29 Mart 2008 Cumartesi

Kırım Muhtar Cumhuriyeti Tatar Özerk Yönetimi

Yüzölçümü: 26 140 km2

Nüfusu: 2 700 000

Başkenti: Akmescit

Karadeniz'in kuzeyinde bir yarımada olan Kırım, Ukrayna'ya bağlı muhtar bir Cumhuriyettir. Kırım Türkleri Tatar Özerk Yönetimi olan Kırım Tatar Milli Meclisi tarafından yönetilmektedir.Önemli Şehirleri, Akmescit, Akyar, Yalta'dır.

Tarihçesi


Türkler 430 yılından itibaren Kırım'a yerleşmeye başlamışlar; 13. asırdan itibaren ise Kırım Tatarları adını almışlardır. Önceleri Altınorda Devleti içinde yeralmışlar, daha sonra ise sınırları Moskova'ya kadar ulaşan Kırım Hanlığı'nı kurmuşlardır. 1475'ten itibaren Kırım Hanlığı ile Osmanlı İmparatorluğu tek devlet gibi yakınlaşınca, Osmanlı İmparatorluğu'nun hudutları Rusya'nın güney hudutlarına kadar uzanmıştır. Osmanlı İmparatorluğu ile Rusya arasında 1774 yılında imzalanan Küçük Kaynarca anlaşması ile Kırım Hanlığı Osmanlı himayesinden çıkmıştır. Rus işgaline maruz kalan Kırım Türklerinin esaret yılları böylece başlamıştır. Yerli halkı başka bölgelere göçe zorlanmıştır.


En büyük göç dalgaları 1792, 1860-63, 1874-75, 1891-1902 seneleri arasında olmuştur.Rus çarlığı 1917 yılında Bolşevik ihtilâli ile parçalanınca Kırım'ın Bağımsızlık yolu da açılmıştır. 9 Aralık 1917'de Kırım Tatar Milli Kurultayı toplanmış; 26 Aralık 1912'de Kırım Halk Cumhuriyeti'nin kurulduğu ilân edilmiştir.Kırım, Nisan 1918'de Almanlar tarafından da belli bir süre işgal edilmiş; 1920 yılının sonlarına doğru tekrar Bolşeviklerin eline geçmiştir.1921 yılında Kırım Muhtar Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti kurulmuş ve Rusya'ya bağlanmıştır.18 Mayıs 1944 yılında Kırım Tatarları, Kırım'dan topluca sürgün edilmişlerdir.Sovyet Hükümeti, 25.6.1945 yılında yayınladığı Kararname ile Kırım Muhtar Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti'ni ortadan kaldırmış; Kırım, oblast statüsüne getirilerek yine Rusya'ya bağlı kalmıştır.Kruşçev, Rus-Ukrayna kardeşliğinin 1000. yılı münasebetiyle Kırım Oblastı'nı Rusya'dan alarak Ukrayna'ya bağlamıştır.Kırım Bölgesi bugün Ukrayna'ya bağlı Muhtar bir Cumhuriyettir. Cumhuriyet içerisinde ise Tatar Özerk yönetimi bulunmaktadır.


Kırım Türkçesi ile konuşan Kırım Türkleri'nin kültür yapısı, Osmanlı İmparatorluğu ile münasebetleri sebebiyle Türkiye'ye çok yakındır. İdil-Ural Türk bölgesi ile Osmanlı kültürünün etkilediği bölge, Türk uyanışının fikrî temsilcilerini yetiştirmiştir.Demografik DurumuRuslar1: 800 000 Ukraynlar: 635 700 Kırım Tatarları: 300 000 Ermeniler: 4 800 Bulgarlar: 1 400 Rumlar: 3 500 Almanlar: 2 600

Eğitim-Öğretim


Kırım'da 5 üniversite, 16 enstitü, 1 akademi, 32 Teknikum (teknik lise), 35 PTU (Endüstri Meslek Lisesi ve Çıraklık Eğitim Merkezi arasında bir okul çeşidi), 598 düz okul bulunmaktadır. Toplam öğrenci sayısı 232 859'dur. Bu sayının içinden 197 162'sini Rus ve diğerleri, 38 697'sini Kırım Tatar öğrencileri teşkil etmektedir. Yapılan girişimler sonunda şimdiye kadar Kırım'da toplam 1839 öğrenci diploma almış; 166 öğretmen görev almış, 6 adet Milli Okul açılabilmiştir. Fakat dersliklerin yetersiz olmasından dolayı Kırım Tatar Türkçesi hariç, bütün dersler yine Rusça olarak gösterilmektedir.Kırım Devlet Üniversitesi'nde 1991 yılında Tatar Türkçesi ve Edebiyatı Bölümü açıldı.


1995 yılına kadar bu bölüme her yıl 50 öğrenci kabul ediliyordu. Ancak, 1996 yılından itibaren sayı düşürülerek 30 öğrenci kabul edilmeye başlandı. 1994 yılında Kırım Tatar entellektüeller ve Halk Hareketi ile Kırım Devlet Sanayi Pedagoji Enstitüsü açıldı. Bu enstitüde 1300 öğrenciden 722'si Kırım Tatarlarından oluşmaktadır. Çalışan 100 öğretmenden 70'i ve rektör Tatardır.Yaklaşık 200'ün üstünde Kırım Tatar öğrenci de Türkiye'de üniversite eğitimine devam etmektedir.Geri DönüşKırım'dan sürgün edilen Kırımlıların geri dönüşleri devam etmektedir. Yurtlarına dönen Kırım Türk'ü sayısı 300 bine ulaşmıştır. Özellikle Özbekistan'da bulunan Kırım Türkleri geriye dönmek istemekte iseler de, Özbekistan idaresi bu dönüşe izin vermemekte ve çeşitli zorluklar çıkarmaktadır.


EkonomiKırım'ın en önemli ekonomik değeri turizmdir. Ülkede dünyaca ünlü dinlenme yerleri, turistik tesisler bulunmaktadır. Sanayide elektrik üretimi, demir üretimi, makine yapımı, kimya sanayii önemli bir yer tutmaktadır.Ziraat sektöründe bağcılık ve hayvancılık önem kazanmıştır.
Türkiye İle İlişkilerTürkiye tarafından başlatılan 1000 (bin) konut projesi, yurtlarına dönen evsiz-barksız Kırım Türkleri için önemli bir imkân olmuştur. Bu konutların 300 kadarı teslim edilmiş; geriye kalanın ise inşaatı sürdürülmektedir.Türk kuruluşları tarafından kazandırılan anaokulu, ilkokul ve hastane gibi tesisler, Kırım'ı, Kırım Türkleri için tekrar yerleşim bölgesi ve yurt haline getirmiştir.


İlkin Türklük, Türk dünyası kavramları üzerinde bir açıklık yapmak gereklidir. Çin hudutlarından Adriyatik'e kadar çeşitli halklar tarihte ve bugün kendi boy ve hanedan adları yanında Türk kimliği bilincini taşımışlardır. Osmanlılar bile kavim olarak kendilerini Türk biliyorlardı. Bunun kesin bir dlilini. Fatih döneminde bir Osmanlı tarihçisi Aşık Paşazade'de açıkça görüyoruz. O, Rumeli'deki fetih başarılarını anlatırken bir ara coşarak "Türk arkalandı" demektedir. Türk adı onun eserinde sık sık geçer; Türkmenlik, Osmanlı ailesinin menşei olarak zikredilir. Fatih devrinden başlayarak Doğu Anadolu'da kurulan Türkmen devletleri, Osmanlı'nın Anadolu egemenliği için büyük bir tehlike oluturunca Osmanlılar Türk ve Türkmen adlarını kullanmaktan kaçındılar. Hatta kendi bölgelerindeki Türkmenler için bürokratik bir tabir buldular ve onlar için Yörük adını kullandılar. Doğu Anadolu daha 11. yüzyılda bir Türkmen memleketi olarak biliniyordu.


1270'lerde buradan geçen Marco Polo bu bölge için Turcomania tabirini kullanmıştır. Bu Türkmenler, gerek Doğu Anadolu'da gerekse Osmanlı ülkesinin başka taraflarında Orta Asya din geleneklerini devam ettirerek heteredox tarikatlara tabi oldular. Daha sonra Şah İsmail bunların siyasi ve dini lideri olunca da Osmanlı Devleti Türkmenlere karşı şiddetli bir temizleme ve sindirme politikası gütmeye başladı. Bu olgu sonucu olarak, Etrak ve Türkmen adları Osmanlı bürolarında aşağalayıcı anlamlar kazandı. Bununla beraber, 16. yüzyılda bile bu bürokratlardan bazıları Türki-i Basit adı altında basit Türkçeyle şiirler yazma merakını gösterdiler. 17. yüzyıl ortalarında Evliya Çelebi Osmanlıların menşe itibariyle Türk ve Moğollarla akraba olduğunu vurgulamaktaydı. Ebu'l-Gazi Bahadır Han'ın Şecere-i Terakime adlı eseri ve daha önce Delhi Sultanlığında Ziyaüddin Barani ve 11. yüzyıl'da Divanü Lügat-it Türk ve Kutadgu Bilig yazarları Türklük bilincini açık bir şekilde ifade etmekteydiler. Kayda değer bir başka olay Macarlar Türk asıllı kabilelerle birlikte Panonya ovasını işgal ettikleri zaman Bizans kaynakları bu bölgeye Turquia adını vermişlerdir.


Bu genel Türk kimliği ve bilinci nereden gelmektedir? Biz neden Türküz ve memleketimize neden Türkiye diyoruz? Orta Asya'da, Doğu Avrupa'da birçok halklar bugün neden kendilerini Türk bilmektedirler. Bunun cevabını şu olguya bağlamaktayız. Kendisini Türk olarak ilan eden ilk halk, Kök-Türklerdir ve bunu İsa'dan sonra 732 ve 735 yılında Orhon ırmağı kıyısında diktikleri anıtlarda açıkça ifade etmişlerdir. Bozkırlarda kurulan İmparatorluklar kuruluş devrinde kaganın ilan ettiği bir törü (töre) veya yasa ile kurulmuş sayılırdı. Egemen hanedan, çadır altında yaşayan bütün orukları bu konfedarasyon içinde bu töre veya yasa altında birleşmiş sayardı. Orhon kitabelerinde birleşme ve devlet kurma süreci "törüyü düzme" ifadesiyle belirtilmektedir. Kök-Türk İmparatorluğu Kırım'dan Çin'e kadar bütün Avrasya'yı hudutları içinde birleştirmiş ve İran'a karşı Bizans İmparatorluğu ile ittifak yapmış büyük bir siyasi güç temsil etmekteydi.


Onun sınırları içindeki kavimler, özellikle Türkçe konuşan ve Türkçeyi kabul eden halklar, bu siyasi birliğe dahil oldukları içindir ki, Türk kimliği kazandılar. Siyasi birliğin devletin kimlik yaratmak ve kimlik vermek gerekir. Dil ve etnik ayrılıklar üzerinde siyasi birlik temel bir kimlik vermektedir. Bunun Avrupa tarihinde, örneğin Fransız milletinin ortaya çıkışında açıkça görmekteyiz. 15. yüzyıldan başlayarak Avrupa'da milli devletler ve milli kimlikler hep böyle söyasi birlik sonucu ortaya çıkmıştır. Bugün bir milli devlet niteliğinde olan Türkiye devleti de aslında sekiz yüz yıllık bir siyasi birliğin sonucudur. Çeşitli dil ve etnik azınlıklar üzerinde ortak Türk kimliği ve bilinci bu uzun tarihi ortak hayattan gelmektedir.Kök-Türklerden sonra Avrasya'ya hakim büyük bir kaganlık Cengiz Han ile gerçekleşmiştir.Onun imparatorluğu, 13. yy. sonlarında Doğu Avrupa'dan Çin'e kadar bağımsız Hanlıkların kurulmasıyla parçalandı ve Cengiz soyundan hanedanlar ve Moğol yasası Avrasya'da yeni kimliklere vücut verdi. Doğu Avrupa'da egemen bir imparatorluk kurmuş olan Altın-Ordu Ulug Hanlığı burada yaşayan Türk halklarına yeni bir ad, yeni bir kimlik kazandırdı ve bütün bu halklar bir Moğol kabilesi olan Tatar adıyla tanındı. Aslında Doğu Avrupa'da oturan bütün halklar ve Moğolca konuşan 40-50 bin kadar egemen Moğol kabileleri de Türkçeyi benimsediler, Türkleştiler. Bu gelişmeyle beraber aynı zamanda Cengiz Han Yasası özellikle burada kurulan hanlıklarda hakim bir kimlik kaynağı olarak süregeldi. Kırım Hanlığı, Altın-Ordu Ulug Hanlığının Cengiz Han'ın orunlarından Dogay Timur soyundan inmektedir. Kırım Hanları, İtil ırmağının aşağı kısımlarında Altın-Ordu Ulug Hanlarını yurdunu ele geçirerek Altın-Ordu İmparatorluğunu yeniden canlandırmak için 16. asır ortalarına kadar mücadele etmekten geri kalmayacaklardır.


Cengiz Han soyundan olmaları dolayısıyla onlar Tatarlık kimliğini daima önde tutacaklardır. Kırım Tatarları adıyla tanıdığımız halk, ancak 20. yüzyıl başlarından itibaren kendi asıl Türk kimliğini öne sürmeye başlamıştır. Uyanış hareketinin bu aydın liderleri arasında ilk safha büyük Türk milliyetçisi Gaspıralı İsmail Bey gelmektedir. O, Osmanlı ülkesindeki aydınlardan daha önce 1883'de çıkarmaya başladığı Tercüman gazetesine koyduğu "dilde, fikirde, işde birlik" sloganıyla Türkçülük hareketinin ilk büyük önderlerinden biri olmuştur. Bugün Kırım Türkleri arasında, Tatarlık ve Türklük polemiği sürüp gitmektedir. Aslında Kırım halkı bir Moğol halkı değildir. Step'de barınamayan Türk kavimleri çok eski zamandan beri Kırım'a sığınmış ve oradaki Türk halkını oluşturmuştur.


Bunlar Hun Türkleri, Hazarlar ve hepsinden daha çok Kıpçak Türkleridir. Tatar adı, ancak Altın-Ordu Moğol devleti kurulduktan sonra devletin gücüyle kazanılan bir yeni kimliktir. Bugün Tatarlık tezini savunanların mantıkları şudur: Türk kimliğini benimsediğiniz takdirde Türkiye veya başka bir Türk halkı içinde eriyip gideriz, Kırımlı benliğimizi kaybederiz ve Kırım'da bağımsız bir devlet için iddialarımızı yürütemeyiz. Buna karşı Gaspıralı İsmail Bey'den beri Kırım'ın milliyetçi liderleri Türk kimliğini belirtmişlerdi ve Kırım'ın ancak Türk dünyasının desteğiyle yaşayabileceğini vurgulamışlardır.


Kırım Hanlığı zamanında Osmanlılara karşı Cengiz Han ve Tatarlık sürekli bir biçimde savunulmuştur. Cengiz Han soyundan inen Kırım Hanları tabiatiyle Tatarlık kimliği üzerinde ısrarla durmuşlardır. Bunlar arasında özellikle I. Murad Giray Han, Moğol gelenekleri ve Türe-i Cengiziye diye adlandırılan Cengiz Han Yasasını herşeyin, hatta şeriatın üzerinde tutuyor, hanlıkta Osmanlı padişahının otoritesini savunan ulemayı dışlamaya çalışıyordu. Bu tutumda olan hanlarla beraber Kırım aristokrasisi, yani Mirzalar da aynı tutumu paylaşmaktaydılar. Onlar, Osmanlı devletinin hanlık üzerinde otoritesini güçlendirme girişimleri karşısına çıkıyor, İstanbul'dan bağımsız olarak kendi hanlarını seçiyor ve onu padişaha karşı destekliyorlardı. Osmanlı padişahına karşı âsi olan Giraylar ancak onların desteğiyle bu harekete cesaret etmekteydiler.


Malumdur ki, bağımsızlık yandaşı olan Şahin Giray Han onların desteğiyle böyle bir girişimde bulunmuştur. Kırım kabile aristokrasisi genellikle Karaçu denilen dört güçlü kabileden oluşmaktaydı ve bunların ilki Şirin kabilesinin beyi başbey olarak han seçiminde ve Osmanlı Devletiyle ilişkilerde kesin bir rol oynardı. Kırım Hanlığının Osmanlıya tabiliğinde de Şirin kabilesinin beyi Eminek Mirza kesin bir rol aynamıştır. Bilindiği gibi, Kırım Hanlığı 1440'da kesin Ulug Hanlıktan ayrılıp Kırım ve kuzey steplerinde bağımsız bir hanlık olarak ortaya çıkmıştır. Bu tarihte Hacı Giray kendi adına bir sikke basarak egemenliğini ilan etmiştir. Hacı Giray, eskiden Altın Ordu hanlığının bir parçası olan yarımadanın güneyindeki Kefe şehri ve Yalıboyu üzerinde hakimiyet iddiasında bulunuyordu. Bu bölgeyi kendi kontrolu altına geçirmiş olan Cenevizlilere karşı mücadeleye girişti. Fatih Sultan Mehmet 1454'de Karadeniz'deki bütün devletleri, bu arada Ceneviz kolonilerini, kendi tabiiyeti altına almak üzere Karadeniz'e bir donanma göndermişti. Hacı Giray bu tarihte Fatih Mehmet'le yakın ilişkiler kurmuş görünmektedir.
Bununla beraber bu bölgeye Osmanlıların yerleşmesine de karşıydı. Hacı Giray ölünce Hanlık üzerinde oğulları arasında taht için başlayan mücadelede Cenevizliler önemli bir rol oynadılar. Fatih Mehmed, Kırım Hanlığıyla işbirliği olmadıkça Ceneviz kolonilerini doğrudan doğruya kendi egemenliği altına alamayacağını biliyordu. Fakat 1475'e doğru Ceneviz entrikaları sonucu Kırım tahtını Nur Devlet gelmiş ve Mengli Giray Han Kefe'ye Cenevizliler yanına sığınmak zorunda kalmıştı. Cenevizliler, Nur Devletle iyi geçinmek için onu hapse attılar. O zaman Mengli Giray'ı tekrar tahta çıkarmak isteyen Şirinlerin Beyi, Eminek Mirza, Fatih Mehmed'le işbirliği yapmaya karar verdi.


Bu durumun bulunmaz bir fırsat olduğunu gören Osmanlı padişahı vezirazam Gedik Ahmed Paşa kumandasında kuvvetli bir donanmaya derhal Kefe üzerine gönderdi. Gedik Ahmed kısa bir zamanda Azak, Kefe ve Cenevizliler elinde bulunan Güney Kırım Yalı boyunu Osmanlı egemenliği altına aldı ve hapisten kurtulan Mengli Giray'ı Nur Devlet yerine Kırım tahtına oturttu. Mengli Giray bir müddet sonra tahtı tekrar kaybetmiş görünmektedir. Onun Fatih'e yazdığı bir mektupta kulluğundan söz etmesi ve kendisi padişahın bir tikmesi (dikmesi) olarak anması hanlığın Osmanlı egemenliği altına girdiğini ispatlamaktadır. Bu arada, bu tabiliğin şartlarını tespit eden bir ahidnameden söz edilir. Hanların seçiminde dört Karaçu kabilesi ve özellikle Şirin beyi daima önemli bir rol oynamıştır.


Çok defa Padişah Şirin beyiyle anlaşarak hanı tayin eder. Fakat özellikle sahip Giray'ın Han tayinine kadar Kırım kabile beyleri hanların seçimini kendi ellerinde tutmaya çalıştılar. Birçok defa kabilelerin isteğiyle İstanbul anlaşamamış ve çatışmalar çıkmıştır. Osmanlı Hükümeti Kırım Hanlığı üzerinde kontrolünü güçlendirmek için ilk 40-50 yıl içinde özel bir politika izlemiştir. Padişaha sıkı bir şekilde tabi bir Han olarak seçilen il Han, Sahip Giray Han'dır. Padişah, 1532'de onu kumandası altına 1000 kişilik tüfenkli bir sekban kuvveti ve topçular vererek İstanbul'dan Kırım'a Han göndermiştir. Fakat Sahip Giray'a karşı çıkan kabileler kendi seçmiş oldukları İslam Giray'ı desteklemişler ve bu iki han arasında iki yıl şiddetli bir mücadele başlamıştır. Sahip Giray Han, daha sonra Astrahan ve Kazan'a Giraylardan Han yerleştirerek çok kuvvetli bir duruma gelince, İstanbul hükümeti onun aleyhine döndü ve yerine Devlet Giray'ı tayin ederek Sahip Giray'ı bertaraf etti. Bu tarihten başlayarak Kırım Hanlığı üzerinde Osmanlı egemenliği ve kültür nüfusu çok kuvvetlenecektir.


Mengli Giray döneminde Kırım Hanlığının Osmanlı himayesine şiddetle muhtaç bir durumda olması Osmanlı Padişahının Kırım Hanlığı üzerinde kontrolünün kuvvetlenmesinde ayrıca bir amil olmuştur. Kırım'da Mengli Giray bir taraftan Altın-Ordu Ulug Hanlarının öbür yandan Litvanya büyük Dukalığının tehdidi altındaydı. Altın Ordu ulug Hanları Kırım'ı birkaç defa istila ettiler ve ancak Osmanlı Padişahından çekinerek Kırım'ı boşalttılar. Mengli Giray Altınordu-Litvanya ittifakına karşı aynı devletler tarafından tehdit edilen Moskof Büyük Kinaziyle ittifak yapmaya mecbur kaldı.


İttifakın arkasında daima Osmanlı gücü vardı. Gerek Kırım Hanlığının Altın Ordu Hanları karşısında bağımsızlığı gerekse Moskof kinazinin aynı devlete karşı direnişi bu Osmanlı himayesi sayesinde olmuştur. 1502'de Mengli Giray saray şehrini tahrip edip Altın Ordu Hanlığına son verdi. Kayda değer ki son Altın Ordu Hanı da Osmanlı Padişahından yardım isteyecektir. Mengli Giray, İtil-Volga havzasında Altın Ordu Hanlığını kendi egemenliğinde ihya etmek arzusundaydı. Bu işi onun halefi Mehmed Giray Han birara gerçekleştirdi ve bu yüzden İstanbul'la arası açıldı.Daha sonraki tarihlerde Giraylar, daima Ulug Hanlığı elde etmek için büyük çaba harcadılar. Bu durum onları Moskova ile karşı karşıya getirdi. IV. Ivan sahip Giray'ın katlini fırsat bilerek, 1552'de Kazan'ı ve 2 yıl sonra da Astrahan'ı alarak İtil havzasında Ulsug Hanların yerine geçti. Böylece, Doğu Avrupa'da Moskof İmparatorluğu kurulmuş oldu. Sahip Giray'ın büyüme politikasına karşı olan Osmanlılar, onu bu doğrultuda desteklemediler. Fakat öbür taraftan Kırım Hanlığının da Kazan Hanlığı gibi Moskova egemenliği altına düşmesini önleyen esas kuvvet Osmanlı Devleti olmuştur. Kırım Hanlığı, 300 yıl daha varlığını Osmanlı himayesi sayesinde sürdürebilmiştir.


Öbür yandan Kırım Hanlığının Osmanlı Devletine tabiiyeti İstanbul için son derece önemli sonuçlar vermiştir. Osmanlı Devletinin Karadeniz'de Rus emellerine karşı direnmesi, Karadeniz'in 400 yıl bir Osmanlı gölü olarak kalması, başlıca Kırım Hanlığı sayesinde olmuştur. Rus çarı, 1696'da Azak kalesini alarak Karadeniz'e inmiş ve ancak 1783'de Kırım'ı ve Karadeniz kuzey bölgelerini tamamiyle kendi egemenliği altına sokabilmiştir. Bu uzun direniş dolayısıyla Kırım Hanlığı Osmanlılar tarafından minnetle anılmıştır. Evliya Çelebi 1670'lerde Kırım Hanlığını Rus istilasına karşı bir Seddi-i Sedid diye anar.


Kırım Hanlığı ile Osmanlı İmparatorluğunun kader birliği burada da kalmamıştır. Osmanlı, Avrupa'da ve İran'da Kırım kuvvetleri hayati bir rol üstlenmiş, Akıncı ve Pişdar Ordusu rolünü oynamıştır. Osmanlı Hükümeti, Kırım kuvvetlerini bu cephelere çekmek için bazı fedakarlıklarda bulunmaya, bu arada Kırım ordusuna dağıtılmak üzere önemli miktarda para göndermeye mecbur oluyordu. Ancak Kırım kabile aristokrasisi, bu uzak seferlere katılmakta zaman zaman direnç göstermiştir. Çünkü Kırım kuvvetleri bu uzak memleketlere gidince Kırım Yurdu Kazak ve Rus saldırılarına açık kalmakta idi. Kırım mirzalarının zaman zaman isyanları bu yüzden ortaya çıkmıştır.


Bu bağlamda 1683 II. Viyana seferi ve onu izleyen yıllarda geçen olayların gerçek yüzünü aydınlatmak gerekir. Bugün memleketimizde mektep kitaplarına kadar yansıyan ve Kırımlılar hakkında yanlış ve haksız bir görüşe neden olan durumu ele alacağız. İddiaya göre, 1683'de Viyana seferinde Osmanlı Ordusuna katılan Murad Giray Han, Viyana'dan ileride nehir üzerinde Alman-Avusturya ordusunu durdurmak görevini üstlenmişti. Onun bu ordu karşısında çekildiği ve böylece Viyana bozgununa sebep olduğu iddia edilmiştir. Silahdar Tarihi'nde Mehmed Giray tarihinin sağladıkları bilgiler ışığında gerçek farklıdır. Çok güçlü ateşli silahlarla donanmış büyük Alman ordusu karşısında birşey yapamayacağını gören Han, Kara Mustafa'dan acil yardım istemiş, başkumandan Kara Mustafa Paşa, Viyana önünde otağında bu isteği hakaret dolu sözlerle reddetmiştir. Kara Mustafa öbür kumandanlardan hiçbirinin fikrini kabul etmeyen, onlara hakaret eden gururlu bir kişiliğe sahiptir. Kısacası, kumanda heyetinde uyum yoktu. Genellikle bozgunun başlıca sebeplerinden biri buydu. Kara Mustafa bozgunu başkası üzerine atmak için ihtiyar Budin paşasını idam etmiş ve Murad Giray'ı azletmişti. Yazık ki, onun iddiası bugüne kadar bir gerçek gibi tekrar edilegelmiştir.


Bozgun'dan sonra 1683-1693 yıllarında Kırım Hanlığı, özellikle Hacı Selim Giray Han idaresinde, Osmanlılarla tam bir kader birliği yapmıştır. Selim Giray Han 1688 Kaçanik zaferiyle Osmanlı Rumelisinin ve imparatorluğun kurtarıcısı olarak padişah tebrik olunacak ve sultan bundan sonra vezirazamlar seferde onun reyiyle hareket etmelerine emredecektir. Hacı Selim Giray, 1704 tarihine kadar 4 defa Hanlık tahtına gelerek, bu tehlikeli savaş yıllarında anarşi ortamında İmparatorluğun gerçek kurtarıcısı olmuştur. Osmanlı arşivindeki name-i hümayunlar bu gerçeği açık biçimde ifade etmektedir. 16 yıl süren bu savaşlarda Rusya ve Lehistan'a karşı kuzey cephesi tamamıyle Kırım ordusunun başarılı direnci sayesinde korunmuş, bu kuvvetler Kırım'ı istilaya gelen Çar Petro'nun ordularını ve Boğdan'ı istilaya çalışan Leh kuvvetlerini her defasında püskürtmüşlerdir.


Bununla beraber Kırımlılar İstanbul'dan ısrarla istedikleri gerekli yardımı alamadıkları için Azak kalesi 1696'da Rusların eline düşmüş ve bu suretle Rusya ilk defa Karadeniz'e ayak basmış, İstanbul tehdit altına girmiştir. Kırım Hanlığı herhalde Türkiye'nin kuzeye karşı yüzyıllarca bir kalkanı olmuştur. 1944'de Stalin'in korkunç sürgün emri işte bu seddi tamamiyle ortadan kaldırmak için yapılmış bir hareketti.


Kaynak:turktarih.net

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder