19 Mart 2012 Pazartesi

198 ) TARİHİN DERESİNDEN TEPESİNDEN !...

 
   1528'in şubat ayında bir zenginin Sultan Selim Camii yakınındaki evine hırsızlar girer. Evdekileri öldürüp ne var ne yok alıp götürürler. Kanuni Süleyman, hırsızların bulunmasını emreder.. Aranır, taranır fakat hırsızlar bulunamaz..
  "Müneccimbaşı Tarihi"ne göre ; danışmanları Kanuni'ye şu yolu önerirler : "Sultanım, bu çeşit kötülükleri ancak gündüzleri yoğurt, sebze gibi şeyler satmak bahanesiyle mahalle ve sokak aralarında gezen işsiz, güçsüz kafirler yapar.."
   "Peçevi Tarihi" sonucu şöyle özetliyor : "İşsiz güçsüz Arnavut takımından kimselerin bu işi yaptıklarına ihtimal verildi (...) Ekmekçi, mumcu, tellak, aşçı ve odun yarıcısı gibi bütün işsiz güçsüzlerden sekiz yüz adam yakalanarak çarşılarda, sokaklarda ve kalabalık yerlerde öldürüldüler.."
   "Solakzade Tarihi" diyor ki : "Gerçi Şeriat dolayısıyla katledilmeleri icap eden halleri yoktu ; ancak nizam-ı alem ( insanlık düzeni )  için bu gibi siyasetlere ruhsat vermek caiz görüldü.."
   Tam sekiz yüz günahsız satıcı ve işsiz, "Kanuni" lakaplı Sultan Süleyman döneminde asılmıştır !..
 
   Osmanlı'da, sokaklarda kap-kaç yoluyla öteberi çalan hırsızlar ve yankesiciler ise kolluğa getirilerek Çorbacı Divanı'nda sorguya çekilirlerdi. Suçu sabit görülen hırsız, elleri arkadan bağlanarak semersiz bir eşeğe bindirilir ve üç gün boyunca sabahtan akşama kadar dolaştırılarak halka teşhir edilirdi. Bir yandan da, adı bağırılarak, kim olduğu halka duyurulurdu. Cezanın son günü "yüzü ak olsun !" denilerek yüzüne çanak çanak yoğurt atılırdı !..
   İlgisi yok ama yoğurt deyince aklıma göle yoğurt mayası çalan Nasreddin Hoca geldi . Onunla ilgili bir bilgiyi     paylaşmak istedim.. Nasreddin Hoca'nın bir oğlu, bir de kızı vardır. Kızının mezartaşı Konya'daki Mevlana Müzesi'ndedir. Sivrihisar'da bulunan mezartaşından, Fatma adındaki kızının 1327'de öldüğü anlaşılır. Fatma Hatun'un oğlu Mevlene Celaleddin ise Sivrihisar'da kadılık yapmıştır. Celaleddin beyin oğlu Hızır Bey de şair ve bilim insanıdır. Fatih, İstanbul'u alınca Hızır Bey'e "şehremini" görevi verir. Kısacası, İstanbul'un ilk belediye başkanı, Nasreddin Hoca'nın torununun çocuğudur !..

   İstanbul'da berberler, 14. yüzyılda, koku ve esans satıcılarıyla birlikte Ayasofya civarında bulunuyordu. Kanuni döneminde ise, kahvehanelerin açılmasıyla, berberler de bu mekanın bir köşesinde yer kaparlar..
IV: Murad'ın kahvehaneleri kapatmasıyla yeniden bağımsız olarak çalışmaya başlayan berberler, padişahın vefatı üzerine yeniden açılan kahvehanelerde, nargileler arasındaki köşelerine dönerler..
    II. Mahmud'un 1826'da Yeniçeri Ocağı'nı kapatmasıyla, berberler kahvehanelerden bir kez daha kopar...
Çünkü o dönemde kahvehanelerin çoğunun sahibi yeniçeridir !..
   Her yeniçeri kahvehane yaptırıp açamazdı. Kahvehane açıp işletmek bir zorbalık ayrıcalığıydı. Kaldı ki, zorbalık olmadıkça bu kahvehaneler döşenemez, içinin takımları bile sağlanamazdı. Zira, bu mükellef ve muhteşem yeniçeri kahvehanelerinin hepsi, sahipleri tarafından bir para harcanmadan açılırdı. Zorba ; palasının parladığı ve sesinin gürlediği semtin, Müslim veya gayrimüslim, zengin ve hallice ne kadar tanınmış siması varsa isimlerini bir deftere yazar ve her ismin yanına, açacağı kahvehane için dilediği eşyayı kaydederdi. Daha sonra bir adamını bu defterle birlikte, kaydettiği bu kişilere gönderirdi. Bu tebliğe muhatap olanlar istenileni hiç duraksamadan yollardı, hatta bazen kendisi götürürdü !..
   
   İstanbul'da batılı anlamda ilk berber dükkanı II. Abdülhamid zamanında açılmıştır..
   Dükkan sahibi olanlar ve olmayanlar diye ikiye ayrılan berberlerin seyyar olanları duvar diplerinde, köşe başlarında ve cami avlularında bulunurlardı. Seyyar berberlerde tıraşın yarım kalma tehlikesi her an için vardı !. Uzaktan zabıta çavuşunun geldiğini gören berber, eşyalarını topladığı gibi kaçardı. "Tası tarağı toplamak" deyimi, seyyar berberlerden günümüze kalan bir mirastır..

 

   Bugünkü yazımı, başlığına uygun bir şekilde daldan konduktan sonra, Sermet Muhtar Alus'un sevdiğim bir öyküsüyle, "Deli Saraylı" özeti ile noktalamak istiyorum..
   Saraylı kadınlardan biri, efendiden biriyle başgöz edilmiştir. Fakat kayınvalidesi ona soluk aldırmamakta, kanına zehir doğramakta, elini ayağını, başını yerden kalkamaz etmektedir.. Adı "Saraylı"dır ama bir gün bile kaynanasına karşı ağzını açıp da bir söz söylememiştir. İçine ata ata sonunda aklını üşüterek sokaklara fırlar. Fırlayış o fırlayış.. Usta doktorlar gelmişlerse de derdine deva bulamamışlardır. Gerçekten efendi biri olan kocası ise, bu işte annesinin sorumlu olduğunu bildiği için, karısını boşamamış ve onu elinden geldiğince korumuştur..
   Deli Saraylı Bağdat çarşafı giyer ve konakları dolaşmaya başlar : "Cehennem kütüğü olası, zebaniler elinde cayır cayır yanası kaynanam rahat vermiyor ki, evimde hanım hanımcık oturayım. Beni kocamdan kıskanıyor. Yatağını aramıza yaptı. Kocamın bekar uşaklardan, benim de dul kargadan ayrılığım yok !."
   Deli Saraylının düşsel bir sevgilisi de vardır.. Bu sevgilinin adı da "Eyüplü Şeyh Efendi".. Her gittiği yerde onu sorar : "Şeyh Efendi aslanım bu gece buraya geleceğini söylediler, doğru mu ?."
   Deli Saraylı, sevgilisini bekletmemek için, konaklarda döşeğinin serildiği odaların kapısını sabaha kadar açık tutmaktadır..
    Bir defasında paşalardan birinin hanımı bir muziplik düşünür ve halayıklarından birini Deli Saraylıya gönderir : "Şeyh Efendi haber yolladı, bu gece odana geliyor" diye.. Konağın Çerkez bir delikanlısı da bu iş için hazır edilir..Gelin görün ki, delikanlı Saraylının odasına girip de karşısında 22-23 yaşlarında genç ve güzel bir kadın görünce, kendisine belletilenlerin hepsini unutur. Kapıyı içeriden kilitleyerek geceyi orada geçirmeye karar verir. Dışarıda, muziplik avcılarında bir telaş, bir telaş ki eşi görülmemiş !.. Boğuşmaların, çığlıkların, uyarıların, gözdağı vermelerin bini bir paraya !.. Delikanlı ise bunların hiçbirine bana mısın demez. Ertesi gün yediği dayaklarla kendine gelir ama yine de halinden memnundur..
   Asıl olanlar paşa karısına olur. Olayı haber alan paşa, hemen o saat karısını boşar. Deli Saraylının kocası ise üşütük kadını akıl hastanesine göndermekten başka çare bulamaz.
   İşte o zaman da Deli Saraylının dünyası bütün bütüne kararmış, gözleri yaşlarla dolmuş, yüreğinden kopan ahın dumanı mavi gökleri simsiyah etmiş olur.."
   Bundan sonrasını da kimse bilmez...
   
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder