24 Mayıs 2012 Perşembe
232 ) TARİH SADECE İNSANLARI YAZMAZ !..
Satranç düşkünü I. Mahmud'a, İran Hükümdarı Nadir Şah'ın 1741'de gönderdiği armağanlar arasında on adet de fil vardır. I. Mahmud'un karşılık olarak altı yıl sonra gönderdiği armağanlar ise, elçi olarak görevlendirilen Kesriyeli Ahmet Paşa tarafından Şah'a sunulamaz. Bunun nedeni, Nadir Şah'ın bir suikast sonucu öldürülmesidir. Topkapı Sarayı'nda sergilenen "Zümrütlü Hançer", sahibine ulaşamayan armağanlardan yalnızca biridir..
Ataol Behramoğlu, 1972'de, İran Şahı için şu dizeleri yazar :
Elinde ne piyon kaldı, ne vezir, ne kale
Düştü birbiri ardına atlar, filler
Ama Şah hala ayak diremekte
Yeni taşlar bulundu çünkü : Köpekler..
Köpekler hakkında Bernard Shaw ise şöyle demiş : "Zincirlenmiş köpekler mülkün en keskin koruyucularıdır, ama ilk ısırdıkları da onları bu zincirden kurtaranlardır".. Ama hiçbir köpeğin dişleri, Hüseyin Şalvarlı'nın 1964 yılında karşılaştığı dişlerden daha keskin olamaz !. Sabahın erken saatlerinde, balıkçı Hüseyin, orkinos avlamak için oltasını Kız Kulesi önlerinde denize bırakır. 170 kulaç uzunluğundaki oltanın ucuna yem olarak bir torik takmıştır. 43 yaşındaki usta balıkçı, dalgaların bir güreşçi gibi elense çektiği sandalında, ilk olarak 390 kiloluk bir orkinos yakalar. İkinci seferde, yemi kaptırdığı için bir gitarın kopuk teli gibi yukarı çeker oltasını. Üçüncü kez denize salınan oltanın bir ucunda yine bir balık vardır ; ama bu kez durum farklıdır, balık her zamankinden daha büyüktür !. Hüseyin Şalvarlı geriye dönüp baktığında Kız Kulesi'nden giderek uzaklaştığını fark eder. Oltaya takılan dev balık sandalı saatlerce sürükler.. Beylerbeyi açıklarına gelindiğinde balık da, balıkçı da yorgundur ama, kazanan balıkçı olur. Arkadaşı Herekeli Burhan'ın yardımıyla birlikte suyun üstüne çektiği karartı belirginleşmeye başladığı zaman, kendilerine pay bekleyen martılar korkuyla kaçışırlar !.. Suyun üstünde yedi metre boyunda dev bir köpekbalığı vardır !..
İki motor tarafından çekilen köpekbalığı Galata Köprüsü'ne getirilir. Birbirine çatılan üç direk ortasındaki makara yardımıyla, kuyruğundan bağlanan köpekbalığı askıya alınarak sergilenir. "Canavar"ın yakalandığı haberini duyan İstanbullu köprüye koşar. Tarihi günlerinden birini yaşayan Galata Köprüsü üstünde toplanan meraklılar yüzünden trafik aksar..
Boğaz'dan yalnızca köpekbalığı çıkmaz büyük balık olarak.. Örneğin, "İhtiyar Adam ve Deniz" adlı kitabında, yaşlı bir balıkçıyla büyük bir kılıçbalığı arasında geçen öyküyü anlatan Hemingway ; İstanbul'da kaldığı 1922-23 yılları arasında, Boğaz'da gördüğü kılıçbalıklarından etkilenmiş olabilir mi ?..
İstanbul'a 1829 yılında gelen ve iki yıl kalan İngiliz Subay Adolphus Slade, şunları yazar : "Marmara'dan gelen şövalye kılıklı kılıçbalıklarının etinden ; defne yaprağına sarılmış, şişleri küllenmş, mangal kömürünün ateşinde pişirip de tadabildiyseniz, kalp huzuru içinde 'Ulu Tanrım, bu dünyada bana ağız tadı verdiğin için sana şükürler olsun' diye dua edebilirsiniz"
Kılıçbalığının etini en çok seven Osmanlı Padişahı II. Mahmud zamanında, saray sofralarından kılıçbalığı eksik olmamıştır..
Gün gelir, Marmara sularında görülmez olur İstanbul şövalyeleri !.. Kılıçbalıklarının sürüler halinde Çanakkale Boğazı'ndan güneye doğru göç ettiklerini gören balıkçılar, sandallarını kıyıya çekerek altlarına dualar yazarlar. Sorunu çözmek için Saray'da yapılan toplantıda, bir Divan üyesi, Akdeniz'e bir gemi gönderilerek biri erkek, biri dişi, bir çift kılıçbalığının getirilip Boğaz'a bırakılmasını önerir. Ama, bu çevreci düşüncenin uygulanmasına gerek kalmaz. Çünkü 1812 yılında, yaşanılan sorun, kılıçbalıklarının Marmara Denizi'ne geri dönmeleriyle bitmiş olur.. Ama en sonunda, onlar da, bir daha geri dönmemek üzere sularımızı terk ederler..
İstanbul'u terk eden bir başka canlı da fok balıklarıdır.. 1844 yılında, başkente gelen İtalyan Comasgi, Üsküdar'daki İbrahimağa çayırından havalandığı balonla uçarken aniden çıkan ters bir rüzgarla kendini Marmara üstünde bulur. Balonu Heybeliada ve Büyükada arasında kontrol altına alan Comasgi, alçalarak yeniden İstanbul'a doğru yol tutar. İşte tam o sırada bir fok balığının kendisini takip ettiğini görür. İlk kez gördüğü fok balığından korkan İtalyan çareyi yükselmekte bulur. Böylelikle, kendisini Marmara Denizi'ne savuran rüzgara yeniden yakalanarak saatler sonra Yalova'nın Pazar Köyü'ne inmeyi başarır. Ertesi gün, yani 11 Temmuz 1844'de, bir kayıkla İstanbul'a götürülürken korku dolu gözlerini Marmara'nın sularından ayıramaz !..
Köpeklerin kulübeleri varsa, fok balıkları için de yalıların kayıkhaneleri vardır. Adalar ve Tuzla kıyılarında üreyen foklar, kış geldiğinde, boşalan yalıların kayıkhanelerine sığınırlardı.
1910'lu yıllarda, bir fok balığı tüm Sarıyerlilerin sevgilisi olur. Sandallara tırmanan, insanlara sokulan, yaptığı numaralarla herkesi güldüren fok balığı bir gün gözden kaybolur.. Hüzün bulutları aylar sonra, yanında bir yavruyla çıkagelmesiyle dağılır. Böylelikle dişi olduğu anlaşılan fok balığını Sarıyerliler göz bebekleri gibi sakınırlar. Öyle ki, İstanbul'a gitmek üzere iskeleye gelenler, yanlarında onlara atmak üzere balık taşırlar !..
Günlerden bir gün, Sarıyerlileri yasa boğan, korkunç bir kaza yaşanılır !..Yavru fok balığı, iskeleye yanaşan bir Şirket-i Hayriye vapuruyla kazıklar arasında sıkışarak ezilir. Anne fok balığı, ölen yavrusu için her gece ağlarken, iskeleye yakın evlerde derin bir üzüntü yaşanır. Derken, bir gün, anne fok da görülmez olur..
1960'lı yılların sonunda, Galata Köprüsü'nün Eminönü tarafına bağlı bir mavnanın içinde gösteriler yapan "Yaşar" adı verilen bir fok balığını seyredenlerin arasında yazar Sunay Akın da vardır..
İstanbul'un nüfusunun artmasıyla beraber, onlar da Boğaz'ın sularını terk edenler kervanına katılırlar.. Onlardan geriye, Gülhane Parkı içindeki Hayvanat Bahçesi'nin daracık bir kafesindeki bir fok balığı için, Necati Cumalı'nın yazdığı şu dizeler kalır :
Bir merdiven çıkışı var
İki yana of puf
Bir odaya girişi
Çöküşü iskemleye
Gözleri ışıktan kısık
Notlarını karıştırır
Penceresinden bakar
Sanırsın Gülhane'nin foku
Havuzdan çıkmış
Güneşleniyor !..
İkinci gelişi olan 15 Temmuz 1556'dan itibaren, altı yıl İstanbul'da Alman elçiliği yapan Busbecq, Boğaz'ın kıyısındaki yüksek bahçeli evinin bahçesine "Nuh'un Gemisi" adını vermişti. Lale soğanlarını Avrupa'ya göndererek bu çiçeğin tanınmasına yol açan Busbecq ; satın aldığı maymun, ayı, geyik, vaşak, kartal, at, deve gibi hayvanları gözlemekten, yaşamları hakkında bilgi sahibi olmaktan büyük haz almaktaydı..
Bu hazzı, Busbecq gibi sahiplenme yoluna gitmeden duyan yazarlardan biri olan Edmondo de Amicis ise 1870'li yıllarda geldiği İstanbul'daki Türklerin hayvan sevgisi, bilhassa kuş sevgisi hakkında şunları yazmıştır : "Türklerin çok sevip korudukları her cinsten sayısız kuş yüzünden İstanbul'un kendine mahsus bir neşesi ve zarafeti vardır. Camiler, sofalar, eski surlar, bahçeler, saraylar, her şey şarkı söyler, dem çeker, cıvıldar, öter, şakır ; her tarafta kanatların teması hissedilir, her tarafta hayat ve ahenk vardır. Serçeler evlere cesaretle girip çocuklarla kadınların ellerinden yem yer ; kırlangıçlar yuvalarını kahve kapılarının, çarşı kubbelerinin üstüne yapar ; sultanların veya şahısların hayratıyla beslenen sayılamayacak kadar çok güvercin sürüsü kubbelerin saçakları boyunca ve şerefelerin etrafında beyazlı siyahlı halkalar meydana getirir ; martılar sevinçle uçuşur, binlerce kumru mezarlık selvilerinin arasında sevişir ; Yedikule'de kargalar öter, akbabalar daire çizerek uçar ; deniz kırlangıçları uzun diziler halinde Karadeniz ile Marmara arasında gidip gelir, ve leylekler ıssız türbelerin kümbetleri üzerinde lak lak ederler.
Türkler için bu kuşların her birinin güzel bir anlamı veya hayırlı bir etkisi vardır : Kumrular sevdalıları korur, kırlangıçlar yuva yaptıkları evleri yangınlardan korur, leylekler her kış Mekke'ye hacca gider, deniz kırlangıçları müminlerin ruhunu cennete götürür. Böylece minnet duygusuyla ve dindarlıkla Türkler kuşları koruyup beslerler ; kuşlar da onların evleri etrafında, denizin üstünde ve mezarların arasında şenlik eder. İstanbul'da her yerde, insanın başının üzerinde, dört bir tarafında kuşlar vardır. Şehre köy neşesi dağıtan ve ruhumuzdaki tabiat duygusunu durmadan yenileyerek içinizi serinleten cıvıl cıvıl sürüler size şöyle bir dokunup geçer.."
( SUNAY AKIN'IN YAZILARINDAN DERLENMİŞTİR )
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder