15 Mayıs 2013 Çarşamba
362 ) AĞIT !...
Yunanca tragedyanın ne demek olduğunu herkes bilir, ama "tragudi"nin şarkı anlamına geldiğini öğrendiğim zaman çok şaşırmıştım. Demek ki tragudi, tragedyada söylenen şarkıydı..
Bizde de "ağıt" vardır. Genellikle bir ölümün ya da acı, üzücü bir olayın ardından söylenen halk türküsüdür. Doğal afetler, savaş, ölüm, hastalık gibi çaresizlikler karşısında korku, heyecan, üzüntü, isyan gibi duyguları ifade eden ezgili sözlerdir.
Ağıt söylemeye ağıt yakma, ağıt söyleyenlere ise ağıtçı denilmektedir. Ağıtın İslamiyet öncesi edebiyattaki adı sagudur ve Yuğ adı verilen cenaze törenlerinde okunur. Divan Edebiyatında ise mersiye olarak anılır..
Bilindiği üzere Anadolu denilen acılı toprakta ağıt eksik olmuyor. Yüzyıllardan beri yürek burkan olaylardan kurtulamadık, huzurlu ve dingin günler yaşayamadık.. En yakın örnek de, Hatay Reyhanlı olayı..
Şiirin belki de en has formudur ağıtlar.. Çünkü şiir olsun diye yazılmıyorlar. Genellikle şair olmayan analar tarafından, sadece yüreklerdeki derin acıyı ortaya koymak için ağızdan dökülüyorlar..
Savaş ve Barış romanının bir bölümünde Nataşa ve Andrey bir akşam vakti avdan dönerler ve çiftlikte bir köylünün söylediği türküye kulak verirler. Tolstoy, bu söyleyiş biçiminin "en saf ve katışıksız müzik" olduğunu yazar, çünkü köylünün derdi iyi müzik yapmak değil, derdini paylaşmaktır.Bu yüzden söyledikleri, hançereden ya da dudaktan değil, doğrudan doğruya yürekten gelir..
Ağıtlar da böyledir. Anaların, sevgililerin yaktığı ağıtlarda, yanan bir yürekten fışkıran lavları hisseder, iliklerinize kadar ürperirsiniz. Hiçbir şair bu samimiyete ulaşamaz. Çünkü bir yürek o derece yanmadan, tutuşmadan, kahrolmadan o ağıtı yakmak mümkün değildir..
Ağıtlar içinde asker ağıtları çok önemli bir yer tutar. Çünkü Anadolu her dönemde evlatlarını kurban vermiştir. Sarıkamış ağıtları buna müthiş bir örnek oluşturur.
İbrişimin kozaları
Batsın Avşar kazaları
Sarıkamış'ta kırıldı
Gonca gülün tazeleri
Yüzbaşılar yüzbaşılar
Tabur taburu karşılar
Yağmur yağıp gün değişin
Yatan şehitler ışılar.
Yazarken bile insanın içini sızlatan bu dizeler, yanık bir yürekten başka nereden çıkabilir ki ?..
Ya Çanakkale ağıtları..
Çanakkale derler yeşil söğütlü
Nice molla gitti eli divitli
Bir mektup atayım üstü tahütlü
Mektubum ordunu bulur mu ola ?..
Bundan daha korkuncu ise şehidinin "hiç olmazsa eller gibi tahta bacakla" dönmüş olmasını dileyen dizeler :
Çanakkale derler yeşil gavaklı
Mollaların mürekkebi boyaklı
Nice kulların var ağaç ayaklı
Ağaç ayağınan gelsen n'olurdu..
Gerçekten yürek dayanmıyor bu satırlara..
Hücum demiş Alamanın zabiti
Yavrumun kefeni asker kaputu
Salına girmeye yoktur tabutu
Yoksa yavrum seni vurdular m'ola
Kefensiz gabire koydular m'ola.
Derinimiş Çanakkale deresi
Goygunumuş şehidimin yarası
Acıya dayanmaz garip karısı
Yoksa yavrum seni vurdular m'ola
Kefensiz gabire goydular m'ola..
Bu da Kore'ye giden kayıp oğluna "şehit oldun mu ?" diye seslenen bir ananın ağıdı :
İzmir'den kalktı Kore'ye gemi
Gemi gurban olam getir Eyüb'ü
Çok ağlattın anan ile Baliş'i
Kore senin vatanın mı, yurdun mu ?
Gayıbıdın oğlum şehit oldun mu ?..
Gerçeğin dili güzel oluyor..
Gerçekler acı, çok acı da olsa, gerçeğin dili her zaman güzel.
Bu bir teselli mi ? Evet, ama keşke böyle avuntularımız olmasaydı.
Bu toprağın çocukları Balkan'da, Kafkas'ta, Yemen'de, Sarıkamış'ta, Çanakkale'de, Kudüs'te, Suriye çöllerinde kırıldı. Yıllardır güneydoğuda can vermeye devam etti ; şimdi de Suriye bataklığına adım adım ittiriliyor !..
Bu dünyada hangi amaç, hangi kavga, hangi siyaset bu kadar acıya değer ?..
Kan her şeyi kirletir, en kutsal amaçları bile...
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder