Bizi yönetenlerin zihin şifrelerini veriyorum
Bir insanın çocukluk ve gençlik çağlarında fıtratına (doğuştanlık) neler kodlanmışsa, o, hep kendisine kodlananların peşindedir. Aslında kültür de bu değil midir; “unutturulamayan.”
Bugün Türkiye'yi yöneten neslin ana damarlarına bakıldığı zaman, bundan önce Türkiye'yi yönetenlerden farklı, hem de çok farklı bir kültür koduyla karşı karşıya bulunduklarını görürüz. Nedir bunlar?
Bir kere halkın içinden gelmişler, onların soluklarıyla soluklanmışlar, dertlerini bizzat evlerinde, çevrelerinde yaşamışlar; ev içlerinde aynı hikâyeleri dinlemişler; geçmişin korkularını çocukluk yaşlarında içlerinde duymuşlar; dedelerinin, babalarının kaybettiği nimeti derin biçimde özlemişler, aile içinde özellikle, medeniyet kodlarına bağlı bir yaşam tarzının yüceltildiğine şahit olmuşlar ve hep içlerini çekmişler…
Babaannelerinin, annelerinin, dedelerinin, babalarının gözyaşlarıyla okudukları Kur'an'ı huşu içinde dinlemişler, geçmişte Kur'an'ın başına gelenleri büyüklerinin gözyaşlarıyla anlattıklarına eşlik etmişler, Peygamber-i Zişan'ın çileli hayatını, yine büyüklerinden dinlerken ve kitaplardan okurken çok duygulanmışlar ve bu duygu onların tüm hayatında adeta bir sığınak olmuş ve onları korumuştur.
Bugün Türkiye'yi yöneten neslin birçoğu bu ve buna benzer kültürel kodlarla büyümüş, geniş çevrenin ve okulun etkisinden çok, babalarının ve dertli dostların kendi içlerinde oluşturdukları ve “Dar'ul- Erkam” a benzeyen evlerde, hücrelerde inançlarını demlemişler ve bugün de bu inanç demliğinde demlenen ruhla toplumun huzuruna çıkmışlardır.
Bu neslin en önemli özelliği, kadere tam bağlı ve inançlı olması, faniliği, yüreklerinde yurt edinmeleri ve Ahiret inançları, metafizik kaygılarıdır. Kanıksanmış pasif Kur'an anlayışı değil, faal, her an yaşayan bir Kur'an anlayışı, bunların gençlik hayallerini süslemiştir. Çeyiz sandığındaki Kur'an'ı çıkararak, hayat sandığına asmanın mücadelesiyle büyümüş bir neslin ayak izleriyle bugün karşı karşıyayız.
Faniliği zihin dünyalarında yurt edinmiş bu nesil korkusuzdur. Ölüm ötesine ve ebedi âleme o kadar imanları vardır ki, dünya hayatındaki her yürüyüşü, bir ağacın altında gölgelenen bir yolcu gibi değerlendirir. Peygamber sevgisi bazen içlerinde köpürünce, kendini bir anda Asr-ı Saadet'te hisseder ve Bedir için kılıcını kuşanır. Ve yine bir çocuğun ölen kuşu için taziyede bulunan peygamberi gölgeye sığınarak gözyaşı döker.
Camiye mahpus bir dinin bütün sıkıntı ve dışlanmışlığını gençliğinde yaşadığından, mücadelesini, bu esaretten kurtulmak ve Ümmet-i Muhammed'i de kurtarmak için var gücüyle çaba sarf eder ve bundan da asla bıkkınlık değil, bilakis şeref ve mutluluk duyar. Pörsümez ve geri adım atmaz. Hapishaneler, tehditler, karşı duruşlar onu yıldırmaz, biler. Taif'te taşlanan, Mekke'de işkenceye tabi tutulan Efendiler Efendisi'ni hatırlar ve bütün olumsuzluklar bir anda gül bahçesine dönüşüverir.
Dünyayı yurt edinenler, faniliği boşayanlar, metafizik kaygı taşımayanlar, fıtratlarına ters düşenler; bu duruş ve anlayışı, bu yapılanmayı, bu kavrayışı asla anlayamaz, hissedemez ve anlam veremezler. Kavga da bundan sonra başlar. Aynı kelimelerle konuşsalar bile, kelimelerin kavramsal boyutları ayrı olduğundan, farklı demliklerde demlendiğinden, tatları aynı olmayacağından, söylemler de ayrı mecralarda akıp gitmektedir.
Bu bir yaşam tarzıdır ve çocuklukla gençlik kodlarında saklıdır. Ezan okunduğunda, evlerinin bir köşesinde, beyaz tülbentlerine sarılarak ve zaman zaman da alınlarıyla birlikte gözyaşlarına secde ettiren ninelerin iman yüklü medeni yürüyüşü, işte bu gençlerin ruhlarında Secde Medeniyeti'nin ilk tohumunu atmıştır.
Evet, bunlar inançları Allah ile kul arasına alırlar; ama Allah ile kul arasındaki bu yolun dünya olduğunu bilerek, Allah'ın nizamının dünyaya hâkim olması için her türlü gayreti de gösterirler. Seküler bir anlayışları yoktur, vahyin nurlu yolunda yürümeyi iman şartı olarak algılarlar.
Hiçbir politik endişe taşımadan, bugün Türkiye'nin en başındakilerin zihin kodlarını, ruhi duruşlarını ve hayat algılarını kısaca vermeye çalıştım. İsteyen tanımaya çalışır bunları ve olup bitenleri anlar gibi olur. İstemeyen de anlaşılmazlığın kuyusunda debelenir durur. Nerden mi biliyorum bunları? Aynı yollardan bizler de geçtik de ondan!
D. Ali Taşçı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder