11 Mayıs 2011 Çarşamba
16) BİR KİTAP TANITIMI : ZÜLFÜ LİVANELİ -SERENAD
Zülfü Livaneli' nin son kitabı "Serenad" ı çok büyük zevk duyarak okudum. Usta sanatçı devamlı üstüne koyarak ilerliyor bu alanda da...Ne diyelim, ellerine sağlık !...
Roman 480 sayfa. En ilginç yanlarından biri, baş kahramanının bir kadın oluşu ve olayların onun ağzından anlatımı..
Bir üniversitede sekreter olan, kocasından ayrılmış, 14 yaşındaki oğluyla birlikte yaşayan Maya' nın ; üniversitenin konferans vermesi için davet ettiği Alman asıllı Amerikalı profesör Wagner' i havaalanında karşılamasıyla başlayan olaylar zinciri, 1930 - 1940' lardaki bazı olaylarla harmanlanarak soluk soluğa son sayfaya kadar okunuyor.
Tarihimizde çok fazla bilinmeyen iki önemli insani ve tarihi olayı da iyice öğrenmiş oluyoruz bu arada.. Bunlardan birisi "Struma Olayı"..Alman baskısından ve ölümden kaçmak isteyen Romanya' lı Yahudilerin İsrail' e gitmek için bindikleri Struma adlı eski geminin yolda arızalanması nedeniyle İstanbul'a getirilmesi ve sonra insanı kahreden yazışmalar, raporlaşmalar..Yolcuların İsrail' e gitmesini istemeyen İngiltere ve Hitler korkusu yüzünden Türkiye' ye de alınmayan 769 kişi bu defa geri dönüş yolculuğuna başlıyor ve tekrar Karadeniz' e çıkıyor.. Sonra da bir Rus denizaltısının torpiliyle birlikte umutlarının ardından kendileri de sulara gömülüp gidiyor.. Kitapla olan bağlantısını anlatmayacağım, okumak isteyenlerin zevkini kaçırmak istemem...
Buna benzer bir insanlık dramından daha bahsediliyor satır aralarında.. Onda da maalesef Türkiye baş rollerden birinde...
Kırım Türkleri Stalin rejimi altında ezilirlerken, 2. Dünya Savaşı başlayınca erkekleri Kızıl Ordu'da askere alınmışlar.Bir süre sonra Hitler Sovyetler Birliği' ne saldırmış, Alman orduları Rusya içlerine ilerlemeye başlamış. Bu sırada Ankara hükümeti, Kırım Türklerini Alman orduları safına geçmeye ikna etmiş. Sizin için daha iyi olur, savaşı Hitler kazanacak, Stalin' den kurtulursunuz demişler..
O dönemdeki Türk hükümeti savaşa girmemiş olmasına rağmen gizlice Almanya' yı destekliyor, hatta ona savaş için gerekli olan kromu sağlıyormuş. Böylece Kırım Türkleri Ankara hükümetinin telkiniyle saf değiştirmiş ve Hitler ordusuna katılmışlar. Bunlara "Mavi Alay" adı verilmiş. Ama bir süre sonra işler tersine dönüp Alman ordusu çekilmeye başlayınca da onlarla birlikte yurtlarını terk etmek zorunda kalmışlar. Mavi Alay' ın askerleri, aileleriyle birlikte önce dağlık Kuzey İtalya' ya yerleştirilmişler.
Müttefik kuvvetler İtalya' ya girince Mavi Alay orada da kalamamış, Avusturya' da Drau Nehri yakınlarında Ober Drauburg bölgesine yerleştirilmişler. Ama çileleri bununla da bitmemiş.8. İngiliz Ordusu Avusturya' yı işgal edince esir düşüp, bu defa Dellach kampına nakledilmişler. İngilizlerin elinde esir olmanın belki de onları kurtaracağını düşünmüşlerdi. En kötüsünden Türkiye' ye gidip, kendilerine yeni bir hayat kurabilecekleri hayaline kapıldılar. Ama ne yazık ki öyle olmadı...
1945 yılında Londra' dan kamptakilerin Sovyetler Birliği' ne teslim edilmelerini emreden bir telgraf geldi. Sovyetler hepsinin kurşuna dizileceği kararını açıkladığı halde, İngilizler onları gönderiyordu.. Yalvarıp yakardılar ama dinleyen olmadı..
3.000 kişi, Sovyetler'in eline geçmektense ölmek daha iyidir deyip kendilerini Drau Nehri' nin buz gibi sularına atarak intihar etti. Önce kadınlar çocuklarının elinden tutup nehre atladı, sonra da erkekler. Kalan 4.000 kişi, ölenlerin çığlıklarını dinlediler. Sonra vagonlara dolduruldu geri kalanlar. Vagonların kapılarına tahtalar çakıldı ve tren yola çıktı..
Tren, önce Türkiye' ye girdi, boydan boya geçerek Rusya sınırlarına kadar Türk askerlerinin eşliğinde gitti. Üç günlük bu yolculuk sırasında bütün umutları Türk hükümetinin kendilerine yardım etmesi ve vagonları açarak onları ölümden kurtarmasıydı ama böyle bir şey olmadı...
Balık istifi vagonlarda, çok kötü yaşam şartları altında, hastalıklardan ölenlerin olduğu ama hiç temiz havaya çıkartılmadıkları kahredici bir yolculuk oldu. Türk askerlerine kapıları açmaları için günlerce yalvardılar ama onlar, ağlayarak emir aldıklarını söylediler..
Sınıra geldiler. Bir kış günü Türk - Rus sınırında Kızılçakçak Baraj Gölü' nün kıyısına ulaştılar. Türk askerleri orada inecek ve tren sınırı geçecekti. Sovyet askerleri sınırın öte yanında, ellerinde tüfekleriyle hazır bekliyorlardı. Bu sırada bazı tutuklular kapıları kırıp, kendilerini göle attılar. 2.000 Kırım Türk'ü de orada intihar etti. Geri kalanlar ise, sınırdaki Rus askerleri tarafından hemen oracıkta vuruldular. Mavi Alay' dan ve ailelerinden geriye hiç kimse kalmadı...
Nasıl ? Çok can acıtıcı değil mi ? Bahse girerim bu son olayı Türkiye' de çok az biliyordu...
Livaneli, tüm insancıllığını, sanatkar ruhu ile harmanlayarak ; savaşın, ırkçılığın ne kadar anlamsız, ne kadar zalim olgular olduğunu bir kanaviçe gibi işlemiş.. Bir eleştirmen olmadığım için benim yorumum bu kadar !..
Kısacası, tavsiye ederim okuyun !...
Bu günü RABİNDRANATH TAGORE 'un çok sevdiğim güzel bir sözü ile noktalıyorum :
Bir kitap,
açık olduğunda, konuşan bir beyin ;
kapalı olduğunda, beklemede olan bir arkadaş ;
unutulduğunda, bağışlayan bir ruh ;
yok edildiğinde, ağlayan bir yürektir.......
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder