Kuantum Teorisi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kuantum Teorisi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Mayıs 2013 Perşembe

Kuantum Fiziği Ve Kuantum Düşünce

https://www.facebook.com/Academicphysics
Geçmişten geleceğe doğru akan Kuant parçacıklarıyla (bizim evrenimiz), gelecekten geçmişe akan (soyut evren) Takyon parça-bütünselliği arasında, sıfıra yakın bir Planck (*) zaman ölçüsü içerisinde “Bir var olan bir Yok olan” evren içerisinde varoluşumuzu gerçekleştiriyoruz. Bu var oluş ve yok oluş’un merkezinde, AN ölçüsünde yaşayan insanlar, Bütün Evren ve Bütün Zeka kavramını anlayarak Bütün Düşünerek hareket edebilecekler mi?…

Canlı varlıkların organize durumu, düzenli bir yapı oluşturur. Yani yaşam içerisinde bir ahenk, bir düzen vardır. Bilim adamları buna Entropi’nin azalması diyorlar. Entropi(*): düzensizliğin ölçüsü anlamındadır. Entropi düşük ise düzenli bir yapının varlığını gösterir. Entropi Kanunu (düzensizlik kanunu) evrendeki düzeni ortaya koyan en büyük delillerden biridir. Yaklaşık onbeş milyar yıldan beri varlığını sürdüren evrenin şu anki entropisi hesaplara göre şaşırtıcı derecede düşüktür. Bu bize evrende bir düzenin olduğunu gösterir ki evrenin ilk başlangıcının çok düzenli olarak başladığını ortaya koyar. İlginç olan başka bir durum ise, evrendeki sistemin herhangi bir kısmında bir entropi artışı olursa (düzensizlik artarsa) başka bir kısmında entropi azalır (yani düzen artar). Fakat bu artış ve azalmalar geçicidir ve ne kadar büyük olursa düzelme de o kadar çabuk gerçekleşir.

Evrenin başlangıcının aşırı derecede düzenli oluşu, özel bir durum ve simetri ya da ekonomi ilkesine tabi olarak var olduğunu ortaya koyuyor. Sonuç olarak evrende Bütünsel bir zeka var ve evren birbirini tamamlayan ahengi ile bütünsel yaşam organizasyonu.

ilerleyen satırlarda bahsettiğim çok ilginç bir konu var. Ve elimden geldiğince açıklayıcı ve anlaşılır bir dille anlatmaya çalışacağım: Takyon(*)lar, evrenin düzenini sağlayan parça-bütünsellikler. Onların görevi bilgiyi arttırmak, düzeni sağlamak. Kuantların düzensizliğinin aksine, onların bütünselliği düzeni sağlar. Kendi enerjilerini ve ısılarını kendileri yaratırlar. Ve bizim evrenimizde en yüksek hız olan ışık hızından milyonlarca kez hızlıdırlar. Bizim evrenimizde enerji küçülerek kesirler halinde sıfıra yakın bir durumda biter, oysa takyonlarda bu tam tersidir. Onların enerjileri ise katlanarak sonsuza kadar büyümektedir.

Takyonların varlığı, evrenimizi tanımada büyük rol oynadı. Aynı zamanda 5. Boyut olarak düşünce/bilinç/ruh/melek olarak adlandırılan varlıkların boyutu olduğunu da bilimsel olarak açıklanabilir hale getirdi.

Kuantlar ve Takyonlar
Kuantum kuramının temel fikirlerini önce 1900 yılında Max Planck ortaya attı; ama sonraki açıklama ve matematik formülasyonlarda Einstein, Bohr, Schrödinger, Louis de Broglie, Heisenberg, Born ve Dirac’ın da aralarında bulunduğu çok sayıda bilim adamı rol oynadı.

Kuantum kuramının keşfinin öyküsü, 1900 yılında ilk adım olarak Max Planck (1858-1947) ‘ın siyah cisim ışıma yasasını bulmasıyla başladı.

Kuantumun keşfi ile ilgili konuları bir çok yerde okuyabiliriz. Fakat benim size anlatmak istediğim çok daha farklı bir konu var aslında. Kuantumun bizim hayatımızdaki yeri ve önemi. Kuantum elbette klasik Newton fiziğinden farklı. Yani, Newton fiziğine göre “kesinlik” bilgisinin yerini “olasılık-belirsizlik” bilgisi aldı. Newton fiziğine göre, hız sonsuz, zaman ise mutlaktı. Oysa Einstein, bizim evrenimizde ışık hızından daha hızlı bir hızın olmadığını, ve ışık hızında zamanın kısaldığını ortaya koymuş, günümüzde de bu deneylerle ispatlanmıştır. Bizim evrenimiz diyorum çünkü, maddi evrende en yüksek hız ışık hızı, ışık hızından sonra bildiğimiz SOMUT evrenin aksine SOYUT evren olduğu ortaya kondu. Soyut evrenin yapı taşları olan Takyonlar keşfedildi. Bilaniuk, Takyonların ışık hızından milyonlarca kez daha hızlı gittiğini, fakat hızları düşünce ve ışık hızına yaklaştıklarında ise takyonluktan çıkıp kaybolduklarını ortaya koydu.

Maddi evrenimizin yapı taşları kuantlar soyut evrenin de yapı taşları Takyonlardır. Takyonlar kuantların aksine parçacık halinde değil, bütünsel tümel yapıdadırlar. Takyonları oluşturan sonsuz enerji noktasal değil bütünseldir. Zamanda ters yöne hareket ederler. Bizim zaman anlayışımız geçmişten geleceğidir. Takyonlar gelecekten geçmişe doğru hareket ederler. Onların evreninde hız, zaman ile ters orantılıdır. Yani hız arttıkça zaman yavaşlar ve durur.

Elbette bu anlayışımızla bunu anlayabilmemiz ve kavrayabilmemiz belki şu aşamada zor olabilir. Ama bilim her geçen gün bu konudaki çalışmalarına yenilerini eklemektedir.

Atom altı parçacıklarının tamamı kuantum olarak nitelendirilebilir. Bu gruba giren birçok parçacık bulunmuştur ve halen araştırmaları devam etmektedir. İçlerinde en fazla bilinen ve herkesin yakından bildiği elektronlardır.

Kuantum adı verilen bu parçacıklar fizik evrenin her yerinde bulunmakta, sabit ve cansız olarak gördüğümüz her maddenin varlığı atomlara ve bu parçacıklara dayanmakta ve hareket halindedirler.

Enerji ve Kuantum

Özellikle evlerde kullanılan, TV, bilgisayar ekranları, teypler, elektronik malzeme içeren tüm cihazlar hep kuantumların belli dış etkilere karşı gösterdiği tepkilerden yararlanılarak oluşturulmuştur.

Atom altı partiküllerinden kuarklarla leptonlar, kuvvet taşıyıcı parçacıklar aracılığı ile etkileşime girerler ve görünür maddenin tümüne vücut verirler.

Madde moleküllerden, moleküller atomlardan meydana gelir, atomları oluşturan da elektron ve çekirdektir. Atomun isim babası Demokritos bölünemez dediği atomlar da bölünebilir çekirdek ve elektronlardan oluşmaktadır.

Moleküller, çeşitli atomların birbirine eklenmesiyle ortaya çıkar. Kimya dilindeki element sözcüğü farklı atom yapısını belirtmek için kullanılır. Her elementin farklı atom yapısı vardır.

Görünen evrenin sabit duran tüm maddelerinin temelinde hareketli ve enerjik atomlardan oluşmuş bir bütünlük yatmaktadır.

Kuantum bize, baktığımız ve gördüğümüz her şeyin aslında bir de görünmeyen tarafı olduğunu ve bunları geniş alanlarda kullanma olanağı tanıma imkanı vermiştir.

Ucu bucağı belirsiz, sonsuz ufuklara kadar yayılan bu kozmosa, bilimciler “makrokozmos” adını verirler. Büyük evren….

Makrokozmostan sonra bir de “mikrokozmos” vardır. Yani küçük evren!

Büyük evreni herkes görebiliyordu, gece yıldızlara bakarak, güneşe ve aya bakarak… görülebilir bir evren… Belki ulaşımı bile kolay oldu ki, artık uydumuz Ay’dan sonra, insansız araçlarla gezegenlere gidebiliyor, Hubble teleskopu ile çok uzaklardaki galaksilerin bile fotoğraflarını çekebiliyoruz…

Peki göremediğimiz, mikrokozmoz evrene nasıl ulaşabilecektik?

Hareketsiz görülen, durağan olduğunu düşündüğümüz maddenin içine nasıl girecek, küçük evrene nasıl ulaşabilecektik?

20. asrın ilk çeyreğinde “Kuantum Fiziği” denilen ve akıllara durgunluk veren bir bilim kolu geliştirildi.

Bu ileri fiziğin kurucularından Niels Bohr, “Kuantum fiziğinden şok olmamış bir fizikçi, fiziği anlamamıştır” derken bu gerçeğe işaret ediyordu.

Çünkü Kuantum Fiziği, atom altı parçacıkların sırlar dolu perdesini biraz aralayınca anlaşıldı ki, atomların içinde de ahenkli ve heybetli bir kozmos vardır.

Gezegenlerin ahenkli yörüngelerinden sonra, atom çekirdeği etrafında dönen yörüngelerde hareket eden elektronların düzgün, bir yol izlediği düşünüldü. Ama aksine, bu elektronların hareketine “dalgalar” eşlik ediyor, ve bu dalgalar da bizimle sanki adeta “dalga geçiyor”. Çünkü bu harekette kesinlik yok, yerleri tespit edilemiyor. İhtimallerle yeri tespit ediliyor, yani ihtimallere dayalı bir “belirsizlik prensibi” ortaya çıkıyor.

Yani elektron mikroskobundan bir elektronu inceleyen bilim adamı, nereye bakarsa elektronu orada görebiliyor. Bu da uzun çabalar ve uzun uğraşlar gerektiriyor.

Atom çekirdeğinin içinde bulunan proton var, ama protonun içinde ne var? Araştırıldı ve sonunda o da bulundu, protonun da içinde kuark adı verilen milimetrenin trilyonda biri kadar küçük bir mekana sığışmış parçacıklar var.Yani dünya içinde dünya, onun içinde de dünyalar.

Kuarkları da birbirine bağlayan kuvvetin ne olduğu da keşfedildi ve buna “gluon” denilen kütlesiz parçacıklar olduğu kesinlik kazandı..

En sonunda mikrokosmos yani küçük evren de keşfedilmiş oldu.

Derinlere inildikçe, inanılmaz güzellikler, birbiriyle çok güçlü enerjilerle bağlanmış parçacıklar, düzensizliğin içinde düzen ve matematiksel şaheserler keşfedildi..

Yani her şey birbirine enerji ile bağlı, düzensizliğin içinde düzen olan bir kaosun mükemmel uyumu.

İnsan, evren denilen bütünün bir parçasıdır, ki bu parça zaman ve mekanla sınırlandırılmıştır.

İnsan kendini, düşüncelerini, hislerini; bilincindeki yanılsamayla; bütünden ayrıymış gibi deneyimler.

Bu yanılsama, bir hapishane gibidir; kişisel isteklerimizi kısıtlar ve sevgimizi sadece çevremizdeki en yakın birkaç kişiyle sınırlandırır.

Yaşam görevimiz, sevgi çemberimizi genişleterek, tüm yaratılanı ve doğayı güzelliğiyle kucaklayarak, kendimizi bu tutsaklıktan/ hapishaneden kurtarmak olmalıdır.

Hiç kimse bunu bütünüyle başaramaz, ancak bunu başarmak işin gösterilen çaba, özgürlüğün ve içsel güvenliğin bir parçasıdır. (Albert Einstein).

Kuantum Teorisinin Düşünce Boyutuna Katkıları

Kuantum fiziği teorisinin yardımıyla, atomların ve moleküllerin iç yapılarına nüfuz edilebilmektedir. Günlük hayatımızda birçok elektronik alette kullandığımız ve teknolojinin hemen hemen temelini ve katkılarını oluşturmuştur.

Algıladığımız maddenin, klasik fizikten aksine sanıldığı gibi durgun durağan sabit bir yapısı olmadığı, alt boyutlarına doğru inceleme ve deneyler sonucunda cansız görünen her şeyin aslında bir enerji hareketi olduğunu kuantum teorisi sayesinde bilgilere ulaşılmıştır.

Fakat ilginçtir ki, yaşadığımız dünyayı bu şekilde göremiyoruz ve her şeyin katı madde olduğunu, sabit olduğunu görebiliyoruz. Enerjetik boyutunu görmemize engel nelerdir?

Karl Pribram şu biçimde veriyor:”Çünkü tüm duyu organlarımız şu veya bu şekilde mercekler sistemine göre ayarlanmıştır. Gözdeki mercek sistemi daha gelişmiştir; ama kulaktaki helezon ve hatta derideki algılama kanalları da hep mercek sistemine göre çalışırlar. Bekesy’nin çalışmaları, tüm sensorik yüzeylerin basit birer mercek gibi çalıştığını ortaya koymuştur.”

Yani şunu düşünelim, bizlerdeki beş duyuyu kaldırın, önümüzde engel kalmasın, sırf frekanslardan oluşan sonsuz bir aleme tanıklık edeceğizdir. İyi ya da kötü olarak gördüğümüz her şeyin sadece ve sadece enerjilere tekabül eden frekanslar olduğunu görseydik, neler düşünürdük acaba? Ve iyi ya da kötü olarak gördüğümüz herşeyin temelinin aynı olduğunu görseydik…

Nasıl bir dünya oluşurdu?

Algılamalarımız, duygularımız ve düşüncelerimizin bizi yanılttığını anlamamak içten bile değildir.

Ve asıl üzücü olan, o frekanslar bütünlüğüyle bir ömür boyu savaşarak mücadele ederek ömür tükettiğimizdir.

Mistikler binlerce yıl önce “Alemlerin aslı hayaldir” sözü bugünkü bilimin gerçeklerini ortaya koymaktadır.

Kuantum Düşünce Felsefesi
Psikoloji bilimi ve bu alanda çalışan tüm bilim adamları, insanların hayata daha olumlu bakış açısıyla bakmalarını ve pozitif düşünmelerini önerirler. Bu nitelikli bir yaşam için en uygun olandır. Çünkü nitelikli bir yaşam herkesin ihtiyacıdır ve hakkıdır. Bu yüzden çok sayıda bilim adamı, 1990’ların ortalarında olumlu psikoloji yaklaşımını yaygınlaştırma yönünde çalışmalara başlamışlardır.

Olumlu psikolojinin hedefi, psikolojinin bir bilim dalı olarak yalnızca ruhsal bozuklukları düzeltmekle değil, olumlu niteliklerin yapılandırılmasına yönelmesini de sağlamaktır.

Olumlu psikolojinin öznel değerlendirmeleri şunlardır: Huzur, tatmin olma duygusunun gelişmesi, memnuniyetin artması, umut besleme, iyimser davranış ve düşünce, pozitif düşünme ve mutluluktur.

Bireysel düzeyde incelemeler ise, sevme yeteneği, cesaret, başkalarıyla olan ilişkiler, duyarlılık, azim, affedicilik, özgünlük, ileri görüş, manevilik, doğal yeteneklerdir.

Toplumsal düzeyde incelemeler, sorumluluk, bakım, başkalarını düşünme, nezaket, ılımlılık, hoşgörü ve iş ahlakı yer alır. (*)

DeVos’a göre, pozitif düşünme bir lüks değildir, bir gerekliliktir.

Psikoloji ve psikiyatri bilimi, olumlu psikoloji çalışmaları, pozitif yaşam ve pozitif düşünce, zamanla kuantumun keşfinden ve kullanım alanlarının yaygınlaşmasından sonra, kuantum düşüncenin de önemi ortaya çıkmaya başladı. Çünkü kuantumda esas, enerji, etkileşim, çekim ve haberleşmeydi. Madde enerji bütünüdür ve bize bahşedilen en büyük özellik düşünce ise ve düşünce de bir enerji ise, düşüncelerimizle bizler, var olan her şey ile etkileşim halindeyiz. Ve sonuçta kuantum düşünce felsefesi günümüzde yer etmeye başladı.

Binlerce seneden beri var olan ve var olan tüm inanç sistemlerini de destekleyen pozitif yaşam felsefesinin ve pozitif düşünce sisteminin, çağımıza ve anlayışımıza daha uygun hale getirilmiş ve açıklanmış hali Kuantum Düşünce Felsefesini oluşturur.

Pozitif düşünce, sadece iyi ve iyimser düşünceden çok, kişiye, topluma, en uygun formatta olanı, en mantıklı ve en İHTİYACA uygun olanı belirlemek, tespit etmek, bunu hayata geçirerek yaşam alanı yaratmaktır. Yaşam felsefesini oluşturarak, düşünce ve fikirlerin bir enerji bütünü yaratıp, fiziksel alanda bunu desteklemektir.

Kavramsal olarak, ne isteniyor ise, İHTİYACA uygun ne ise o tespit edilir, basit ve yalın bir istek-düşünce-cümleleri oluşturulur ve düşünce sistemine yerleştirilir.

Zamanla bu formattaki (teknikteki)düşüncelerimiz, duygularımıza, isteklerimize, arzularımıza ve en önemlisi de hareketlerimize yön vermeye başlar. Kısacası, değişen düşünce sistemimizle doğru orantılı olarak fiziksel sağlığımızda da değişimler meydana gelir. Sağlıklı düşünce yapısı, fizik bedeni de sağlıklı kılar ve bunu destekler. Atalarımız boşuna, “sağlam kafa, sağlam vücutta bulunur” dememişlerdir.

Pozitif düşüncenin, sadece iyi düşünce olmadığını, mantıklı olanın ve İHTİYACA yönelik en uygun olanın olması gerektiğini tekrar vurgulamak istiyorum. Çünkü bilim adamları, olumlu psikolojinin kişiler üzerinde “olumsuz” etki yaratabileceğinden de endişe etmişlerdir.

Pozitif düşünce, kuantum düşünce, kesinlikle “adam sende”cilik değildir, “boşverme” değildir. Nasılsa pozitif düşünüyorum, sağlığım yerinde olacak, her istediğim gerçekleşecek, her şey güllük gülistanlık olacak diye düşünülmemelidir. Unutmayalım ki, düşünce, davranış ile bütünleşirse ve gerekli çaba gösterilirse değer kazanabilir.

Pozitif düşünmek, pozitif davranmak, herkese iyi davranmak, gülücükler dağıtmak, her dediklerini yapmak anlamına gelmemelidir. Mantıklı olan ve İHTİYACA uygun olan ne ise o olmalıdır.

Yaptığımız davranışların sürekli olumlu ve pozitif olma düşüncesi yanlıştır. Yani bizler hayatımız boyunca her saniye pozitif olamayız. Olamadığımız için de kendimizi suçlamamalıyız.

Merkezde olduğumuz sürece, her şey ne kadar güllük gülistanlık iken, merkezden ayrıldığımızda her şeyin tersine döndüğünü düşünmek, ve artık hep böyle gideceği endişesine kapılmak yanlıştır.

Hayat inişler ve çıkışlar ile doludur. Her an pozitif düşüneceğiz derken de hayatı unutmamalıyız. Hayatı olduğu gibi ve olması gerektiği gibi yaşamak gerekir. Yoksa, hepimiz uzak çıkılmaz ulaşılmaz dağlara çıkar oradaki mağaralarda hayatımız boyunca olumlama yaparak pozitif kalabilirdik. O zaman dünya bu kadar çeşitli ve farklı yaratılmazdı. Önemli olan, hayatın içinde ta kendisi olabilmek ve kendimizi unutmadan, merkezden uzaklaşsak da, geri döneceğimizi bilerek yaşamak en doğru olan olacaktır. Mükemmel olan ruh varlığının, maddi dünyaya doğmasının, başka bir açıklaması olabilir miydi?

İnsan hep bir noktaya bakarak, dengede ve merkezde kaldığını düşünür. Oysa, dönen çark onu yavaş yavaş merkezden uzaklaştırır. Ve O hala merkezde kaldığını düşünmeye devam eder. Merkezden uzaklaştığına dair olaylar yaşamaya başlar ve bu olayların şiddeti zaman zaman doz artışı gösterir. Ta ki gözünü baktığı yerden ayırıp da gerçeği görene kadar…

Kuantum Düşünce’nin Hayatımızdaki Yeri
Klasik fizikten farklı olan taraflarını, maddenin katı olmadığını hatta %99′unun ışık parçacıklarından, atom altı partiküllerden ve bu partiküller arasında boşluklardan, bu boşlukların çok güçlü enerji ve çekim kuvvetinden oluştuğunu, boşluklar arasında ışık hızından daha hızlı haberleştiklerini detaylı olarak aktardık.

Sıradan düşünce, sıradan kelimeler düşük frekanslı düşüncedir ve düşük enerjileri çeker.

Her şeyden önce, dönüp kendimize bakmalıyız:

Konuştuğumuz kelimelere ve aklımızdan geçen düşüncelere.

Ne türde düşünüyor ve aktarıyoruz?

Genelde tüm dünyada düşünceler ve konuşmalar, isyandan öteye gitmez.

Herkes, yaşadıklarına kızar, başına gelenlere üzülür ve dile getirir.

Her yaşanan olay, kişiye illaki bir şey anlatmak için meydana gelmez. İnsan, sürekli Neden Ben? Sorusunu sorar. Belki sen değilsin. Bütünün içinde Neden Ben sorusunu soran diğer parçan için, sen çekim alanına dahil olan, görev alan bir varlıksın. Bu yüzden sürekli talihsiz olaylar zinciri yaşadığını düşünmek, Bütüne hizmet etme vazifesini henüz daha benimsemediğimizi ve o bilince ulaşamadığımızı gösterir. Bu bilinç oluşana kadar çekim alanlarına dahil olacağımız da şüphesizdir.

“Batsın bu dünya”, “Kahrolsun dünya”, “Böyle Kadere….” “Keşke doğmasaydım” “Niye bunlar benim başıma geliyor” “Kör Talih” “Ne düşünsem oluyor, başıma geliyor” “Su içsem yarıyor” gibi öyle çok kelimeler tüketilir ki…

Hatta pozitif düşünen ve pozitif davranan insanlara da, sanki başka gezegenden gelmiş muamelesi yapılır. “Pollyannacısın” “Safsın” “Bu kadar iyimser olma, kazık atarlar sana” gibi yakıştırmalara maruz kalınır.

Tüm çocukluk boyunca, hep olumsuzluklarla büyütüldük.

“Yapamazsın”, “Düşersin, “Tembel”, “Kabiliyetsiz”, “Üşürsün” “Hasta olursun”, “Elleme, yapma etme”.…. Sonra da “Benim çocuğum neden başarısız? Neden isyankar, neden bu kadar asi? nerde hata yaptım?” deriz.

Olumlu düşünmek, pozitif düşünmek öğrenilir ve öğretilebilir. Yani düşünce sistemimizi baştan inşa edebileceğimiz gibi (çocukluktan), sonradan da öğrenebiliriz. Önce düşünce sistemini yeniden ele alır ve olumsuz düşünceler yerine, olumlular konularak konuşmaya ve sonra da düşünmeye başlar.

Her düşünce sonradan eyleme dönüşecektir. Bu zamanla olacaktır. Hemen olmasını beklemek yersizdir.

Sonra hayallerini amaçlarına göre düzenler. Neyi istiyor ve arzu ediyorsa, sanki onlara şimdiden ulaşmış gibi net ve açık imgelemeler yapar. Nasıl biri olmak istiyorsa, onun gibi davranır.

Başlangıçta bu konuda biraz zorlansa bile, sonra yeni düşünce ve tavırlar alışkanlık haline dönüşür. Bilinçaltının olağanüstü gücünü kullanmaya başlar. Sezgilere ve ilhamlara açar kendini.

Bilinçaltının uyarılarına ve desteklerine kendini açar.

Bize bahşedilen en önemli insan olma özelliklerinden ve kullanıldığı zaman çok iyi bir enerjiye dönüşecek olan ALIŞKANLIK meselesi vardır.

https://www.facebook.com/Academicphysics

ALIŞKANLIK’ın belli bir zamanı vardır, ve diyetlerde hatta bir takım özel çalışmalarda genelde vücudun 28 günlük bir alışkanlık süresi vardır. Enerji çalışmalarında da, uyumlama sonrası 21 günlük kendine enerji çalışması yapma zamanı verilir öğrencilere.

Bizler olumsuz ve bağımlılık yapacak her şeye alışkın durumdayız. Oysa, bu özelliği, olumlu yönde kullansaydık inanılmaz şeyler başarabilirdik.

Olumlu düşünceyi de beynimize şuurlu olarak alışkanlık haline getirmeliyiz.

Kuantum Fiziği’nde “Benzer Benzeri Çeker“, ne düşünürsek o enerjiyi yayınlarız, auramızda kalır ve düşündüğümüz şeylerin kalitesine göre düşük ya da yüksek frekanslı enerjileri çekmeye başlarız.

Unutmayalım ki, kendimizi gözlemleyerek çok sonuçlara ulaşabiliriz.

Kuantum ve Yeni Çağ

Artık bilgi ve bilim kavramlarına daha farklı bakıyoruz.

Eski klasik fizik anlayışının temelleri yavaş yavaş, kuantum’un keşfi ve ortaya konması ile yıkılmaya başladı.

Eskisi gibi bilgi ve bilim anlayışı materyalist ve mekaniklikten çıktı ve daha mistik ve spirit hal almaya başladı. Bunu yine kuantum fiziğinin ortaya konmasına borçluyuz.

Kuantum fiziği ve izafiyet teorisinin katkıları, sadece fizik bilimine değil, tüm bilim dallarına da benzer gelişmeler katmıştır.

Aynı zamanda enerji anlayışına katkılarından dolayı (her şeyin aslının enerji olduğunun keşfi), spirit (ruhsal) çalışmalara yönelimi arttırmaktadır.

Madde, enerji, neden-sonuç ilişkileri (determinist*), mistik anlayışlar, uzay, zaman, mekan, boyutlar gibi anlayışlarının değerlendirilmesi de farklı bir hal almaya başladı.

Yaşadığımız bu değişim, (1950′lerde başlayan bu değişim) Yeni Çağ daki Yeni Dünya İnsanlık Realitesi’nin oluşumuna katkı sağlayacak, köklü değişimler yaşayacağı bir çağ özelliği taşıdığını ispatlar durumdadır.

Kuantum fiziğinin anlaşılır hale gelmesiyle, toplumsal, ekonomik, zihinsel, duygusal ve ruhsal yönlerden değişimler kaçınılmaz olmaktadır.

Bu değişim süreci herkesi etkilemekte, en tutucu toplum tarafından bile görmezlikten gelinemez hale gelmektedir.

Evren tamamıyla kaotiktir. “En iyi bilinen mekanizma” diye nitelenen olaylarda bile, kaotik dinamiklerin rolünü göz ardı edemeyiz.

Herhangi bir taşı elimizden bıraktığımızda, yere düşerken, Andromeda galaksisindeki küçük bir meteorit, bizim taşımıza bir çekim kuvveti uygulamaktadır.

https://www.facebook.com/Academicphysics


Ne kadar ilginç bir bilgi değil mi?

Evrendeki tüm maddeler, atom ve atom altı partiküllerin birbirleriyle, ışık hızından daha hızlı haberleştikleri ve etkileştiklerinden dolayı, etkileşirler. Ve en ufak bir hareketten tüm evrenin bilgisi olmaktadır.

Yani her şey etkileşim halindedir. Bu etkileşim, sadece dünya içerisinde değil, tüm evrende geçerlidir.

Ama elbette ki, bu değişkenlerin tümünü hesaba dahil etmek, insanın yapabileceği bir şey değildir. Bizim şansımız, ölçüm yöntemlerimizin, evrenin ince ve narin dokusuna göre oldukça kaba olması ve (evrensel etkileşimlere oranla) çok kaba sonuçlarla yetinebiliyor olmamızdır.Biz hesaplarımızı, kendimize göre yapabiliyoruz, çünkü, kütlelerle doğru, aradaki uzaklığın karesi ile ters orantılı vs.

Sistem bileşenleri, tüm etkileşimler göz önüne alındığında, bir olasılıklar yumağı içinde sürüklenir ve o anki kuantum durumu için geçerli olasılığa doğru bir “çökme” gerçekleşir. Yani artık kesin kurallar değil, olasılıklar söz konusudur.

Biraz anlaşılmaz gibi görünse de, bilmemiz gereken tek şey evrendeki her şeyin iletişim ve haberleşme halinde olduğudur.

Bu yüzden, evrene atılan her pozitif düşünce, pozitif davranış, diğer tüm var olanları da etkilemektedir….

Hiçbir yapılan boş değildir, boş yere yapıldığı düşünülmemelidir.

Bir soru sormalıyız kendimize: Evrenin muhteşem düzeninde, soyut ve somut evrenin tam ortasındayız. Neden kendimizi ayrı görüyoruz ve ne zaman bu bütünün içinde yer aldığımızın farkına varacağız?

Bilgi, her yerdedir, evrenseldir, paylaşımı öngörür. Kainat (görünen ve görünemeyen evren) bilgi ile inşa edilmiştir, bizlerin özü bilgidir. Ve tüm evrene, tüm hücrelere, atomlara ve atom altı partiküllere nüfuz etmiştir ve Evren bu sayede organize durumunu devam ettirmektedir.

Bilgi tek bir kaynaktan yayılır. Biz varlıklara düşen onu uygulamaktır ve bilgi ile hareket etmektir. Ve naçizane yorumlamak kalır. Bilgi, paylaştıkça değer kazanır, önemi ve yeri artar. Önemli olan ne kadar fayda sağladığıdır. Bilgiye sahip çıkalım, koruyalım, paylaşalım ama sahiplenmeyelim, kendimize mal etmeyelim. Her şeyin özü BİR’dir.

| Kevser Yalçın

https://www.facebook.com/Academicphysics

7 Kasım 2012 Çarşamba

Kuantum Teorisi

Kuantum teorisi, atomik olaylardaki enerjiyi açıklamaya yarayan bir fizik teorisidir. Kuantum kelimesi yalnız başına kullanıldığında bir sistemin değiştirebileceği enerjinin küçük bir kısmı anlamına gelir. Mesela foton, elektromanyetik radyasyon kuantumudur. Kuantum teorisi enerjinin devamlı olmadığını ve seviyelere sahip olduğunu, bu seviyelerin küçük kademeler halinde değişebileceğini matematik ifadelerle açıklar.


Mesela; bir atomda elektronların çekirdek etrafında kendi yörüngelerindeki hareketleri, siyah cismin küçük miktarlar halinde ısı yayması(Max Planck'ın siyah cismin radyasyonunu buluşu), fotonun elektromanyetik radyasyonu (Bohr teorisi), fotoelektrik olayı, atom spektrumu (tayfı) kuantum teorisi ile izah edilebilir. Kuantum teorisi üzerine yapılan çalışmalar şunlardır:
Plank'ın radyasyon teorisi:
1901 senesinde Alman fizikçisi bir cismin ufak bir oyuğundan yaydığı ısı enerjisinin frekans dağılımını (radyasyonunu), ışığın elektromanyetik teorisine benzeterek, cisme ait en küçük parçalarının titreşimler yaparak yaydığı enerjisine benzetmiş ve matematik olarak bunu ifade etmiştir. Yaptığı hesaplardan, bu titreşimlerin genliklerinin sınırlı olması gerektiğini anladı. Mesela bir salınımın veya titreşimin genliği 1 m veya 2 m olabilmekteydi, arada bir değer alamamaktaydı. Bunun sonucu olarak, sadece belirli genlikteki salınımlara müsaade edildiğinden dolayı, enerji artık düzgün bir şekilde alınamamaktaydı veya yayılamamaktaydı. Böylece işlem sarsıntılı olarak, müsaade edilen bir genlikten diğer genliğe sıçrayarak ortaya çıkacaktı. Böyle bir sıçramayı ortaya çıkarmak için gerekli olan enerji miktarını bir kuantumluk enerji olarak isimlendirdi. Ayrıca bir kuantumluk enerjinin, salınımın frekansı ile, Planck sabiti denen sabit bir sayının çarpımına eşit olduğunu kabul etti. Bu sabite h=6,62·10-27 erg. saniye şeklinde çok küçük bir değer olduğu için sıçramalar da çok düşüktür.
Bu kabuller o kadar değişiktir ki, Planck bile geçerliliğinden şüpheye düştü. Ancak 1905'te Albert Einstein, önemli bir adım atarak, bunları ciddi bir şekilde inceledi. Işığın kendisinin kuantumların birleşmesinden meydana gelen taneciklerden ibaret olduğunun kabul edilmesi gerektiğine işaret etti. Yoksa, teoride bir dengesizlik ortaya çıkmaktaydı. Şimdi bu taneciklere foton denilmektedir ve bunların enerjileri, frekansları ile Planck sabitinin çarpımına eşittir. E=h·f. Bu kabul, metalik bir yüzeye ışığın çarpmasıyla bu yüzeyden elektronların koparılması olayını açıklayarak pekiştirdi. Buna fotoelektrik olayı denilir.
Dalga ve parçacık teorisi:
On yedinci yüzyılda Isaac Newton, ışığın parçacıklardan meydana geldiğini kabul etmiş ve bir geometrik optik geliştirmişti. Ancak daha sonra meydana gelen gelişmeler ve ışığın hızının diğer şeffaf cisimlerde ölçülmesi, James Clerk Maxwell'in geliştirdiği elektromağnetik dalga teorisinin kabulünü zorlamıştı. Ancak Einstein'in çalışmasıyla parçacık teorisi canlanmış ve dalga teorisiyle rekabet eder duruma gelmiş oldu.
Atom spektrumu (tayfı)
1993'te Danimarkalı Niels Bohr kuantum fikrini, klasik teorilerin o zamana kadar açıklayamadığı, atom spektrumu teorisine tatbik ederek önemli bir adım attı. İngiliz Ernest Rutherford'un yaptığı deneylerden, atomun minyatür güneş sistemi gibi, ortasında pozitif yüklü bir çekirdek etrafından dönen elektronlardan ibaret olduğu kabulünü getirdi. Ancak atomu tutan elektriksel kuvvetlerin, kütle çekim kuvvetlerinden farklı olduğunu iddia eden Maxwell, elektronların yörüngelerinde kararlı olmayacağını bildirdi. Buna göre elektronlar enerjilerini sürekli frekansa sahib olan ışık şeklinde yayacaklardı. Bu ise atom spektrumunda görülen ayrık frekansları açıklamaktan uzaktı. Hatta atomların kararlı durumu bile açıklanamıyordu.
Bohr klasik teorinin kabullerinden ayrılarak bazan eskiye taban tabana zıt yeni kabuller yaparak işe başladı:
  • Elektronlar kararlı yörüngeye sahiptirler.
  • Yörüngelerinde bulundukça enerji yaymamaktaydılar.
  • Sadece belirli yörüngeler mümkündür. (Aynen Planek belirli salınım genliklerine izin verdiği gibi.)
  • Elektronlar bir yörüngeden diğer yörüngeye sıçrayabilmektedirler. Ancak bu halde meydana gelen enerji farkı, foton yaymak veya almakla karşılanacaktır. Bu fotonun f frekansı da E enerji farkının h Planck sabitine bölünmesiyle elde edilecekti: f = E / h
Bu kabuller şaşırtıcı sonuçlar çıkardı. Bohr, yüksek bir yaklaşımla hidrojen atomunun spektrum frekanslarını hesapladı. Eski ve yeni kabullerin karışımı olan bu teorinin sonuçları artık herkesin dikkatini çekmekteydi.
Bir elektronun hareketinin kuantum sayıları denilen belirli sayılara bağlı olduğu anlaşılmıştı. Kuantum sayıları tam sayılar veya tek sayıların yarılarından ibaretti. Bu sayılar Bohr teorisindeki müsaade edilen yörüngelerle ilgiliydi. Bohr'un teorisiyle atomun içine nüfuz edilmekte olduğu için, bu teorinin önemi büyüktür. Ancak seneler sonra bilim adamları, bunun da açıklayamayacağı olaylarla karşılaştılar. Bunun sonucu olarak iki farklı yönden gelinerek bir modern teori geliştirildi.
Dalga mekaniği:
1923'te Fransız Louis de Broglie, ışığın dalgalar tarafından iletilen fotonlardan ibaret olduğunu iddia etti. Ona göre elektron ve diğer atomik parçacıklar da dalgalarla hareket etmekteydi. Ayrıca iddiasının Bohr'un müsaade edilen yörüngeler kabulüyle de uyuştuğunu gösterdiyse de pek dikkati çekmedi.
Erwin Schrödinger 1925'de bu iddianın dalga kısmını alarak, Newton'un mekaniğine tatbik etti. Bu yeni ortaya çıkan Dalga mekaniği'ne göre elektronlar parçacıklar olarak değil, farazi bir matematiksel uzayda yayılı dalgalar olarak belirmekteydi. Bu kabuller, Planck'ın salınımlarının kuantum davranışlarını, hidrojen atomunun spektrumunu açıklaması ve çok önemli kuantum sayılarını doğrudan doğruya ortaya çıkarması yönünden, ciddiye alındı. Daha sonra yapılan deneyler De Broglie'nin madde dalgalarının mevcudiyetini de göstermiştir
Matris mekaniği:
Werner Heisenberg de 1925'de tamamen farklı bir yol takip ederek, temel fiziksel büyüklükleri düzenli bir şekilde tablolar halinde yazdı. Bunlara matris denildiği için, teorisi de Matris Mekaniği olarak isimlendirildi. Bir parçacığın koordinatını ve momentumunu (kütlesiyle hızının çarpımı) q ve p ile gösterdiğinde p kere q'nün, q kere p olmadığını ve aradaki farkının Planck sabitiyle ilgili olduğunu keşfetti. Bu, günümüzde modern atom teorisinin temel taşlarından birini teşkil etmektedir. Heisenberg'in teorisi görünüşte çok farklı zannedilen Schrödinger'inkiyle aynı sonuçları vermekteydi. Paul Dirac ise, her ikisinin klasik mekaniğe çok benzeyen kuantum mekaniğinin özel bir şekli olduğunu gösterdi.
Belirsizlik prensibi:
Yukarıdaki gelişmeleri anlatan kuantum teorisi bir başarıdan diğerine gitmekteydi. Ancak temelinin fiziksel bakımdan tutarlı olduğunda hala şüpheler mevcuttur. Mesela p momentum ile q koordinatlarının çarpımında eğer q·p çarpımı, p·q çarpımına eşit değilse bu büyüklükler alışılagelen değerler alamamaktaydılar. 1927'de Heisenberg, belirsizlik prensibini ortaya koyarak bu konuda rahatlık sağladı.