16 Eylül 2013 Pazartesi

MİLLİYETÇİLİK SOSYAL BİR HASTALIKTIR

MİLLİYETÇİLİK SOSYAL BİR HASTALIKTIR!

Yazının başlığında da yer alan bu tespiti açmadan önce milliyetçiliğin, orijinal adıyla nasyonalizmin kısaca tarifini yapalım: Temelde, aynı ırka mensup olan insanların, birbirlerini diğer ırklara göre üstün olarak görmeleri gerektiğini savunan siyasi eğilimdir. Tarihte ismi kayıtlı bir fikir babası yoktur ama en azından 1789’daki Fransız İhtilâli ile ilk tohumlarının atıldığı bilinir. Öyle ki on yıllar içinde Avrupa’da yayılarak halk kitlelerine nüfuz etmiş ve 19. yüzyılın sonunda ise artık tüm dünyayı etkisine almıştır.

Günümüzde milliyetçiliğin farklı isimlerle anılabilecek çeşitli versiyonlarını görüyoruz. Etnik (ırksal), dinsel, fikirsel, sınıfsal ayrımcılıklar, bu duruma örnek olabilir…

Peki, bir insan neden diğer bir insanı sırf kendi milletinden diye başka milletten olana göre daha değerli sayar? Neden kendi milletinin yüce olduğunu iddia eder?
Bir insan ahlak, vicdan, merhamet, adalet, doğruluk, çalışkanlık, cömertlik vs. gibi kendisini mütekâmil kılacak erdemleri hiçe sayıyorsa (bu erdemler potansiyel olarak her insanda mevcuttur) ve bunların tam tersi yöndeki eğilimlere meylediyorsa, neden o insan hâlâ milliyetine göre değerlendirilebilir? Veya tüm bu özelliklere ve hatta daha fazlasına sahip olsa bile, o insan nasıl sırf milliyeti sayesinde “dünyaya bedel” olabilir?

Bu sağlıksız bakış açısı, ister istemez kendinden olmayanlara karşı antipatiyi de beraberinde getirir. Öyle ki bu antipati, körüklendiği takdirde nefrete dönüşebilir. Ve bu nefretin eyleme dönüşmesi durumundaysa soykırım girişimleri veya soykırımlar vuku bulabilir. Nitekim bunun örnekleri tarihte bol sayıda mevcuttur.

Yakın tarihimize bakarsak, Türkiye’de milliyetçi hareketlerin Kürtlere yapılan Dersim katliamı, İstanbul’daki Rumlara karşı gerçekleşen 6-7 Eylül olayları, Alevilere karşı gerçekleşen Maraş katliamı gibi kara lekelere dönüşmesi bu örneklerden bazılarıdır. Türkiye’de maalesef Türk milliyetçiği, bir tepki olarak Kürt milliyetçiliğinin doğmasına sebep olmuştur. Hâl bu ki Türkler de Kürtler de, tarihleri boyunca (Cumhuriyete dönemine kadar) milliyetçiliğin ne olduğunu bile bilmemiştir. Bu hastalığa önce Türkler yakalanmış, daha sonra da Kürtlere bulaştırmışlardır (her iki milletten, akıl sahibi olanları tenzih ederim). İki millet arasındaki milliyetçi eğilimler öyle benzerdir ki Kürtlerdeki Apoculuk, Türklerdeki Kemalizm’in sanki aynadaki yansıması gibidir…

Son yıllarda ortaya çıkan “Türk-İslam” anlayışı ise milliyetçiliğe dair önümüzde duran diğer bir garabettir. Türk İslam’ı diye bir şey olamaz çünkü İslam, milliyetçilik mantığını reddeder. Hucurat suresinin 13. Ayeti, insanlar arasındaki değer farkındaki tek ölçünün takva (hakkı bilmek) olduğunu açıklayarak bu konudaki açık hükmü ortaya koymuştur. (Diyanetçilerin kandil gecelerinde TV’lerde okuttuğu hutbe ve dualarda sık sık milliyetçi söylemlerde bulunmasına ve “vatan, millet, Sakarya” edebiyatı yapmasına bakmayın; bu sadece Diyanetin Asker nüfuzlu bir Devlet kurumu olmasından kaynaklıdır.) “Türk-İslam” anlayışından hareketle ortaya çıkan “Türk-İslam Birliği” (İslam ülkelerinin birleşmesi ve başında Türkiye’nin olması hayal edilen bir Birlik) fikri, her ne kadar bazı çevrelerde popüler olsa da baştan sona bir saçmalıktır. Eğer farklı ülkeler birleşecekse neden Türk adı altında birleşmeyi kabul etsinler? Bu durum maalesef empati yoksunluğunun belirgin bir göstergesidir. Milliyetçilik öyle bir hastalıktır ki toplumları enfekte eder ve dini bile bozup kendisine bezeyen yeni bir anlayış üretir. Yakın bir gelecekte Türklerin İslam ülkelerini bir araya getirip Avrupa Birliği modeline benzer (belki daha iyisi) bir birlik oluşturması ihtimalinin yüksek olması, mevcut dış politikalara dair yapılan okumalarla zaten anlaşılıyor ve şahsen ben de böyle bir muhtemel oluşumu prensipte destekliyorum (ama bu birliğin kapılarının Müslüman olmayan ülkelere de açık olmasını istiyorum). Çünkü böyle bir oluşum, insanlığın menfaatine olacaktır. Ama bunun adı “Türk-İslam Birliği” olamaz; her ne kadar bu oluşuma Türkler öncülük etse de… Çünkü hem İslam hiç bir bir etnik terimle birlikte anılamaz, hem de yapı içinde farklı etnik unsurlar mevcutken sadece biri var sayılamaz. Anadolu coğrafyasında yapıldığı gibi…

Hamza Yardımcıoğlu

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder