27 Kasım 2011 Pazar

'Harem ve cariye konusuna oryantalist gibi bakmamalı!'

TBMM Milli Saraylar Daire Başkanlığı, harem ve cariyelik tartışmalarını sona erdirecek bir kitap hazırladı. Yazar Cengiz Göncü, Osmanlı'da harem ve cariyelik üzerine merak edilen her şeye belgeler, deliller, veriler üzerinden cevap veriyor; harem ve cariyeliği Osmanlı'daki hüviyetine yeniden kavuşturuyor.Osmanlı'da harem ve cariyelik en çok merak edilen konulardan biri. Oryantalistlerin büyük ilgisi, kapalı kapılar ardında ne olduğunu kurgulayarak yazmaları zamanla gerçeğinden farklı bir algının oluşmasına sebep oldu. Bugün sarayları gezmek için gelen turistlerin ilk sordukları soru da harem ve cariyelik üzerine oluyor. TBMM Milli Saraylar Daire Başkanlığı, 'harem ve cariyelik' hakkında merak edilen her şeyi anlatan bir kitap hazırladı. Konuyu 25 yıldır bu sorularla karşı karşıya kalan Beylerbeyi Sarayı Müdür Yardımcısı Cengiz Göncü mercek altına aldı.

Cengiz Göncü, bir tarihçi. 1986'da Dolmabahçe Sarayı'na rehber olarak girmiş. Rehber olduğu yıllarda, ziyaretçiler, hep 'Harem ve Cariyelik' ile ilgili sorular sormuş ona. Göncü, "Bu durumu sarayda çalışan herkes yaşıyordu. Kitap da bu ortak sorundan yola çıkarak hazırlanmaya başlandı. Nihayetinde, gerekliliğine ihtiyaç duyduğumuz esere 2 yıl önce başladık. 19. yüzyıl merkezinde gerçekleştirdiğimiz çalışmada belgeler ekseninde konuştuk. Böylece ortaya, harem ve cariyeliğin onların sandığı kavramlar olmadığı çıktı." diyor.

Harem ve cariyelikle ilgili oryantalist tablolar esas alınmamalı

Geçtiğimiz hafta, TBBM Başkanı Cemil Çiçek'in katıldığı bir programla tanıtımı yapılan kitap, zihinde soru işaretlerini bırakmayacak şekilde çalışılmış. Yanlışın neden yanlış olduğu, doğrunun neden doğru olduğu mantık çerçevesinde, belgelerle ve mektuplarla izah ediliyor bir bir.

Göncü, önce harem kelimesinin anlamamını anlatıyor: "Korunan, mukaddes ve muhterem olan yer anlamına gelir. Konak ve saraylarda, kadınların yabancı erkeklerle karşılaşmadan rahatça günlük hayatlarını sürdürebildikleri iç avluya bakacak şekilde planlanmış yapılara denir. Osmanlı geleneğinde de padişahın, valide sultan ve şehzadelerin yaşadığı yerin karşılığıdır. Ve yabancılara giriş yasaktır." Göncü, yabancı seyyahların da hareme bu nedenle ilgi duyduğunu ve Doğulu yaşam tarzının simgesi haline getirildiğine de değiniyor: "Onların hiçbiri kapalı kapıların ardına geçememiştir. Sadece görmek istedikleri şeyi tasvir etmişler. Çünkü sarayın içini anlatan kayıtlarla, ressamların tablolarındaki görüntüler uyuşmamaktadır."

Harem'dekilerin dışarıyla ilişkisi en çok merak edilen konulardan. Göncü, bunun da cevabını veriyor: "II. Mahmud döneminin sonlarından itibaren, harem dışa açılmış, kadınları ferace ve çarşaf giyerek bazı mesire yerlerine gitmeye ve gezintiler yapmaya başlamışlardı. Sultan Abdülmecid döneminde ise saray kadınları çarşıya alışverişe bile çıkmaya başlamıştı. Öncesinde satıcılar saraya girerdi."

Cariyelik ise Göncü'ye göre, saraya özgü bir sistem değil... O dönem toplumunda hali vakti yerinde olan herkesin bir veya birkaç cariye sahibi olduğu kadın miras listelerinden tespit edilmiş. Bu cariyeler; ev hizmetinde, mutfak işlerinde görevlendirmek yahut dadılık, sütannelik gibi işler için alınmış evlere. Bu saray içinde geçerli. Saraydaki cariyelerin farkı, çok iyi bir eğitimden geçmeleri, bazılarının yükselme fırsatı yakalayabilmesiydi. Ya da Padişah eşi olma sıfatına erişebilmeleriydi!

İsteyen cariye azat ediliyordu!

Cariyelik niçin vardı, kimler cariye oluyordu, maişetleri için neler yapılıyordu, sarayda gördükleri muamele nasıldı? Kitabın can alıcı kısmı aslında bu soruların cevabının verildiği yerler. Cariyelik, 19. yüzyılın sonlarına kadar sürmüş ve devşirmelikle benzer amaçlar taşiyan; ama sarayın hizmet sınıfını tanımlayan bir kurum. Cariyeler, 19. yüzyılda ağırlıklı olarak köle ticaretinin yapıldığı pazarlardan alınmış. Bazende devlet adamları tarafından saraya hediye edilmiş. Cariyeler ağırlıklı olarak Kafkasya ve Afrika olmak üzere iki coğrafyadan getiriliyor.

Göncü, "Saraydaki cariyelerin vaziyetleri iyiydi. Sarayda kalmak istemez evlenmek arzusu gösterirlerse, o cariyeyi derhal 'taşra' çıkarılır, yani evlendirilip ev ve para verilirdi. Hiçbir cariyenin sarayda istemeden kaldığı görülmemiştir." diyor.

İslam kölelerin azat edilmesini teşvik ettiği için de beyaz cariyeler 9, siyah cariyeler de 7 yıl mecburi hizmet sürelerini tamamladıktan sonra azat ediliyor; hürriyet belgesi alıyorlardı. Bazı kadın efendiler, hür bıraktıkları cariyelerine ev alıyor, maişetlerini sağlıyordu. Toplumda ise, cariyeler sahiplerinden iyi muamele görmediklerinde onlardan davacı olma imtiyazına sahipti. Göncü, Osmanlı'da cariyeliği iyi anlayabilmemiz için Baron de Tott'un şu cümlelerini örnek veriyor: "İtiraf etmeliyiz ki, kölelere ve cariyelere fena muamele edenler yalnız Avrupalılardır. Herhalde bunun sebebi, Müslümanların köle ve cariye satın almak için para biriktirmelerine mukabil, bizim para biriktirmek için onları almamızdan ibarettir."

***

Sayısal verilere göre Osmanlı'da tek eşlilik hâkim

Cengiz Göncü; kitapta Osmanlı'da çok eşlilik meselesine de değiniyor. Yapılan araştırmalara göre, Osmanlı toplumunda, çok evliliğin oldukça az sayıda uygulandığı görülmüş. 17. yüzyıl İstanbul'una ait 20 sicil üzerinden elde edilen verilere göre 1.242 erkek içinden 1.147 kişinin bir, 84 kişinin iki, 7 kişinin üç, 4 kişinin de 4 zevcesi varmış. Bu daha sonraki tarihlerde de genel itibarıyla böyle devam etmiş. 19. yüzyılda ise Bursa tereke defterleri üzerinde yapılan bir araştırmada, 361 evli erkekten 353'ünün tek eşli olduğu çıkarılmış. Tarihçi Ömer Lütfi Barkan da toplumun yüzde 92'sinin tek kadınla evli olduğunu söylüyor zaten. Bu, saray haricindeki cariyelerin de eş olarak alınmadığının göstergesi.

Haber Kaynağı: Zaman Gazetesi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder