A. Şefik Okday (yukarıda solda), "Büyükbabam Son Sadrazam Ahmed Tevfik Paşa" adlı kitabını 1986'da yayımlar.. Başlığına bakarak, kitabın sadece büyükbabasının yaşam öyküsü olduğunu sanmayın. Bu, yalnızca kitabın ilk bölümünde anlatılıyor.. Bazı bilgiler hem ilginç, hem de bilinmedik..
Tevfik Paşa, Atina'da Maslahatgüzar iken, 1897'de burada İsviçreli bir mürebbiye olan Elizabeth Tschumi'ye aşık olur ve onunla evlenir. Paşa 36, mürebbiye 20 yaşındadır. Elizabeth, adını Afife olarak değiştirmesine rağmen, fazla dindar olmadığı için kiliseye de nadiren gitmesine rağmen İslamiyet'i kabul etmez ve ömrü boyunca Protestan kalır. 1949 yılında, vefatından birkaç gün evvel ise Müslüman olmak ve Paşa'nın yanına gömülmek ister..
Protestan anne, gençliğinde iki oğlunu da gizlice bir Ortodoks kilisesine götürüp vaftiz ettirir. Afife Hanım, Tevfik Paşa ile genellikle Fransızca konuşur, sinirlendiğinde ise Rumca devam edermiş !..
Elizabeth /Afife Hanım'ın babası, İsviçre'nin küçük bir kasabasında basit bir köy polisiymiş.. Yıllar sonra Tevfik Paşa Osmanlı Devleti'nin Hariciye Nazırı ve sonra da Sadrazamı olduğunda, kayınpeder Jacob Tschumi'nin ondan "bizim damat" diye bahsetmesini düşünmek bile çok tuhaf geliyor insana !..
Afiffe Hanım, devrin geleneklerine rağmen, Tevfik Paşa'nın tek karısı olarak kalmış. Sultan Abdülhamid, çok sevdiği Hariciye Nazırı Tevfik Paşa'ya bir saraylı hanım daha yollamışsa da, bu "ikram" nazikçe reddedilmiş..
Ancak, Tevfik Paşa'nın Berlin Büyükelçiliği sırasında sosyal ve sınıfsal farklılıkların evlilik hayatı üzerindeki olumsuz etkileri de görülmüştür : "Ufak bir kasabada yetişmiş olan büyükannem, Berlin'deki şatafatlı resmi kabullere uyum sağlayamadı ve eşinin üzüldüğünü gören büyükbabam da artık kendisini büyük davetlere götürmemeye başladı.. O sırada babam çocuk olmasına rağmen, böyle günlerde, annesinin, odasına çekilerek usul usul ağlamasına şahit olmuştu.."
İşte bu Afife Hanım, oğlu İsmail Hakkı'nın (Okday) 1914 yılında, birkaç yıl sonra padişah olacak olan, Vahdeddin'in büyük kızı Ulviye Sultan ile evlenmesinden sonra, bir Osmanlı Padişahı ile dünür de olacaktır !..(aşağıda)
Vahdeddin'in torunu Hümeyra Özbaş, 1990 yılında Cemil Koçak ve Soli Özel ile yaptığı röportajda, o dönem için şunları söyler :
"Annem (Ulviye Sultan) evlenme çağında imiş.. Gene aynı zamanda teyzemi de Mustafa Kemal Paşa ile evlendirme lafları var. Ancak annem daha büyük olduğu için, önce onun izdivacının halledilmesi gerekiyor.. Evleneceği kişi, Sultan Mehmed Vahdeddin'in deyimiyle 'bulaşık' yani İttihatçı olmayacak !.. Bir gün, bir tanıdığı, babamı köprüde vapurdan inerken görüyor. 'Tebrik ederim evleniyorsunuz' ya da 'nikahlandınız' diyor. Tam bir komedi !.."
"Babam anlamadığını söyleyince, 'Sen Ulviye Sultan ile evlendin' diye haberi açıyorlar. İşte böyle bir izdivaç, annemle babamınki.. Daha sonra birbirlerine gösteriliyorlar. Babam bahçeden geçiyor, annem de yukarıdan onu görüyor. Babam, o sıralar bir Alman komutanın yanında tercüman.. Olayları anlatınca, Alman subayın aklı duruyor, hemen akıl veriyor babama : 'Otur, nişanlın mıdır, nikahlın mıdır, çabuk mektup yaz ; seni görmek istiyorum de' diye.."
A. Şefik Okday'ın kitabından ayrıca, Padişah Vahdeddin'in, birlikte yurtdışına çıkma önerisini Tevfik Paşa'nın kabul etmediği de yazıyor..
1922'den sonrasını ise Okday şöyle anlatıyor :
"Tevfik Paşa, bütün bu devrede resmen sadrazam olarak kalmıştır. Sadrazamlık unvanı kendisine saltanat tarafından verildiğinden, ancak arada saltanat lağvedilerek ortadan kalkmış bulunduğundan, istifa edecek merci bulamamış, Cumhuriyet devrinde de, hiç görevi kalmamış olmasına rağmen, sadrazam kalmış, vefatından az önce, 1936 yılında, sadaret mührünü büyük oğlu olan amcam İsmail Hakkı (Okday) Bey'e vermiş, bu mühür onun kızı Hümeyra Özbaş'a kalmıştır.. Amcam İsmail Hakkı, son padişahın büyük kızı Ulviye Sultan'la evlenmiş olduğundan, sadrazamlık mührünün bugün padişahın torunu olan Hümeyra'da bulunması da tarihin garip bir cilvesidir.."
Hümeyra Özbaş da bu konu hakkında şunları söyler :
"Yalnız bende mühürler var. Dedem, kendi sadaret mührü ile padişahın altın sadaret mührünü babama, 'Aman bu satılmasın, bir antikacının eline geçmesin.. Ben göremem, ama bir padişah gelirse şayet, sen ona verir, teslim edersin.. Ben teslim edecek insan bulamadım' diyerek vermiş.. Şimdi bunlar bende duruyor. Tevfik Paşa'nınki bende, ama öbürünü saklamak için ben kendimde hak bulmuyorum.. Müze de yok.. Herkes 'müzeye verme' diyor.. Verme olur mu ?.. 'Topkapı'ya vereyim' diyorum, ancak teşhir edilmesi kaydıyla bunu yaparım.. Müzenin müdürünü de tanıyorum.. Daha önce Efes Müzesi Müdürü idi. Ama çevreden, 'yok ederler' diyorlar. Çocuklar da muhalif bu işe.. Aynı şeyleri onlar da söylüyor.. Çok şeyin yok olduğu doğru da, artık her şey de yok olur mu ? Bence gene de en iyisi müzeye gitmesi, eğer sergilenecekse.. Birçok mühür var, Mehmet Vahdeddin Han'ınki yok !.."
Tevfik Paşa'nın tüm serveti olan 30.000 altın lira, Berlin'de bir Alman bankasına yatırıldığından, savaştan sonra Almanya'daki korkunç enflasyon nedeniyle kısa zamanda "pul" haline gelir.. Mülk olarak ise, İkinci Abdülhamid tarafından armağan edilmiş olan konak ise çoktan yanmıştır !.. Üzerinde bir iki bina ile boş arsa kalmıştır.. Yani, ailenin elinde avucunda bir şey yoktur. Tek gelir kaynağı, Tevfik Paşa'nın oğlu, Sultan Abdülhamid'in yaveri ve Sultan Vahdeddin'in Başyaveri olan Ali Nuri'nin (Okday) binbaşılık maaşıdır. Aile zor günler geçirir ve Tevfik Paşa'ya zamanında armağan olarak verilmiş değerli mücevherler elden çıkarılmaya başlanır..
Tevfik Paşa'nın büyük oğlu İsmail Hakkı, Vahdeddin'in kızı Ulviye Sultan ile evlenmesine rağmen, ağabeyinin aksine, sarayı gizlice terk ederek Milli Mücadeleye katılmış ve İstiklal Madalyası almıştır, hem de iki tane.. Daha sonra yarbaylıktan emekli olur ve Hariciye'de görev alır. İsmail Hakkı Bey'in Ulviye Sultan'dan olan tek kızı Hümeyra ise 1924'de annesi ile yurtdışına çıkmak zorunda kalmıştır. İsmail Hakkı bey, 1933 yılında Moskova Başkonsolosu olduğunda konuyu Gazi'ye açar ve kızının yurda dönmesinin sağlanmasını ister. Mustafa Kemal'in tavsiyesi üzerine, herhangi bir özel af kanunu çıkmaksızın Hümeyra, bir refakatçi pasaportu ile, Türkiye'ye, yasal sayılamayacak bir biçimde döner ve bir süre için İstanbul'da yaşamaya başlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder