21 Haziran 2011 Salı

50) FUTBOLUN DA BİR TARİHİ VAR !..

    

    Latin Amerikalıların birçoğu gibi, aslında bir futbolcu olmak istediğini bir kitabında itiraf eden Uruguay'lı Eduardo Galeano'ya göre ; aslında futbol ile Tanrı arasında bir benzerlik vardır !.. "Birçok insanın ona inanması ve entelektüellerin ona kuşkuyla yaklaşması !.."
   Hele Can Yücel'in şu iki dizelik şiiri :
   "Dünya bir meşin yuvarlaktır
    Allah da gol .."
 
   Futbol !.. Milyarlarca izleyicisi ve meraklısı, turnuvalar, televizyon gelirleri, reklam gelirleri, uçuk transfer rakamları, vs...Sınırsız para trafiğiyle, başlı başına bir sektör. Hem de en çok kazandıranlardan.. Dünya zenginlerinin, bilhassa kolay para kazananlarının yeni yatırım sahası...

   Futbola benzeyen top oyunları birbirinden habersiz toplumlar tarafından dünyanın dört bir köşesinde oynanmıştır. Çinliler, iki takım halinde topu yere düşürmeden ortadaki çitin karşı tarafına atmaya çalışırlarken ; Avustralya yerlilerinde topu en yüksek noktaya çıkaran gol atmış sayılıyordu. Kızılderililer ise topu beş metre yüksekliğindeki kalelerden aşırmak için yarışırlardı. Demek ki futbol takımlarının antrenmanlarda oynadığı tenis-futbol'un mucidi Çinliler, Amerikalıların oynadığı Ragbi veya futbolun mucidi de Kızılderililer oluyor !..
   Aztek tapınaklarında, topun sahanın iki yanına yerleştirilen taş halkalardan geçirilmesine çalışıldığı bilinir.. Eski Yunan'da milattan önce 4. yüzyıla ait olan bir mezar taşında, topa diziyle vuran bir adam resmi yer almaktadır.
  "La Tartarie" adlı eserde de şu yazılıdır : "Büyük mabedlerde sık sık ayak topu karşılaşmaları yapılır. Bu oyunda topa elle dokunulmaz ; ya ayakla ya da başla topun rakip kaleden içeriye sokulmasına çalışılır.."

   Futbol, İngiliz denizciler tarafından taşınır Amerika'ya. Kıtanın güney kesiminde benimsenir ve 20. yüzyılın başlarında,Tango gibi, kentlerin varoşlarından yayılmaya başlar... İngiltere'de kolejlerde oynanan bu oyun, Latin Amerika'da yoksul insanların eğlencesi oluverir kısa sürede.. Varlıklı insanlar, bir işçiyle birlikte oynamak zorunda kalmaktan rahatsızlık duysalar da, ayak oyununun bir dans gibi tutkuya dönüşmesine engel olamazlar.
  

   1916 yılında düzenlenen ilk Güney Amerika Şampiyonası'nı, Şili'yi  4-0  yenen Uruguay kazanır. O yıllarda Uruguay, kara tenli futbolcu oynatan tek ülkedir. Dört golden ikisini Afrika kökenli Gradin atmıştır. Üç yıl sonra ise sevinme sırası Brezilya'ya gelir. Sambacılar Uruguay'ı 1-0 yendikleri final maçında golü atan Friedenreich'ın çamurlu ayakkabısını bir kuyumcunun vitrininde sergilerler uzun süre !..

   Dünya Kupası maçları düzenlenmesinden önce, kıtalar arası ilk futbol karşılaşmaları olimpiyatlarda oynanmıştır. 1924 yılında Fransa'da düzenlenen olimpiyat oyunlarından sonra Avrupa'dan Amerika'ya giden bir geminin üçüncü mevki yolcuları arasında bir grup genç insan görürüz.. Şarkılar söyleyip dans edenlerden Jose Nasazzi taş işçisi, Perucho manav, Pedro Arispe kasap, Pedro Cea ise buz dağıtıcısıdır. Hepsi de yirmi yaşın altında olan bu neşeli yolcular, üçüncü mevkide yolculuk yaptıkları için, güvertenin bir köşesinde kıvrılıp uyumaktadırlar. Baş altlarına sırayla yastık yaptıkları ise, bir cekete sarılı olan, şampiyonluk kupasıdır !..
   O gençler ; olimpiyatlarda ülkelerine şampiyonluğu kazandıran Uruguaylı futbolculardır. Kolomb sonrasında, Güney Amerika'dan pek çok değerli eşya talan edilerek gemilerle Avrupa'ya taşınır. Bu sefer tam tersi olmakta Avrupa'nın çok değer verdiği şampiyonluk kupası Amerika yerlileri tarafından Doğu'dan Batı'ya götürülmektedir. Uruguaylı futbolcular yolculuk sırasında öylesine neşelidir ki, üçüncü sınıf da olsa, vapur bileti alabilmek için buldukları borç parayı geri döndüklerinde nasıl ödeyecekleri hiç akıllarına gelmez !...
   1924 Olimpiyatlarına katılmak üzere yola çıkan başka bir ülkenin futbolcuları da, tıpkı Uruguaylılar gibi bir geminin yer yataklarında  on beş günlük yorucu bir yolculuğun ardından varırlar Paris'e.. Colombes Stadı yakınlarındaki olimpiyat köyünde kendilerine ayrılan barakaya yerleşirlerken, aralarından biri komşu barakaya asılan bayrağı gösterir : "Yunanlılar !.."  Mavi-beyaz çizgili bayrağın sol üst köşesinde haç yerine güneş resmi vardır. O yıllarda ülkelerin bayrakları çok sık değiştiği için, Yunanlıların haçı güneşe çevirdiklerini düşünürler. Çok geçmeden bayrağın Yunanistan değil, Uruguay bayrağı olduğu anlaşılır...
   Olimpiyat köyünde Uruguay'ın komşusu olan ülkenin futbolcuları, Latin Amerika yerlilerinin ufak tefek, çelimsiz hallerini görünce kendilerine rakip olmaları için dua ederler. Ama ilk maçı Çekoslovakya ile oynayacaklarını öğrenince de büyük bir hayal kırıklığı yaşarlar. Yanlarında çerez gibi futbolcular dururken, sen kalk iri yarı Çeklerle oyna, olacak iş mi yani ? !...
   İlk maçta Çeklere  5-2  yenilerek elenen bu ülke, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti'dir. Aralarında Burhan Felek, Yusuf Ziya Öniş, Hamdi Emin Çap gibi futbolcuların bulunduğu takımda yer alan Kelle İbrahim, iki baraka arasındaki boş alanda, Uruguaylılara topa nasıl kafa vurulacağını öğretir !..
   Arkadaşları geri dönerken, Uruguay futbol takımından Jose Leandro Andreda Paris'te kalır. Aynı zamanda bir karnaval çalgıcısı da olan Andreda'ya kalması için yapılan baskının nedeni, ne çalgıcılığı, ne de futbolcu oluşudur.Tek nedeni, Avrupa'nın gördüğü ilk kara tenli futbolcu oluşudur !..


   1901 yılının İstanbul'unda Kadıköy yakasında bulunan, "Papazın Çayırı" olarak bilinen yemyeşil çimlerin alabildiğince uzandığı alanda Rumlardan oluşan futbol takımı, "Black Stocking" adlı rakipleriyle maç yapmaktadır. Adı İngilizce ve anlamı da  "Siyah Çoraplar" olan bu takımın bütün oyuncuları Türk'tür !.. Korkaklığıyla nam salan dönemin padişahı 2. Abdülhamid'in yasaklarından futbol da payını almakta gecikmez. O yıllarda Osmanlı vatandaşı olanların futbol oynamaları yasaklanır ..
   Türklerin futbol oynadığı haberi padişahın baş jurnalcisi Ali Şamil'in kulağına gider. Bizimkiler kendilerini öylesine kaptırırlar ki futbolun büyüsüne, Ali Şamil'in adamlarıyla sahaya girip, peşlerinden koştuğunu geç farkederler.. Takımın kurucularından Fuat Hüsnü Bey, maçı izlemekte olan babasının faytonuna atlayıp olay yerinden kaçarken, Reşat Danyal Bey yakalanır ve diğer arkadaşlarıyla birlikte cezaya çarptırılır...
   Ali Şamil, durumu kocaman bir "Aferiiin" alacağı saraya şöyle bildirir : "Karşılıklı kaleler kurup, Rumlarla aynı elbiseyi giydikleri halde, top endahtı (atışı) ile talim icra etmekte olduklarından..."
   Fuat Hüsnü Bey, öylesine seviyordu ki  futbolu, "Bobby" takma adıyla İstanbul'daki bir İngiliz takımında oynamaya devam eder. İngilizce'yi çok iyi bildiğinden, seyirciler onun bir Türk olduğunu anlayamazlar.
   Ne gariptir ki, 1966 yılında, evinde oynanan Dünya Kupası maçlarının ardından şampiyon olan İngiltere'nin kupayı havaya kaldıran kaptanının adı da "Bobby" dir..
   Bobby Moore, dört yıl sonra düzenlenen 1970 Dünya Kupası'na katılmak üzere takımıyla birlikte Latin Amerika'ya gider. Maçlar Meksika'da oynanacaktır ama İngiltere, futbolcuların iklime ve irtifaya alışmaları için haftalar öncesinden Kolombiya'da kamp yapmaya başlar. İngiltere futbol takımı, Meksika'ya hareket edeceği gün, Bobby Moore mücevher hırsızlığı suçundan tutuklanır !..
   Ünlü futbolcunun ellerinde bu kez dünya kupası değil, kelepçe vardır !.. Üç gün tutuklu kalan Bobby Moore suçsuz olduğu anlaşıldığı için özgür bırakılır. İşin aslına bakarsanız, İngiltere takım kaptanının hırsız olmadığı daha işin başından biliniyordu Kolombiyalılar tarafından.İngilizlerin moralini bozan bu olayın nedeni, 1966' daki kupa için İngiltere'ye giden Latin Amerikalılar için, İngiliz Menajer Alf Ramsey'in söylediği ve ırkçılık kokan şu sözdür : "Hayvanlar.."



(Sunay Akın'a teşekkürler...)  
       

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder