Örgütlenmiş gruplar halinde yaşayan insanların oluşturduğu bütünlüğe toplum denir, insanların bir arada yaşadığı en üst seviyedeki örgütlenme biçimine devlet denir. Devlet; halk, ülke ve hükümdarlık unsurlarından oluşur.
XIV. yüzyıldan itibaren sınırlarını sürekli genişleten Osmanlı Devleti, Anadolu'da Türk nüfusu, bir yönetim altında birleştirdi. Balkanlardaki fetihler sonucunda değişik soy ve dinden insanlar ülke nüfusuna katılmıştır. XVI. yüzyılda sınırlarını iyice genişleten Osmanlı Devleti'nin sınırlarına Suriye, Arap Yarımadası ve Kuzey Afrika'daki ülkelerde yaşayan insanlar da dâhil olmuştur. Dolayısıyla Osmanlı Devleti, çok uluslu ve çok dinli bir toplum haline gelmiştir. Müslümanlar yönetici konumundaydı.
Devletin Resmi Tasnifine Göre Osmanlı Toplumu
Osmanlı Devleti'nde toplum, yönetenler (Askeri) ve yönetilenler (Reaya) olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Osmanlı Devleti'nin toplum düzeninin sağlanması için yönetim felsefesinin temeli haksızlıkların önüne geçmek, emniyeti sağlamak, adalete dayalı bir toplum nizamı kurmak ve bunu sürdürmekle görevli bir yönetici güce, (devlet gücüne), dolayısıyla bir hükümdara sahip olmaya dayandırılmıştır.
Yönetenler (Askeriler)
Osmanlı Devleti'nde yönetenler, yönetilenlerden farklı olarak vergi ödemezlerdi. Yönetenler, gördükleri vazife ve eğitime göre üç gruba ayrılmıştır.
Bunlardan birinci grup olan Seyfiye'nin yönetim görevi vardı. Vezirler, Beylerbeyleri, Sancak Beyleri bu gruptan seçilmiştir. İkinci grup ise, ilmiye sınıfıydı. Medreselerde yetişen bu grup içinden Kazasker, Şeyhülislâm, Müderrisler ve Kadılar seçiliyordu. İlmiye sınıfı eğitim, adalet ve fetva görevlerini üstlenmiştir. Üçüncü grup ise, Kalemiye sınıfıdır. Defterdarlar, Nişancılar, Reisülküttaplar ve Divan Katipleri bu sınıftan seçilmiştir. Kalemiye sınıfı devletin yazışma işlerini, maliye ve dışişlerini üstlenmiştir.
Yönetilenler (Reaya)
Osmanlı Devleti'nde yönetilenlere "reaya" denirdi. Reaya askerlerden farklı olarak vergi öderlerdi. Reayayı, çeşitli din, mezhep, ırk ve dilden topluluklar oluşturmuştur. Devlet yönetiminde hakim unsur Türkler olmakla beraber Rumlar, Ermeniler, Araplar, Yahudiler, Romenler ve Slavlar yönetimde yer alabiliyordu. Osmanlı Devleti, her inanç topluluğunu kendi içinde serbest bırakmış ve onları asimle etme yoluna gitmemiştir. Devleti oluşturan halkın en önemli unsuru devleti kuran, ona dilini, gelenek ve göreneklerini veren Türklerdi. Anadolu ve Rumeli Türk nüfusunun en yoğun bulunduğu yerlerdi.
Osmanlı Devleti'nde yönetilenler dini yönden; Müslümanlar, Hıristiyanlar ve Museviler diye üç gruba ayrılmıştır:
Müslümanlar: Türkler, Araplar ve Kafkasya'da yaşayan topluluklar Müslüman’dı. Fetihler sonucunda; Arnavutlar, Bosnalılar ve Hersekliler Müslüman oldular. Müslümanlar yönetici olurlar, askerlik yaparlar ve vergi öderlerdi. Osmanlı Devleti'nde yönetici olabilmek için ilk şart Müslüman olmaktı. Müslümanlar çoğunlukla tarım ve zanaatla uğraşmıştır.
Hıristiyanlar ve Museviler: Geniş inanç özgürlüğüne sahip olan azınlıklar ticaret ve tarım faaliyetleriyle uğraşmışlar, cizye ve haraç adı ile iki vergi ödemişlerdir. Hıristiyanlar ve Museviler askerlik yapmazdı. Ancak Islahat Fermanı'yla (1856) devlet memuru olma hakkını elde etmişlerdir.
Yerleşme Durumuna Göre Osmanlı Toplumu
Osmanlı toplumu yerleşme yerine göre; şehirliler, köylüler ve göçebeler şeklinde üçe ayrılmıştır:
Şehirliler; askerler, tacirler ve esnaflardan oluşuyordu. Şehirliler grubu yönetim, adalet, eğitim, güvenlik, üretim, ticaret ve zanaatkarlık gibi işlerle uğraşmıştır.
Köylüler; Osmanlı toplumunun en büyük bölümünü köylerde yaşayan halk oluşturuyordu. Köylü, işlediği toprağa karşı çift vergisi öderdi. Kanunların yükümlülükleri dışında köylüler, hür ve bağımsızdı. Köylerde yaşayanlar genellikle tarım faaliyetleriyle uğraşırlardı. Köylüler dirlik sahibine vergi öderler, topraklarını üç yıl boş bırakmaları halinde çift bozan vergisi verirlerdi.
Göçebeler (Konar - Göçerler); genellikle hayvancılıkla uğraşan göçebeler, Rumeli'ye yerleştirilerek buraların Türkleşmesinde önemli rol oynamışlardır. Göçebeler, devlete ağnam vergisi yanında kullandıkları otlak, kışlak ve yaylaklar için de ücret öderlerdi.
Osmanlı Toplumunda Sosyal Hareketlilik
Osmanlı toplumunda kişiler yönetenler (askeri) ve yönetilenler (reaya) diye ikiye ayrılıyordu. Bu sosyal gruplar arasında geçiş serbestti. Bu durum ya padişah fermanıyla ya da kişilerin yetenekleriyle oluyordu. Toplumda sosyal hareketlilik iki şekilde yaşanmıştır:
Yatay Hareketlilik
Bir toplumun ülke toprakları üzerinde köyden şehre veya bir bölgeden başka bir bölgeye gidip gelmesi ya da oraya göçerek yerleşmesi olayına toplumun yatay hareketliliği denir. Bu hareketlerin bir kısmı kendiliğinden gerçekleşmiş, bir kısmı da devletin imar ve iskân politikası sonunda ortaya çıkmıştır.
Bu uygulama doğrultusunda Anadolu'dan bir kısım Türk aileler Balkanlara yerleştirilmiştir. Devlet yatay hareketliliği teşvik etmiş ve bu hareketliliğe katılanların yerlerini terk etmelerini önlemek için tedbirler almıştır.
Dikey Hareketlilik
Dikey hareketlilik; bir toplulukta sınıflar arası geçişleri ifade eder. Osmanlı Dönemi dahil Türk toplumunda hiçbir zaman doğuştan gelen ve birbirine geçişi kabul etmeyen bir sınıf sistemi görülmemiştir. Mesela; askeriye mensupları, emekli olduğunda veya görevinden alındığında yönetilenler sınıfına (reaya) geçmiş olurdu. Reayadan bir kişi de padişahın fermanıyla askeri sınıfa geçebilirdi. Bunun için gerekli şartlar şunlardı:
Müslüman olmak
Devlet görevini en iyi şekilde yapmak
Padişaha tam bağlı olmak
Osmanlı Devleti'nde yönetenler sınıfına geçebilmenin yollarından biri devşirme sistemi, diğeri de medrese eğitimi görmekti. Savaşlarda başarı göstererek tımar sahibi olmak, kalemiye sınıfına dâhil bir büroya kâtip olarak girmek de yönetenler sınıfına geçmenin yollarındandı.
Osmanlı Toplum Yapısında Meydana Gelen Değişmeler
XVI. yüzyılın ikinci yarısından itibaren taşra yönetimiyle ilgi olan dirliklerin büyük bölümünü ele geçiren kapıkullarının merkezden bağımsız olarak çiftlik ve malikaneler kurmaları resmi hüviyet sahibi yeni tip köy zenginini ortaya çıkarmıştır. Bu gelişmelerden sonra tımarlı sipahilerin büyük bölümü dirliklerini kaybetmiştir. Yeni gelişmeler köylünün;
Arazilerinin daralmasına,
Geçim sıkıntısına düşmesine ve borçlarını ödeyememesine,
Elinden çıkardığı topraklarda ücretle çalışmasına,
Köyünü terk etmesi gibi kötü durumlara neden olmuştur.
Osmanlı dirlik sisteminin bozulması ve Coğrafya Keşifler’inden sonra Anadolu'da ticari canlılığın kaybolması ekonomik sıkıntılara yol açmıştır. İşsiz kalan halk Anadolu'daki isyanlara katılmıştır. 17. yüzyılın ikinci yarısına kadar devam eden Celali İsyanları Anadolu'daki halkı önemli ölçüde etkilemiştir:
Tımarlı sipahiler ortadan kalkmıştır.
Celâlilere karşı silahlanan köylüler, ayanların paralı askeri olmuştur.
Köyden şehire ve güvenli bölgelere göçler hızlanmış, yeni köyler kurulmuştur.
Tarım üretimi düşmüş ve köy - şehir dengesi bozulmuştur.
Bu olumsuzluklara karşı devlet, köylünün mülkünü gasbeden ehl-i örfe karşı 17. yüzyıl boyunca adaletnameler yayınlanarak halkı korumak istediyse de tam başarılı olmamıştır.
18. Yüzyılda Toplumsal Alandaki Değişmeler
Avrupa ile diplomatik ilişkilerinin yoğunlaşmasına paralel olarak kalemiye sınıfının önemi artmıştır.
Avrupa'nın etkisiyle değişik alanlarda ıslahatlar yapılmıştır.
Avrupa'dan uzmanlar getirilmiştir.
18. yüzyılda devşirme sistemi önemini kaybetti. Bunun sonucunda reayaya mensup kimseler yoğun olarak yönetici kadroya girmiştir. Yöneticilerin etnik yapısı Türkler lehine değişti. Bu nedenle 18. yüzyıldan itibaren Osmanlı yüksek idareci ve bürokrasisi devşirme kaynaklı değildir.
18. yüzyılda devlet savaştan çekinmiş, modern eğilimli, yenilik taraftarı ve İstanbul’daki Avrupalı devletlerin elçileriyle boy ölçüşebilecek tecrübeli kişiler yönetime getirilmiştir.
Ayan ve Eşraf
Osmanlı toplumunda 18. yüzyılda kimlik değiştirerek yeni bir rol üstlenen gruplardan biri de ayanlardır. Osmanlı toplumunda her zaman bulunan ayan ve eşraf yönetimle şehir halkı arasında diyalogu sağlamıştır.
19. yüzyılın başlarında iyice güçlenen ayanlar, merkez üzerinde etkili olmuşlardır. Ancak II. Mahmut, yeniçerileri ortadan kaldırdıktan sonra merkezi yönetimi güçlendirmiş ve ayanlara son vermiştir.
İskan Faaliyetleri
Osmanlı Devleti önceleri fethettiği yerlere Türk nüfusu taşırken, 17. yüzyılın sonlarında ve 18. yüzyılda savaşların kaybedilmesi nedeniyle elden çıkan topraklardan Anadolu'ya gelen insanlar uygun yerlere yerleştirilmeye çalışılmıştır.
Elden çıkan topraklardan gelen ürünlerin telafisi için göçebe konar - göçerler yerleşik hayata geçirilmeye çalışılmıştır.
Tanzimat ve Sonrasındaki Gelişmeler
Batı tarzı okulları bitiren ve yabancı dil bilenler önemli görevlere getirilmiştir.
Merkezi hükümet güçlendirilmiş ve bakanlıkların etkinliği artırılmıştır.
Tanzimat Fermanı'yla devlet ile toplum ilişkilerinde yeni düzenlemeler yapılmış, halka yeni hak ve güvenceler verilmiş ve padişahın yetkileri sınırlandırılmıştır.
Islahat Fermanı'yla Müslim - Gayrimüslim halk, din ve ırk ayrımı gözetilmeksizin kaynaştırılma-ya çalışılmıştır.
Üst düzey Tanzimat bürokratlarından her biri İstanbul’daki yabancı elçiliklerden biriyle ilişki içindeydi. Bu da yabancıların Osmanlı içişlerine karışmasını kolaylaştırmıştır.
Yeni bürokratlar İslâmi normlardan bağımsız olarak akıl yoluyla hareket etmişlerdir.
Nüfus Hareketleri ve Yeni Yapılanma
19. yüzyılda Osmanlı genel nüfusu azalırken diğer yandan daralan Osmanlı sınırları içindeki nüfus gittikçe artmaktaydı. Genel nüfusun azalması toprak kayıplarına, mevcut nüfusun artması ise kaybedilen topraklardan gelen göçlere bağlıydı.
18. yüzyılın son yirmi yılında Osmanlı - Rus ve Avusturya Savaşları yüzünden Kazan, Kırım, Kafkasya ve Özi bölgelerinden Anadolu'ya göçler başlamıştır.
1806-1812 yılları arasında Osmanlı - Rus Savaşı sonunda Balkanlardaki Türkler Rumeli köy ve kasabaları ile İstanbul ve Anadolu'yu doldurmuştur.
1820-1830 yılları arasında Türkler Mora, Eflak ve Boğdan'dan Anadolu'ya zorla göç ettirilmiştir.
1854 - 1856 Kırım Savaşı sonunda altı yüz bin Kırımlı Anadolu'ya gelmiştir.
1877'de Kafkaslardan Anadolu'ya göçler devam etti. Osmanlı Devleti'nin yıkılışına kadar süren göçler günümüzde de devam etmektedir.
17. ve 18. yüzyıllarda halk karışıklıklardan dolayı yamaçlara ve dağlara yerleşirken 19. yüzyılda ticaretin gelişmesi ve dışarıdan göçlerin gelmesi ovaların da ekilmesini zorunlu hale getirmiştir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder