4 Haziran 2013 Salı

369 ) İTALYA KURTLAR SOFRASINA GEÇ OTURUNCA !..

   

   İtalya yarımadası, Batı Roma İmparatorluğu'nun çöküşünden beri, yani 1400 yıl boyunca hep yabancı yönetimlerin egemenliği altında yaşadı. Yahut da bu yabancı egemenliklerin gölgeleri altında birbirleriyle savaşıp duran bir dizi küçük prensliklerin, krallıkların idaresi altında kaldı..
   19. yüzyılın ortasında, Piemonte Krallığı da bunlardan biriydi. Fakat 1852'de bu küçük krallığın hükumet başkanlığına Kont Cavour (aşağıda solda) geldi. Cavour, kudretli bir politikacı ve idealist bir insandı. O sırada Fransa'da imparator olan Üçüncü Napoleon'un şahsında, güçlü bir dost ve anlayışlı bir müttefik buldu. 1854'de Kırım Savaşı'na Fransa, İngiltere ve Osmanlı İmparatorluğu saflarında, küçük Piemonte Krallığı da katıldı. Bu suretle Avrupa devlet birliği içinde kendine bir yer kazanmış oldu. 1859'da bu küçük devletin, o hantal Avusturya ordusunu birkaç gün içinde İtalya toprakları üzerinde yenmesi ve Avusturya'nın da bu yenilgiyi hemen kabullenmesi, Piemonte'nin geleceğine yeni imkanlar açtı. 1858'de III.Napoleon ile Piemonte başbakanı, dört krallıktan oluşan bir İtalya düşünüyorlardı ama 1859'da Piemonte Avusturya'yı yenince, bu plan geride kaldı. Küçük krallık ve prenslikler, birer birer Piemonte krallığına katılmaya başladılar. Garibaldi (aşağıda ortada) adında bir ihtilalci, Sicilya'yı işgal edip Napoli'de de isyanlar çıkarınca, adına Napoli veya Sicleteyn krallığı denilen bu memleketler de Piemonte'ye katıldı. Piemonte Kralı II. Victor Emmanuel (aşağıda sağda), İtalya Kralı ilan edildi. Ve İtalyan birliği resmen kurulmuş oldu. O güne kadar hariçte kalan Venedik ve Roma'nın da 1866 ve 1870 yıllarında katılmalarıyla İtalyan birliği tamamlandı. Kont Cavour ölmeden önce, bu birliğin oluştuğunu görebildi..

     

   İtalya Krallığı kurulmuştu ama, dünya sömürgelerinin paylaşılması da bitmiş gibiydi !.. Halbuki Avrupa'da ve dünyada söz sahibi olabilmek için, sömürgeci devlet olmak şarttı. Ucuz hammadde ve garantili pazarlar, ancak sömürge veya yarı-sömürgelerde bulunabiliyordu. Böylece İtalya da gözlerini etrafa ve uzak ülkelere çevirdi. 
   Kuzey Afrika'nın Atlas ülkelerini Fransa kapatmıştı. Mısır'a İngilizler yerleşmişti. Doğu Afrika'da, Habeşistan'da giriştiği tecrübe ise 1896 yılında İtalya için kanlı ve utandırıcı bir yenilgiyle bitmişti. Ancak Somali kıyılarında, verimsiz bir parça üzerinde tutunabildi. O zaman İtalya'nın gözü Adriyatik kıyıları ile Libya topraklarına, Trablus-Bingazi'ye döndü. Bütün bu topraklarda karşısına iki devlet çıkıyordu : Avusturya ve Osmanlı. Ama garip bir durum da vardı : İtalya 1882'den beri Avusturya ile "Üçlü İttifak" içinde müttefik bulunuyordu. İtalya bu üçlü ittifakta, Almanya ve Avusturya ile aynı cephede yer almış bulunuyordu. Avusturya'dan Adriyatik kıyılarını nasıl alabilirdi ? 
   O halde ortada tek hedef kalıyordu : Osmanlı İmparatorluğu !...



   İtalyan siyaseti daima Makyavelist esaslar üzerinde oynadı. İtalyan siyasetinde vefa ve ahde sadakat yoktur. Nitekim daha 1882'de Üçlü İttifak içinde yer alan İtalya, 1914'de, yani bu ittifakın tam işleyeceği anda birden cephesini değiştirdi. Eski hasımlarının yanında, eski müttefiklerine karşı savaşa girdi. Ama ne var ki, İtalya siyasi entrikalardan daima yararlanmasını bildi. 
   Örneğin Trablus hakkında İtalyanlar, daha 1882'den başlayarak İngilizlerle anlaştılar. 12 Aralık 1887 tarihli bir İngiliz-İtalyan antlaşmasıyla, İngilizlerin Mısır'daki yerleşmelerine İtalya'nın hoşgörü göstermesine karşılık, İngiltere de Libya'da İtalyan emel ve çıkarlarına öncelik hakkı tanımaktaydı. 
   İtalya 16 Aralık 1900'de Fransa ile de anlaştı. İtalya, Fransa'nın Fas'taki istila ve himayesine göz yummasına karşılık, Fransa da İtalya'nın Libya'daki hareketlerine karşı çıkmayacağını vaat ediyordu. 
   24 Ekim 1909'da Rus Çarı ile İtalya Kralı, Boğazlar ve Trablus hakkında karşılıklı bir antlaşma imzaladılar. 1911'de Fransa ile Almanya'nın Fas üzerindeki çatışmalarından sonra toplanan Alceziras konferansında, İtalya'nın da Trablus'a karşı hak veya alakalarının kabul edildiği yazılır. Ve bu neticeyi  Almanya'nın da uygun gördüğü kaydedilir. Halbuki o tarihte Almanya, Osmanlı Devleti'ne karşı dost ve koruyucu görünüyordu. Ama ne var ki, İtalya ile de henüz ittifak halinde bulunuyordu !..
   İtalya Trablus'ta önce birtakım tesisler, girişimler ve banka şubeleri ile yerleşmeye çalışır. Bir gün fırsat çıkınca, burada kolay ve kansız bir işgale zemin hazırlar. İstanbul'un Trablus ile ilgilerini zayıflatmaya gayret eder. Valilerin, kumandanların atanma ve yer değiştirmelerine müdahale etmeye girişir. Nitekim İstanbul nezdinde bazı uyarılara girişen Trablus Vali ve kumandanı Müşir İbrahim Paşa 12 Ağustos'ta yani İtalyan saldırısından bir ay önce görevinden alınır. Ama bir taraftan da İtalyan devlet adamları, Osmanlıların Trablus'taki varlıklarının gerek ve öneminden bahseden nutuklar verirler. Sadrazamlığa getirilen Roma Sefiri Hakkı Paşa'nın yerine gelen Roma Sefiri Kazım Bey'in 17 Şubat 1911 tarihli ciddi uyarısı da, İstanbul'da etki uyandırmaz !..
   Daha başka bir şey daha olur : Trablus'da hükumet bir tümen kadar asker bulundururdu. Fakat 1910'da alevlenen Yemen isyanını bastırmak için bu askerlerin hemen hepsi Trablus'tan çekilir. İbrahim Paşa'nın direnişleri fayda vermez. O sırada Harbiye Nazırı olan Mahmud Şevket Paşa, Trablus'da "ancak  
jandarma vazifesini görecek kadar" asker bırakılır. 
   Modası geçmiş olmakla beraber, depolarda bulunan ve icabına milis kuvvetleri tarafından kullanılacak silahlar da, yenileştirilecekleri kaydıyla İstanbul'a alınır. Böylece Trablus fiilen boşaltılır. Ve bütün bunlar, doğal olarak İtalyanların gözleri önünde cereyan eder. Trablus'u bu boşaltma ve adeta terk etme hareketleri üzerinde, çeşitli eserlerde verilen bilgiler birbirlerini tamamlarlar. 
   Sonunda vali ve kumandan da alınınca beklenen vakit gelir. İtalya artık bu fırsatı kaçırmak istemez. İşgalin bir "askeri gezinti" halinde geçeceğine de inanır. Buna rağmen savaş durumuna, birtakım oyalayıcı notalar, muharebelerle girer. Bunlarda esas fikir, Trablus ve havalisinin Osmanlı hükumeti tarafından, çağdaş gelişmeden ve uygar tesislerden yoksun bırakıldığı ve bu şartlar altında İtalyan çıkar ve girişimlerinin maruz kaldığı tehlikedir. Ama sonuçta şu olur : 29 Eylül 1911'de İtalya Trablus'a saldırır. Kuzey Afrika'da savaş başlamıştır. 11 Ekim'de Derne, 13 Ekim'de Hums ve 21 Ekim'de Bingazi işgal edilir. Bu savaş, 18 Ekim 1912'ye kadar sürecek ve sonunda, bütün Osmanlı Afrika'sı ile Ege denizinde 12 adanın, imparatorluktan kopması ile bitecektir. Kuzey Afrika'da savaşın bittiği gün, Balkan Savaşı başlayacaktır. Ve bu savaş, hemen bütün Rumeli'yi Osmanlı'dan koparacaktır..   


ŞEVKET SÜREYYA AYDEMİR'İN "ENVER PAŞA" ADLI ESERİNİN İKİNCİ CİLDİNDEN DERLENMİŞTİR...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder