6 Eylül 2011 Salı

88) OSMANLI DÖNEMİNDE MUSEVİLER

   On beşinci yüzyılın ortalarında Türkiye'ye yerleşen Yahudi Yitsak Zarfati, "burada en iyi elbiseleri giyebilirsiniz. Hıristiyan egemenliğinde çocuklarınızı mosmor veya kıpkızıl dövülme tehlikesiyle karşı karşıya bırakmadan asla mavi ve kırmızı renkli elbiseler giydiremezsiniz" diyerek Avrupa'daki Yahudileri Osmanlı topraklarına çağırıyordu.
   Bu giyim rahatlığı 2. Selim devrinde, 1 Ağustos 1568'de yayınlanan fermana kadar devam etti. Bu fermanda, hiçbir Hıristiyan ve Yahudi'nin gösterişli ve kaliteli elbiseler giymemesi emredildi. 15 Ağustos 1568'de yayınlanan bir başka fermanda ise, gayrimüslimlerin Müslüman gibi giyindikleri için kumaş ve ayakkabı fiyatlarının arttığı nedeniyle, Hıristiyan ve Yahudilerin daha kalitesiz ürünler kullanmaları emrediliyordu..
   4 Eylül 1577 tarihli ve 3. Murad imzalı fermanla ; gayrimüslimlerin ipek elbise giymesi, hatta elbiselerine ipek işlemeler yaptırmaları bile yasaklandı.
   Yahudiler önceleri sarı renkli sarık ile dolaşırlardı. 1592 yılında 3. Murad'ın hocası Vakurzade, "kafirlerin renkli sarık giymelerinin tülbendin değerini artırıp Müslümanları zarara soktuğu gerekçesiyle sarık giyilmesini yasakladı. Onlar da Avrupalılar gibi şapka giymeye başladılar...
 
   Gayrimüslimlerin, Müslümanlar için kutsal sayılan cami ve türbelerin etrafında oturmaları, kiliselerde çan çalınması, dini günlerde silah ve havai fişek atılması 1856'ya kadar yasaktı...
   Giysilerindeki renk ve kalitenin bazı dönemlerde kısıtlanmasına karşın, fikri faaliyetlerde tam anlamıyla özgürdüler. Yahudiler, 1494'de İstanbul'da ve daha sonra Selanik'te matbaa kurmuşlardı. Bu matbaalarda dini eserlerin yanı sıra roman ve hikayeler de yayımlanırdı. 1516 yılında İstanbul'da İbranice yayımlanan "Kadınların Hileleri Hakkında Sandebar'ın Hikayeleri" adlı kitap, 17. yüzyılda İstanbul'da çok okunan kitaplar arasındaydı..
   Yahudiler, diğer Hıristiyan tebaa gibi, haraç öderlerdi. Ayrıca bir de "Çadır Akçası" adı altında bir vergi daha verirlerdi. Bu vergi ile ilgili bir öyküyü, seyyah Antoine Galland şöyle anlatır : "Bir Türk ile bir Yahudi bir gün dinleri hakkında tartışmaya girişirler. Yahudi, ancak Yahudilerin cennette bulunacaklarını söyler. Türk, Türklerin ne olacağını sorunca, Türklerin atları beklemek üzere dışarıda çadırların yanında bekleyeceği yanıtını alır !.. Bu tartışmadan haberdar olan padişah, öbür dünyada para bulunmadığına göre Yahudilerin çadır bedelini peşin vermeleri gerektiğini büyük bir zarafetle söyler ve onları her yıl bu vergiyi ödemeye mecbur eder.."
   16 ve 17. yüzyıllarda Yahudiler asla yeşil, beyaz ve kırmızı renkleri giyinemezlerdi. Çoğunlukla menekşe renkli giysi ve başlık giyerlerdi. Seyyah Thévenot'ya göre, kadınları da Türk kadınları giyinmekle beraber, saç şekilleri ve süsleri farklıydı. Saçlarına platin veya kalaydan bir parça iliştirirlerdi. Saçlarının üzerine altın veya gümüş dokumalı saten örtü örterler ve bu örtüye de işlemeli mendil iliştirirlerdi. Ensede renkli ipek kumaştan bir kese içinde saçlarını topuz şeklinde toplarlar, boyunlarına da sıra sıra inci kolye takarlardı...
   Eyaletlerde yaşayan Yahudiler genellikle bağcılık yaparlardı. Şehirlerde iyi, kaliteli şarap Yahudiler tarafından satılırdı. Antoine Galland, Çorlu'daki Yahudilerin sattıkları beyaz şarabın gayet güzel olduğunu yazar.
   Selanik'te yeniçeri abası (çuha) dokuyan ve "Çulha Yahudileri" olarak bilinen Yahudiler de vardı...
   Şehirlerde yaşayan Yahudiler yabancılara tercümanlık, rehberlik yaparlar ve ticaretle de uğraşırlardı. Yahudi tercüman ve rehber kullandığını yazan çok sayıda seyyah vardır.1594'de İstanbul'da bulunan görgü tanıklarına göre, yabancı elçilere tercümanlık yapmakla ün kazanmış Salamone Usche-Hebrea adlı bir Yahudi, yabancıların İstanbul'daki ticari kazanç ve ilişkilerine hizmet ederken aynı zamanda elçilere, Saray ve İstanbul'daki gizli olaylara dair bilgileri ve diğer taraftan Saraya da elçilere ait bilgileri satıyordu !...
   Yahudilerin bir kısmı da küçük esnaflık yapardı. Çoğunlukla terzilik ve kunduracılık yaparlardı. Ordu sefere giderken, diğer yabancı tebaa arasında Yahudiler de orduyla beraber Ordugah'a kadar giderlerdi. Antoine Galland, 4. Mehmed'in Lehistan seferine İstanbul'dan karargaha orduyla birlikte aralarında Yahudilerin de bulunduğu üç bin esnafın gidişini anlatır...
   Türklerin gözünde pek saygınlığı olmayan Museviler, oturdukları binaları, evleri, dükkanları satın almayıp kiralamayı tercih ederler, varlıklarını da nakit olarak evlerinde saklarlardı. Bunların çoğu, kentin denize inen  bir semtinde, dar, kalabalık, pis kokulu sokaklarda, kovuk gibi evlerde yaşarlardı. Türklere güvenmezler ve onlara borç para vermezlerdi.
   Yahudilerin hangi ülkeden kovulursa kovulsun, doğruca Türkiye'ye gelmeleri de Türkler arasında alay konusuydu. Bunlar, İbranice'nin dışında konakladıkları ülkelerin dillerini de çabuk öğrendiklerinden her ülkeye ayak uydururlardı.
   Evlenecek olan Yahudilerin önce zabıtadan yazılı izin alması gerekirdi. Bunun için de, sonuçta sultanın hazinesine girecek olan 80 akçe ödemek zorundaydı..
   Türklerin bayramında Yahudiler dışarı çıkmaya korkar, üç dört gün evlerinde kalırlardı. Çünkü sokakta bir Yahudi gören Türk onun yakasına bayram bahşişi için yapışır, para almadan bırakmazdı !...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder