Altı yüz yıllık bir hanedan.. Otuz sekiz Padişah.. Otuz sekiz ayrı kişilik... Aralarından Fatih Sultan Mehmed'i, Yavuz Sultan Selim'i, Kanuni Sultan Süleyman'ı çıkarttığı gibi ; sıradan karakterleri de çıkartmıştır.. Hatta "deli" diye adlandırılanları bile !.. Bizim tarih kitaplarımız, çoğunlukla, bunlardan hemen hiç bahsetmez..
Hanedanın ilk delisi Sultan I. Mustafa'nın bir özelliği de, annesinin adı bilinmeyen tek padişah olmasıdır. Kardeşinin yerine tahta çıkan ilk padişahtır aynı zamanda.. Üç aylık bir saltanat sonrası, çok kötü şartlarda dört yıllık "kafes"te hapis cezası ; Genç Osman'ın tahttan indirilmesinden sonra tekrar padişahlık ; ama bu defa da yalnızca dört ay süreyle ... Gel de delirme !..
"Sultan Mustafa-yı Evvel", "Deli Mustafa", "Deli" ve "Derviş-i meşreb" sıfatlarıyla anılmıştır. Çocuğu olmamış, Darüssaade Ağası ve annesinin teşviklerine karşın kızlara ve kadınlara ilgi duymamıştır. Hekim tedavileri, üfürükçü okumaları ve taşıdığı muskalara rağmen (!) dengesizliği düzelmemiştir.
Vakitli vakitsiz sokağa çıkmakta, para dağıtmakta, Divan-ı Hümayun toplantı halindeyken içeri girip vezirlerin kavuklarını yuvarlamakta ; oturduğu köşkün önünde orta oyunu oynatıp izlemekte, aynı oyunu art arda yinelettirmektedir. Oyunculardan birisini pek beğendiği için ona, Osmanlı hazinesinin en değerli mücevherlerini pencereden atmaya kalkışmıştır..
Doksan altı gün süren ilk padişahlığından indirilmesinin bir nedeni de yatağına asla kadın yaklaştırmamasıydı. Bu, hanedanın devamı açısından bir tehlike sayılıyordu. Dört yıl sonra, 1622'de, Genç Osman'ın tahttan indirilmesinden sonra yeniden padişahlığa getirildi. Devlet işleriyle uğraşacağı yerde, bir ata biniyor, ceplerine doldurduğu altın ve akçeleri yoluna çıkanlara saçıyordu.
9 Eylül günü Davudpaşa Sarayı'ndan Topkapı Sarayı'na getirilerek, 10 Eylül 1623'de eski dairesine kapatıldı ve yerine IV. Murad padişah oldu.. Topkapı Sarayı'ndaki dairesinde büsbütün aklını yitiren Mustafa'nın oraya buraya koşup "Osman ! Osman !" diye bağırdığı rivayet edilir..
Osmanlı padişahlarının en cahilidir. Okuma yazma bilmediği için hatt-ı hümayunlarını cariyesi Sanuber'in, çok bozuk bir yazıyla kaleme aldığı ileri sürülmüştür...
Mustafa aslında ancak bir hükumdar müsveddesi olabilirdi.Doğa, onu doğuştan sonsuza kadar ahmaklığa mahkum etmişti. Eğer Osmanlı yasaları hükümdarın tahta geçmeden önce aklı başında bir adam olması koşulunu arasaydı, Mustafa nazik bir şekilde tahttan uzaklaştırılacak ve yerini yeğenlerine bırakacaktı. Fakat yasa, doğanın hükmü gibi kesindi. Padişah olarak Mustafa'yı ilan etmekte gecikilmedi..
On dört yıldan beri cariyelerin kollarında, annesinin, sütannesinin ve odalıkların yanında olan Sultan Mustafa, sarayın karanlıklarından çıkınca bunu gören Osmanlılar, onun kişiliğinde saltanat döneminin yok olacağını okudular... Zayıf bir vücut üzerinde ahmak bir kafa, erken bunamanın işareti olan uzun bir yüzün üzerinde dar bir alın, çökük yanaklar, titrek ve ıslak dudaklar, soluk bir ten, boş bakışlarla dolu gözler..İşte Mustafa'nın dış görünüşü !.. Tam anlamıyla sönmemiş olan zekası her zaman için uyuşuktu. Yaşamı tekdüze idi. Çocuklarda ve idraksiz insanlarda görülen hırsa benzeyen acı ve zevk içgüdülerinden başka bir şeye sahip değildi. İstekleri hayret uyandıracak nitelikteydi. Tek eğlencesi sarayın yüksek bir yerinden Boğaz'ın mavi sularına bakmak ve sarayın havuzlarındaki balıklara altın para atmaktı !..Ne kabul etmesini, ne de reddetmesini bilir, yanında mürebbiye gibi duran iki kölesinin uyarısıyla başını sallar ve her istenileni kabul ederdi..
Gelelim tarihimizdeki ikinci "deli" vak'asına.. Sultan İbrahim.. Aslında Mustafa gibi değildir ama, onun için sonradan yoldan çıktı da diyebiliriz..
Bu adı taşıyan tek padişahtır. "Deli İbrahim" olarak da bilinir. IV. Murad'ın öz kardeşidir. 1640-1648 arası tahtta kalmıştır ve en önemlisi, Osmanoğulları'nın sonraki padişahları onun soyunu taşır !..
Yirmi üç yıl süren bir kafes hayatı tutukluluğu, düzenli bir eğitim almaması sonucu bazı dengesiz özellikler edinmiştir. Ona "deli" sanını, 2. Meşrutiyet dönemi tarihçileri vermiştir..
Zevk konusundaki doyumsuzluğu, düşünce ve sağduyu kıtlığı, aceleciliği, yönetim bilgisinden ve kültüründen yoksunluğu, fiziksel ve ruhsal rahatsızlıkları, bu nitelendirmeyi haklı göstermektedir.. Onu yakından tanıyan Evliya Çelebi de dengesizliğini yazılarında vurgulamıştır.
IV. Murad'ın diğer kardeşlerini öldürmesi ve annesi Kösem Sultan'ın koruması sayesinde hayatta kalabilmiştir. IV. Murad ölüm döşeğindeyken, onun boğulmasını emretmiş ve ardından komaya girmiştir. Kösem Sultan ise onu o sırada haremin bodrum katlarındaki ışıksız dehlizlerde saklıyordu !..
Tahta geçtiğinin daha ikinci ayında, Galata'nın taşra iskelesinden çıkan yangın sonucu, gemi barutluğu infilak etti.. Altıncı ayında, 2 Ağustos'ta çıkan kasırga her tarafı birbirine kattı. Birkaç gün sonra, halkın "Harik-i Azim" dediği büyük yangın üç-dört semti kül etti.. 1641 Temmuz'unda şiddetli bir deprem oldu.. 1648 yılı Haziran ayının 28'inde yine büyük bir deprem oldu.. Sıcak yağmur yağdı, kuyruklu yıldız doğdu.. Sekiz yıllık saltanatına sığan bunca felaket, onun uğursuzluğuna yoruldu !..
Yaşamının ilk yirmi beş yılında harem kadınlarıyla ilişkisi neredeyse hiç olmayan İbrahim'i, Kösem Valide Sultan ve haremin hazinedar ustaları, cariyelerle ilişkiye yönlendirdiler. Bu teşvik ve verilen cinsel gücü artırıcı macunlar onun iç dünyasını sarstı ve dengesiz, kararsız, duygusal davranışlar sergilemesine neden oldu..
"Yürek sıkılması" tanısı konması nedeniyle şeyhler, hocalar ve üfürükçülerin kucağına düştü. Gideceği şeyhe bir an önce ulaşmak için İstanbul'da arabayla dolaşımı yasakladı !.. 17 Eylül 1647'de, Davutpaşa'daki üfürükçüsüne giderken yoluna bir araba çıkması yüzünden Vezir-i Azam Salih Paşa'yı, çağırttığı üfürükçünün evinin bahçesinde, ip bulunamadığı için, kuyunun ipiyle boğdurttu !..
Eyüp'te oturan ve geceleri haremde kalıp padişaha Acem masalları anlatan bir voyvoda kızı, bir akşam, "Evvel zaman içinde bir padişah varmış. Sarayının her tarafını samurla kaplatmış.." diye başlayan bir masal anlatır ve bu masal yüzünden İstanbul yeni bir çılgınlığa sahne olur : Samur kürk çılgınlığı !.. Yüz kuruşa satılan samur bir anda bin kuruşa fırlar !..
Sultan İbrahim, en kaba eğlencelerinin yaratıcılarını ödüllendirmek için devletin ve ordunun en yüksek mevkilerini ayağa düşürüyordu. En adi soytarılıklarıyla kendisini eğlendirdiği için, Ahmed adında bir Çingeneyi yeniçeri ağalığına ; bir donanma eğlencesinde, attığı fişeklerle gökyüzünde kadırga resmi çıkaran Rum Musluoğlu'nu kaptan-ı deryalığa getirmişti !.. Kaprislerinin gözdeleri olan bu iki adam, kendilerine sunulan mevkileri büyük bir utanç duygusu altında kaldıkları için kabul etmediler..
Bunca gereksiz tantananın, devletin parasını har vurup harman savurmanın sonucunda ; Cellat Kara Ali'nin yağlı kemendi boynuna geçti ve imparatorluk bir "deli"den daha kurtulmuş oldu !...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder