29 Ocak 2013 Salı

323 ) HANEDANIN ALKOL TESTİ !..

      

   Bu yazı başlığının çok kimseye antipatik geldiğini biliyorum. Çünkü Türkiye'de "tabu" olarak kabul edilen konulardan birisi de, Osmanlı sultanlarının içki içip içmedikleri konusudur.. 
   Aslında hep göz ardı edilen şey, hükümdarların da bizler gibi "insan" olduğudur... Şöyle bir düşünüyorum da ; eski çağlardaki o bitip tükenmek bilmeyen uzun savaşlar, fetihler, galibiyetler ve yenilgiler sonrası hissedilen duygular...Sonra ülkeye geri dönüş ; bu defa da saray entrikaları, harem mensuplarının kıskançlıkları, kaprisleri..Paragöz bir ordu.. Hırslı vezirler.. vs. vs... Padişah da olsa, sabır taşı gibi de olsa, insan sonunda çatlar !.. Demek ki bazı sultanların içkinin yatıştırıcı özelliğine sığınmış olmalarını normal karşılamak lazım.. 
   Tabii, yanlarındaki ve çevrelerindeki insanların kişilikleri de bu alışkanlığın yerleşmesinde önemli rol oynamıştır..
   Osmanlı Devleti'nin ilk yıllarına ait çok da fazla olmayan tarihlerden bir tanesi, Osmanzade Tabib Ahmed'e ait : "Telhis-i Mehasini'l-adap" (Gelenek ve göreneklere göre uygun, iyi ve güzel davranışlar özeti) ... Bu eserde, Osman Bey için, "kadehin gül rengine rağbet etmemiştir," diye yazmakta. Hanedanın kurucusunun aynı zamanda Şeyh Ede Balı'nın da damadı olduğunu düşünürsek, buna inanmamız gerekir. Fakat bazı çağdaş ve münafık (!) Bizanslı tarihçiler, örneğin Pachymeres, onun Bizanslı sınır beyleriyle (tekfur) şarap içtiğini yazıyor.. 
   Bu "söylence"den sonra yaklaşık 90 yıl ilerleyelim.. Necdet Sakaoğlu, "Bu Mülkün Sultanları" adlı kitabında ; Yıldırım Bayezid'in "bezm" (içki meclisi) düşkünü olduğunu ve buna Sırp eşinin neden olduğunu iddia ediyor. Ahmet Refik Altınay da, "Kadınlar Saltanatı" adlı kitabında ; Yıldırım Bayezid'in, Sırbistan Kralının kız kardeşiyle evlendikten sonra, zaten zevke meyilli olan ahlakının tamamen bozulduğunu, Peçevi Tarihine dayanarak anlatıyor.. Mehliça/Olivera, güzelliği ve işveleri ile, ömrünü gazalarda geçiren padişahın aklını başından alıyordu. Rumlardan, Sırplardan, Bulgarlardan ve Macarlardan alınma genç iç oğlanlarının arasında, hükumet işlerine bakamıyor, Osmanlı sarayı süs ve yaldıza Yıldırım zamanında boğuluyordu.. Bayezid'in zevk ve eğlence düşkünlüğünde veziri Ali Paşa'nın da büyük etkisi olmuştu. Sultanı teşvik ediyor, "şarabın tövbe ile gideceğini" anlatıyordu !..
   Nihayet ahalinin akın akın şikayete gelmesi, Yıldırım ile zevk düşkünü vezirini ayıltıyordu. Sultanın içkiye düşkünlüğü devrinin ulemasını da büyük üzüntülere düşürmüştü. Emir Sultan Ulu Cami'ye gidiyor, orada padişaha rast geliyor, caminin her köşesine birer meyhane yaptırmasını öneriyordu !.. Yıldırım'ın hayret ve şaşkınlığı üzerine, "Allah'ın evi olan şerefli kalbinizi niçin sarhoşluk veren ve yasaklanmış şeylere bulaştırdınız ?" diyordu. Ve Sultan, o günden itibaren içkiye tövbe ediyordu..
   Fatih'in babası Sultan İkinci Murad'ın da içkiye düşkünlüğünden bahsedilir. Bu düşkünlüğü din adamlarınca eleştirilmiştir ama ; Osmanlı bilim ve kültür çalışmalarını başlatanlar da, onunla içki içmeye meyilli olan arkadaşları Molla Yegan, Hızır Bey ve Hatiboğlu gibi aydınlardır !...
   Fatih İstanbul'u aldığı için ona torpil geçip, inceleme yapmadan, İkinci Bayezid'e bir göz atalım.. 
   Padişah oluncaya kadar, 27 yıl, Amasya'da oturan, Sivas-Tokat-Amasya bölgelerini kapsayan Rumiye-i Suğra (Küçük Anadolu) valiliği yapan Bayezid, Amasya'daki yarı mistik, yarı şairane saray muhitinde afyon ve içki bağımlısı olmuştu. Bu durumu öğrenen Fatih Sultan Mehmed, onu safahata alıştıran Müeyyedzade Abdurrahman Efendi'nin öldürülmesini emretmiş, ama Bayezid onun kaçıp saklanmasını sağlamıştı.. 
   Bayezid, padişah olduğunda da "Ayş ü nuş"a (içkili yaşam) devam etmiş hatta Sadrazam Gedik Ahmed Paşa'yı da "işret" (içki) sırasında katletmişti..
   Yavuz Selim az içermiş ve içtiğinde çabuk sarhoş olup şiir okurmuş. Bir gün, bir eğlence sırasında yine böyle sarhoş durumda ayağa kalkıp elindeki kadehi öne uzatmış ; üzümden ilk defa şarap elde ettiği söylenen İran Şahını şu şiirle anmış : "Bint-ül inebin bikrini, Cem etti izale.." ( Üzümün kızlığını Cem yok etti !..) 
   Selim'in oğlu Süleyman'ın (Kanuni) daha çok Manisa valiliği sırasında içtiği yazılıdır.. Ama asıl ve gerçek "ayyaş", Süleyman'ın oğlu İkinci Selim'dir.. Yıllarca içtiği içkilerin ardından, 1574 yılı Ekim ayı sonlarında, içkiden kaynaklanan rahatsızlığının artması üzerine ; "ayş ü işret ve saz ü sözden bilkülliye el çekip tövbe etti.."
   Kendisini avutması için Halvetiye Şeyhi Süleyman Efendi'yi yanına getirtti, onu tövbesine şahit kıldı ve vasiyette bulundu. Sağlığı hızla bozulmaya devam edince hekimler, bunu, içkinin ve keyif vericilerin birden kesilmesine bağladılar ve içkiyi bu kez ilaç olarak önerdiler. Fakat Selim, tövbesine sadık kaldı ve içki almayı reddetti.. !5 Aralık 1574 günü, "İstanbul'da ölen ilk padişah" , gözlerini hayata kapattı.. 
   Saray'ın, içki içen bir padişahla bir daha karşılaşması için, bundan sonra elli yıl daha beklemesi gerekecekti.. 
   Osmanlı hanedanının, tartışmasız, en sert ve acımasız hükümdarlarından biri olan Dördüncü Murad, 5 Ağustos 1634'de çıkardığı bir fermanla içki yasağını getirip, başkentteki bütün meyhanelerin yıkılmasını emretmişti.. Daha sonra, çıktığı doğu seferi sırasında, 8 Ağustos 1635'de, Kanuni Süleyman döneminde bile alınamayan Revan kalesini on bir günlük bir kuşatmadan sonra teslim aldı. Aslında alınması çok zor olan, 12.000 tüfekli ile güçlendirilmiş kalenin yakınlarında mevzilenmiş büyük bir Safevi ordusu da vardı. Fakat ordunun baş kumandanı Rüstem Han, Osmanlı ordusu yaklaşırken ani bir kararla çekiliverdi. Kale kumandanı ise Emir Gune Tahmasbkulu Han idi. Zevk ve sefa içinde büyümüş biri olan bu zat, Şah'ın bu teslim olma sonucunda kellesini alacağını bildiğinden, dalkavukluk sanatını adeta konuşturarak, Sultan Murad'a sığındı..
Sultan da, "mezhebimiz Sünniliği kabul ederse, kendisine vezirlik payesi verilsin, adı da Yusuf Paşa olsun .." buyruğunu verdi. "Yusuf Paşa" ya Halep beylerbeyiliği, kaleyi teslim etmesi için onu ikna eden kethüdası Murad Ağa'ya da Trablusşam beylerbeyiliği verildi. 
   İki yeni beylerbeyi, at üzerinde ve yanlarında kalabalık bir maiyet ile Halep yollarına düştüler. Kendisini teslim olması için kandırdığını düşündüğü, eskiden de Sünni olan Murad Paşa'yı Erzincan yakınlarında hançerleyerek öldüren Emir Guneoğlu, gittiği Halep'te ancak iki ay tutunabildi. Halep kadısı, devamlı içki içtiğini ve hiçbir işe yaramadığını Sultan Murad'a yazdı. Padişah da, Emir Gune' nin İzmit'e gelip onu orada beklemesi emrini gönderdi.
   27 Aralık 1635 günü, büyük bir zafer alayı ile İstanbul'a giren Sultan Murad'ın yanı başında Emir Guneoğlu da bulunuyordu.. İzmit'de eteğini öptüğü padişah onu affetmişti !..
   İşte bundan sonra Sultan Murad'ın ikili yaşamı sahne aldı. Devlet işlerini ihmal etmiyordu ama arta kalan bütün zamanını içki ve eğlenceyle geçirmeye başladı. Bu zevk meclislerinin mimarı ise, bu konuların üstadı olan, Emir Gune idi..
   Şeyhülislam Zekeriyazade Yahya Efendi bile, bir şiirinde şöyle diyordu :
"Mecliste riyamişler etsin ko riyayı
 Meyhaneye gel kim ne riya var ne mürai.." (Bırak mescitte ikiyüzlüler devam etsin riyakarlığa / sen meyhaneye gel ki orada ne riya var ne riyakar)
   Emir Gune'nin meskenleri, padişahın devam ettiği evler haline geldi. Bunlardan biri de Kağıthane'deydi. Emir Gune orada zarif bir köşk yaptırmış ve fevkalade bahçelerle çevirtmişti. Fakat asıl Rumelihisarı'ndan yukarı, Baltalimanı'ndan ötede bir yerde Sultan Murad, nedimine bir bahçe ihsan etmişti. Burası vaktiyle meşhur tarihçi Damad Ahmed Feridun Paşa'nın bahçesi idi. Sonra padişaha geçen bahçe, şimdi de Emir Gune'ye geçmişti. Çok gönül açıcı olan bu yere, Emir Gune bir köşk yaptırdı. Bahçesi, her türlü neşe ve ferahlığı uyandıracak şekilde düzenlendi. Köşk divanhanesine yeni bir taht  kuruldu ki, Sultan Murad şeref verdiği zaman otursun... Ve buraların şöhreti, padişahın sık sık gelmesiyle ayyuka çıktı. Halk bu semte önce "Emirgune", sonra "Mirgun", en sonra da "Emirgan" demeye başladı..

  

   17. yüzyılda rakı devreye girdi. Sudan farksız görünümü, içki yasağını delmek için birebirdi !.. 
   Sultan İkinci Süleyman döneminde, 1680'li yılların sonlarında, daha önceki yıllarda konulan içki yasağına rağmen İstanbul'a daha fazla içki sokulduğu ve satışının engellenemediği anlaşılınca, vergi alınmak koşuluyla içki satışları serbest bırakıldı. Ayrıca ilk kez olarak, "resm-i duhan" adıyla tütün vergisi de konuldu. Tüccarın getirdiği "Yenice" tütününün her bir okkasından 8 akçe vergi alınması kararlaştırıldı. Hamr mukataası (şarap vergisini toplama hakkı), 6 milyon akçe bedelle Kifri Ahmed Ağa'ya ihale edildi. Bu meblağ, o vakte kadar İstanbul'daki içki tüketiminin oldukça fazla olduğunun da bir kanıtıdır..
   Yobaz bir kesim, askeri yenilgilere neden olarak içkinin serbest bırakılmasını gösterince, 1690 yılı başında, "ref-i rüsum-ı hamr" fermanı yayımlanarak, halkı dinsizliğe sürükleyen içkinin alınıp satılması yasaklandı.. İstanbul, Eyüp, Üsküdar ve Galata'da içki üretilmesi engellendi, buna teşebbüs edenler ağır cezalandırıldı..
   Sonraki padişahlardan Sultan Üçüncü Ahmed, rakı severdi.. Birinci Mahmud da içkiyi severdi..
   Ne zaman paraya ihtiyaç duyuldu, içki içilmesi serbest bırakıldı.. "Zecriye Vergisi" hayli yüklüce idi çünkü !.. 
   Üçüncü Mustafa, yemeğine zehir konulacağı korkusuyla devamlı kullandığı panzehirler nedeniyle uyuşturucu bağımlısı oldu !.. 
   İçkiye son savaş açan padişah, Üçüncü Selim oldu..
   İkinci Mahmud ve oğlu Sultan Abdülmecid de çok içen padişahlardandır. Bilhassa Abdülmecid resmen içki bağımlısıydı. Bazı geceler körkütük sarhoş durumda mabeyinciler tarafından arabasına konulup saraya götürülürdü. Kadınlara da aşırı düşkündü ve bu iki bağımlılık nedeniyle, 34 yaşında vereme yakalandı.. Aynı babası gibi..
   1859 yılında, yaşamından umut kesilecek kadar hastalandığında ; Hersek isyanını bastırmakla görevli Müşir Ömer Paşa'nın veda ziyareti sırasında ona şunları söylemişti : 
"İnşallah başarılı olup gelirsin ; ama beni bulamayacaksın.. Beni kadınlarım bitirdi.." 
   Çevresindekilerin de işine geliyordu onun bu düşkünlükleri.. Babası İkinci Mahmud'un sert yönetiminden sonra, onun döneminde biraz nefes alabilmişlerdi.. 1861 yılı ilkbaharında sağlığı iyice bozuldu. Doktorların ısrarına rağmen içkiyi bırakamadı. Ölmeden önceki son mükellef ziyafet sofrasında rahatsızlığı birden artıp kustu. 25 Haziran 1861'de vefat etti.. 
   Veliaht Murad Efendi'nin (Beşinci Murad) başkanlık ettiği oturum ve davetler, Avrupai tarzda ve aynı zamanda da her düşünce ve görüşe açık geçiyordu. Özellikle Kurbağalıdere'deki köşkünde yaz boyunca her akşam düzenlenen ziyafetlerde ; alafranga sofralar donatılıyor, özel eğitimli "sofracılar" servis yapıyor, yemek müziği çalınıyordu. İkinci Abdülhamid'in anılarında anlattığına göre, Murad'ı içki müptelası yapan, sık sık görüştüğü Namık Kemal idi.. Şair ile sabahlara kadar içtiklerini, okuyup yazdıklarını, bu işret alemleri nedeniyle asabileştiğini belirtir.. 
   Sultan Abdülhamid ise Rom içerdi. Ama ona sorarsanız, içtiği şey "şeker suyu" idi !...




KAYNAKÇA :

Necdet Sakaoğlu, "Bu Mülkün Sultanları" ; 
Yılmaz Öztuna, "Osmanlı Padişahlarının Hayat Hikayeleri" ;
Ahmet Refik Altınay, "Kadınlar Saltanatı"    

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder