24 Ekim 2012 Çarşamba
287 ) YABANCI SEYYAHLARIN GÖZÜYLE OSMANLI BAYRAMLARI !..
Yabancı görgü tanıklarına göre sarayın çevresindeki birkaç top atışı bayramın geldiğini halka duyururdu. Bununla birlikte her yerde büyük bir neşe görülürdü.
Philippe du Fresne Canaye top atışlarıyla bayramın gelişinin ilan edilmesini şöyle anlatır :
"Öğleye doğru toplumun ve kainatın büyük sevincini göstermek için sarayda topların olduğu kısımda ve tophanede korkunç bir şekilde gürültülü toplar atılır, pek meşhur bayramlarda Roma'da olduğu gibi İstanbul'un vadilerinde ve tepelerinde öyle büyük bir gürültü işitilirdi ki, dünyadaki bütün topçu birliklerinin hepsinin top atışı yaptığı sanılır. "
Bayram gelmeden önce büyük hazırlıklar yapılırdı. Dükkanlar güzel kumaşlarla donanır, evler madeni pullarla veya, bayram uygun bir mevsime gelmişse, çiçeklerle ve yeşilliklerle süslenirdi. Bazıları işlemeler ve halılar sererlerdi. Bu gibi süslemeler evlerin dışından, dostlarla kahve, şerbet ve tütün içilen sofaya kadar konurdu. Top atışlarıyla bayram ilan edilince şehirde şarkılar, utlar ve diğer müzik aletlerinin sesleri işitilirdi. Bayram süresince sokaklar insanlarla dolardı. De Bruyn bunun nedenini anlatır :
"..bu zamanlarda kadınlar serbestçe sokağa çıkabilirler.. Sokaklarda binlercesi görülür. Kadınlar senenin geri kalan bütün zamanlarında daima evlerinde kapalıdırlar.."
Bayramın üç günü ( Burada Ramazan Bayramından bahsediliyor ) İstanbul'dan başlayarak bütün eyaletlerde her Türk evinde kutlanırdı. Bayramda, İstanbul'da bütün sokaklarda büyük salıncaklar kurulur, kadınlar ve erkekler salıncaklarda sallanarak eğlenirlerdi. Salıncaklar genellikle iki kişilikti. İki adam veya iki kadın olarak ikişer ikişer sallanılırdı..
Pietro de Valle, bayramda akşam şenliğinde küçük çanlar asılmış salıncaklarda sallanarak eğlendiğini ve bu salıncaklara dair gözlemlerini anlatır : "..ağaç dalları, çiçekler, neşeli renklerle boyanmış tahta, gelin teli, çiçek ve kağıt süslemeler ve diğer süsler.. her salıncak iki adam tarafından itiliyordu. Eğer yıldızları ellemek istiyorsanız sekiz adama kadar kiralayabiliyordunuz. Bir sazendeler grubu ve şarkıcılar da durmadan müzik yapıyordu. Bu delice bir eğlenceydi. Hem seyredenler için, hem de sallananlar için.. Ben de bunu denemeye düşündüm ; ve çok hoşuma gitti. Benim için yeni bir şey olduğundan salıncakta düzgün hareket edemedim ve bu da kadınları çok güldürdüğü halde çok eğlendim. Bu benim neşemi artırdı ve bu defa bilerek kötü sallandım. Sonunda onlar beni elbiselerimden tutarak durdurdular.."
Canaye ise, bu salıncakların ipten salıncaklar olduğunu ve nasıl kurulduklarını ve sallanıldığını anlatır :
"..Bütün sokaklarda üzerlerine çatallanmış tarzda kollar konulmuş gemi direklerine büyük ipler asılmış ve sarkıtılmıştı. Fransızca'da buna 'brandilloier' (İpten salıncak) denilir. Bu hizmete alışmış üç veya dört gencin yardımıyla bu iplerin üzerine oturmak ve havada sallanmak isteyenler olur. Böyleleri havada sallanmaktan yorulunca iner, bu gençler tarafından kendisine portakal çiçeği suyu, gül suyu, Lübnan ağacı veya sedir çiçeği suyu serpilir. Bu gençlere birkaç aspres (akçe) verilirse iplerle daha yükseğe kadar sallanılır.."
1678'de İstanbul'da bulunan Hollandalı seyyah Cornelius de Bruyn, salıncakların yeşil kurdelelerle süslü olduğunu, bunları iten iki veya dört gence, ne kadar yüksek sallanılmak isteniyorsa verilen ücretin en çok bir veya bir buçuk akçeyi geçmediğini kaydeder. Salıncakların yanı sıra, Pietro de Valle, "dev tekerlek"te çok eğlendiğini anlatır :
"Öyle hızla yukarı ve aşağı götürülmekten çok zevk duydum. Fakat tekerlek gittikçe daha çabuk dönmeye başlayınca yanımda oturan Yunanlı daha fazla dayanamadı, 'yeter, yeter' diye bağırdı.."
Bayramda yaşça ve rütbece büyüklerin elleri öpülürdü. Bayramın birinci günü devlet erkanı ve vezirler padişaha bayram tebriklerini sunarlardı. Canaye, sadrazamın ve diğer vezirlerin padişahın elini öptüklerini yazar :
"..pek büyük İmparator (İkinci Selim) yeni elbiseler giymiş olarak kendine gelen bu erkana bakar. 'Mehmed Pacha' (Sokollu) ve bütün diğerleri sonsuz sadakat ve itaatla onun ellerini öperler.."
Bayramda el öpülmesi ve ziyaret edenlere yemek verilmesi konusunda Canaye görüşlerini de belirtir :
"..bu merasimden sonra paşalar evlerine dönerler ve evlerinin bütün sakinleri tarafından aynı şekilde paşaların eli öpülür, sonra otururlar ve bayram süresince kendilerini ziyarete gelenlere yemek verirler; ve söylenir ki, paşalar yemek yemeye ve oturmaya gelen kimse kalmayıncaya kadar sofrada kalırlar. Gerçekten bu adet bana şahane ve övülmeye layık göründü ve böyle ziyafetler 'prensler' ve tebaaları arasında büyük bir geçim olduğunu gösterir.."
Bayram süresince güzel ve yeni elbiseler giyilir ve ziyaretler yapılırdı. Nointel, 9 Mayıs 1671 tarihli mektubunda bundan bahseder :
"Mösyö, bildiğiniz bayramın üç gününü Türkler ramazan ayı sırasında gereklerine tamamen uydukları orucun şiddetinden kurtulmuş olmanın sevinci içinde geçirirler. Bu günlerde gayet güzel elbiseler giyer, birbirlerini ziyaret ederler.."
Bayramlarda yerine getirilen adetler arasında el öpmeye gelen akraba ve komşu çocuklarına, hizmetkarlara bol para vermek ve Hristiyanlara da çiçek hediye etmek, yabancıların ilgisini çekmiştir. Canaye'nin bu konudaki gözlemleri şu şekildedir :
"..Fakat onlar bütün bayramlarında çok para harcarlar. Almak ve istemek konusunda hiç durmak ve ara vermek nedir bilmezler. Bu bayram günleri süresince Hristiyanlara dostluk nişanesi olarak bazı belli çiçekler sunarlar. Bayramlar onlara pahalıya mal olur, zira saymadan akçeler vermek lazımdır, para verilenler de büyük selamlamalarla 'Allah bin berichet fersen' (Allah bin bereket versin) diyerek karşılığını öderler.."
1610'da İngiliz seyyah Sandys, bayram süresince dervişlerin rastladıkları herkese lale ve diğer bazı önemsiz şeyler vererek karşılığında bahşiş aldıklarını yazar.
Bayramda üç gün süreyle yapılan eğlenceler ve şenliklerde gençler cirit oynarlar, bazıları da adalelerinin ve hünerlerinin gücünü sergileyen gösteriler yaparlardı. Bayram şenlikleri İstanbul'da geceleri limandaki ve şehrin çevresindeki bütün gemilerin aydınlatılması, ışıklarla donatılması, minarelerin ışıklandırılması ve atılan havai fişeklerle devam ederdi.. Aynı zamanda geceleri Boğaziçi'ndeki kayıklardan da havai fişekler atılırdı..
De Bruyn, kayık şenliklerini anlatır :
"..bunların içinde gördüğüm en güzel olanı su üzerinde, çekilerek patlatılan bir suni ateştir (fişek). Bu ateş birkaç piramit veya kuleden ibarettir ve çevresinde (Türklere has) büyük gürültü çıkaran müzik aletleri vardır. Küçük tamburlar, dümbelek, kudüm ve bir çeşit 'hautbois' (obua) -büyük olasılıkla zurna- ve diğer müzik aletleri arasında aynı zamanda şarkı söyleyenlerin sesleri de işitilir, böylece bir eğlence, neşe işareti kuvvetle hissedilir. Bu, kanalın (Boğaziçi) ortasında Galata ve İstanbul'un girişinde yapılır. Bu münasebetle gene burada gezintiye çıkmış olanlarla dolu sayısız kayık görülür. Bu kayıklar her birinde ışık veren bir fener bulundurmakla yükümlüdür, fakat bazı kayıklarda üç veya dört bazılarında da beş taneye kadar fener vardır. Böylelikle gecenin karanlığında görünen bu fenerler hayran olunacak bir görünüm arz ederler.."
Bir de Robert Withers'ın gözlemlerine göz atalım :
"...Türklerin bir diğer bayramı daha vardır ; buna küçük bayram denilir (?) ve diğer bayramdan üç (?) ay sonraya gelir ki bu bayramda Türkler fevkalade neşelidirler, gece gündüz eğlenirler.."
Bayram sırasında bazı Türklerin şarap içerek sarhoş oldukları ve bu nedenle, sokaklarda gezen Hristiyan ve Yahudilere sataştıkları da olurdu. 1573 yılında Canaye, bu gibi olayları önlemek için Sokollu Mehmed Paşa'nın bayramda Hristiyanların Türklere şarap satmasını pek ciddi bir şekilde yasakladığını yazar..
16. yüzyılla 17. yüzyılın başlarına kıyasla 17. yüzyıl sonlarında İstanbul'da bayramlarda asayişin oldukça bozulduğu anlaşılmaktadır. Bununla beraber sarhoş Türkler tarafından Hristiyanlara zarar verilmesi çoğunlukla Hristiyanların ikamet ettikleri ve meyhanelerin de çok olduğu Galata'da, bayramlardan başka zamanlarda da görülürdü...
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder