15 Haziran 2011 Çarşamba

46) HÜRREM' İN KIYMETLİSİ "MUHTEŞEM" AYYAŞ !...

   

  "Bahçemin yeşili, tatlım, hazinem, dünyayı umursamayan aşkım.
    Mısır' ın efendisi Yusuf' um benim, her şeyim, yüreğimin sultanı,
    İstanbul'um, Karaman' ım, Roma Sezarları' nın yurdu.
    Badahşanım, Kıpçak'ım, Bağdat'ım ve Horasan' ım.
    Hilal kaşlı, acımasız bakışlı, siyah saçlı aşkım benim.
    Ölürsem sebebi sensin, merhametsiz, imansız kadın.."

   "Dost" anlamına gelen "Muhibbi" mahlasıyla yazılan bu şiir Kanuni Süleyman' a ait. Yazdığı kişi ise ; Lehistan'da Lvov yakınlarında yaşayan Ukrayna kökenli bir Ortodoks rahibinin kızı olan Aleksandra Lisosska, yani Hürrem Sultan. Hürrem adının anlamı ise, "Gülen"...
   Şimdi, bu şiiri yazan padişah ile bu kadının, yüz yıllar sonra televizyonda merakla izlenen bir diziye de konu olacak kadar büyük olan aşklarının meyvesinin de normalde iyi bir "kumaşa" sahip olması gerekir değil mi ?.. Ama maalesef, Süleyman' ın oğullarının kaliteli olanları birer birer hanedan içi entrikalara kurban edilirken, belki de içlerindeki en işe yaramazı Osmanlı tahtına oturmuştu !..

   Şehzadeliğinde önce Kütahya, sonra da İstanbul' a daha yakın olması amacıyla Manisa valiliği yapmıştı. Tahta oturmak için Manisa'dan geldiğinde, çevresindeki insanlar sultanın Kur'an' ın yasakladığı şarabı fazlasıyla sevdiğini biliyorlardı ve kırmızı yüzü daha o zamanlar içkiye olan düşkünlüğünü gösteriyordu.. Şarabın damlasını ağzına koymamış (en azından padişahlığı sırasında) ve Müslümanlara şarap tüketimini en ağır cezalarla yasaklamış olan Kanuni Süleyman' dan sonra halk ; Osmanlı tahtında ; ahlaki açıdan çökmüş, makamının büyük ve ağır sorumluluklarının farkında olmayan ve bu sorumlulukların altında ezilen bir hükümdar görüyordu..
   Selim bir yandan da dini vecibelerini, tıpkı en  büyük gururu 2060 caminin hutbelerinde adının okunması olan babası gibi, ihmal etmiyordu. Nasıl ki Sultan Süleyman İstanbul'daki tüm hayat kadınlarını dokuz gemi ile şehvet tanrıçasının eski adası Kıbrıs'a göndermişse, bu uygulama Selim'in 1577' deki ölümünden hemen sonra da tekrarlandı..
   Selim ayrıca, Korfulu Baffa ailesinden olup 12 yaşlarındayken korsanların eline düşen, tek bir haseki ile yaşıyordu. Bu kadın Nurbanu Sultan idi. Yabancılar tarafından "Bafo" adı ile de anılıyordu. Tek bir hasekisi vardı Selim'in ama, şehzadeliğinde çok sefih bir hayat sürmüştü. Karşı cinse olduğu kadar, o dönemin adetleri uyarınca hemcinslerine de ilgisi çoktu..
   Bir Venedikli, Donini şöyle anlatıyor : "Daha birkaç ay önce Selim, Anadolu Beylerbeyinden, çekiciliğiyle nam salmış karısını kendisine yollamasını istemişti. Karılarıyla kızlarının bu dillere destan güzeli mutlaka görmek istediklerini ve ısrarlarıyla onu usandırdıklarını söylüyordu. Hiçbir şeyden kuşkulanmayan, aksine kendisini bu davetle onurlandırılmış zanneden beylerbeyi, sadık bir hizmetkar olarak, karısını hiç vakit kaybetmeden şehzadenin haremine yolladı... Sonuçta şehzade kadını tam on iki gün kullandıktan sonra kocasına iade etti.." Bu aldatmacayı keşfeder keşfetmez, beylerbeyi hemen o gece altı muhafızıyla birlikte İstanbul'a doğru yola çıktı. Sultan Süleyman'ın yanında hakkını arayarak Selim'den intikam alacağını umuyordu ama yolda şehzadenin altmış adamı tarafından durdurularak geri dönmeye zorlandı. Bu denli aşağılanmayı içine sindiremeyen ve başka çıkar yol göremeyen beylerbeyi, İslam dinine aykırı olmasına rağmen, kendini zehirledi. 

Kanuni, şehzade Bayezid'in katlinden sonra, oğlu Selim'e 100.000 altın ve 30.000 duka altını değerinde ziynet eşyası yollamıştı. Bunlar Osmanlı' nın İstanbul'daki yeni gözdesi Banker Joseph Nasi tarafından Kütahya' ya getirilmişti. Nasi hiç vakit kaybetmedi, zayıf yönlerini hemen keşfettiği şehzadeyi etkileyerek onu mücevher, para ve dizi dizi inciler gibi hediyelere boğdu. Kısa süre içinde onu borçlandırmıştı bile !.. Onu adeta bir şarap uzmanı gibi eğitti ve çok kaliteli şaraplar sağlayarak, adeta bir ayyaşa dönüşmesine yardım etti.. En iyi şarapların Kıbrıs' ta olduğunu söylüyordu ve belki de ileride, kralı olmak istediği bu adanın fethi için padişahı ikna eden de oydu !..

   Venedik hükümeti adına 1567 ilkbaharındaki cülusu nedeniyle Selim'i kutlamaya gelen Marino Cavalli, "Padişah orta boylu," diye yazıyordu raporunda, "kırmızımsı bir teni, soluk renkli gözleri var. Hemen hemen boyunsuz sayılabilir. Sakalı kısa, bıyığı gür ve uzun. Şişman bir adam. Yüzünün fazla kırmızı rengi ne kadar çok içtiğinin kanıtı. Yapmacıklı bir tavırla vakur gözükmeye çalışıyor. Bazen tahtında hiç kımıldamadan, tek kelime konuşmadan, gözlerini kıpırdatmadan ve hiçbir şey yapmadan önüne bakıyor. Zengin giysilere, ziynetlere ve tüylere, parfümlere bayılıyor. Bugün filanca bahçede içiyor, yarın bir başkasında.. O sırada gözdelerinden biri aralıksız olarak onun için şarkı söylüyor ve dans ediyor. Yanında daima 'musahip' denilen dört ila altı arkadaşı bulunuyor. Bunlardan biri olan Celal Çelebi, çok fazla içen, gevezenin biri. Padişah her ne isterse yapıyor, ama bunun dışında, yetkileri ve otoritesi konusunda etrafındakilere zorluk çıkartmıyor. Tüm hükümet işlerini Mehmed Paşa' ya (Sokollu) bırakmış durumda. Çünkü Selim'in bu işlerden anladığı yok !.."
   Ne acı değil mi ? Osmanlı' nın, en üstün olduğunu tüm dünyaya kabul ettirdiği bir dönemde, bu devletin başında bulunan bir padişah için elçinin düşüncelerine bakın !..

  İslam yasalarına aykırılığına rağmen, İstanbul'a şarap getirilmesine ve satılmasına izin vermişti. Bu ticaretin getireceği vergi gelirinin hazineye yılda 80.000 altın kazandıracağını hesaplamıştı...

  İçkiye dayanıklılığı dikkate değerdi : Üç gün üç gece, musahibi ve aynı zamanda sıkı bir afyon içicisi olan Semiz Ali Paşa ile içki masasından kalkmadığı oluyordu. Ama bu arada, dışarıda kendisini eğlendirmek için karların üzerinde raks eden dilsiz ve cücelere "zevk için" ok atıyor, bazen ölümlerine neden oluyor ve sonra da pişmanlık duyarak ağlıyordu ..
  Doğu ezgileri eşliğinde uykuya dalıp, sabah yeniden içkiye başlamak üzere kalkıyordu !..
  İstanbul'da görevli Venedikli diplomat Andrea Dandolo'nun raporlarında da sultanın karmaşık bilincinden bahsediliyordu. Gerçekten de 2. Selim, Osmanlı hanedanının, biyolojik ya da akıl hastalığı olan üyelerinin ilkiydi.. Başka bir tanık, Donini de, padişah olduğu 1566 yılında, daha kırklı yaşlarda olan Selim'in, şişmanlığı nedeniyle atının üzerinde zor durabilen (birkaç yıl sonra biraz daha kilo alarak atına binemeyecekti) "obur ve kaşarlanmış bir ayyaş" olduğundan bahsediyordu..

  Sonra Şeyh Süleyman ile tanıştı Selim ve içkiyi bıraktı. İçkiyi bıraktığı andan itibaren de aslında ölmeye başlamıştı. Kalan aklını Şeyh Süleyman'ın ince eleyip sık dokumaya dayanan vaazlarına vererek kayıp erdemlerini aramaya koyulmuştu. Alkolün kemirdiği bedeni tüm gerekli gıdaları reddetmeye, arkadan da eriyip tükenmeye başlamıştı. Şiş, ağır ve hareketsiz kalan padişah, bilinçli zamanlarında organlarının birbiri ardından uyuşmaya başladığından yakınıyordu. Ağır bir içki bunalımında olduğundan, hekimi Mustafa Çelebi tarafından  bu defa ilaç olarak azar azar alkol alması şiddetle tavsiye edilmesine rağmen, tövbesinde ısrar ediyordu. Onun yerine kolunu hekime uzatarak, nabzına bakıp derdinin derecesini tayin etmesini istiyordu. Sonra, bilinci pişmanlıkla dolu olan bir uyuşukluğun içine çöküyor, kendi kaderi ve çocuklarınınki de dahil olmak üzere, yok olmaya peşinen mahkum her şey için ağlıyordu.
   Padişahın hastalığını "bunama" olarak niteleyen Mustafa Çelebi'nin hazırladığı ilaç, vakanüvislere bakılırsa, hastalığa gerçekten iyi gelmiş ve bir süre zihin bulanıklığını gidermişti. Ne yazık ki bu, bazen ölüme öncülük eden bir düzelmeydi. Bu geçici iyileşmenin verdiği moralle, saltanat kayığına binerek Tersane Bahçesi'ne bir gezinti bile yapmış, fakat bu gezinti sırasında, yaptığı konuşmanın orta yerinde birden ağlamaya başlamıştı. Saraya döner dönmez kederden iki büklüm bir halde hamamın yolunu tutmuştu. İç oğlanlar onu, ayağı kayıp da düştüğü hamamdan, sapsarı ve bereli bir yüzle çıkardılar. Ateşten cayır cayır yanıyordu.. Günlerce komada kaldı. İçi, midesinin kaldıramayıp attığı ilaçlarla dolu olarak 15 Aralık 1574'te öldü. İstanbul'da ölen ilk padişah olarak da tarihe geçti....

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder