2 Mayıs 2011 Pazartesi

7 ) ALIŞKANLIKLAR

   Tarih yazarı Peçevi' nin ifadesiyle, " sefa sofrasındaki dört yastık," tütün, kahve, afyon ve şaraptı...
   Tütün, 1601 yılında İngiliz tacirler tarafından Amerika'dan getirilmişti.Önceleri yasaklandı ama 1647 yılında şeyhülislam tarafından serbest bırakıldı.
   Tütün çubukları bir el uzunluğundaydı ve dört parçadan oluşurdu. Rengarenk boyanmış parlak çubuklar üzerinde Türkçe yazılar olurdu. Çubuğun başı veya lülesi tahta, pişmiş kil veya su mermerindendi. Çubukların deri kaplama olanlarını çoğunlukla tiryakiler kullanırdı.
   Nargile ise ilk defa 1400' lü yılların sonlarında Hindistan'da icat edilmiş ve Narçil denilen büyük Hindistan cevizi kabuğundan yapılmıştı. Sonradan Mısırlılar kamış sokulmuş kabaklarla haşiş içmeye alışık olduklarından orada çok itibar görmüş ve adına da (Mısırlılar "C" harfini "G" ile ifade edebildiği için) Nargil denilmiştir. Sonra İranlılar da kabullenerek "büklüm yılan" anlamında Marpiç demişlerdir.
   Eski nargile tiryakilerine göre, nargile içmenin dört kuralı vardır :
1. Maşa ..tömbekideki ateşi idare eder
2. Meşe..yanan kömürün kalitesini ifade eder
3. Köşe..nargile içilecek rahat mekanı ifade eder
4. Ayşe..hizmet edenin becerisidir.

   Kahve,16.yüzyıl ortasında Yemen'den gelmişti. İlk kahvehane 1554 yılında iki Suriyeli müteşebbis tarafından  İstanbul'da açıldı. ( Londra ve Paris yaklaşık yüz yıl sonra kavuşacaklardı. ) Suriyeli ortaklar üç yıl sonra memleketlerine dönerlerken küçük çapta bir servet vardı yanlarında..
   17. yüzyıla gelindiğinde artık kahve günün her saatinde içilir olmuştu. "İbrik" denen kulplu güğümlerde kaynayan suya kahve eklenir, pişince hemen ateşten çekilerek porselen fincanlara konulur ve tahta bir tepside ikram edilirdi. Ara sıra içine karanfil ve kakule de konduğu oluyordu. Seyyah Thévenot' ya göre bu baharatlı karışımın tadı çok güzeldi.
   Kahvehanede birisi bir tanıdığına rastladığında, kahveciye "caba" diyerek ondan para almamasını sağlar yani ona ikram etmiş olurdu. Bu,nezaket kuralıydı.
   Osmanlı İmparatorluğu'nda yaşayan yabancılar, o devirde Avrupa' da pek bilinmeyen kahvenin, "içkinin yaptığı baş dönmesini önlediği gibi, uyuklamaya da engel olduğunu ve 1-2 fincan kahve içince bütün gece çalışabildiklerini " Avrupa' daki yakınlarına yazıyorlardı..

   Afyon, İslamiyette yasak olmasına rağmen, Süleymaniye Camii' nin yanındaki bir sokakta satılırdı. Tiryakiler her gün batımında afyon haplarını almak üzere, mezar kaçkınları gibi titreye sendeleye burada toplanırdı.
   Sultan'ın afyonu ise esans ve inci tozu ile karıştırılırdı !...

   Gelelim alkole..Alkol yasağı İstanbul' da en az uyulan Müslüman geleneğiydi. Yahudiler şarabı Almanya ve İspanya' dan ithal ederlerdi. Bununla beraber en fazla rağbet görenler, Girit ya da Sisam gibi Ege adalarında üretilen ve klasik çağlardan beri pek makbul olan tatlı şaraplardı. Köprülü Fazıl Ahmed Paşa, genç yaşta ölümüne yol açan şarap düşkünlüğünü Girit' in fethinden sonra dinlendiği Sakız Adası' nda edinmişti..
   İçki ayrıca, bilindiği kadarı ile, 2. Selim, 4. Murad, 2. Mahmud ve Abdülmecid gibi padişahların da sonunu hazırlamıştır.
   Aslında " Müselles " denen bir içki vardı Osmanlı' da. Üzüm suyu kaynatılarak üçte ikisi buharlaştıktan sonra elde edilirdi.1554-1562 yılları arasında elçi Busbecq  gözlemlerine göre müsellesin nasıl yapıldığını anlatır :
" Anlatmadan geçemeyeceğim bir içki vardır. Üzümleri alırlar, iyice ezerler ve tahtadan bir kaba koyarlar. Üzerine sıcak su dökerler ve iyice karıştırırlar. Sonra bu kabın üzerini iyice örterler, iki gün mayalanması için bırakırlar. Eğer mayalanma olayı uzun sürerse biraz şarap ilave ederler. Böylece üç veya dört gün içinde, bilhassa bol karla soğutulursa, pek lezzetli bir içki olur. Buna Arap Şerbeti derler."
   Müselles yapıldıktan üç veya dört gün sonra içilmezdi, çünkü bekletildiğinde dinen yasak olan şarap kadar etkili ve alkollü olurdu. Ebussuud Efendi' ye göre şarap gibi içilmesi haram sayılmıştı.
   18. yüzyılda İran' da görevli bir Osmanlı sefiri, " Türkiye' de deryaları içerdik, İran' da fincanla çay içiyoruz," diye hayıflanıyordu..
   İlk rakı fabrikası ise 1912' de İzmir Halkapınar' da açıldı.
   Atatürk rakıya " paşa gıdası " dermiş. Bunu da halen okumakta olduğum, Emine Uşaklıgil' in " Benim Cumhuriyet' im" adlı kitabından öğrendim ; başka birçok yeni bilgi ile birlikte..  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder