6 Aralık 2011 Salı

141 ) GÖKSU'DA BİR CUMA GÜNÜ !...



   Yıl 1900.. Aylardan Ağustos.. Cuma günü.. Göksu'da dere boyu sandallarla hınca hınç dolu.. Çayırlar adam almıyor. Üsküdar'dan, Karaköy'den, Haliç ve Boğaz iskelelerinden gelenler bir seccadelik yer kapmak için birbirlerini çiğniyor... Paşa ve vezir hanımları için böyle bir zorunluluk yok. Onlar Arap halayıklarının yardımıyla kendileri için düzenlenen köşelerde !.. Derenin yukarısında Tahtırevan denilen kafesli bir set de vardır. Kimi zenginlerin karıları da burada konaklar.. Bunlar biraz da sazende ve hanendeleri dinlemek için buraya gelirler.. Kimi kadınlar da akşama kadar sandallarından dışarı çıkmazlar.
   Dere boyundaki gölgeliği Küçüksu Çayırı'nda bulmaya pek olanak yoktur. Bu yüzden herkes dere içini yeğler. Halk, ağaçlar altına serdiği seccadeler ya da hasırların üstünde oturur, yatar, kalkar, yemeğini yer, suyunu içer, namazını kılar..
   Erkekler dere boyunda volta atmaktan da geri kalmazlar.. Kadınların da çayır boyunda gezindikleri olur ama, bir iki gidiş gelişten fazlasına çıkmazlar.
   Göksu'ya doğrudan doğruya arabalarla gelen hanımlar da vardır. Bunlar talika, koçu ya da kupa tipi arabalara binerler. Paraşoller, paytonlar da görülmeye başlamıştır ama paytonlara çoğunlukla erkekler biner..
   Küçüksu Çayırı'nda on paraya mısır satılır, okkalısı yirmi para.. Hepsi de sütlü, iri kehribar taneli.. Mısırın en lezzetlisi Anadolu Hisarı'nda yetişir.  Çayıra yüzü aşkın kazan sıra sıra dizilir.Her kazan 300-500 koçan alır. İlk kazanın, saat beşte, sabahın köründe, ateşe oturtulması gerekir.. Uzun maşalarla kazanlardan çıkarılan sıcak mısırlar müşterilere mısır yapraklarına sarılarak sunulur. Kibar hanımlar yaprak istemez, onları ince keten mendillerine sararlar..
   Burada herkes üç dakikanın birinde soluklanıyorsa, ikisinde de tıkınıyordur !..Cariyeler de hanımlarının meyve ve çerez atıştıran, lokum veya akide emen ağızlarını dosta düşmana göstermemek için ellerindeki uzun şalları tente gibi önlerine tutarlar !..
   Yoğurtçular da toprak kaselerde yoğurdunu gezdirir. Ayaklarında sakız gibi patiskadan yapılmış kolalı şalvar, temiz çorap, başlarında üstüne ipekli bir mendil oturtulmuş morumsu bir fes, bellerinde de ona göre bir peştamal vardır..
   Çayırda dört gözle beklenen satıcılar arasında şerbetçilerle revaniciler başı çeker. Şerbetçiler şerbetlerini "İzmiriiin" diye dolaştırır. Fiyakalı tiplerdir.. Revaniciler ise çoğunlukla Safranbolulu'dur. Hep "kuş lokumu revani" diye gırtlaklarını patlatırlar.. Ayrıca kağıt helvacılar, keten helvacılar, damla ve çam sakızcılar, elma şekerciler, leblebiciler, macuncular ve sucuları da saymak gerekir..

  

   Derenin içleri, çayırın gerileri "Dört kardeşler" diye anılır. Buradaki külüstür bir kahvenin adıdır bu.. Kahveciler gerçekten dört kardeştir. Ama adını onlardan değil, kahvenin yanı başındaki dört çınardan alır.. Kahvede gizlice içki de satılır !..
"Bir gelir insan cihana, durma çak !.."
   Kapalı şişede Minyoti, Umurca rakılarının gelmesini isterseniz, kahvecinin kulağına "Anzarotunuz var mı ?" diye fısıldamanız yeter ; "kayığa bayılırım" dediğinizde de kayık rakısının en birincisini getirirler !..
 

   İki dirhem bir çekirdek kadınların başlarında şemsiye, ellerinde de yelpaze.. Çehre züğürtleri, kartalozlar bile feraceler, yaşmaklar, hotozlar altında sanki birer yeryüzü meleği gibidir !..
   Kadınlara gerçek güzelliğini veren yaşmaktır. Ah, o yaşmaklar .. Papaziden, hotoz üzerine sarılan altlı-üstlü, yelkenli, kolalı, ince mi ince tül yaşmak ; şurasından burasından fırlayan lüle lüle saçlarla çerçevelenmiş sürmeli gözlere şiir dolu büyüler akıtır..

   Yaşmak iki parçadan oluşur..Biri baştan çeneye, diğeri de çeneden başa doğru bağlanır. Yaşmak kurmak büyük incelik ister.. Onun uğrunda üç saat, dört saat ayna önünden ayrılmayanların sayısı az değildir.. Dört başı mamur yaşmak kuranlara "Yaşmak Güzeli" denir..
   Feraceler en ağır saten de Lyon'dan, ya da pırıl pırıl atlastan veya canfesten dikilir. Mantin, gron, ipekli kaşmir, amor denilen kumaşlardan yapılanı da vardır. Kumaşları düz ya da yolludur. Önleri tek, çift, üç sıra düğmeli, tek ve çift cepli, köşe yakalı olanlarının yakaları açıktır ki çok zampara çeker !...
   Bir ferace çoğunlukla on beş arşın kumaş yer.( 1 Arşın=68 cm.) Çarşaflar da 12-18 arşın kumaş yer.. Demek ki Osmanlı'yı batıran nedenlerden biri de bu ferace ve çarşaflar olsa gerek !..


   Giyim işini bir kenara bırakalım da Dere piyasasına bir göz atalım... Erkeklerle kadınlar yemelerini içmelerini bitirmişler, "şeker aktarması" na geçmişlerdir. Şeker aktarması ; el, göz, baş, burun, mendil, fes, peçe ve şemsiye ile olur !..
   İşte bazı işaretlerin anlamları :
   Kadın ellerini kalçasına koyarsa : "Bana oyun ediyorsun" , kadın ya da erkek elini göğsüne götürürse : "yandım !" , kadın ya da erkeğin parmağını kenetlemesi : "Ne zaman sarmaş dolaş olacağız ?" , işaret parmağını ağza götürmek : "sana bir diyeceğim var" , işaret parmağını şakağa dayalı tutmak : "beni unutma !" , göz kapaklarını ağır ağır indirip kaldırmak : "teşekkür ederim", iki gözünü hafifçe kapayıp başını da yukarıdan aşağıya eğme : "sevildiğimi anladım" , sağ gözü kırpmak : "gözüme girdin" , sol gözü bir kere kırpmak : "gece saat birde bekliyorum" , gözleri yere indirmek : "arkamdan gelme" , boyun bükme : "ben senin kulunum" , mendil ile göz silme : "yanımdaki işi çaktı" , mendil koklama : "kabul ettim" , erkek fesi birkaç kez başa koyup çıkarırsa : "bu kadar naz yeter" , fesi eline alırsa : "yanıp tutuşuyorum" , kadın peçesini kapayıp açarsa : "yatsıdan sonra gel" anlamına gelir ...
   Bir de şemsiye ile yapılan işaretler var :
   Şemsiye ; yan tarafa biraz yatırılırsa :" sana gücendim" , daha çok yatırılırsa : "vallahi dargınım" , yüzü tamamen kaparsa . "seni görmek istemiyorum" , öne doğru hafifçe düşürülmüşse : "hoş geldin, safalar getirdin", arkaya doğru kaydırılırsa : "seni gördüğüme sevindim" , bir kez açılıp kapatılırsa : "yarın gece buluşalım" , devamlı açıp kapatmak : "bu gece buluşalım" , kapatıldıktan sonra bir süre tutulursa : "gününü sonra kararlaştırırız" ... Bir de bütün bunları akılda tutmak var tabii !.. En tehlikelisi de birbirine karıştırmak !...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder