağlı olarak
değişir.
1. Yıllık Ortalama Sıcaklık Dağılışı
Kıyı kesimler iç kesimlerden daha sıcaktır (deniz etkisinden dolayı).
Güney kıyılarımızdan kuzey kıyılarımıza doğru enlemin etkisiyle
sıcaklık azalır.
Türkiye’de gözlem yapılan istasyonlardaki uzun yıllar ortalamalarına göre, yıllık ortalama sıcaklıklar 4-20 °C arasında değişmektedir.
Ülkenin en sıcak kesimleri Güneydoğu Anadolu’nun güneyi ile Akdeniz kıyı kuşağıdır. Buralarda yıllık ortalama sıcaklık 16 °C’nin üzerindedir.
Erzurum ve Kars platolarının yüksek kesimlerinde 4 °C nin altına düşer. Sebepleri : Yükseltisinin fazla olması, karasallıktır.
2. Ocak Ayı Ortalama Sıcaklık Dağılışı
En yüksek sıcaklıklar Akdeniz bölgesinin kıyı kesiminde görülür. Sebepleri : Enlem , deniz etkisi ve Toros kıvrım dağlarının kuzeyden gelen soğuk hava kütlelerini engellemesidir.
En düşük sıcaklıklar Doğu Anadolu’da Erzurum-Kars bölümünde görülür. Sebepleri : Yükseltinin fazla olması, karasallık ,kuzeyden gelen soğuk rüzgarlardır.
Kıyı ile iç kesim arasındaki sıcaklık farkı fazladır.
3. Türkiye Temmuz Ayı Sıcaklık Dağılışı
Kıyı ile iç kesim arasında sıcaklık farkı azalmıştır.
En yüksek sıcaklıklar Güney Doğu Anadolu’da görülür. Sebepleri : Karasallık ve Güneyden gelen sıcak rüzgarların etkisidir.
En düşük sıcaklıklar bu dönemde de Erzurum-Kars Bölümünde görülür. Sebebi ,yükseltisinin fazla olmasıdır.
Basınçlar
Türkiye’de mevsimlere, yerel ısınma farklarına , deniz ve karalara bağlı olarak oluşan basınç merkezlerinin yanı sıra, Türkiye’nin dışında oluşan ve Türkiye’yi etkisine alan gezici basınç merkezleri de bulunmaktadır.
Türkiye’yi en çok etkileyen basınç merkezleri şunlardır:
Yüksek Basınçlar
Sibirya Termik Y.B
60° enlemlerinde soğuma ile oluşmuştur. Türkiye’de kışın etkilidir. Etkili olduğu dönemlerde kışlar çok soğuk ve kar yağışlı geçer. Türkiye’ye Kuzeydoğudan sokulur.
Asor Dinamik Y.B
30° enlemlerinden kaynağını alır. Türkiye’de bütün yıl etkilidir. En fazla yazın etkilidir. Etkili olduğu yaz mevsiminin kurak olmasının başlıca sebebidir (Alçalıcı hava hareketinden dolayı).
Kış mevsiminde Sibirya Y.B ile birleşerek Türkiye üzerinde etkili olduğunda İzlanda A.B Türkiye’ye sokulamaz. Bunun sonucunda da ülkemizde kışlar soğuk, sert ve kar yağışlı geçer.
İzlanda Dinamik A.B
60° enleminde kaynağını alır. Türkiye’de kışın etkilidir. Etkili olduğu dönemde kışlar ılık ve yağışlı geçer. Kuzeybatıdan sokulur.
Basra Termik A.B
Basra Körfezi çevresinin aşırı ısınmasıyla oluşur. Türkiye’de yazın ekilidir. Samyeli rüzgarları vasıtasıyla Akdeniz ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde etkili olur. 30° Kuzey enlemi çevresinde oluşmasına rağmen, ısınmadan dolayı termik kökenlidir
Rüzgarlar
Türkiye batı rüzgarları kuşağında olmasına rağmen daha çok yerel rüzgarların etkisindedir. Sebebi yer şekilleridir.
Rüzgar frekans gülünde gösterilen rüzgarlar haricinde yaz mevsiminde Ege kıyılarında deniz meltemi olan imbat rüzgarı etkilidir. Ege Denizi’nde, yazın kuzeyden poyraz benzeri rüzgarlar eserler. Bu rüzgarlara etezyen denilmektedir.
Ayrıca , özellikle Karadeniz ve Akdeniz Bölgelerinde Föhn rüzgarı da etkilidir.
Nemlilik ve Yağış
Kıyı bölgelerinin nemliliği iç kesimlerden daha yüksektir. Bundan dolayı kıyı kesimlerde yağışlar fazla ve sıcaklık farkları azdır.
Bağıl (nispi) nem en yüksek Doğu Karadeniz Bölümündedir. En düşük Güney Doğu Anadolu’dadır. Güney Doğu Anadolu’da bağıl(nispi) nem %40-%50, Karadeniz Bölgesinde ise %70-%80 civarındadır.
Türkiye’de bulut kapalılığı kuzeyde fazla, güneyde azdır. Doğu Karadeniz’de kapalılığın yüksek olması ile yağışlar arasında doğru bir orantı vardır.
Güneşlenme süresi bulut kapalılığı ile ters orantılıdır. Güneyde güneşlenme süre ve şiddeti daha fazladır.
Karasal iklim bölgelerinde kışın görülen yağışlar genellikle kar şeklindedir. Türkiye’de karla örtülü gün sayısının en fazla olduğu bölge Doğu Anadolu Bölgesidir.
Türkiye’de kar örtülerinin yerde kalma süresi batıdan doğuya doğru artar. Kar yağışı ve don olayının en az görüldüğü bölgemiz Akdeniz Bölgesidir.
Türkiye’de yağışın dağılışını incelediğimizde şu özellikler görülür:
Türkiye’de yağış dağılışı haritası ile yer şekilleri haritası karşılaştırıldığında, aralarında yakın ilgi bulunduğu tespit edilmektedir.
Türkiye’de fazla yağış alan yerler (800 mm. den fazla)
Doğu ve Batı Karadeniz bölümleri , Ege’de Menteşe yöresi, Akdeniz’de Batı ve Orta Toroslar, Hatay’da Nur Dağları ve G.Doğu Toroslar’da Hakkari çevresidir. Ayrıca Doğu ve Batı Anadolu’daki bazı yüksek dağlar.
En fazla yağış alan yer Rize çevresidir. (2400 mm. den fazla) Sebebi;güneyindeki yüksek dağların hakim rüzgar yönüne dik olması etkilidir.
Türkiye’de az yağış alan yerler (500 mm’nin altında), İç Anadolu, Güneydoğu Anadolu ve yer yer Doğu Anadolu’nun çukur yerleridir. En az yağış alan yer, Tuz Gölü çevresi ile Iğdır Ovası civarıdır. (250 mm nin altında)
Not: En az yağış alan bölge İç Anadolu Bölgesi olmasına rağmen en kurak bölge Güney Doğu Anadolu Bölgesidir. Sebebi ; buharlaşmanın fazla olmasıdır.
Yağışın mevsimlere dağılımı (yağış rejimi) bakımından bölgeler arasında önemli farklılıklar görülür.
Türkiye’nin iklimi Türkiye İkliminde Etkili Faktörler Türkiye’de İklim Elemanları Türkiye’yi en çok etkileyen basınç merkezleri
Türkiye’nin iklimi
Türkiye’nin iklimi Türkiye İkliminde Etkili Faktörler Türkiye’de İklim Elemanları Türkiye’yi en çok etkileyen basınç merkezleri
Türkiye’nin iklimi Türkiye İkliminde Etkili Faktörler Türkiye’de İklim Elemanları Türkiye’yi en çok etkileyen basınç merkezleri
Türkiye, genelde Akdeniz ikliminin etkisi altındadır. Ancak bununla beraber, birbirlerinden belirgin farklarla ayrılabilen karasal ve Karadeniz iklimleri de etkili olmaktadır.
Türkiye İkliminde Etkili Faktörler
Matematik Konumu
Türkiye konumu itibariyle güneş ışınlarının dik geldiği alanın dışındadır. Güneş ışınlarının düşme açısında yıl boyunca büyük farklar vardır. Bunun sonucu olarak Türkiye iklimlerinde yıllık sıcaklık farkları fazladır. Dört mevsim belirgin olarak yaşanır.
Türkiye bulunduğu konumdan farklı hava kütlelerinin karşılaştığı yerde bulunmaktadır.
Kıyılarımızda sıcaklık güneyden kuzeye doğru azalır.
Yer şekilleri (Yükselti ,dağların uzanış doğrultusu ve bakı)
Türkiye’de yer şekillerinin çeşitlilik göstermesinden dolayı kısa mesafede iklim değişimi fazladır ve aynı tarihlerde farklı mevsim özellikleri yaşanabilmektedir
Yurdumuzun kuzeyinde ve güneyinde dağlar kıyıya paralel uzandığından kıyı ile iç kesim arasında buralarda iklim farklılığı fazladır. Ege Bölgesi’nde ise dağlar kıyıya dik uzandığından farklılık azdır.
Yükseltinin etkisiyle sıcaklık Türkiye’de batıdan doğuya doğru azalır.
Bakı etkisinden dolayı dağlarımızın güneye bakan yamaçları bütün yıl kuzey yamaçlarına göre daha sıcaktır.
Denize göre konum
Kıyı bölgelerde nem fazla olduğunda buralarda kışlar ılık , yağışlar fazla ve sıcaklık farkları azdır.
Rüzgarların esme yönü
Türkiye’ye kuzeyden gelen rüzgarlar sıcaklığı düşürürken, güneyden gelenler sıcaklığı artırır (enlem etkisinden dolayı).
Basınç merkezleri
Türkiye etrafında oluşan basınç merkezleri de rüzgar ve yağış rejimi üzerinde etkili olmaktadır.
Yaz mevsiminde Atlas Okyanusu üzerinde oluşup genişleyen yüksek basınç ve Basra Körfezi üzerinde oluşan alçak basınç etkisi altına girer.
Kış mevsiminde ise, kuzeyden gelen soğuk hava, Akdeniz üzerinden gelen ılık ve nemli havanın etkisine girmektedir. Bu iki hava kütlesinin karşılaşması ile cepheler oluşmakta ve kıyılarda çoğunlukla yağmur, Trakya, iç ve yüksek kesimlerde kar yağışına neden olmaktadır.
Türkiye’de İklim Elemanları
a) Sıcaklık
Türkiye’de sıcaklık, kıyılarda enlem farkına, iç kesimlerde ise
denizden uzaklık, yükselti, yer şekilleri gibi faktörlere bağlı olarak
değişir.
1. Yıllık Ortalama Sıcaklık Dağılışı
Kıyı kesimler iç kesimlerden daha sıcaktır (deniz etkisinden dolayı).
Güney kıyılarımızdan kuzey kıyılarımıza doğru enlemin etkisiyle
sıcaklık azalır.
Türkiye’de gözlem yapılan istasyonlardaki uzun yıllar ortalamalarına göre, yıllık ortalama sıcaklıklar 4-20 °C arasında değişmektedir.
Ülkenin en sıcak kesimleri Güneydoğu Anadolu’nun güneyi ile Akdeniz kıyı kuşağıdır. Buralarda yıllık ortalama sıcaklık 16 °C’nin üzerindedir.
Erzurum ve Kars platolarının yüksek kesimlerinde 4 °C nin altına düşer. Sebepleri : Yükseltisinin fazla olması, karasallıktır.
2. Ocak Ayı Ortalama Sıcaklık Dağılışı
En yüksek sıcaklıklar Akdeniz bölgesinin kıyı kesiminde görülür. Sebepleri : Enlem , deniz etkisi ve Toros kıvrım dağlarının kuzeyden gelen soğuk hava kütlelerini engellemesidir.
En düşük sıcaklıklar Doğu Anadolu’da Erzurum-Kars bölümünde görülür. Sebepleri : Yükseltinin fazla olması, karasallık ,kuzeyden gelen soğuk rüzgarlardır.
Kıyı ile iç kesim arasındaki sıcaklık farkı fazladır.
3. Türkiye Temmuz Ayı Sıcaklık Dağılışı
Kıyı ile iç kesim arasında sıcaklık farkı azalmıştır.
En yüksek sıcaklıklar Güney Doğu Anadolu’da görülür. Sebepleri : Karasallık ve Güneyden gelen sıcak rüzgarların etkisidir.
En düşük sıcaklıklar bu dönemde de Erzurum-Kars Bölümünde görülür. Sebebi ,yükseltisinin fazla olmasıdır.
Basınçlar
Türkiye’de mevsimlere, yerel ısınma farklarına , deniz ve karalara bağlı olarak oluşan basınç merkezlerinin yanı sıra, Türkiye’nin dışında oluşan ve Türkiye’yi etkisine alan gezici basınç merkezleri de bulunmaktadır.
Türkiye’yi en çok etkileyen basınç merkezleri şunlardır:
Yüksek Basınçlar
Sibirya Termik Y.B
60° enlemlerinde soğuma ile oluşmuştur. Türkiye’de kışın etkilidir. Etkili olduğu dönemlerde kışlar çok soğuk ve kar yağışlı geçer. Türkiye’ye Kuzeydoğudan sokulur.
Asor Dinamik Y.B
30° enlemlerinden kaynağını alır. Türkiye’de bütün yıl etkilidir. En fazla yazın etkilidir. Etkili olduğu yaz mevsiminin kurak olmasının başlıca sebebidir (Alçalıcı hava hareketinden dolayı).
Kış mevsiminde Sibirya Y.B ile birleşerek Türkiye üzerinde etkili olduğunda İzlanda A.B Türkiye’ye sokulamaz. Bunun sonucunda da ülkemizde kışlar soğuk, sert ve kar yağışlı geçer.
İzlanda Dinamik A.B
60° enleminde kaynağını alır. Türkiye’de kışın etkilidir. Etkili olduğu dönemde kışlar ılık ve yağışlı geçer. Kuzeybatıdan sokulur.
Basra Termik A.B
Basra Körfezi çevresinin aşırı ısınmasıyla oluşur. Türkiye’de yazın ekilidir. Samyeli rüzgarları vasıtasıyla Akdeniz ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde etkili olur. 30° Kuzey enlemi çevresinde oluşmasına rağmen, ısınmadan dolayı termik kökenlidir
Rüzgarlar
Türkiye batı rüzgarları kuşağında olmasına rağmen daha çok yerel rüzgarların etkisindedir. Sebebi yer şekilleridir.
Rüzgar frekans gülünde gösterilen rüzgarlar haricinde yaz mevsiminde Ege kıyılarında deniz meltemi olan imbat rüzgarı etkilidir. Ege Denizi’nde, yazın kuzeyden poyraz benzeri rüzgarlar eserler. Bu rüzgarlara etezyen denilmektedir.
Ayrıca , özellikle Karadeniz ve Akdeniz Bölgelerinde Föhn rüzgarı da etkilidir.
Nemlilik ve Yağış
Kıyı bölgelerinin nemliliği iç kesimlerden daha yüksektir. Bundan dolayı kıyı kesimlerde yağışlar fazla ve sıcaklık farkları azdır.
Bağıl (nispi) nem en yüksek Doğu Karadeniz Bölümündedir. En düşük Güney Doğu Anadolu’dadır. Güney Doğu Anadolu’da bağıl(nispi) nem %40-%50, Karadeniz Bölgesinde ise %70-%80 civarındadır.
Türkiye’de bulut kapalılığı kuzeyde fazla, güneyde azdır. Doğu Karadeniz’de kapalılığın yüksek olması ile yağışlar arasında doğru bir orantı vardır.
Güneşlenme süresi bulut kapalılığı ile ters orantılıdır. Güneyde güneşlenme süre ve şiddeti daha fazladır.
Karasal iklim bölgelerinde kışın görülen yağışlar genellikle kar şeklindedir. Türkiye’de karla örtülü gün sayısının en fazla olduğu bölge Doğu Anadolu Bölgesidir.
Türkiye’de kar örtülerinin yerde kalma süresi batıdan doğuya doğru artar. Kar yağışı ve don olayının en az görüldüğü bölgemiz Akdeniz Bölgesidir.
Türkiye’de yağışın dağılışını incelediğimizde şu özellikler görülür:
Türkiye’de yağış dağılışı haritası ile yer şekilleri haritası karşılaştırıldığında, aralarında yakın ilgi bulunduğu tespit edilmektedir.
Türkiye’de fazla yağış alan yerler (800 mm. den fazla)
Doğu ve Batı Karadeniz bölümleri , Ege’de Menteşe yöresi, Akdeniz’de Batı ve Orta Toroslar, Hatay’da Nur Dağları ve G.Doğu Toroslar’da Hakkari çevresidir. Ayrıca Doğu ve Batı Anadolu’daki bazı yüksek dağlar.
En fazla yağış alan yer Rize çevresidir. (2400 mm. den fazla) Sebebi;güneyindeki yüksek dağların hakim rüzgar yönüne dik olması etkilidir.
Türkiye’de az yağış alan yerler (500 mm’nin altında), İç Anadolu, Güneydoğu Anadolu ve yer yer Doğu Anadolu’nun çukur yerleridir. En az yağış alan yer, Tuz Gölü çevresi ile Iğdır Ovası civarıdır. (250 mm nin altında)
Not: En az yağış alan bölge İç Anadolu Bölgesi olmasına rağmen en kurak bölge Güney Doğu Anadolu Bölgesidir. Sebebi ; buharlaşmanın fazla olmasıdır.
Yağışın mevsimlere dağılımı (yağış rejimi) bakımından bölgeler arasında önemli farklılıklar görülür.
Türkiye İkliminde Etkili Faktörler
Matematik Konumu
Türkiye konumu itibariyle güneş ışınlarının dik geldiği alanın dışındadır. Güneş ışınlarının düşme açısında yıl boyunca büyük farklar vardır. Bunun sonucu olarak Türkiye iklimlerinde yıllık sıcaklık farkları fazladır. Dört mevsim belirgin olarak yaşanır.
Türkiye bulunduğu konumdan farklı hava kütlelerinin karşılaştığı yerde bulunmaktadır.
Kıyılarımızda sıcaklık güneyden kuzeye doğru azalır.
Yer şekilleri (Yükselti ,dağların uzanış doğrultusu ve bakı)
Türkiye’de yer şekillerinin çeşitlilik göstermesinden dolayı kısa mesafede iklim değişimi fazladır ve aynı tarihlerde farklı mevsim özellikleri yaşanabilmektedir
Yurdumuzun kuzeyinde ve güneyinde dağlar kıyıya paralel uzandığından kıyı ile iç kesim arasında buralarda iklim farklılığı fazladır. Ege Bölgesi’nde ise dağlar kıyıya dik uzandığından farklılık azdır.
Yükseltinin etkisiyle sıcaklık Türkiye’de batıdan doğuya doğru azalır.
Bakı etkisinden dolayı dağlarımızın güneye bakan yamaçları bütün yıl kuzey yamaçlarına göre daha sıcaktır.
Denize göre konum
Kıyı bölgelerde nem fazla olduğunda buralarda kışlar ılık , yağışlar fazla ve sıcaklık farkları azdır.
Rüzgarların esme yönü
Türkiye’ye kuzeyden gelen rüzgarlar sıcaklığı düşürürken, güneyden gelenler sıcaklığı artırır (enlem etkisinden dolayı).
Basınç merkezleri
Türkiye etrafında oluşan basınç merkezleri de rüzgar ve yağış rejimi üzerinde etkili olmaktadır.
Yaz mevsiminde Atlas Okyanusu üzerinde oluşup genişleyen yüksek basınç ve Basra Körfezi üzerinde oluşan alçak basınç etkisi altına girer.
Kış mevsiminde ise, kuzeyden gelen soğuk hava, Akdeniz üzerinden gelen ılık ve nemli havanın etkisine girmektedir. Bu iki hava kütlesinin karşılaşması ile cepheler oluşmakta ve kıyılarda çoğunlukla yağmur, Trakya, iç ve yüksek kesimlerde kar yağışına neden olmaktadır.
Türkiye’de İklim Elemanları
a) Sıcaklık
Türkiye’de sıcaklık, kıyılarda enlem farkına, iç kesimlerde ise
denizden uzaklık, yükselti, yer şekilleri gibi faktörlere bağlı olarak
değişir.
1. Yıllık Ortalama Sıcaklık Dağılışı
Kıyı kesimler iç kesimlerden daha sıcaktır (deniz etkisinden dolayı).
Güney kıyılarımızdan kuzey kıyılarımıza doğru enlemin etkisiyle
sıcaklık azalır.
Türkiye’de gözlem yapılan istasyonlardaki uzun yıllar ortalamalarına göre, yıllık ortalama sıcaklıklar 4-20 °C arasında değişmektedir.
Ülkenin en sıcak kesimleri Güneydoğu Anadolu’nun güneyi ile Akdeniz kıyı kuşağıdır. Buralarda yıllık ortalama sıcaklık 16 °C’nin üzerindedir.
Erzurum ve Kars platolarının yüksek kesimlerinde 4 °C nin altına düşer. Sebepleri : Yükseltisinin fazla olması, karasallıktır.
2. Ocak Ayı Ortalama Sıcaklık Dağılışı
En yüksek sıcaklıklar Akdeniz bölgesinin kıyı kesiminde görülür. Sebepleri : Enlem , deniz etkisi ve Toros kıvrım dağlarının kuzeyden gelen soğuk hava kütlelerini engellemesidir.
En düşük sıcaklıklar Doğu Anadolu’da Erzurum-Kars bölümünde görülür. Sebepleri : Yükseltinin fazla olması, karasallık ,kuzeyden gelen soğuk rüzgarlardır.
Kıyı ile iç kesim arasındaki sıcaklık farkı fazladır.
3. Türkiye Temmuz Ayı Sıcaklık Dağılışı
Kıyı ile iç kesim arasında sıcaklık farkı azalmıştır.
En yüksek sıcaklıklar Güney Doğu Anadolu’da görülür. Sebepleri : Karasallık ve Güneyden gelen sıcak rüzgarların etkisidir.
En düşük sıcaklıklar bu dönemde de Erzurum-Kars Bölümünde görülür. Sebebi ,yükseltisinin fazla olmasıdır.
Basınçlar
Türkiye’de mevsimlere, yerel ısınma farklarına , deniz ve karalara bağlı olarak oluşan basınç merkezlerinin yanı sıra, Türkiye’nin dışında oluşan ve Türkiye’yi etkisine alan gezici basınç merkezleri de bulunmaktadır.
Türkiye’yi en çok etkileyen basınç merkezleri şunlardır:
Yüksek Basınçlar
Sibirya Termik Y.B
60° enlemlerinde soğuma ile oluşmuştur. Türkiye’de kışın etkilidir. Etkili olduğu dönemlerde kışlar çok soğuk ve kar yağışlı geçer. Türkiye’ye Kuzeydoğudan sokulur.
Asor Dinamik Y.B
30° enlemlerinden kaynağını alır. Türkiye’de bütün yıl etkilidir. En fazla yazın etkilidir. Etkili olduğu yaz mevsiminin kurak olmasının başlıca sebebidir (Alçalıcı hava hareketinden dolayı).
Kış mevsiminde Sibirya Y.B ile birleşerek Türkiye üzerinde etkili olduğunda İzlanda A.B Türkiye’ye sokulamaz. Bunun sonucunda da ülkemizde kışlar soğuk, sert ve kar yağışlı geçer.
İzlanda Dinamik A.B
60° enleminde kaynağını alır. Türkiye’de kışın etkilidir. Etkili olduğu dönemde kışlar ılık ve yağışlı geçer. Kuzeybatıdan sokulur.
Basra Termik A.B
Basra Körfezi çevresinin aşırı ısınmasıyla oluşur. Türkiye’de yazın ekilidir. Samyeli rüzgarları vasıtasıyla Akdeniz ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde etkili olur. 30° Kuzey enlemi çevresinde oluşmasına rağmen, ısınmadan dolayı termik kökenlidir
Rüzgarlar
Türkiye batı rüzgarları kuşağında olmasına rağmen daha çok yerel rüzgarların etkisindedir. Sebebi yer şekilleridir.
Rüzgar frekans gülünde gösterilen rüzgarlar haricinde yaz mevsiminde Ege kıyılarında deniz meltemi olan imbat rüzgarı etkilidir. Ege Denizi’nde, yazın kuzeyden poyraz benzeri rüzgarlar eserler. Bu rüzgarlara etezyen denilmektedir.
Ayrıca , özellikle Karadeniz ve Akdeniz Bölgelerinde Föhn rüzgarı da etkilidir.
Nemlilik ve Yağış
Kıyı bölgelerinin nemliliği iç kesimlerden daha yüksektir. Bundan dolayı kıyı kesimlerde yağışlar fazla ve sıcaklık farkları azdır.
Bağıl (nispi) nem en yüksek Doğu Karadeniz Bölümündedir. En düşük Güney Doğu Anadolu’dadır. Güney Doğu Anadolu’da bağıl(nispi) nem %40-%50, Karadeniz Bölgesinde ise %70-%80 civarındadır.
Türkiye’de bulut kapalılığı kuzeyde fazla, güneyde azdır. Doğu Karadeniz’de kapalılığın yüksek olması ile yağışlar arasında doğru bir orantı vardır.
Güneşlenme süresi bulut kapalılığı ile ters orantılıdır. Güneyde güneşlenme süre ve şiddeti daha fazladır.
Karasal iklim bölgelerinde kışın görülen yağışlar genellikle kar şeklindedir. Türkiye’de karla örtülü gün sayısının en fazla olduğu bölge Doğu Anadolu Bölgesidir.
Türkiye’de kar örtülerinin yerde kalma süresi batıdan doğuya doğru artar. Kar yağışı ve don olayının en az görüldüğü bölgemiz Akdeniz Bölgesidir.
Türkiye’de yağışın dağılışını incelediğimizde şu özellikler görülür:
Türkiye’de yağış dağılışı haritası ile yer şekilleri haritası karşılaştırıldığında, aralarında yakın ilgi bulunduğu tespit edilmektedir.
Türkiye’de fazla yağış alan yerler (800 mm. den fazla)
Doğu ve Batı Karadeniz bölümleri , Ege’de Menteşe yöresi, Akdeniz’de Batı ve Orta Toroslar, Hatay’da Nur Dağları ve G.Doğu Toroslar’da Hakkari çevresidir. Ayrıca Doğu ve Batı Anadolu’daki bazı yüksek dağlar.
En fazla yağış alan yer Rize çevresidir. (2400 mm. den fazla) Sebebi;güneyindeki yüksek dağların hakim rüzgar yönüne dik olması etkilidir.
Türkiye’de az yağış alan yerler (500 mm’nin altında), İç Anadolu, Güneydoğu Anadolu ve yer yer Doğu Anadolu’nun çukur yerleridir. En az yağış alan yer, Tuz Gölü çevresi ile Iğdır Ovası civarıdır. (250 mm nin altında)
Not: En az yağış alan bölge İç Anadolu Bölgesi olmasına rağmen en kurak bölge Güney Doğu Anadolu Bölgesidir. Sebebi ; buharlaşmanın fazla olmasıdır.
Yağışın mevsimlere dağılımı (yağış rejimi) bakımından bölgeler arasında önemli farklılıklar görülür.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)