21 Mayıs 2012 Pazartesi

231 ) FATİH'İN OTOPSİ RAPORU !..

 
   "Tüm zamanların ilk laik Müslümanı" Fatih Sultan Mehmed'in,  3 Mayıs 1481 Perşembe günü ikindi namazı vaktinde, Gebze'ye yakın Hünkar Çayırı'nda öldüğüne ait haberi, İstanbul halkından önce bir Venedik casusu öğrendi ve derhal başkentteki Venedik Cumhuriyeti baliosuna bildirdi. Balio hemen tek cümlelik bir name yazdı ve bir kuryeye teslim etti. Namede şu yazıyordu : "La Grande Aquila é Morta" 
(Büyük Kartal Öldü ! )
   Kurye, birkaç at çatlatarak, haberi on altı gün içinde Venedik'e ulaştırdı. Haberi öğrenen Papa, üç gün üçü gece bütün Avrupa kiliselerinin çanlarının çalınmasını ve şükran duaları edilmesini emretti.. İtalya'da toplar atıldı, şenlikler yapıldı. Ama bu arada Fatih'in kendilerini Papa'nın ve Venedik'in baskısından kurtarmasını bekleyen küçük İtalyan hükümdarları üzüldüler, talihlerine küstüler.. Çünkü 28 Temmuz 1480'de, Gedik Ahmed Paşa'nın Otranto'ya çıkmasından bu yana birçok İtalyan, Türk egemenliğini hem kaçınılmaz görüyor hem de bunu istiyorlardı..Örneğin Anconalı şair Doris, "Türk Donanması Şarkısı" adlı şiirinde, şehir halkının Türk askerini getirecek donanmayı nasıl bir umutla beklediklerini anlatır.. Bunun sebebi, Papa X. Leo'nun, Ancona halkına büyük baskı yapmasıydı. Ravenna kenti de aynı durumdaydı. Ravenna murahhası, Papa'nın temsilcisi Kardinal Giulio Medici'ye şöyle demişti : "Hele Türkler bir gelsinler ; hiç tereddüt etmeden Osmanlı tebaası olacağız".. Floransa'da Fatih'in resmini taşıyan madalyonlar kestiren Lorenzo de Medicis, peşinen yenilgiyi kabullenmiş görünüyordu.. Ferrara devleti de gelecekteki hükümdarlarını selamlamak için bir Fatih madalyonu bastırdı. Madalyonun üzerinde Latince şu ibare vardı : "Svltani Mohammeth Octhomani vguli bizantii Imperatoris, 1481", arka yüzünde de, "Svltanvs Mohammeth Othomanvs Tvrcorvm Imperator" ( Türklerin ve Doğu Roma'nın imparatoru Osmanoğlu Sultan Mehmed) yazmaktaydı..




   İşte İtalyan devletlerinin bu kadar umutsuz bir döneminde, Papa'nın, duyduğu güvensizlik nedeniyle, Fransa'daki Avignon kentine çekildiği günlerde gelen haberin İtalyanları bu kadar sevindirmesinin nedeni buydu..
   Peki nasıl olmuştu da 49 (bazı kayıtlara göre 51 ) yaşındaki, nikris yani gut hastalığından başka bir derdi olmayan padişah aniden ölüvermişti ?..  Eceliyle mi ölmüştü, ihmalkarlıktan mı ölmüştü, zehirlendiğinden dolayı mı ölmüştü ?.. Zehirlendiyse, kim zehirlemişti ?.. Venedikliler mi, Memluk Sultanı mı, büyük oğlu Bayezid mi ?..
   Nikris ağrılarının çok şiddetli geçtiğini ; örneğin 1475'de çıktığı Boğdan seferini, artan ağrıları yüzünden yarıda bıraktığını yerli yabancı birçok tarihçi yazmaktadır.. Ama insanı aniden öldürecek bir hastalık değildir. Buna rağmen, çok geniş çaplı bir araştırma yapan Şehabeddin Tekindağ, Fatih'in eceliyle öldüğünü iddia edenlerin başını çekmektedir. Kanıt olarak da ; dönemin Türk kaynaklarında Aşıkpaşazade'nin o meşhur şiiri dışında, zehirlenmeden hiç bahsedilmediğini, yine o dönemin Arap ve İtalyan kaynaklarında da bir kayıt olmadığını söylüyor..
   Zehirlendiğini iddia edenler de aralarında ayrılıyorlar.. Birinci görüş ; Amasya Valisi Şehzade Bayezid'in ; veziriazam Karamani Mehmed Paşa'nın, kardeşi Cem lehindeki girişimleri nedeniyle başhekim Acem Lari'yi kullanarak babasını zehirlettiği.. Acem Lari dört yıl sonra 1485'de Edirne'de öldüğünde, Edirneliler arasında Bayezid tarafından zorla verdirilen aşırı dozda afyon nedeniyle öldürüldüğü dedikodusunun dolaştığını ise kanıt olarak gösterirler..
   İkinci görüş ; Memluk Sultanı Kayıtbay'ın Acem Lari'yi kullanarak padişahı zehirletmiş olmasıdır.. Memluk sultanının bu konuda daha önceki bazı girişimlerini kanıt olarak gösterirler..
   Üçüncü ve en çok taraftar bulan görüş ise ; Venediklilerin Fatih'in başhekimlerinden Yakup Paşa aracılığı ile padişahı zehirlettiğidir..
   İlber Ortaylı, "Yönü belli olmayan bir sefere çıkarken zehirlenerek öldürülmüştür. Tarihi veriler bu seferin İtalya üzerine olduğunu gösteriyor. Ayrıca İtalyanlar o dönemde zehir konusunda çok uzmanlaşmış bir milletti." diyor..
   Ünlü Osmanlı tarihçisi Franz Babinger ; Venedik Devlet Arşivleri belgelerindeki incelemeleri sonucu yazdığı bir makalede, Venedik'in, Fatih'e karşı, 1456 ile 1479 arasında bir düzine kadar suikast girişiminde bulunduğunu iddia ediyor. Arnavut Paul adlı bir berber, Trogirli bir denizci, Vlaco adında Yahudi bir hekim, Floransalı Francesko Baroncello, Krakowlu bir Polonyalı ve Katalonyalı bir maceraperest, bu girişimlerde Venedik adına rol alan kişilerden bazıları..Venedik'in büyük paralar karşılığında anlaştığı kişilerden birinin de Fatih'in özel doktoru Yakup Paşa olduğu arşiv belgelerinden anlaşılmasına rağmen, Babinger objektif olmayan bir yorumla, suikast işinin yarım kaldığını belirtiyor..
   15. Yüzyılda, Papa V. Nikola'nın, Yahudi hekimlerin verdikleri ilaçlarla Hıristiyan ruhunun zedeleneceğini söylemesiyle işleri bozulan ve bu yüzden de Osmanlı topraklarına geçen Musevi hekimlerden birisi de Gaetalı Jacopo'dur. Önce Edirne'ye yerleşen Jacopo Müslüman olup Yakup adını aldıktan sonra, II. Murad'ın zamanında saray hekimliğine başlar.. 1468'de İtalya'ya bir ziyaret yaparak Arapça'dan Latince'ye çevrilmiş bazı tıp kitaplarını inceler.. Bir süre sonra da Venedik, dikkat çekmemek için, Floransalı Lango Degli Albizzi' yi gönderir başkente. Degli, İstanbul'daki Floransa Konsolosu aracılığıyla Yakup Paşa ile görüşür. Birkaç tarihçinin iddiasına göre, 10.000 altın peşin, suikast başarılı olduğu takdirde Venedik'e ailesiyle sığınma hakkı ve 25.000 altın daha vaad edilir..
 
   Venedik Devlet Arşivlerini inceleyen bir tarihçi de Ahmet Almaz, "Fatih Sultan Mehmet Nasıl Öldürüldü ?" adlı kitabında ilginç bazı şeyler açıklıyor..
   Fatih'in gut nedeniyle çektiği bacak ağrılarına bir çare bulamayan hekimler kan almaya karar verirler fakat ağrılar daha da çoğalınca ; Aşıkpaşazade'nin "Şarab-ı Fariğ" dediği ama aslında "Şarab-ı Faruk" olması gereken, bir adı da "Cehennem Macunu" olan ilacı vererek acıları dindirmek isterler. Bu da fayda etmeyince, 3 Mayıs 1481 Perşembe günü, ikindi namazı sıralarında yaşamını yitirir..
   Ahmet Almaz, kitabında, bu ilacın formülünü de verir. "Güc lebüken 10 dirhem, zencebil 10 dirhem, karanfil 5 dirhem, darcın 8 dirhem, beşbase 8 dirhem, gevz buvva 10 dirhem, Anisun 10 dirhem, mastika 5 dirhem, ud belesan 10 dirhem, aşarun 10 dirhem ve misk çekirdeği 1 dirhem.." 
   Yazar, bu formülün içinde iki tanesine dikkat çekiyor ; Güc lebüken = Ceyz-i Mukayyi = Karga Büken ağacının tohumlarından elde edilen madde, köpekleri öldürmek için kullanılır. İçinde Sfcrychnin, Brucin ve Vomicine gibi üç adet etkili alkoloid madde bulunmaktadır. Bunlardan elde edilen Striknin, hekimliğin ve eczacılığın önemli bir maddesidir. Kararında kullanılırsa faydalı olabilir fakat dozu artırıldığında çok tehlikeli bir zehire dönüşebilir.. İkinci tehlikeli madde ise, Asarun = Meyhaneci Otu = Çoban Düdüğü = Yabani Nardin' dir..
   Ne dersiniz, bu tariflerin üzerine epey senaryo yazmak olası değil mi ?..
   Ortada tanısı çok da net konulamayacak bir ölüm olayı var.. Nasıl ki gidilen sefer karanlık bırakılmaya çalışılıyorsa, ölüm de öyle.
   Erdoğan Aydın'a göre ;( benim de mantığıma en uygun gelen görüş budur ) Karamani Mehmed Paşa ve Yakup Paşa'nın Fatih'i zehirleme olasılığı hiç yoktur ; çünkü ikisi de Fatih'le birlikte Sarayın en üst konumlarında olmalarına karşın onun yokluğunda, öldürülmeseler bile iktidardan düşeceklerdir.. Çünkü Saraya giderek egemen olan hizip karşısında tutunacak güçleri yoktur. Ayrıca, Venedik ne vaat ederse etsin, Venedik'te Musevilerin neler çektiğini bilen ve Osmanlı sarayında yıllardır refah içinde yaşayan hekim, neden böyle bir işe girsin ? Bir de otuz yıldan beri süren bir yakınlık, bir dostluk var padişahla aralarında..
   Acem Lari'nin zehirleme olasılığı daha kuvvetlidir ama son anda değil ; daha saraydayken.. O dönemlerde zehirleme teknikleri epey bir mesafe katetmiştir ve bazılarının sonucunun günler sonra alındığı da biliniyor..
   Çıktığı sefere ilişkin net bir şey söylenmemesi, ayrıca dikkat çekici. Mısır'a gittiği tahmin ediliyormuş ; ancak bunu kimseye söylemiyormuş !..Böyle bir seferi neden saklasın ?. Daha önemli olan Uzun Hasan ile olan savaşa giderken saklamıyor da Memluklar üzerine giderken neden saklasın ?.. Sözkonusu gizliliğin altında başka bir hedef aranmalıdır.Tıpkı Trabzon'a sefere çıkmış gibi görünüp Candaroğlu'nu bastırması gibi, örneğin Memluklar'a sefere çıkmış görüntüsü verip Bayezid'i bastırması olasılığı üzerinde durulması gerekir.. Üstelik iddia edildiği gibi böyle hastalıklar içindeyken, ta Mısır'a kadar gitmeyi göze alması, nesnel tarihçilik açısından ciddi kuşkulara neden olan bir durumdur..
   Esasen Bayezid'in Fatih tarafından sevilmediği, buna rağmen Saraydaki konumunun çok güçlü olduğunu biliyoruz. Burası çok önemlidir, Fatih gibi mutlak bir hükümdarın sevmediği, ancak bizzat kendi sarayındaki dengeler nedeniyle bir şey yapamadığı bir konumdadır Bayezid. Kapıkulu ocakları ve bilhassa yeniçeriler ve devlet erkanından bazıları, Fatih'e rağmen Bayezid'i kollamaktadır. ( İ.H.Uzunçarşılı )
   Fatih, devletin mali olanaklarını artırmak için tarikat vakıflarınınki dahil toprakların devletleştirilmesi yoluna gittiğinden şeriatçı çevrelerle olan ilişkisi önemli oranda kopmuştu. Önce devşirme iktidarının kurumlaşmasını sağlayan Fatih, bunların sınırsız güçlenişi karşısında tekrar ve yine Türk aristokrasisini güçlendirme yoluna gitmişti. Yayılma politikasını da onlar destekliyor, devşirmeler ise barış istiyorlardı..Roller değişmiş, ittifaklar değişmişti. Daha çok hareketli ve askerliğe yatkın olan şehzade Cem Türk soyluları, barışçı olan şehzade Bayezid ise devşirmeler tarafından destekleniyordu. Sanılanın aksine Fatih, kadir-i mutlak güçte değildir. Gerek süreğen savaş politikasının kapıkullarındaki tepkisi, gerekse halka yüklediği vergiler ve para değerinin sürekli düşmesinin yarattığı tepkiler onu iyice güçten düşürmüştür..
   Fatih'in kendisinden sonra düşündüğü halefi de Cem'dir. Doğrudan halef belirlememiş de olsa, "Kanunname'de numune olarak şehzadelere yazılacak fermanda misal olarak Cem'in ismi zikredilmiştir."  Uzun Hasan'ın üzerine giderken, bu uzun ve riski yüksek sefere çıkarken, oğulları Bayezid ve Mustafa'yı yanına almış, yerine İstanbul'da Cem'i bırakmıştır. Bunun anlamı ise açıktır : Kendine bir şey olduğu takdirde taht otomatikman Cem'indir.. Ama Çandarlı'nın kişisel gücünden yoksun bir Karamani ile Cem'in başarılı olması neredeyse olanaksızdır.. Ve olamaz da !...        

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder