18. yüzyıldan beri Osmanlı idarecilerinin ilgiyle izledikleri Fransa, 19. yüzyılda artık örnek alınan bir model olmaya başlamıştı. Fransız etkisinin en çok hissedildiği alanlardan biri, şüphesiz eğitim ve kültürdü.
Yeni düzenin merkezi olarak algılanan Paris, yeniden kurgulanmaya başlayan Osmanlı İmparatorluğu için, bir uygarlık örneği olarak, yeni bir çekim merkezi halini almaktaydı.
1831 yılında, dört gencin eğitimleri için Paris'e yollanmasıyla bu konuda ilk somut atılmıştı. Ahmed, Hüseyin, Abdüllatif ve Edhem adındaki bu dört çocuk, Avrupa'da eğitim görmek üzere gönderilen ilk Müslüman Osmanlılardı...
Üzerinde özellikle duracağımız Edhem'in yaşam öyküsü ilginçti. 1818 civarında Sakız Adası'nda doğmuş, 1821'de başlayan ve kısa sürede Yunan bağımsızlık mücadelesine dönüşen Rum ayaklanması sırasında, 1822'de Osmanlı ve Mısır donanmaları tarafından misilleme olarak Sakız halkına uygulanan kırımdan kurtulabilmiş ama esir olarak alınmıştı..
Henüz 4 ya da 5 yaşındaki bu Rum çocuğu, dönemin tanınmış devlet adamlarından Hüsrev Paşa tarafından alınıp Müslüman yapılmış ve yetiştirilmişti. Dolayısıyla, yeni kimliğiyle beş yıl kadar geçirdikten sonra, yaklaşık 12 yaşına geldiğinde, bir kez daha bulunduğu yerden koparılarak Osmanlı modernizasyon projesinin bir parçası olarak kendini Paris'te bulmuştu.
Edhem ve diğer üç çocuk hakkındaki bu karar, Osmanlı hükumeti tarafından 1830 yılında alınmıştı. Fransız Sefiri Guıllemınot, Aralık 1830'da bu kararı hükumetine bildirmiş, söz konusu çocukların Serasker Hüsrev Paşa'nın yetiştirmelerinden seçilmiş olduklarını belirtmişti..
Çocuklara eşlik etmek için ise, dönemin ünlü müsteşrik ( Doğu bilimci ) ve tercümanlarından Amadee Jaubert görevlendirilmişti. Aralık 1830 veya Ocak 1831'de İstanbul'dan ayrılmışlar, Şubat başında Marsilya'ya, Mart ayında ise Paris'e ulaşmışlardı. Mart sonunda Paris'te eğitimlerinin sorumluluğunu üstlenecek olan ve kendi adını taşıyan dönemin en ünlü hazırlık okullarından birinin sahibi olan Jean-François Barbet'ye teslim edilmişlerdi..
İbrahim Edhem Paşa
Bir süre sonra da gene Hüsrev Paşa'nın yetiştirmelerinden Mehmed Reşid adında beşinci bir genç de onlara katılmıştı.
Bu operasyonun bir Osmanlı "medeniyet projesi" niteliğinde olduğu her halinden belliydi. Jaubert, hükumetine Paris'ten yazdığı mektubunda, "Türklerin daha yüksek bir uygarlığa ulaşmak için harcadıkları çabalar"dan bahsetmekteydi.
26 Kasım 1832'de Hüsrev Paşa doğrudan doğruya Barbet'ye bir mektup yazarak Fransız eğitimciye üstlendiği sorumluluktan dolayı teşekkür ediyor, bir kez daha Osmanlıların ilim ve irfandan nasiplerini almaktan aciz bir millet olduklarını iddia edenleri yalancı çıkarmanın ne denli şerefli bir görev olduğunu anımsatıyordu. Yaşlı Serasker, "evlatları" ile kendisi arasında bir kıyaslama yaparak, meseleye ilginç ve şahsi bir boyut kazandırıyordu. "Bugün işgal ettiğim mevkide, hayatımın ilk yıllarında becerikli ve müşfik hocamın verdiği eğitimin bütün meyvelerinden yararlanmaktayım. Benim gerçek eğitimim bugün gençlere devlet işlerine uygun eğitimin nihai zahmet ve meyvelerinin verildiği yaşta başladı. Benden daha şanslı olan evlatlarım, sizin himayenizde öğrendiklerini, bu bilgilerin tekamülünü uzun bir meslek hayatı boyunca izleyebilmelerini mümkün kılacak bir yaşta uygulamaya başlayacaklardır.."
Barbet'nin okulu zaten başarılarıyla tanınıyordu. Pasteur gibi geleceğin parlak insanlarından birçoğunun eğitim gördüğü bu kurum, Paris'in en iyi hazırlık okullarının başında geliyordu.
Ancak, kendisine emanet edilen dört genç Osmanlı, Barbet için yeni ve ilginç bir pazarın açıldığı anlamına geliyor, aynı zamanda Fransa'nın uzun vadeli bir siyasi yatırıma girdiğine işaret ediyordu.
1840'da Sultan Abdülmecid, Barbet'ye hizmetlerinden dolayı Nişan-ı İftihar ihsan etmiş, nişanla birlikte gelen Mustafa Reşid Paşa imzalı mektupta da Barbet'nin "İmparatorlukta ıslahat ile medeniyetin terakkisine olan katkıları"ndan bahsedilmişti.
Barbet ise, bütün bu mektupları, kendi reklamı için, yayımladığı kitapçığın sonunda şu açıklamaya yer veriyordu : "Belki bir gün, Paris'te eğitilen genç Türkler Babıali'nin kurullarında yerlerini aldıklarında, eğitimlerinin ilk dönemlerini hatırlayacak ve dolayısı ile düşüncelerinde Fransa'nın lehinde bir hava oluşacaktır".
Genç Edhem, hamisi ve öğretmeninin ümitlerini boşa çıkartmayacaktı. 1831'de girdiği Institution Barbet'den 26 Ekim 1835 tarihindeki kararla Madencilik Okulu'na ( Ecole des Mınes ) yabancı öğrenci statüsüyle kabul edilmişti. Herhalde bu sebeple 1251'de ( 1835/1838 ) Hüsrev Paşa ; Hassa Müşiri'ne hitaben bir arzında, Abdüllatif ile Hüseyin'in İstanbul'a dönmelerine karşın Mehmed Reşid, Ahmed ve Edhem'in eğitimlerinin devam etmesi nedeniyle bir süre daha Paris'de kalacaklarından, maaşlarının sarayca karşılanmasını istemiş, bu maaşların heba olmayacağı konusundaki görüşünü beyan etmişti..
Edhem, 12 Haziran 1836'da ikinci sınıfa, 26 Mayıs 1837'de üçüncü sınıfa kabul edilmişti. Bu eğitimin sonunda, Paris'de 8 yıl kadar kaldıktan sonra, 1939'da İstanbul'a dönen Edhem, "Arabi ve Farisi ve Türki bazı ulum-u fünunun tahsiline" çalışmış ve askeriyeye geçmişti.
1845'de Gümüşhacıköy, Keban ve Ergani madenlerinin başına getirilmiş, ardından da 1846'da döndüğü İstanbul'da 1847'den 1856'ya kadar saraya bağlı olarak mabeyin ferikliğine kadar yükselmişti. Aynı yıl vezir rütbesi kazanan Edhem Paşa, Meclis-i Ali Tanzimat, Meclis-i Vala, Encümen-i Daniş üyeliklerinde bulunmuş ve muhtelif nazırlık ve elçilik görevlerinden sonra 1877'de bir yıl süreyle sadrazam olarak görev yapmıştı.
Fransa'yla olan bağlarına gelince, İbrahim Edhem öğrenciliği zamanındaki Fransız diplomatlarını ve öğretmeni Barbet'yi haklı çıkartmıştı. Osmanlı erkanı arasında Fransızca'yı ana dili gibi konuşmasıyla ün salan bir devlet adamı, Fransa ve Fransız kültür ve bilim dünyasıyla hep yakın temasta kalmıştır. O kadar ki, 1842 yılında doğan büyük oğlu Osman Hamdi'yi de 1860'da eğitim almak üzere Paris'te, üstelik de kendi çocukluğunun geçtiği Institution Barbet'ye yollamıştı. Hala hayatta olan Barbet, eski öğrencisinin oğluna kucak açmıştı. Her ne kadar Osman Hamdi'yi babası kadar ciddi ve çalışkan bulmamış idiyse de , 1864'de Hukuk Fakültesi'ne kaydolabilmesi için gerekli eğitimi vermişti.
Ne var ki belki de paşa kölesi ile paşa oğlu olmanın doğurduğu farktan dolayı, Osman Hamdi kendisinden beklenen eğitimi tamamlayamadan, 1868'de ülkesine dönmüştü. Ancak babasından farklı bir şekilde de olsa, Osman Hamdi Bey de resim, arkeoloji ve müzecilik dallarındaki öncülük ve başarılarıyla öne çıkacak, Osmanlı kültür ve sanat dünyasında herkesçe malum saygın yerini alacaktı.
Osman Hamdi Bey'in her iki evliliğini de Fransızlarla yapmış olması, gerek resmi, gerek özel hayatında Fransızca ve Fransa'ya gösterdiği bağlılık, 1831'de "Edhem" adı verilmiş yetim bir Rum çocuğuyla başlayan "Medeniyet Projesi"nin ne denli derin izler bıraktığını da göstermeye yeterlidir.
( Prof. Dr. Edhem Eldem - B.Ü. Tarih Bölümü, "Popüler Tarih" teki yazısı )
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder