29 Ekim 2011 Cumartesi
122 ) BU KALP SENİ UNUTUR MU ?...
Padişahlık kalkmıştır ama Abdülmecit, Halifedir ve Dolmabahçe'de oturmaktadır.. Müslümanlıkta din ile dünyanın birbirinden ayrılmayacağını iddia eden hocalar, Halifenin Padişah da olması gerektiği fikrinden daha caymamışlardır. Muhafazakar Osmanlı ve sağ eğilimli Türkçüler de, hala meşrutiyetçidirler.. Mustafa Kemal hilafeti padişahlıktan ayırmakla ve devlet merkezini Ankara'ya nakletmekle bütün hüküm ve nüfuzu kendi şahsında toplamak isteyen bir zorlama yapmıştır !. Fakat Meclis, eski Meclistir. Mustafa Kemal de, nihayet, bu meclisin reisidir.. Bir gün meşruti hükümdarlığa dönmek için, bu sistem olduğu gibi kalmalıdır... Gün doğmadan, neler doğar ?.. Mustafa Kemal yarın ölebilir, öldürülebilir.. İtibarını kaybedebilir.. Büyük gazeteler İstanbul'da çıkmaktadırlar ve halk efkarını bu güzel "ihtimal"e hazırlamaktadırlar..
Mecliste hiç kimse cumhuriyet kelimesinin ağza alınmasını istemez. Yabancılara göre Türkiye'deki devlet şekli askıdadır.. Bir gün kapalı bir grup konuşmasında İsmet Paşa, devlet şekli üzerinde bu şüphelerini milletvekillerine anlatmıştı. Bir gün de Mustafa Kemal, bir Avusturyalı gazeteciyle görüştüğü sırada "cumhuriyet" kelimesini ağzından "kaçırdı" ; bunun üzerine Meclis'in ve İstanbul gazetelerinin yüreği yerinden oynamıştır !.. Milletvekilleri Mustafa Kemal'in Meclis'teki küçük odasına koşarak, bu "dil sürçmesini" düzeltmesini istemişlerdir. Başlarında da Hamdullah Suphi'nin (Tanrıöver) olması hayli tuhaftır.. Bir Osmanlı'ya cumhuriyetçi demek, o zaman için "gavur" demek gibi bir şeydir !..
Öyleyse cumhuriyet, Millet Meclisi'nin bir toplantıda vereceği karar ile "emr-i vaki" olmamalıdır. Meclis'te ve gazetelerde tartışmaya konulmalıdır. Ayrıca milletin oyu alınmak gibi tekliflere fırsat verilmelidir..
O sıralarda Mustafa Kemal'e halife olması için teklifler bile yapılmıştır !..Hatta bu tekliflerden birini, Hindistan'dan dönen Antalya milletvekili Rasih Hoca (Kaplan) getirmiştir... Aynı zamanda da, ya vekil seçilmek ya da Yüksek Meclis ve hükumet kadrosuna, Mustafa Kemal'i frenleyeceği sanılan kişileri getirmek için el altından bir hizip kaynaşması vardır.. Mustafa Kemal bu kaynaşmayı, ancak kendi hakemliğiyle içinden çıkılabilecek bir buhrana sürükler. Meclis'teki bazı seçimleri kendi aleyhine bir hareket sayarak bu oyuna gelmeyeceğini gösterir bir tavır takınır.. Kimsede Mustafa Kemal ile açık bir savaşa girmek niyeti olmadığı için, onun bu tavrı gerçek bir anarşiye doğru gidildiği duygusunu yayar.. Eski arkadaşı Fethi Bey, bu süreci daha kuvvetli bir hükumetin idare etmesi gerektiğini söyleyerek, istifasını verir.. Öyle bir "hal ve şart" doğar ki, ya Mustafa Kemal'i düşürmek yahut onunla birlikte yürümek yollarından birini tutmak gerekirdi.. Düşürmek mümkün olsa, bu fikir etrafında bir hayli insan toplamak imkanı da yok değildir. Fakat düşürmek mümkün değildir..
Mustafa Kemal gerçek bir ihtilalciydi.. Bir ayaklanmadan korkmuyordu.. Ordudaki zafer arkadaşlarına ve halk arasındaki mistik etkisine güveniyordu..Komutanına ve subaylarına tamamen bel bağladığı Muhafız Kıt'ası vardı. Çankaya, Türkiye'de tutunabilecek tek tepe olsa, bu muhafız kıt'ası ile ihtilali o tepede savunacak ve oradan tekrar bütün memleketi etrafına toplayacaktı..Ama bu, başvurulacak en son silahtı ve hiçbir zaman kullanılmayacaktı.. Fakat o türlü bir karar ve irade ile, Meclis koridorlarındaki kulaktan kulağa fısıltı ve küçük tertip taktikleri boy ölçüşemezdi..
28 Ekim gecesi Çankaya'da İsmet Paşa, Milli Müdafaa Vekili Kazım Paşa, eski kolordu komutanlarından Sinop vekili Kemalettin, Sami ve Milli Mücadele Kocaeli Grubu Komutanı Halit Paşalar bulunuyordu. Gazi, Rize vekili Ekrem ve Afyon vekili Ruşen Eşref Beyleri de yemeğe alıkoydu. İşte bu yemektedir ki arkadaşlarına : "Yarın Cumhuriyet'i ilan edeceğiz" dedi...
29 Ekim'de Mustafa Kemal tasarısını Meclis katiplerinden birine verir. Tasarı okunur. Gazi'nin teklifi cumhuriyeti getirmektedir..
Tasarı hakkında derhal görüşmeler başlar..Gazi'nin teklifine, yani Cumhuriyet'in ilanına açık, kesin, direkt olarak kimse cephe almamıştır. Bazı geciktirme veya savsaklama konuşmaları olmuştur ; fakat söz daima Cumhuriyet'i savunanlarda kalmıştır. Zaten bu konuda Mecliste başına buyruk davranışlarıyla bazen Gazi'yi de sinirlendirir gibi görünen genç "muhterisler", yani Meclisin asıl gelecek vadeden kadrosu, Cumhuriyet'in ilanının en ateşli savunucuları haline gelmişlerdir..
Sonunda, Meclisin sarıklı fakat atılgan, hareketli vekillerinden Antalya vekili Rasih Hoca (Kaplan) söz aldı. Rasih Hoca'nın ağır, dokunaklı ve etkili bir sesi vardı. Açık ve kesin konuştu. Sözlerini ; "Din bakımından da en uygun hükumet şekli Cumhuriyet'tir " diye bağladı ve haykırdı : "Yaşasın Cumhuriyet !.."
Meclis birden dalgalandı. Herkes ayakta ve bütün vekiller haykırıyorlardı : "Yaşasın Cumhuriyet !.."..
Tartışmalar artık sona eriyordu. Bu arada işin en hoş tarifini eski bir Osmanlı, eski bir müderris ve Osmanlı Devletinde bakanlık ve Ayan üyeliği yapmış olan Abdurrahman Şeref Bey yaptı. Zaten kendisi de Meclis'in en yaşlı ve en saygın adamıydı. Şöyle demişti, "Hakimiyet-i Milliye, kayıtsız şartsız milletindir. Kime sorarsanız sonuç, bu.. Bu da Cumhuriyet demektir. Doğan çocuğun adıdır. Ama bu ad bazılarına hoş gelmemiş.. Varsın gelmesin !.."
Nihayet takrir oya koyuldu.. Her vekilin kendi oyunu ayrı bir kaba atması suretiyle toplandı. Bir heyet oyları saydı ve sonra Meclis Başkanı ve yaman bir parlamento yöneticisi olan Çorum vekili İsmet Bey (Eker) sonucu açıkladı : Tasarı oy birliğiyle onaylanmıştı.. "Yaşasın Cumhuriyet" haykırışları bu defa daha gür, daha devamlı bir heyecan fırtınası içinde Büyük Millet Meclisi'nin küçük mütevazı salonunu çınlattı..
Türkiye artık bir cumhuriyet olmuştu !...
Kabul edilen tasarıya göre şimdi, yapılacak bir şey daha kalıyordu : Türkiye Cumhuriyeti'ne bir cumhurbaşkanı seçmek..O da yapıldı.. On dakika sonra sonuçlar belli oldu : 159 kişi oylamaya katılmış ve 158 oyla Gazi Mustafa Kemal oy birliğiyle cumhurbaşkanı seçilmişti. Çekimser kalan tek oy, Mustafa Kemal'in oyu idi !.
..
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder