13 Mayıs 2011 Cuma

18 ) CELLADI KAN TUTMAZ !...

   Blogspot' taki teknik arıza yüzünden, taslak halindeki iki günlük yazım kayboldu !.. Konuyla ilgili bir mesaj attım, yanıtını bekliyorum. "Elçiye zeval olmaz" başlıklı konunun ikinci ve üçüncü bölümlerini daha sonraki günlerde sunmaya çalışacağım..

   Frazer' ın incelemelerine göre 'kan' en önemli tabulardan birisidir. Bu tabuya dünyanın çeşitli yerlerinde rastlanır. Orta Asya' da da bu göze çarpar. Moğollar, yenecek hayvanları bile kan dökmeden öldürürler ve bu hususa uymayanları idam ederlerdi.
   Osmanlı' da bu yasağın hanedan üyelerine  de yaydırılmasının sebebi anlaşılmaktadır. Bildiğimiz gibi hanedan kutsaldır. O halde kutsal olan bu kimselerin katlinde kanlarının akıtılmaması gerekir. İdam edilecek bütün hanedan üyeleri mutlaka kement ile  boğulurlar, doğum anında katledilecek yavrular da göbekleri düğümlenerek öldürülürlerdi. Zira onların bile kanlarının akıtılması hanedana saygısızlık olarak kabul edilirdi..
   Hanedan üyelerinin kanlarının akıtılmadan idam edilmesine yalnız 3. Selim' in katli istisna oluşturur. Bunun dışında bu yasağa uyulmuştur..
   Yüksek devlet memurları da asil sayılarak, istisnaları dışında bu yasağa uyularak idam edilmişlerdir. Bazı asabi padişahlarımızın aniden celallenip kılıcıyla kendi işini kendisinin görmesi gibi ... Katledilen hanedan üyesinin cesedine özen gösterilir, kafası kesilmez. Ekseriya babalarının türbelerine gömülürler.. Yine birkaç istisna dışında..
   Bugünün başbakanına denk gelen vezir-i azam cinayetleri, o devirlerde iktidarın bedelinin bazen can vermek olabileceğini de gösteriyor. Sayın R. T. Erdoğan hani ,"biz yola çıkarken kellemizi de ortaya koyarak çıktık !" diyor ya işte o buradan geliyor !..
   1453 ile 1821 arasında tam 44 vezir-i azam katledilmiş. Yani 368 yıl içinde. Yani hemen hemen her sekiz yılda bir !..Bu konuda rekor altı vezir-i azam ile 4. Murad' ın elinde. Yeğeni 4. Mehmed amcasını kıskanıyor ve o da altı adet vezir-i azamı hallederek rekoru egale ediyor !. Ama iktidar sürelerini göz önüne alırsak, daha kısa tahtta kalan Murad averajla öne geçiyor !.. Üçüncülük ise 3. Ahmed' te. O, beş kişide kalmış.. Herhalde lale devrinin gevşekliğine kapıldı !..
   Bu arada, 600 yıllık saltanat süresince  padişahlarımız ;39 kardeş, 4 oğul, 6 torun, 2 amca, 5 yeğen, şehzadeye gebe 7 cariye, şehzade annesi 1 cariye, 1 kuzen, 1 kuzen çocuğu ve bir babaanne olmak üzere toplam 67 hanedan üyesini de katletmişler....
   Bu panorama içinde en cani ruhlu pozisyonda göze çarpan 3. Mehmed oluyor. 19 kardeş, 1 oğul ve 3
vezir-i azam !.. Ama onun böyle cani görünme sebebi, babası 3. Murad' ın 100' ün üzerinde çocuk sahibi olması !..

   Osmanlı' nın cellatları ise genel olarak Çingenelerden oluşuyordu. Saray cellatlarının, Bostancı Ocağı' nın bir kolu olan 'Cellat Ocağı' na bağlı olduklarını ve bu ocağın, 20 kadar neferden meydana geldiğini görürüz..
   Emirleri doğrudan doğruya Bostancıbaşı' ndan alan cellatların başında bir cellatbaşı, onun altında da cellatlar ve cellat yamakları yer alırlardı. İnfazlar genellikle satırla yapılırdı ; ama yüksek makamdaki memurların infazları kan akıtmadan, kementle boğularak ya da asılarak yerine getirilir, idam uygulanmadan önce de, makam ve mevkilerinin gerektirdiği saygı kendilerinden esirgenmezdi...
    Topkapı Sarayı' nın orta kapısı yanında "siyaset çeşmesi" veya "cellat çeşmesi" ve önünde bir kütük vardı.  Önemli kişilerin idamında Bostancıbaşı da  bu çeşmenin kadar gelir, infaz sırasında bizzat burada bulunurdu.. İnfazı burada uygulananlar, Devlet-i Ali'ye, Sadaret makamına veya şeriata karşı gelmiş, isyan etmiş ya da çalıp çırpmış, casusluk yapmış, Harem' e göz dikmiş suçlulardı...
   Her ne kadar Osmanlı' daki infaz şekli, idam hükümlerine göre kafa uçurularak, kementle boğularak ya da asılarak yapılmakta ise de, bu çeşmenin önü, adından da anlaşılacağı gibi, suçluların kafalarının gövdelerinden ayrıldığı yerdi..
   Suçlular buraya getirilir, elleri arkasından bağlanıp, diz çöktürülür ; cellat yamağı suçlunun saçlarından tutar, cellatbaşı da elindeki keskin satırı çok kuvvetli bir darbeyle ensenin orta yerine vurarak başı gövdeden ayırırdı.
   Padişah ve Sadrazam emriyle yapılan 'siyaseten' idamlarda cellatlar, satır yerine yağlı kement kullanır, infazı boğarak yapar, ancak maktulün başı, padişahın görmesi ya da 'ibret taşı' üzerine konulması için, 'şifre' adı verilen çok keskin bir ustura ile düzgün bir biçimde kesilirdi..
   Osmanlı tarihinde cellatlar, yerine getirdikleri infazlar dışında işkence uygulamalarıyla da nam salmışlardı. İşlenen ya da işlendiği öne sürülen suçun türüne ve oranına göre, kazığa oturtmadan çengele asmaya ; derinin yüzülmesinden çekiçle kemik kırmaya kadar, çok değişik işkence yöntemleri vardı..İşkencenin "püf noktası" da, suçlunun uzun süre ölmeden işkence çekmesini sağlayabilmekti !.Bu durum cellada nam kazandırır, yüklü bahşiş almasını sağlardı.
   Saray'ın bahçesinde, Bostancı fırınının hemen yanı başında, küçük bir hapishane vardı. Burası aynı zamanda işkencehane olarak kullanılırdı. İnfaz öncesi işkenceleri burada yapılırdı ve buraya " fırın " denirdi.. Topkapı Sarayı tarihinde, işkence görecekler için kullanılan ' fırına götürün' tabiri, buradan gelir.
   Sayın Turgay Tuna' nın bu konudaki diğer bazı bulguları da şöyle ;
   Cellatların bir başka önemli görevi de, başkentten uzaklarda gerçekleştirilen önemli idamlarda, kesilen başların salamura ya da bal içine konulup İstanbul' a gönderilmelerinden sonra, bunların temizlenip, Saray' ın Bab-ı Hümayun önündeki ibret taşları üzerine yerleştirilmesiydi..
   Saray' daki cellatlar arasında, özel olarak seçilmiş dilsiz cellatlar da vardı. Bunlar bilhassa gizli olarak yapılan infazları yerine getirirdi.
   Osmanlı döneminin gelmiş geçmiş ünlü cellatları arasında, adından en çok söz edileni şüphesiz, Kara Ali' dir. Naima ve Evliya Çelebi' nin de şöhretinden söz ederek adının andıkları bu cellatbaşı, 17. yüzyılda yaşamıştır ve yamağı Hamal Ali ile birlikte, bir padişah (Sultan İbrahim), 10' dan fazla sadrazam, bir o kadar da vezir ve paşanın başlarını uçurmuştur. Boğarak öldürdüğü, öldürdükten sonra da cesedine taş bağlayarak denize attığı ünlüler arasında, şair Nefi de vardır..
   Lakabından anlaşıldığı gibi, Kara Ali, bir Çingeneydi. Tarihçiler idam ettiği insanların sayısını hatırlamayan Kara Ali' nin, tek bir kişinin idamından kaçmaya çalıştığını ve infazı çekine çekine yerine getirdiğini söyler ; bu da 'deli' lakaplı Sultan İbrahim' dir..Vezir-i azam Sofu Mehmed Paşa tarafından, kaçıp saklandığı yerden alınıp dövüle dövüle zorla padişahın bulunduğu odaya sokularak infazı yerine getirmiş ama bir yandan da ağlamıştır.

   Osmanlı' daki adetlere göre, giysiden kösteğe, kunduradan mücevhere, idam edilen kişinin üzerindeki her şey, cellatların olur ; toplananlar yılda bir kez düzenlenen 'cellat mezadı' sırasında satılırdı.
   Cellatlar aslında halk arasında lanetlenmiş kişilerdi. Cellatlık mesleği 'uğursuz' sayıldığından, mezarlıkları bile ayrı idi. Eyüpsultan' da, 'Karyağdı' mevkiindeki cellat mezarlığı gibi, sur dışında kendilerine ayrılmış olan özel mezarlıklara gömülürlerdi. Ama cellatları anımsarken, Osmanlı döneminde halk arasında yayılmış şu deyişi de unutmamak gerek : "Hükm-ü sultan olmaz ise, gelmez hata cellattan".....

   Hafif  "Elm Sokağı" gibi oldu galiba !... Kansız günler dilerim !...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder