23 Haziran 2012 Cumartesi
242 ) BİR BÜYÜKELÇİNİN RUSYA MACERASI !..
Ankara Hükumetinin ilk Moskova Büyükelçisi Ali Fuat (Cebesoy) Paşa heyeti ile, Sovyet Rusya'da antlaşma imzalayacak olan Yusuf Kemal heyetini götüren tren, Bakü'den Moskova'ya on bir günde gidebilmiş. Zaten uzun olan yolun bu son bölümü, pek güvenli değilmiş. Büyükelçimizin yanına, Yüzbaşı İdris Çora komutasında, sekiz Türk neferi verilmiş. Rostov'dan geçerken, Sovyet Hükumeti de trene bir makineli tüfek takımı yerleştirmiş. Ayrıca Kuzey Kafkasya'dan sonra katarın önüne zırhlı bir kılavuz treni konmuş. Bu önlemlere rağmen, Türk Büyükelçisi ve Bakanlar ciddi bir tehlike atlatmışlar..
Sovyet Hükumeti, Rusya içinde güvenliği henüz tam olarak sağlayamıyor. Rejime karşı, silahlı direnişler yer yer devam ediyormuş. Çoğu köylülerden oluşan büyük çeteler kol geziyor ; köyleri, kasabaları basıyor, yolcu trenlerini vuruyormuş. Bizimkilerin yolu üzerinde de böyle çeteler varmış. Zeloni adı verilen bu çetelerden biri, bin mevcutlu Mahno çetesiymiş. Voronoj havalisinde de bir öğretmenin komutasında bir başka çete dolaşıyormuş. Marusia adlı yaman bir kadının çetesi de Rezan yöresini kasıp kavuruyormuş..
Kursak'tan sonra bir istasyonda, öndeki zırhlı tren bizimkilerden ayrılmış, yalnız başına ilerideki istasyona gitmiş. Bizimkiler neden sonra hareket etmişler. Ama biraz sonra heyetlerimizi götüren katar birdenbire durmuş. Katar şefi : "İleride, mevcudu kalabalık bir çetenin yolu tahrip ettiğini sanıyoruz. Bizden ayrılan lokomotif yolu muayene edecektir. Eğer tahrip olunmuş ise geri döneceğiz" demiş.
Şefin bu açıklaması üzerine, trendekiler de hemen savunma önlemleri almışlar. Vagonun pencerelerini eşyalar ile kapatıp sipere yatmışlar. Rus makineli tüfek takımı ile bizim ufak mangamız da trenden inmiş ve etrafı kolaçan edip mevzilenmişler. Bir süre böyle tetikte beklemişler. Sonra lokomotif tekrar gelip trene bağlanmış ve yola devam edilmiş. Sonradan öğrenilmiş ki, o büyük çetelerden biri bizimkilerin yolunu kesmek istemiş, ama zırhlı treni görünce çarpışmayı göze alamamış..
Yusuf Kemal Bey ile birlikte, ikinci delege olarak, aynı trenle Moskova'ya gitmekte olan Dr. Rıza Nur, trenin Rostov'da üç gün durduğunu anlatır. Bunun sebebi, istasyon şefinin Ermeni olması, Türklere olan düşmanlığı nedeniyle de engellemeye, geciktirmeye çalışmasıdır !.. Sonunda bizimkiler Moskova'ya telgraf çekerler. Moskova özür diler.. Tren, özel bir tren olarak yola çıkarılır. Bu defa silahlı çetelerin saldırısıyla burun buruna gelirler. Bizimkilere musallat olmaya kalkışan da Marusia adlı korkunç dişinin başında olduğu çeteymiş !.. Rıza Nur, aynen şöyle anlatır :
"Gidiyoruz. Bir ara yolun ortasından geri geri gitmeye başladık. Sebebini anlayamadık. Herhalde mühim bir sebep olacak. Arkadaki istasyona gelip başka bir hatta geçerek Moskova'ya doğru yollandık. Onun da sebebini öğrendik : Bir süredir, Harkov çevresinde bir Rus kadın türemiş, başına adamlar toplamış. Öteyi, beriyi, trenleri basarmış. Erkeklerin tenasül uzuvlarını kontrol eder, sünnetli bulduğunu Yahudi diye kesermiş. Bizden evvel hareket eden bir treni basmış, bizim trene haber yetişmiş ve trenimiz geri kaçmış. Maazallah büyük bir beladan kurtulmuşuz. Karı bizi de kontrol edecek, sünnetli bulacak, kıtır kıtır kesecek !.. Müslümanız desek dinlemeyecek. İkisi de aynı şekildir. Bize belalar varmış ! Ne felaketli bir işe girmişiz ! Vatan yolunda bir tehlikeden öbürüne koşup duruyoruz. Aslında Yahudiler 'Lecan' denilen haşefenin altındaki deriyi keserler, Müslümanlar ise kesmez. Bunu herkes bilmez, hatta hekimler bile. Ben iyi bilirim, uzmanım ve burada olmam bir nimet. Ama o anda çetebaşı karıya bunları anlatmanın ve gösterip bizimki başka diyerek kandırmanın imkanı var mı ? Ne ise, verilmiş sadakamız varmış.."
Bu belayı da sağ salim atlattıktan sonra, büyükelçimiz ve yanındakiler, nihayet 19 Şubat akşamı Moskova'ya varırlar. Ali Fuat Paşa, Ankara'dan yola çıktığı 1 Aralık 1920 gününden tam seksen gün sonra, Moskova'ya varmıştır.Oysa, Jules Verne'in kitabındaki kahramanlar, bu kadar gün içinde dünyayı dolaşır !..
Sovyet başkentine ayak bastıkları gün hava sıcaklığı sıfırın altında 27 imiş !.. O dondurucu soğuğa rağmen büyükelçimizi büyük bir kalabalık istasyonda karşılar..
Sovyet Hükumeti bu kez iddialıdır, altı ay önce Bekir Sami Bey heyetine karşı gösterdiği soğuk davranışını affettirecek, unutturacaktır.. Belki bu nedenle ölçüyü kaçırırlar. Büyükelçi Ali Fuat Paşa'ya olağanüstü bir itibar gösteriyor. İstasyonda, bir tören kıtası hazırlanmıştır. Büyükelçimiz kıtayı selamlar. Heyetlerimizi götürmek üzere otomobiller dizilmiştir. Bunlardan birine Ali Fuat Paşa, Yusuf Kemal Bey, Dr. Rıza Nur binerler. Öteki otomobillere, heyetlerdeki öteki görevlilerimiz binerler ve yola çıkarlar. Bundan sonrasını Ali Fuat Paşa şöyle anlatır :
"Kalmamız için ayrılmış olan binaya kadar, yol boyunca, Moskova askeri garnizonu merasime çıkarılmıştı. Otomobilimiz yavaş yavaş ilerliyordu. Bazen yere inerek kumandanların selamlarına karşılık veriyorduk. Bandolar devamlı olarak marşlar çalıyorlardı. Törene katılan kıtaların bir tümenden daha fazla olduğu anlaşılıyordu... Her tür protokol ve uluslararası kuralların üstünde, örneği az görülen bir tören yapıldığı muhakkaktı. Çok duygulanmıştık.."
ÇEKA arması Dzerzhinskiy (1917-1926) ÇEKA Başkanı
Bir aya kalmadan Türk-Sovyet Dostluk Antlaşması imzalanır.. İkili ilişkiler pek güzel gitmektedir.. Ama bir sonraki yıl, büyükelçilik personeli, ÇEKA'nın (Sovyetler Olağanüstü Polis Örgütü) kaba bir saldırısına uğrar. Ali Fuat Paşa, saldırıyı protesto ederek Moskova'yı terk etmek zorunda kalır.
ÇEKA, o yıllarda ülkede bir terör havası estirmektedir. Herkesten kuşkulanmakta, her tarafı kasıp kavurmaktadır. Rıza Nur hatıralarında, orada gördüklerini anlatırken der ki :
"Halkta kara sefalet var. Hükumette aksine büyük bir şiddet var. ÇEKA diye bir şey var. Birini yakalıyor, sorguluyor, hüküm veriyor, sonra da tabancasını çekip öldürüyor. Yani bu adam hem polis ve jandarma, hem sorgu hakimi, hem hakim, hem de cellat. Hepsi birden. Böyle adalet, hiçbir yüzyılda, hiçbir yerde görülmemiştir. Hükümleri de genellikle de idamdır.. Moskova'da bulunduğum süre içinde, diplomatik dokunulmazlığıma rağmen, kendimi kurulmuş bir cehennem, patlayacak bir bomba üstünde oturuyorum zannettim. Bu, memleket değil, cehennem.."
İşte bu ÇEKA, 21 Nisan 1922 akşamı, askeri ataşelerimizin oturdukları apartmanı basıyor. Apartmanda dört askeri ataşemiz vardır : Binbaşı Ziya (Ekinci), Yüzbaşı Saim (Önhon) ve eşi Münire Hanım, Yüzbaşı İdris Çora ve Yüzbaşı Emin Beyler. Apartmanda ayrıca Orşevski adlı bir Rus subayı da ziyaretçi olarak bulunmaktadır. Saat 18:30'da, dokuz ÇEKA polisi, ellerinde silahlar, kapıyı tekmeleyip hışımla apartmana dalıyorlar. Başlarında ÇEKA Komiser Yardımcısı Smirnov vardır. "Davranmayın, haydutları arayacağız" diyorlar. Evin telefonu da önceden kestirilmiştir. Ne evden dışarıya, ne de dışarıdan eve telefon edilemiyor. Eşkıya gibi dokuz adam, evin altını üstüne getiriyor, her tarafı didik didik ediyorlar. Resmi ve özel evrakı, subaylarımızın tabancalarını, bazı değerli ufak tefek şeyleri bir çantaya tıkıyorlar ve çantayı mühürlüyorlar. Sabaha karşı saat 02'de evden çıkıp gidiyorlar. Yüzbaşı Emin Bey'i de birlikte götürüyorlar.
Büyükelçi Ali Fuat Paşa, olayı öğrenir öğrenmez, hemen o gece, Başkatip Aziz Bey'i Rus Dışişleri Bakanlığına koşturuyor. Başkatip, kimseyle görüşemiyor, ancak Dışişleri Müsteşarı Karahan'la telefonda bir görüşme yapabiliyor. Karahan, ertesi gün saat 11:00'e kadar bu olayı çözeceği sözünü verir. Ama ertesi gün ses seda çıkmaz. Bunun üzerine büyükelçimiz, 22 Nisan günü Dışişlerine ilk notayı verir. Yüzbaşı Emin Bey ve çantanın iadesini, çantanın içindeki evrakın incelenmesi için bir Sovyet görevlinin gönderilmesini ve bu tür olayların bir daha tekrarlanmaması için güvence istemektedir. Bu durum devam ederse görevini yapamayacağını ve Türkiye'ye geri dönmek zorunda kalacağını da ilave eder..
Rus polisi, yumuşayıp özür dileyeceği yerde, daha da sertleşir. Polis merkezinde altı yedi kişi Emin Bey'in üzerine çullanır, sille tokat elindeki çantayı alır, kendisini de kapı dışarı ederler !.. Ali Fuat Paşa, bu defa daha sert bir nota verir. Dokunulmazlığımıza saygı gösterilmediğini, Devletler Hukuku kurallarının ayaklar altına alındığını, bir askeri ataşemizin polislerce dövüldüğünü ve yaralandığını anlatır ve bunu "en şiddetli biçimde protesto" ederek suçluların cezalandırılmasını ister. Sonra da bazı çalışma arkadaşlarıyla birlikte memlekete döneceğini de bildirir.
Bu arada Ruslar, büyükelçiliğimizin Ankara ile telgraf haberleşmesini on gün boyunca engellerler. 22 Nisan tarihinden 2 Mayıs'a kadar büyükelçinin çektiği bütün telgrafları durdururlar. Buna karşılık Rus Dışişleri, olayı kendilerine göre çarpıtarak Ankara'ya duyurur. Ali Fuat Paşa'nın ilk telgrafı ise ta 3 Mayıs günü Ankara'ya ulaşır ve Türk Hükumeti ancak o zaman işin aslını öğrenir. Aynı gün Dışişleri Bakanlığımız, Rus elçiliğine bir nota verir ve özetle şunları bildirir :
"Rus memurlarının davranışı, her türlü Devletler Hukuku kuralına aykırıdır. Çantanın iade edilmeyerek zorla alınması ve memurumuzun dövülmesi ise saldırıyı daha da şiddetlendirmiştir. Bu durumda Türk Büyükelçisi, Moskova'da bırakılamaz. Özür dilenmez ise büyükelçimiz geri dönecektir. Türkiye, suçluların şiddetle cezalandırılması için ısrar etmektedir. Yoksa bu, Rus Hükumetinin Türkiye ile dostluk politikasına son vereceğine delalet edecektir. Türk Dışişleri Bakanlığı bu vehim olayı şiddetle protesto etmektedir" ..
Ali Fuat Paşa, 10 Mayıs 1922 günü dört ataşe ve on kadar erle, Moskova'dan ayrılır, 2 Haziran'da geldiği Ankara'da, aynı akşam Gazi'nin konuğu olur. Mustafa Kemal Paşa şunları söyler :
"Batılılar, gaflet edecek olurlarsa, eskisinden daha kuvvetli emperyalist bir Rusya meydana çıkabilir.. Sovyet Rusya ile daima iyi komşu olmaya gayret etmeliyiz.. Fakat ne haklarımızdan en küçük bir şey feda etmeliyiz ve ne de oyunlarına kapılmalıyız.."
( "Bizim Diplomatlar", Bilal N. Şimşir )
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder