21 Ağustos 2012 Salı

263 ) SEYYAH OLDUM ŞU OSMANLI'YI GEZERİM !..

  

   Osmanlı günlüklerinde Osmanlı toplumuna ve toplumun sosyal ve kültürel yaşantısına dair bilgi bulmak güçtür. Sultan tarafından atanmış resmi görevli tarihçilerin yazdığı bu günlüklerde genellikle askeri seferler, savaşlar, siyasi ve diplomatik ilişkiler, devrin hükümdarının izlediği siyasete dair bilgi verilir. Bununla beraber çok zengin Osmanlı arşivlerinde devletin yönetim politikası, güvenlik ve adaletle ilgili belgelerde Osmanlı sosyal tarihini aydınlatacak kayıtlar vardır..
   Gözlemlerini ve yaşadıkları olayları kaydeden görgü tanıkları çoğunlukla seyyahlardır. Osmanlı seyahatnamelerinin sayısı azdır. En iyi bilineni 17. yüzyıl Osmanlı gözlemci Evliya Çelebi'nin seyahatnamesidir. Diğer bir Osmanlı seyyahı Latifi'nin şiirsel günlüğü, 17. yüzyıl İstanbul'unda sosyal ve kültürel yaşam için iyi bir kaynaktır. Bununla beraber Osmanlı ile ilgili seyahatnamelerin çoğu Avrupalı seyyahlar tarafından yazılmıştır.
   Yabancı seyyahların gözlemlerine bir kanıt olarak, onların yazdıkları Osmanlı kanunnameleri ve belgeleriyle karşılaştırıldığında ; seyyahların kayıtlarındaki bilgilerin Osmanlı kayıtlarında aynı şekilde yer aldığı görülmüştür. Örneğin ; 17. yüzyıl ortalarında İngiliz seyyah Robert Withers'in yazdığına göre, devşirme bir devlet görevlisi ölünce mülkünün üçte ikisi devlet hazinesine kalırdı. Bu bilgi aynı zamanda Ömer Lütfü Barkan'ın yayımladığı "Osmanlı Kanunnamesi"nde yazılıdır..
   
   Güvenilir ve tarafsız seyyahların arasında ; Alman elçisi Busbecq, seyyah Dernschwam, Fransız diplomat Chevalier d'Arvieux, Burgonya Dükası Philippe le Bon'un sofra zabiti ve müşaviri olan Broquiére, Birinci Ferdinand'ın elçi heyetinin Latince tercümanı olan B. Kuripecic, Fransız elçi d'Aramon, Fransız coğrafyacı de Nicolay ve Fransız seyyah Canaye, İngiltere Büyükelçisi Harborne'un vekilharcı John Sanderson, İngiliz seyyah George Sandys, İskoç seyyah William Lithgow, İtalyan seyyah Dellavalle, Fransız diplomat Louis Gedoyn, Fransız gezgin Thévenot, Danimarkalı seyyah Des Hayes, Fransız seyyah Grelot, Fransız seyyah Antoine Galland, Hollandalı seyyah De Bruyn, İngiliz seyyah Jean du Mont sayılabilir...
   Örneğin, 14. ve 15. yüzyıllarda Balkanlar'da Osmanlı fütuhatı dolayısıyla yapılan Niğbolu Savaşı'nda esir alınan Münihli Schiltberger, 1396 ile 1411 arasında tanık olduğu olayları yazmıştır. Bu olaylar arasında Bayezid'in Sivas'ı alması, Timur'a savaşta kaybetmesi ve Timur'un ölümü gibi...
   17. yüzyıl sonlarında, 1694'de, Anadolu'da seyahat eden bir Fransız misyonerinin Türklerin karakterine dair kaleme aldığı notları şöyledir :
"Türkler barbar ve zalim değillerdir. Onlar adaleti yalnız kendi aralarında değil düşmanları için de olsa ayırım yapmadan yerine getirirler. Onlar gerçekten yiğit, gururlu ve azametlidirler. Doğuda ve batıda yaptıkları fevkalade fetihler onların imparatorluğunu Afrika, Asya ve Avrupa'da genişletti. İstanbul'daki yabancıların dinleri, mükemmel İslam dini tarafından yüksek saygı gördü. Gerçekten Türkler, diğer milletlerden ve onların cemaat ve tarikatlarından daha derin olarak dinlerinin verdiği ilhamla hareket ederler. Bu yücelikten dolayı onlar tatlı, sadık ve güvenilirdir. Bizim misyonerlerimizin edindiği tecrübeye göre, bir Türk ağasının koruyuculuğu bir Hristiyan Rum veya Ermeni dönmeye tercih edilir. Eğer Türkler arasında insaniyetsiz ve barbar olanlar varsa, böyleleri ancak dönmelerdir.."
   1690'larda İstanbul'da kalan Fransız seyyah Jean du Mont da şunları yazmıştır :
"Onlar hemen hemen her şeyde bizim tam tersimizdir. Biz yeni bir usul, yeni bir moda bulunca eski adetlerimizi hemen terk ederiz. Türkler bu yüzden Fransızları dönek ve kararsız olarak nitelerler. İtiraf etmeliyim ki onların huyuyla bizimkini incelediğim zaman, önyargılardan mümkün olduğunca arındıktan sonra, bu milletin dehasına ciddi olarak saygı duydum.."
   1611'de gelen İskoç Lithgow ;
"Türkler inanırlar ki herkesin kaderi önceden alnına yazılmıştır. Bu yüzden en kaçınılmaz tehlikelerde öncülük ederler.." der ve Rumeli ile Anadolu'da yaşayan Türkleri şöyle tanımlar :
"Bunlar genellikle iyi karakterlidirler. Ne avare, ne de gereksiz çalışkandırlar. Padişaha köle gibi bağlıdırlar. Erkeklerin başları daima tıraşlıdır. Yalnız tepede bir tutam saç bırakırlar. Sakalları uzundur, ciddiyet ifadesi için bırakılır... Kadınlar alçak boylu ve topludurlar. Dışarıdayken örtünürler, korkarlar ve örtünürler. Halbuki evde çok güzeldirler. Simsiyah kaşlı, geniş ağızlı ve iri gözlüdürler.."
   Hollandalı de Bruyn ; notlarında "kebin" denilen bir evlenme hakkında bilgi verir. Bir süre için, geçici olarak bir kadınla evlenmek, uzun zaman ülkesinden ayrı kalan yabancıların Osmanlı sınırları içinde, yerli Rum kızlarıyla yaptıkları bir evlilik türü.. Böyle bir evlenme için iki taraf anlaştıktan sonra kadı önünde evlenme akdi yapılırdı. Süre dolduğunda kadına, daha önce belirlenmiş miktar ödenirdi..
   John Morritt 1794'de Viyana'dan İstanbul'a seyahat eden bir İngilizdir. Coşkulu bir üsluba sahip olan Morritt, "Varlıklı ve eğitimli İngiliz gezgini" tipinin temsilcisidir ve ailesine yazdığı mektuplarda Osmanlı'yı ustalıkla resmetmiştir. Morritt, "Temeşvar ile Hermannstadt arasında küçük bir han"dan ailesine şu satırları yazar :
"Burada Macarca'dan Ulahça'ya kadar birçok dil konuşuluyor.. Biraz ileride Rumca ve Türkçe konuşuyorlar, Viyana ile Konstantinople arasında dil altı kez değişiyor, şöyle ki : Almanca, Slovakça, Macarca, Ulahça, Rumca ve Türkçe.. Dünyanın hiçbir yerinde, bu kadar küçük bir alan içinde bu kadar fazla sayıda dil konuşulduğunu sanmıyorum. Erdel kesinlikle hoş ve belki de verimli bir şehir, ancak sınırda olduğu için Türk saldırılarına açık, bu yüzden de tarım, olması gerektiği gibi gelişmiş değil. Türklerin de onlarla neredeyse hiç ticareti yok.."
   Gezi notlarının sonraki satırlarında Morritt, imparatorluğun belli şehirler üzerindeki hakimiyetinden, yolculuk güzergahlarından ve kültürel geleneklerinden bahseder :
"Haritada göreceğiniz gibi Erdel'den ayrılmamızdan çok az bir süre sonra Türk topraklarına girdik. Osmanlı Devleti'ne ait olan ilk eyalet niteliğindeki Eflak, Eflak Voyvodalığı'nın doğrudan yönetimi altındadır ve tamamen Hristiyanlardan oluşur. İttifak antlaşmasına göre ; Türklerin burada ibadet yapmaları veya eşlerini yanlarında getirmeleri yasaktır.. Bükreş'e giderken Arjis ve Pitesti şehirlerinden geçtik. Gerçi her ikisi de küçük, ama haritanızda muhtemelen bunları görebilirsiniz. Erdel'den ayrılırken yataklarımıza, masalarımıza ve sandalyelerimize veda ettik. Çünkü gerek Rum Hıristiyan kökenli Eflaklar gerekse Türkler hiçbir zaman yüksek bir sandalyede oturmazlar ve her zaman kıyafetleriyle birlikte halıların üzerinde uyurlar.." Ve devam ediyor :
"Hermannstadt'tan ayrıldığımızdan beri bir Yunan ülkesinde yol alıyoruz ve her şey o kadar yeni, o kadar sıra dışı ki sanki kendimizi 1001 Gece Masalları'nın içinde bulmuş gibiyiz. Buraya vardığımızda başkente gitmek üzere olan habercilerle karşılaştık ve bizi de götürmeleri konusunda anlaştık. İki yeniçeri göz kulak olmak için yol boyunca bize eşlik ediyor. Burada her şey için onlara çok para ödüyoruz, ama onlar da bütün yol boyunca, herhangi bir zahmete katlanmadan ve tercümanımız olmaksızın yiyecek, ev ve istediğimiz her şeyi bulmamızı sağlıyorlar. Yaklaşık dokuz gün içinde Konstantinople'de olmayı umuyoruz ; taşıtla yaklaşık on beş gün sürüyor ve yol çok kötü. Bize söylendiğine göre tüccarlar ve diğer kişiler bu yoldan her gün geçtikleri için burada hiçbir tehlike yokmuş.." 
  
   Diğer Avrupalı gezginler, lojistikle ve Osmanlı topraklarında seyahat etmenin niteliğiyle ilgili bu tip konulardan daha detaylı olarak bahsetmektedirler. 1554-1562 arasında Osmanlı topraklarında kalarak Osmanlı'nın işleyişine epey aşina olan Habsburgların Osmanlı elçisi Ogier Ghiselin de Busbecq bunlardan biridir..
   İstanbul'a karayoluyla giden Busbecq, dağ geçitlerinden, konaklama yerlerinden, şehirlerden, kalelerden ve Tuna'da kayık gezisinin ne kadar güvenli olduğundan bahseder..
   Busbecq, Belgrad'a ulaştığında buradaki Antik Roma yapılarını tasvir eder ve Avrupa'daki hükümdarlar onları durduracak kadar enerjik olmadıkları ve bu yönde örgütlenemedikleri için dizginlerinden boşanan Osmanlıların askeri gücü üzerinde durur.
   Mekanı, Osmanlıların ele geçirmiş olduğu ve ele geçirebileceği topraklar olarak ikiye ayırır. Belgrad ayırıcı bir hattır ve Busbecq'in "tüccarların antik (Roma dönemine ait) paralar" teklif ettiğine tanık olduğu ilk yerdir. Bu paraların geçerli oluşu Osmanlı topraklarına girildiğinin bir işaretidir, ki Busbecq'in küçümseyerek anlattığına göre bu topraklar rahat bir şekilde para saçmaya gönüllü olanlar dışındakilere kapalıdır :
"Aslına bakılırsa, Türklerin arasına gitmek isteyen biri, sınırı geçer geçmez cüzdanını açmaya ve ülkeden ayrılana kadar bir daha kapatmamaya hazır olmalıdır.. Para, başka türlü söz geçirilemeyecek olan inatçı kafalarını yatıştıran sihirli bir tılsım gibidir. Bu çıkarcı alışkanlık olmasa, Türklerin ülkesi yabancılar için aşırı sıcak veya aşırı soğuktan dolayı yalnızlığa mahkum olan topraklar kadar ulaşılmaz olurdu..."  
   

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder