6 Haziran 2011 Pazartesi

39 ) YALNIZLIK PAYLAŞILMAZ !...

   1952 yılı sonbaharında Atlas Okyanusu'nu küçücük bir tekneyle aşan Alain Bombard ; Kanarya Adaları'ndan yola çıktığı zaman, dünyanın en güç şeyi olan yalnızlığı egemenliği altına alacağını sanmıştır. Bu iş için tekne üzerindeki yaşantısına alışmayı yeterli bulur.. Ama günler günlere bindirdikçe, yalnızlığın insanoğluna verilen bir armağan değil de öldürücü bir makine olduğuna inanmaya başlar.. Sonunda da şöyle bağırır okyanusa doğru : "Yalnızlık ! Ben ve teknemin, seni boyunduruk altına alacağını umacak kadar büyüklenmiştim ; ama beni ele geçiren sen oldun !.."
   Denizler üstündeki yalnızlığın, bizim o karadaki yalnızlığımızla hiçbir ilgisi yoktur. Denizlerdeki yalnızlık, insanın içinde değil, dışındadır !..
   Daha yeni yetme iken, denizde yüzerek sahilden o kadar açılırdım ki, bir ara soluklanmak için durduğumda ve etrafımda martı sesleri dışında başka ses kalmadığını farkettiğimde irkilirdim ve yavaş yavaş geri dönmek için kulaç atmaya başlardım. Bir de koca dalgaları, bin bir tanıdık tanımadık canlıları ile okyanusu düşünün !.. Nereye baksanız ufuk sadece deniz !..

   Ernest Hemingway'in o unutulmaz romanı ve çok başarılı sinema uyarlaması geliyor hemen aklıma ...
  "The Old Man and the Sea" (İhtiyar Adam ve Deniz)... Yönetmeni John Sturges olan 1958 yılı yapımı  siyah-beyaz filmde ; yaşlı bir Kübalı balıkçı, eski gençlik günlerini ararcasına, küçük bir balıkçı köyündeki kulübesinden bir şafak vakti çıkar ve küçük kayığına atlayarak denize açılır. Epey bir açılmıştır ki şimdiye kadar gördüğü en büyük kılıç balığı oltasına takılır !.. Uzun süren ve yaşlı bedeni için çok yorucu bir savaştan sonra balığı yenmeyi başarır. Bu zaferin tadını bir süre çıkardıktan sonra balığı kayığın yanında yedeğe alarak geri dönüşe başlar.. Bir an önce köydeki genç balıkçılara daha henüz ölmediğini ispat etmek için sabırsızlanıyordur.. Ama daha açık denizdedir ve yalnız değildir !.. Aç köpekbalıkları birer ikişer kayığının çevresinde ölümcül dairelerini çizmeye başlamışlardır.. Yaklaşanları kürekle kovalamaya çalışır ama bir iki tane değildirler, küreklerden birini de kaybeder bu arada.. İhtiyar adamın yaşlı ve yorgun bedeni ne kadar dayanabilecektir ki denizin bu amansız avcılarına ?..
   İştahlı ağızlar ve keskin, çift sıra dişler, her saldırışlarında birer parçasını kopararak teknenin yanında koca bir iskelet bırakmışlardır sadece !.. İhtiyar balıkçı artık pes etmiş, dümenin üstüne yarı yığılmış, güneşin kararttığı ve yılların çizgilerle doldurduğu yüzünde bir çizgiyi andıran kısık gözleriyle ve kayıtsız bir ifadeyle iskeletin üzerinde kalan son parçaları didikleyen martıları seyreder..  
   Teknesini kumsala çektikten sonra, neredeyse sürüklenir bir halde, deniz kıyısındaki salaş kulübesine gider ve kendini küçük döşeğine atar..
   Sahilde küçük çocuklar, teknenin yanında toplanmış, devasa balıktan kalan iskeleti seyrederler...
   Spencer Tracy oynamıştı yaşlı, yalnız balıkçıyı ve gerçekten de çok iyi canlandırmıştı..  

   Yalnızlık sadece denizde olmaz tabii ki ; kalabalık içinde de çekilen yalnızlıklar vardır..
 
   "Yalnızlığım yollarıma pusu kurmuş beklemekte
    Acılar gözlerini dikmiş üstüme, nöbette
    Bekliyorum, bekliyorum
    Hadi gelin üstüme korkmuyorum.
    Bulutlar yüklü, ha yağdı ha yağacak üstümüze hasret
    Yokluğunla ben başbaşayız, nihayet !..."

    "Yalnızlığın Senfonisi" adlı bu güzel şiirin son bölümüydü yukarıdaki satırlar ve sevgili hemşehrimin, "Minik Serçe" nin dizeleridir...

    1970'li yılların başları..İzmir'de, Güzelyalı-Göztepe arasındaki Faikbey'de, piyanist Necdet Karar'ın açtığı güzel bir kafeterya vardı : "La Jeunesse" .. Hem caddeye hem de denize cephesi olan bu kafede genç bir üniversiteli grup, Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi öğrencileri, hep aynı köşede otururlar ve neşeli sohbetler ederlerdi.. Bu grubun içinde benim Feyyaz adlı bir arkadaşım olduğu gibi, onun sınıf arkadaşı Harun ve sevgilisi Sezen Aksu da vardı..İlk evliliğini yapacağı bu genç, ona çok şiir yazdırmıştır !.. Çok büyük balıkçı yakalı bir kazak, kocaman kulaklar, gözlere kadar inen kakül, kulakları daha da belirgin yapan koca halka küpeler ve tabii köfte dudaklar !.. O zamanlardan aklımda kalan Sezen...
   O duygu yüklü şiirlerini, elinden hiç düşürmediği defterinden okurdu bu gruba.. Herhalde o grupta bulunan hiç kimse, bu kadar kısa zamanda, o şiirlerin şarkı hallerini bütün Türkiye'nin mırıldanmaya başlayacağını düşünmüyordu...

   O yıllarda başka mırıldandığımız parçalar da vardı haliyle !.. Çünkü o yıllar müziğin altın çağlarıydı.. Hala da o güzelim ezgilerin ve yaratıcısı olan müzisyen ve toplulukların eline su dökecek yenileri gelmedi !..
   Severek dinlediğim topluluklardan biriydi "The Who".. Bu grubun bestecisi olan Pete Townshend 1969'da bir "rock-opera" besteledi : "Tommy" ..1975 yılında ise Yönetmenliğini Ken Russell'ın yaptığı bir müzikal filme dönüştü, aynı isimle...Topluluk üyeleri filmde küçük roller almışlardı ama solistleri Roger Daltrey, Tommy'nin yetişkin halini oynuyordu..O günlerin yeni modası "Progressive Rock" türü idi müzikleri ve gerçekten çok çarpıcıydı...
   Filmin konusu, aşağı-yukarı, şöyle idi ; küçük Tommy'nin babası, 2. Dünya Savaşı başladığında İngiltere Hava Kuvvetlerine pilot olarak katılıyor ama geride bıraktığı karısı yalnızlığa fazla dayanamıyordu !.. Küçük oğlunu götürdüğü bir panayırda aşık olduğu bir adamla işi pişiriyor ve bu ilişki günler geçtikçe gelişiyordu. Tam o sıralar kocasının uçağının düştüğü ve kaybolduğu, ardından da resmi ölüm haberi geliyordu. Sevgililer de hiç zaman kaybetmeden evleniyorlardı.. Savaş bittiğinde herkesin coşkuyla eğlendiği, içkilerin su gibi tüketildiği bir gece kapı çalınıyordu..Kapıyı açtıklarında, havai fişeklerin aydınlattığı yüzünde derin bir yara izi olan, üniformalı bir adam duruyordu karşılarında : Kaybolup öldüğü söylenen koca !..
   Adam içeri girip de durumu farkedince kavga çıkıyor ve yeni evli çift (Ann Margaret-Oliver Reed), adamcağızı bu defa gerçekten öldürüyorlardı ; ama hesapta olmayan küçük bir de tanıkları vardı : Tommy !.. İkisi birden çocuğa yükleniyor ve "bir şey görmedin, bir şey duymadın ! " diyerek beynini yıkıyorlardı adeta.. Bu tembih ve tehditler sebebiyle geçirdiği travma sonucunda çocuk kör/sağır/dilsiz sendromuna girer yani, üç maymunun oynamaya başlar !...
   Sonra ; götürüldüğü türlü doktor ve kliniklerden bir sonuç elde edilemez ; aralarında Jack Nıcholson, Tina Turner (Acid Queen), Erıc Clapton ve Elton John gibi ünlülerin canlandırdığı, akraba ve arkadaşların yanında geçirdiği kısa süreli fakat iyileşmesine de hiçbir faydası olmayan bir süreçten sonra, yıllar geçmiş ve  Tommy artık genç bir adam olmuştur. Bir ara, bir yerde oynadığı tilt oyunu dünyasını değiştirir Tommy'nin ve olaylar onun tamamen iyileşip, bu oyunun şampiyonu olmasına kadar gelişir.. Bu mucizevi iyileşme ve tilt şampiyonluğu etrafında gittikçe büyüyen bir hayran kitlesine, sonunda neredeyse bir tarikatın lideri durumuna getirir !.. Artık hesaplayamayacağı kadar parası ve kendisine taparcasına inanan büyük bir kitlesi vardır.
   Ama filmin sonunda, dalgaların dövdüğü güzel bir kumsalda yalın ayak yürüyen ve yine yalnız kalmış bir adamdır Tommy ...

   Mizah yazılarından bildiğimiz ve maalesef İzmir il sınırları içinde kaybettiğimiz Aziz Nesin de yalnızlıkla ilgili duygulu bir şiir yazmıştır : "Yaşıyorum Demek" ;

Çok merak ediyorum kendimi,
başıma bir şey mi geldi ?
Öldüm mü kaldım mı ?
Hiçbir haber yok kendimden..

Bu sabah kapımı çaldım,
kapıyı açan kendim.
Bir süre kendime baktım.
Bu güleç yüz bendim !..

Oh ! Ne güzel bir sabah,
bugün de yaşıyorum demek !
Benden başka yok kimsem,
beni merak edecek...

   Buket Uzuner, "Ayın En Çıplak Günü" adlı kitabında ; "Yalnız yaşayabilmek, kendini güçsüz yanlarınla da kabul edebilmektir " der..

   Bedri Rahmi Eyüboğlu ise "Yalnız" şiirinde dillendirir yalnızlığı ;

   Yalnızlığın kadarsın
   Yalnızlığın mis kokması
   Yalnızlık dediğin büyük bir zindan
   Dünyanın en kalabalık zindanı          
   Dinden imandan çıkarır
   Ama öyle bir adam eder ki insanı !...

   Bugün, 7 Haziran 2011 ... Silivri'deki hücresinde 100. gününü yalnız başına  geçirmekte olan sevgili Mustafa Balbay'ı saygı ve sevgilerimle anıyorum !...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder