10 Aralık 2011 Cumartesi

143 ) HIZIR BABA !...



   Bir seksen beş boy.. Bu boyla orantılı geniş omuzlar.. Geniş omuzlarla orantılı şişkin mi şişkin pazular.. Pazularla orantılı iri eller ve uzun parmaklar.. Kocaman bir göbek ve onu taşıyamıyormuş gibi öne doğru eğik bir bel.. Beyazları karalarından çok, gür bir sakal.. Uçları aşağı sarkmış pos bıyıkların örttüğü biçimli dudaklar, dişler çürük !.. Ufak siyah gözlerin parlak ışığı ile aydınlanan yüzüne alçakgönüllülük hali veren bir burun.. Burun içi enfiye çekmekten sertleşmiş !.. Çene yuvarlak.. Elmacık kemikleri fırlak !.. Ten, buğday ..
   Terziden alındıktan sonra bir daha ütü yüzü görmemiş bol bir ceket ve bol bir pantolon.. Hemen her zaman yamalı potinler.. Halep kumaşından, devrik yakalı ve kolasız gömlek.. Eski ve güneşten kurşunileşmiş siyah bir kravat.. Tarağa özlem çeken, çalı süpürgesi gibi saçlarıyla Ahmet Midhat Efendi'yi görenler onu ya bir pehlivan eskisi ya da düşkün bir mirasyedi sanırlar... Bunları onun oğlu, Doktor Kamil Yazgıç anlatmaktadır...


   Beykozluların "Hızır Baba" adını taktıkları Ahmet Midhat Efendi boğazına da çok düşkündür. Ete pek yüz vermese de hamur işleriyle pilava bayılır. Tatlılardan ise kabak tatlısına.. Yalnız bir şartı vardır : pekmezle pişirilmesi ve üzerine de bolca ceviz dökülmesi gerekmektedir.. Sevdiği şeyler arasında süt de vardır. Sırf bu sevgi yüzünden bir ara sütçülüğe de kalkışmıştır..
   Beykoz'da, Akbaba'da, bir de çiftliği vardır. Tarım ve hayvancılıkta birçok araca orada rastlayabilirsiniz. Türkiye'deki ilk kuluçka makinesini de yine orada görebilirsiniz.. Çiftlikte kendi evinden başka damadı Muallim Naci'nin de evi vardır. Burayı sonradan yaptırmış ve ona "Nacihane" adını takmıştır !..
   İyi bir avcıdır. Karacayı tek bir kurşunda yıkar.. Yatak odasında bir Çerkez eğeri ile dipçiği sedef kakmalı bir çifte bulundurursa da bu, daha çok süs içindir. Av merakı onu, Kopoy denilen av köpeklerine tutkun etmiştir. Rumeli'den gelen göçmenler kendisine hep bu köpeklerden getirirler, çiftlikte de aylarca kalırlar. Çiftlik bir ara tam bir göçmen kampı olmuştur !.. Sonunda Ahmet Midhat, Bursa'da bir arazi almış, onları oraya yerleştirmiştir...
   Çiftlikte özel olarak yaptırılmış, iki katlı bir taş bina daha vardır.. Burası, kitaplarını koyduğu bir depo olarak kullanılmaktadır.. Oğlu Kamil Yazgıç'ın bu bina ile ilgili bir anısı vardır..
   Birinci Dünya Savaşı başlamıştır. Askerler gelip çiftliğe el koyar. Ahmet Midhat iki yıl önce, 28 Aralık 1912' de öldüğünden, oğlu askerlerle muhatap olmuştur.. Bir gün komutan, Kamil Bey'i çağırır ve depo olarak kullanılan binayı yirmi dört saat içinde boşaltmasını ister !.. Koskoca bir depo, bu kadar kısa bir sürede, nasıl boşalsın ? Üstelik Kamil Bey'in ne yeri, ne adamı, ne de parası vardır.. Çünkü rahmetli bütün parasını halka ve yoksullara dağıttığı için ondan geriye ; bir çiftlik, bir yalı, Tophane'de bir arsa ve bir de "Sırmakeş Suyu" kalmıştır ama para olarak bir şey yok  !..
   Kamil Bey düşünür, taşınır ve elli bin kitabı bir yere taşıyamayacağına aklı kesince, komutanın karşısına çıkar ve, "Ben bu kitapların tümünü buradaki er arkadaşlara armağan ediyorum ! " der..  Daha o, oradan ayrılır ayrılmaz, komutan hemen tüm kitapları erlere dağıtır ; onlar da kitapları memleketlerine postalar..
   Doktor Kamil Bey, yıllar sonra, Anadolu'ya yaptığı yolculuklarda, tek gazete girmeyen köylerde bile babasının kitaplarına rastlamasın mı ? Ne kadar sevindiğini varın tahmin edin artık !..
   Ahmet Midhat Efendi'nin kitaplığında hemen her dilde kitaba rastlanabilirdi. Çerkezce, Farsça, Arapça ve Fransızca'yı kendi dili gibi konuşur ve yazardı. Birkaç dili de sadece okur ve anlardı. Her hafta dünyanın çeşitli yerlerinden, kocaman paketler içinde yeni yeni kitaplar, dergiler, gazeteler gelirdi.. Ahmet Midhat kitapları dikkatle okur, kimi satırların altını çizer, sonra da onları numaralayarak büyük bir özenle, kitaplığının raflarına yerleştirirdi. Böylece istediği bir kitabı, istediği an şaşılacak bir hız ve kolaylıkla bulurdu.. Yaşamında en sevdiği şey kitaptı. Parasını, malını herkese dağıtır, kitaplarını ise, okumak için bile kimseye vermezdi.. "Gelin burada istediğiniz kitabı okuyun, ama götürmece yok !" derdi...
   Biraz da "Sırmakeş Suyu"ndan bahsedelim.. Bu suyun tapusu da Ahmet Midhat Efendi'nin üzerinedir. Su, kocaman fıçılara doldurulup arabalarla Beykoz'a getirilir. Oradan da mavnalarla İstanbul'a taşınır. Bu su o kadar güzeldir ki, kimileri sırf bu sudan içebilmek için yazın Beykoz'da ev kiralarlar.. Su şehrin çeşitli yerlerinde satılır. Satış dükkanlarından biri de Sirkeci'dedir. Ahmet Midhat, Babıali'ye giderken, arada sırada, bu dükkanda mola verir, bardakla su satışı bile yapar..
   Suyu Beykoz'a taşıyan arabalar, Ahmet Midhat'ı da çiftliğe götürüp getirir. Ama bunun için fıçıların üstüne oturmak gerekir. Onun bu halini gören bir dostu, bir gün ona şöyle der : " Sen bu işten vazgeç. Alçakgönüllülüğün, kalenderliğin bu kadarı da fazla. Seni böyle seyis çırağı gibi su fıçılarının üstünde görseler, tefe koyup çalarlar. Sen koskoca bir gazete çıkarıyorsun. Memleketin her yanında sevilen, sayılan bir adamsın. Ünün ve toplumdaki yerinle orantılı bir ömür sürsene.."
   Ahmet Midhat Efendi'nin buna cevabı şöyle olur : "Eğer beni sevenler varsa, onlar beni böyle olduğum, yani içten olduğum gibi severler. Beni olduğum gibi sevenlerin sevgilerine ben de saygı duyarım. Bana değer vermek için kitaplarımda, düşüncelerimde değil de, üstümde, başımda ya da yaşayışımda bir zenginlik, bir debdebe arayacak olanların sevgilerine de, saygılarına da ben gerek duymam. Ben sevgiyi, saygıyı çalmak değil, kazanmak isterim. Bunun içindir ki, sevilmek, sayılmak amacıyla huyumu değiştirip yapmacıklığa kalkışmak, yani sahteleşmek istemem.."
   Yine de bu sözlere kulak asmayan dostu, daha sonraki günlerde, büyük paralar ödeyerek, Ahmet Midhat'a, çok şık bir landon ile, iki de Macar kadanası alıp armağan etmiştir.Üstat bu armağanları geri çeviremeyip, çaresiz kabul eder. Ama birkaç gün sonra, peşkeşçi dost büyük bir düş kırıklığına uğrar. Midhat Efendi onun armağanı olan cins kadanaları, külüstür su arabasına koşmuştur O güzelim landonu da çiftliğin samanlığına çekmiştir !...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder