22 Mayıs 2011 Pazar

26 ) İLGİNÇ YÖNLERİYLE YENİÇERİLER ( 1 )

   

   Yeniçeri sistemi I. Murad zamanında Acemi Ocağı’nın pratik bir ekol olarak kurulmasıyla başlar.
   Acemi Oğlanların eğitildiği ilk Acemi Ocağı 1362 veya 1363  tarihlerinde Gelibolu’da açılmıştı. Yeniçeri Ocağı’nın ilk açılışı da aynı tarihe rastlar.
  Devşirme, özellikle II. Mehmed (Fatih) tarafından çok benimsenen bir metot  olmuştu. Bir İtalyan şöyle yazmıştı : “Sanki yeni bir halk yaratmak ister gibi, bu yöntemde dikkat çekici bir sebat sergiliyor… Eğer sultan farklı ırklara bir arada görev verirse  bütün ırklar birbirlerini geçmeye çalışırlar…Eğer ordu tek ırktan oluşuyorsa tehlike baş gösterir ; şevk kaybolur ve lakaytlık eğilimi görülür…”
   Devşirmenin asıl nedeni Türklere duyulan güvensizlikti.. 1453 yılından sonraki ilk 48 veziriazamdan sadece 18 tanesi doğma büyüme Türk’tü.. Kimi Türkler padişahın meclisi, yani Divan için, tiksintiyle “köle pazarı” ifadesini kullanırlardı..
  
   Hıristiyan ailelerden bazıları ise çocuklarının devşirilmesi karşısında büyük üzüntüye kapılırlardı. Bir şarkının sözleri şöyledir:
“ Lanet olsun sana ey İmparator, üç kere lanet olsun.
  Yapmış olduğun ve hala yaptığın kötülükler için.
  Yaşlıları ve papazları tutup zincire vurdun,
  Çocukları yeniçeri yapmak için..
  Anaları da ağlıyor, bacıları da, kardeşleri de
  Ben de ağlayacağım gözlerim çıkana kadar
  Geçen yıl oğlumdu giden, bu yıl kardeşim..”

  Bir an düşünmek gerek ; nasıl bir duygu yoğunluğu yaşanıyordu kim bilir o zamanlar.. Osmanlı gelmeden önce de derebeyleri yüzünden çalışma ve vergi nedenleriyle canı çıkan bir halk.. Sonra yeni efendiler geliyor ve her 40 hanede bir hanenin düzgün görünüşlü erkek çocuğu ellerinden alınıyor, Müslüman oluyor .. Belki bakmakta zorlanan fakir aileler mutlu oluyordur, gelecekteki hayatı iyi olacak diye ; ama durumu iyi olan, varlıklı aileler de var…

  Bir Türk ailenin yanında 2-3 yıl kalıp, hem Türkçe öğrenmiş, hem Müslümanlığın ilkelerini benimsemiş acemi oğlanlar, Aksaray’daki yeni Odalar’ a götürülüp Yeniçeri Ocağı’na teslim olurlardı. Acemi oğlanı kütüğe kaydolur kaydolmaz askerlik yevmiyesi  bağlanırdı.
 
  Yeniçeri Ocağı 196 Orta’ dan (tabur) ibaretti. Bunun 101 Orta’sı cemaatli ; 61 Orta’sı bölüklü , 34 Orta’ sı sekban idi..
  Padişah, 1. bölüklü Orta’ sının 1 numaralı askeri sayılırdı. Kütük defterinde padişahlık unvanı yazılmaz, sadece baba adı yazılırdı. Askerlik yevmiyesi 40 akçeydi. Üç aylığı 3.600 akçe tutardı. Kışlada 1. bölüklü Ortası’nın bir de taht odası vardı. Ulufe dağıtımının 3. günü padişah bir yeniçeri askeri kıyafetiyle gelir, Orta’sının taht odasında oturur, kethüda bir kese içinde maaşını getirir, padişah keseyi açıp içine bir avuç altın ilave ettikten sonra askere bahşiş olarak dağıtırdı..
  Yeniçerilerin kışla hayatının en curcunalı sahnelerinden biri de her sabah kışla önündeki meydanda Orta’lara et dağıtılmasıydı.. Zaten meydan da bu nedenle “Etmeydanı” olarak anılırdı..
  Ocağa sığır eti verilirdi. Yedikule dışındaki salhanede kesilen etler ; beygirlere yüklenir ve her sabah bu işe memur karakollukçular tarafından, tırıs sürülen atlara ayak uydurularak koşa koşa getirilirdi. Karakollukçuların başındaki aşçıya da “ seğirdim ustası” denilirdi. Bu usta kafilenin başında koşar ve bir yandan da, “savulun !..Bre savulun !..” diye bağırırdı. Ocağın etlerini getiren kafilenin önünden geçmek, Ocağın kısmetini kesme, uğursuzluk bilinirdi. Yedikule ile Aksaray arasındaki yolda halktan bu gafleti gösterenler öldüresiye dövülürdü..
 Meydana et geldiğinde, her Orta o gün et alacak askerlerini seçer, bu askerler kışla kapısının önünde bir sıra halinde dizilirlerdi. Kasap, besili bir koyunu kucağına alır, diğer uçta beklerdi. Seğirdim ustası, çıktığı bir taşın üstünde, “Hazır olun ağalar, et geldi !.. Bildik bilmedik demeyin !..” diye bağırıp eliyle işaret verince ; askerler kasaba doğru koşmaya başlar, kim önce ulaşıp da elini koyuna değdirirse, o bütün koyun, o gün cabadan o askerin Ortasına verilirdi…Kazanan asker de Ortasının gözbebeği olurdu..
 
  İlk yüzyılında Yeniçeriler ; prensip, disiplin, namus, dürüstlük gibi birçok erdeme sahip kişilerden oluşan bir topluluk idi. Aralarında çıkan birkaç çürük elma hemen ayıklanırdı.. 

  Sene 1596, İstanbul’da bir imam efendi, mahalle halkından bir kalabalık grubun başında Divan’ a gelerek genç ve güzel karısının bir yeniçeri tarafından ayartılıp kaçırıldığını arz ederek bir namus davası açtı.. Divan, şikayet üzerinde hassasiyetle durdu. Çünkü konu halkın ırzını, namusunu korumaya memur bir yeniçeri idi..Suçlunun bulunmasına mutaassıp bir yeniçeri olan Ferhad Ağa memur oldu, o da adlarına leke süren bu yeniçeriyi bulmaya ant içti.
  Önce kütük defterini karıştırıp, sicili bozuk, haşarı bilenen askerleri birer birer ayırdı ; bu olayda hepsi de masum çıktı. Sonra da yoklama kaçaklarını aradı, yine bir şey bulamadı. İstanbul’da bir bekar yeniçerinin bir kadınla yaşayabileceği yerleri dolaştı; kötü şöhretli hanları, şüpheli evleri bastı, esir odalarını aradı.. İstanbul’da aradığını bulamayınca Üsküdar’a geçti ve orada bir kahvehanede çok güzel tüysüz bir oğlanla oturmuş muhabbet eden bir yeniçeri dikkatini çekti. İkisini de kahvehaneden çıkartıp yakındaki yeniçeri kolluğuna (karakoluna) götürdü. Ferhad Ağa zeki bir adamdı. Evvela tüysüz oğlanı soydu ve erkek olmayıp kadın, imam efendinin genç ve güzel karısı olduğu ortaya çıktı. Suç şimdi katmerlenmişti.. Kadın kaçırma, evli bir kadını kaçırma, imam karısı kaçırma, bir Müslüman kadının saçını keserek oğlan kılığına sokmak ve onu erkekler arasında dolaştırmak…
  Önce oğlan kılığındaki kadını kollukta boğdurttu. Yeniçeriye gelince, kanunen başı kesilecekti . Fakat Ferhad Ağa, bu katmerli suçu işlediği için cellat satırını yeterli görmedi. Yeniçeriyi bir kayığa koyup Tophane’ye götürdü. Meydanda seyre gelen binlerce kişinin gözü önünde çırılçıplak soydu, ayak ve diz kemiklerini kırdırttı, sonra belden aşağısını yağlı paçavralara sardırarak bir havan topunun namlusuna gülle gibi sımsıkı tıktırdı ve GÜM !..      

  1574 yılında, Sultan III. Murad’ın cülusunda, her birinde 10.000 altın bulunan 75 çuval altın, bahşiş olarak dağıtılmıştı. Bunun 70 çuvalı yeniçerilere verilmişti. Yani 700.000 altın ; bugünün parasıyla, yaklaşık 30 milyon lira !..
 
  1600’ lü yılların ortalarında en yüklü cüluslarını almışlar : 4 yılda 4 bahşiş !..
  I. Ahmed tahta çıktı, cülus..
  Sultan Mustafa kısa bir süreliğine çıkıp, indi.
  II. Osman tahta çıktı, cülus..
  I. Mustafa tekrar tahta çıktı, cülus..
  IV. Murad tahta çıktı, cülus !..  Sonunda Saray iç hazinesinden altın ve gümüş eşyalar alınıp darphanede eritilerek yeni basılan paralarla ödenebilmiş !..

  Zaten her şey III. Murad’la beraber bozulmuş. Gereksiz sarfiyatta zirve yapan padişahlardan  biri olan Murad, şehzadelerden birinin sünnet düğününde, kendisini ve davetlilerle halkı aşırı derecede eğlendirmiş cambaz, hokkabaz, perendebaz ve pehlivanlara ,” Dileyin benden ne dilerseniz !” diye sordurmuş, onlar da, “ yeniçeri olmak isteriz !..” demişler. Padişah da asılları ve geçmişleri meçhul, fakat tamamının o ana kadar başıboş yaşamış serseriler olduğunu herkesin bildiği bu adamların yeniçeri yazılmalarını emretmişti. “Padişahım, fermanınız Ocak düzenine ve geleneğine uymaz ve bu adamlardan da zaten yeniçeri olmaz” demişlerse de, Sultan Murad, “Padişahlar da verdikleri sözden dönmez !..” demiş. Padişahın ısrarı üzerine Ferhad Ağa istifa etmiş, yerine atanan Yusuf Ağa bu vebali üstüne alarak, o derbeder takımına “ağa çırağı” diye bir kulp takarak ocağa asker kaydetmişti. Ocakta kalabilmişler mi, ya da kaçmış veya kovalanmışlar mı bilinmiyor ama ocağın düzeni bu olaydan sonra bozulmuştu…

  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder